Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

22 Ekim 2014 Çarşamba 09:53

[h=1]Risale-i Nur'un sadeleştirilmesi siyasal manevra[/h]

Yazar Senai Demirci, Risale-i Nur'un sadeleştirilmesi tartışmalarını Risale Haber'e değerlendirdi

İbrahim Mert'in haberi:

 

RİSALEHABER-ÖZEL

 

Yazar Senai Demirci, "Risale'nin ana metni üzerinde oynamak değil, bu ana metinden beslenen bireysel metinler üretmektir" dedi.

 

YAPILAN BU İŞİN ADI SAHTELEŞTİRMEDİR

 

Risale Haber'e konuşan Demirci, çeviri ile sadeleştirme farkının anlaşılmamasını garipsediğini belirterek, "Çeviri, eserin aslına dikkat çeker... Sadeleştirme/sahteleştirme, eserin aslının yerine geçer. Aslında "sadeleştirme" tabirini kabul etmiyorum. Sadeleştirme, Risale-i Nur'un sade olmadığına dair tezi kabul etmektir. Ben etmiyorum. Yapılan bu işin adı sahteleştirmedir.

İşin adı ne olursa olsun, risale metni üzerinde müdahale hakkı olduğunu iddia etmek, bu iddiasını da küstahça icraya koymaktır" şeklinde konuştu.

 

İKİ SİYASAL MANEVRA

 

"Risale sadeleştirilmesi" denen tasarrufu, siyasal bir manevra olarak gördüğüne dikkat çeken Demirci, sözlerini şöyle sürdürdü:

 

"Bu manevranın siyasal anlamı:

1-Patron benim, yetkiler bende demektir. Ki olay sonrası, herkesin Pensilvanya'ya durdurun diye ricacı olması, bu amaca doğruca hizmet etti. Kendi otorite konumunu teyid ettirdi.

 

"Sadeleştirme" denen operasyonun ikinci ama öncelikli mesajı, "Said Nursi'nin söylemi eskilerde kalmıştır. Risale-i Nur'un devri tamamlanmıştır. Bediüzzaman, 1930'ların kafasıyla yazan, dönemini dilini aşamayan bir müelliftir" kabullenmesini ilan etmektir.

 

"Bu iki mesaj, çok daha önemlidir. Sadeleştirme üzerinde odaklanmaktan çok, olayın arkaplanını okumalıyız.

 

RİSALEDEN BİREYSEL METİNLER ÜRETİLMELİ

 

"Bununla birlikte "sadeleştirme"nin niyeti yeni kuşaklara yeni dille bir şeyler söyleme ihtiyacı olsa bile, yapılması gereken, Risale'nin ana metni üzerinde oynamak değil, bu ana metinden beslenen bireysel metinler üretmektir. Bu konuda hepimiz, Risale'yi yüzünden okumak gibi bir hastalılkla malülüz. Risale alıntıladığımız ve tekrarladığımız bir metin değil, alındığımız ve yeniden ürettiğimiz bir metin olmayı hak ediyor.

 

"İşte, iyi niyetle yaklaşırsam, "sadeleştirme"ci arkadaşların gördüğü bu olsa bile, bunun çözümü Said Nursi isminin itibarı üzerinde kolay satılacak yeni ürünler üretmekle değil, Said Nursi'ye sahiden talebe olup onun elimize verdiği oltayla, hakikatin denizinden yeni balıklar tutmakla başarırız.

 

YENİ KUŞAKLARA RİSALE METNİ ÜZERİNDEN ÖZGÜRCE YORUM YAPMA BECERİSİ KAZANDIRACAĞIZ

 

"Bundan böyle her cemaat, Risale-i Nur'un sadece yüzünden okunmayı hak etmediğini, bunun risale metni ile insan aklının buluşmasını engellediğini görmesi gerek. Yeni kuşaklara, özgürce, risale metni üzerinden yorum yapma becerisi kazandıracağız. Bu da özgür düşünce ile olur. Risale metnini yorumlamayı hatıra anlatmaya bağlarsak, sadece arkeolojik kazı yapmış oluruz. Geçmişe döner, geleceğe bir şey bırakmamış, avunmuş oluruz.

 

KADERE BU FETVAYI NİYE VERDİRDİK?

 

"Vakıflık sisteminde "yanlış anlar" diye muzakereyi havasların hobisi görme alışkanlığı devam ediyor. Yine yanlış anlar diye Kur'an adına yazılmış Risale'nin muhatabı öğrenciye Kur'an meali okutmama korumacılığı devam ediyor. Sonuçta beşer zulmeder, kader adalet eder. Sormak gerekmez mi, kadere bu fetvayı niye verdirdik? Sadece Risale'nin lafzına odaklanıp, onu da tekrarlaya tekrarlaya tükettik, sloganlaştırdık. Kendi plağımız olmadı bir türlü risale. Çaldık, çaldık, çaldık.

 

PROFESYONEL BİR NAZARLA OKUDUĞUMUZDA KAYBEDİYORUZ

 

"Son olarak sormak gerek. Üstad bize Haşir Risalesini mesela, haşre inanmayan biri çıkarsa karşınıza, onun bütün cümlelerini boca edin diye mi okutturuyor. Yoksa, siz de bir insanınız, sevdiklerinizi toprağa koyuyorsunuz, kendinizin de gireceğini biliyorsunuz, hiç mi içiniz "ya ben topraktan çıkacak mıyım sahi diye sızlamıyor? Sızlamıyorsa, şüphenizi kendinize itiraf etmiyorsanız, siz Haşir Risale'sinin sofrasına tok oturuyorsunuz, iştahsiz ağzınıza alıyorsunuz cümleleri.

 

"İnsan" olmayı unutarak, "insan hallerimizi" kenara iterek, profesyonel bir nazarla okuduğumuzda, kaybediyoruz. Bu da, o zarif ve duru mesajı başkalarının gündemine sade anlatmamızın yolunu kapatıyor. Burası dönüm noktası, bu kırılma anı, sorgulama vaktimizin gelip geçtiğini haber veriyor hala.

 

RİSALEYİ YENİDEN YOĞURMAK

 

"Ayrıca "sadeleştirme"ye karşı çıkışın gerekçesi "abiler böyle istemiyor" olamaz. Bu tavır, zımnen, "abiler böyle isteseydi, biz de isterdik" imasını taşıdığı gibi, ileride bir vakitte abiler otorite olarak aramızda bulunmadığında şaşkın kalınacağının da belirtisi. "Sadeleştirme"ye karşı çıkış, bir metnin üzerinden olur, metnin kendisi buna müsaade etmiyor, metni yüzünden değil yüreğinden okuyan herkes bunu fark eder.

 

"İkincisi, "sadeleştirme" ile ortaya konulan ihtiyaç, yani yeni kuşakların anlaması, Risale'yi sattığımız, tekrarladığımız bir metin değil de, ürettiğimiz, yeniden yoğurduğumuz, mayalayıcı ve ateşleyici bir metin olarak görmeyi gerektiriyor ve bunu sorumluluk olarak icraya geçirmeyi gerektiriyor.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 1 Monat später...
  • Antworten 183
  • Erstellt
  • Letzte Antwort

Top-Benutzer in diesem Thema

09 Aralık 2014 Salı 13:46

[h=1]Sadeleştirilmiş metni okuyandan zenginlik beklenemez[/h]

Akyol, Osmanlıca tartışmalarının Türkçe meselesi olduğunu söyledi

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Taha Akyol, Osmanlıca tartışmalarının Türkçe meselesi olduğunu söyledi.

 

Hürriyet'teki köşesinde Milli Eğitim Şûrası'nda gündeme gelen konuları değerlendiren Akyol, Attilâ İlhan'ın da Osmanlı denilen eski Türkçe yazının seçimlik dersler olmasını savunduğunuhatırlattı. Akyol, "Zira bu yazıyı bilmenin kendisine kazandırdığı boyutu biliyordu. Türkiye'de maalesef 1910'larda, 20'lerde basılmış metinleri okuyamayan "inkılap tarihi" hocaları var! Bu herkese lazım mı? Mümkün değil! Edebiyat ve tarihe meraklı olanlara lazımdır. O bakımdan zorunlu değil, seçmeli ders olması normaldir" dedi.

 

Meselenin alfabe meselesi olmadan önce Türkçe meselesi olduğuna dikkat çeken Akyol, "Türkçeyi kavram zenginliğine sahip olarak konuşmak ve anlamak meselesidir! Reşat Nuri'yi bile sadeleştirilmiş metinlerden okuyabilen nesillerden kavramsal zenginlik beklenemez!"şeklinde yazdı.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

13 Aralık 2014 Cumartesi 14:54

 

Sadeleştirme çabaları Türkçeyi erozyona uğrattı

 

Bu yüzden nesiller arasındaki kültürel süreklilik de önemli ölçüde kesildi. Türkçenin ifade kabiliyeti çok gerilediRisale Haber-Haber Merkezi*Prof. Dr. Atilla Yayla, sadeleştirme çabalarının Türkçeyi erozyona uğrattığını söyledi.**Yeni Şafak'taki yazısında Türkçe'nin uzunca bir geçmişi ve kendine mahsus özelliklerinin olduğunu belirten Yayla, "Ne var ki, Türkçenin 20. Yüzyıl’daki tarihi tam bir talihsizlik.*Önce zora dayalı bir alfabe değişikliği ve ardından gelen yine zora dayalı ırkçı mantıklı sadeleştirme çabaları Türkçeyi erozyona uğrattı. Bu yüzden nesiller arasındaki kültürel süreklilik de önemli ölçüde kesildi. Türkçenin ifade kabiliyeti çok geriledi.*Bugün ülkemizde şahit olunan fikir çoraklığının en önemli sebeplerinden biri bu. Bugün, meselâ,*Öztürkçe denen ne olduğu belli olmayan dili esas alarak yazılan veya çevrilen*bir felsefe kitabını okumak ve anlamak neredeyse imkânsız" şeklinde yazdı.*Eserlerin orijinalinin verdiği bilginin ve hazzın çevirilerde olmadığına dikkat çeken yayla, Osmanlıca öğrenilmesine de destke verdi:*"Çeviri yapmak meşgalelerim arasında olduğu için durumu yakından biliyorum. Bir örnekle anlatayım. Hayek birçok önemli esere imza atan büyük bir filozof. Kendimi onun öğrencisi addettiğim için eserlerini mümkün olduğunca Türkçeye aktarmaya ve aktartmaya çalışıyorum.Hayek eserlerini ortalama 15 bin kelime kullanarak yazıyor. Biz ise aynı eserleri yaklaşık 3000 kelimeyle çevirmeye çalışıyoruz.*Olmak, yapmak gibi mastarlardan kelimeler uydurmaya çalışıyor veya daha önce uydurulmuş saçma sapan kelimeleri kullanıyoruz. Ancak, bu çeviri eserleri okuyanlar aynı eserlerin orijinalini okudukları zaman aldıkları bilginin ve hazzın yarısını bile alamıyor.**"İşte bu gerçeklerin ışığında*Osmanlıcanın daha fazla öğrenilmesi yolunda atılacak*ama gönüllülüğe dayanacak ve öğrencilerin tercih yelpazesini daraltmayacak şekilde planlanacak adımları destekliyorum. Hatta daha fazlasının olmasını temenni ediyorum. Yeni bir harf değişikliğine gitmek 1920’lerdeki suçu ve cinayeti tekrarlamak olur. Ama mevcut alfabeyi kullanarak mümkün olduğu ölçüde 1940’ların diline dönmeye çalışmak lâzım. Elbette bu süreçte başı çekmesi gereken büyük yazarlar, şairler, akademisyenler olacaktır. Kamu tekelindeki eğitim bazı okullarda ciddî bir Osmanlı Türkçesi eğitimi vererek buna bir ölçüde yardımcı olabilir. Ancak,*sonunda yapılması gerekeni gerçekleştirecek olan sivil toplumdur. İşin sahibi sivil toplum olmazsa, hem başarıya ulaşılamaz hem doğru istikametteki hiçbir kazanım kalıcı olamaz.*Dil meselesini ciddiye alıp, dil yarasına çare bulmaya çalışmalıyız.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

13 Aralık 2014 Cumartesi 10:18

 

Said Nursi neden ‘bana yazdırıldı’ dedi?

 

Mücahit Bilici hazımsız hocalara cevap verdiRisale Haber-Haber Merkezi*Mücahit Bilici, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin "bana yazdırıldı" sözünün ne anlama geldiğini açıkladı. En son*Mustafa İslamoğlu'nun diline doladığı ifadeye açıklık kazandıran Bilici,*Taraf'taki yazısında*bazı hocaların hazımsızlığı ve yüzeyselliklerine*dikkat çekti.*Yazısı şöyle:*Said Nursi ‘bana yazdırıldı’ derken*Said Nursi*gelenekle geleceğin*orta yerinde (hatta kopma an ve noktasında) duran ve bağlantıyı kopmaktan alıkoyan*bir yenileyici (müceddid) olduğu için*günümüzün parçalanmış Müslüman tasavvurunca henüz tam anlaşılamıyor.*Eserleri, bazı geleneksel hocaların öteden beri hazım zorluğundan kaynaklanan hazımsızlığınamuhatap olduğu gibi, kimi*modern hocaların da yüzeyselliktenkaynaklanan sathi saldırılarına da hedef olabiliyor. Mesela, yakın zamanda popülist bir alimin yeterince düşünülmemiş itirazlarına muhatap oldu. Ebced, cifir hesabına yer vermişliğinden, Bediüzzaman ismiyle anılmasına kadar çeşitli konularda tenkide konu edildi.*Bu itirazlardan bir tanesi de Said Nursi’nin yazdığı metinler için sık sık “kalbime ihtar edildi” demesi, ben yazdım yerine “bana yazdırıldı” demesi, Risale-i Nur’u kendi malı olarak değil, “Kur’an’ın malı” olarak görmesiydi.*Gerçekten de Bediüzzaman’ın böyle bir yaklaşımı var. Kendisi hayattayken de bu konu ile ilgili eleştiri ve saldırılara muhatap olduğunu biliyoruz. Kimileri Said Nursi kendi yazdıklarını vahiymiş gibi sunuyor diye tenkid ediyor. Nurcuların çoğu da kendi âlemlerinde anlamı ve açıklaması olan bu hakikati dış dünyaya nasıl açıklayacakları konusunda zorlanmıyor değiller. Bazı durumlarda kendilerinin bile tam emin olamadıklarını görüyoruz. En azından gündeme gelmesinden çekinilen bir konu muamelesi görüyor. Hâlbuki*korkmaya, çekinmeye hiç lüzum yok. Hamasete, taassuba hiç lüzum olmadan anlatılacak ve anlaşılacak bir hakikati var bu hususun.*Evet,*Said Nursi’nin “bana yazdırıldı” demesi dinen de meşrudur, dünyevi olarak da.*Hatta diyebilirim ki*bugün felsefenin üzerinde durduğu en önemli tema*Said Nursi’nin “bana yazdırıldı” derken işaret ettiği hakikattir. Modern zamanlarda özne’nin omzuna yüklenemeyeceği kadar çok yük bindirildi. İlham ve kader tasavvurun dışına sürüldüğü için onların hisseleri bencil akılca teslim edilmedi. Hayvan ve insandaki ilham muslukları, sırasıyla içgüdü ve deha isimleriyle kısırlaştırılıp üstleri kapatıldı.*Bazı büyük şairler, abartmayın sadece “bir dahiyim” derken ironi yapmıyor, ilham hakikati karşısındaki sınırlı rollerini hatırlatıyorlardı. Çünkü dahi anlamındaki “genius” kelimesi ilhama dayanan manasına geliyordu. Fakat biz bunu anlamaktan uzaklaştık. Modern zamanlarda birey her fiilinin yaratıcısı ve kendi üzerinde ortaya çıkan her kemalatın kaynağı olarak görüldüğü için insanın yaptığı şeyin kaynağı olmadığı fikri bizi dehşete düşürüyor. (İnsana haketmediği ve yüklenemeyeceği bu kadar fiili bonkörce vermenin bedeli insanı anlamada yaşadığımız daralma ve körleşmedir). Bu yüzden, bugün “birşey yapma”nın sınırlarını farketmiş durumdayız ve “başına birşeyler gelme”nin (yani birşeye mazhar olmanın) ne demek olduğunu anlamaya çalışıyoruz.**Gerçekten de insan, yaptığı, üzerinde görünen fiil ve tezahürün kaynağı olmayabilir mi? Evet,*Eski Yunan’da bile mesela Homer’in*sitayişle bahsettiği kahramanlar hep kendilerini fiilin kaynağı olarak değil, ilahi bir takdirin/kudretin tezahür zemini olarak gördüler (ilahları çok ve çeşitli idi; o ayrı konu). Onların mesuliyeti ona teslim olup olmama anlamında iradi birşeydi. Fakat geçmişe gitmeye gerek yok.*Topun gelişine vuran futbolcu, golü “atınca” gerçekten golü atan kendisi midir?*Çoğu durumda kemal ve fazilete ulaşmak için hazırlık bir doğaçlamadan ibarettir. Kemal zaten aklın aşılarak, birşeyin kalp ile yapılmasıdır. Küçük Prens de boşuna en önemli şeylerin kalp gözüyle görüldüğünü söylemiyor. Yani insanın aklı istimal ettikten sonra, kalbin önündeki perdeleri kaldırıp onu alıcı (ahize) hâline getirmesidir mesele. Fazilet, yaratıcılık, orijinallik hep böylesi bir kendini aşma ile mümkündür. Kendini aşan ise kendisini açandır. Bu hazırlık esasen hadise’ye (hudus) hazırlıktır. Hudus hakikati bugün felsefede “event” (ereignis) başlığı altında tartışılıyor. Badiou veya Foucault gibi zevatın “öznenin hermenutiği” çerçevesinde üzerinde durduğu bir konu budur.*Bourdieu’daki “habitus” kavramı (ki bizdeki karşılığı kesbedilmiş “meleke”dir) da aynı şekilde bu vedia/verilmişlik (givenness) hakikatini ifade eder ve bireyin her yaptığını, ettiğini sahiplenme eğiliminin önüne konmuş bir sosyolojik takoz gibi iş görür.*San’at (ki kader kaleminin çiziklerinin akıl perdesince örtülemeyen kısmıdır)*öyle birşeydir ki ona mazhar olan onu sahiplenmekten, hatta anlatmaktan aciz kalır. Çünkü o sadece kendisini ona hazırlamıştır. Sporcu, san’atkâr, şair, zanaatkâr gibi kişiler hep ilhamın alıcısıdır.*Said Nursi, Risale-i Nur için sunuhat ve iham kabilindendir derken şunu söylemiş oluyor:*Bu okuduğunuz metinler, mevcut ilmin kazanımlarını tükettikten sonra ümmilik konumuna gelmiş bir kalbin, kendisini Kur’an’ın anlamına açması sonucu o kalbe gelen anlamlar ve hakikatlerdir. Çünkü kalp sadece alıcıdır. Ve kalbe gelir. Kalbin önünü açma (paraskeue) işlemini gerçekleştirmekten o kadar uzağız ki ne kalbe gelenlerin kalbe geldiğini biliyoruz ne de kalbin gelinen bir yer olduğunu.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 3 Wochen später...

SADELEŞTİRİLEN RİSALE-İ NUR'UN NASIL DEĞİŞTİĞİNİ GÖRÜYORSUNUZ

 

Şimdi risalelerde "askerin vazifesi talim ve cihaddır" diyor Bediüzzaman. Şimdi bunu sadeleştiriyorlar diyorlar ki...

 

31 Aralık 2014 Çarşamba 09:07Risale Haber-Haber MerkeziAK Parti Grup Başkanvekili ve Kahramanmaraş milletvekili Mahir Ünal, "Bediüzzaman'ın güzel bir ifadesi var, şimdi sadeleştiriyorlar bazıları onları. Sadeleştiriyorlar, sadeleştiğinde bir şeylerin nasıl değiştiğini görüyorsunuz" dedi.Kahramanmaraş Gençlik Merkezi Bilinç Okulu'nun açılış dersini 'Medeniyet Tasavvuru ve Gençlik' konusuyla veren Ünal, Hıristiyan'ın Hıristiyan gibi, Musevi'nin Musevi gibi düşündüğünü ve Müslüman'ın da Müslüman gibi düşünmediği zaman bir sorun ortaya çıkacağını ifade etti. Yerel Akşam Postası'ndaki habere göre Ünal, buMüslümanca düşünmenin ise bir gün hesaba çekilme sorumluluğu taşıması gerektiğine*dikkat çekerek şunları konuştu:*"Bediüzzaman'ın güzel bir ifadesi var, şimdi sadeleştiriyorlar bazıları onları. Sadeleştiriyorlar, sadeleştiğinde bir şeylerin nasıl değiştiğini görüyorsunuz. Şimdi risalelerde "askerin vazifesi talim ve cihaddır" diyor Bediüzzaman.*Şimdi bunu sadeleştiriyorlar diyorlar ki; askerin görevi eğitim ve hizmettir. Bakın talim yerine eğitim, cihad yerine hizmet. Şimdi talim eğitim değildir, talimin içerisinde ilim vardır, irfan vardır, inanç vardır, iman vardır.*"Mesela köpeği eğitirsiniz ama insan talim olur, ilim. İnsan bir talime talip olandır. Siz köpeğin de eğitildiği insanın da eğitildiği bir anlayış inşa ederseniz köpekle insan arasındaki farkı ayırt edemez bir hale gelirsiniz. O yüzden dil medeniyeti kurar, hangi kavramlarla düşündüğünüz işin kalbini oluşturmaktadır. O yüzden klasik kaynakları okumanız gerekir."*"OSMANLICA DEDİĞİMİZ ASLINDA TÜRKÇE"*Osmanlıcanın aslında sadece Türkçenin Arap alfabesiyle yazılması olduğunu aktaran Ünal şöyle konuştu:*"Biz şimdi Osmanlıca deyince birileri niçin hop oturup hop kalkıyorlar. Çünkü Osmanlıca ayrı bir dil değil arkadaşlar, Osmanlıca bizim dilimiz, Türkçe, Osmanlıca dediğimiz aslında Türkçe. Yani Türkçenin Arap alfabesiyle yazımı sadece ama Osmanlıcayı okumaya başladığınız anda sizinle konuşmaya başladığını hissedersiniz.*Çünkü orada bizim kim olduğumuzu anlatan, talimin ne olduğunu, tevfikin, muvaffakiyetin ne olduğunu, tedrisin ne olduğunu okumaya ve anlamaya başlarsınız. Oradan bir kapı açılır başka bir dünyaya gidersiniz, her kelime size bir kapı açar, her kavram bir dünyaya aittir. Hangi dünyanın kavramalarını konuşuyorsanız o dünyaya ait olmaya başlarsınız."*

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 1 Monat später...
  • 1 Monat später...

İFTİRA ATMAYALIM; 'CEMAAT' RİSALE'Yİ SADELEŞTİRMEDİ… SAHTELESTIRDI

 

Senai DEMİRCİ

11 Nisan 2015 Cumartesi 09:54

 

Sadeleştirme, olumlu bir tabirdir. Karışık olan sadeleştirilir. Karmaşık olan durulursa, güzeldir. Bulanık ve bulaşık olanın saflaştırılmasında hayır vardır.

 

"Risale'nin sadeleştirilmesine karşıyım" demek, "Risale'nin anlaşılmasına karşıyım" demektir.

 

Yaşadığımız, tam anlamıyla bir kavram karmaşası. Sayın Gülen'in emriyle ve sarı renkle basılan 'risaleler' sadeleştirme mi değil mi? 'Sadeleştirilmiş' diyorsanız, Risale'nin karmaşık ve anlaşılmaz olduğunu kabul ediyorsunuz demektir. Öyle mi sahi? Sayın Gülen gibi mi düşünmeliyiz?

 

'Sadeleştirme' diye diye meşhur ettiğimiz işlem, Said Nursi'nin mesajını daha anlaşılır kılma çabası olsaydı, haklı olabilirdik. Aksine, mesajı, daha Birinci Söz'ün ikinci cümlesinde tahrif ediyor: 'Biz de başta onunla [bismillah'la] başlarız." Üstad'ın cümlesi ise şu: "Biz dahi başta ona[bismillah'a] başlarız." Bu 'sadeleştirme'yi yapan kardeşimizin aklının arkasında şu düşünce var: Said Nursi, 'ona' ve 'onunla'* arasındaki farkı bilemeyecek kadar Türkçe fakiri yahut özensiz bir yazar. Geçen yüzyılda kalmış bir pir-i mugan. Dolayısıyla aşılabilir, geride bırakılmalı. Yeni bir müceddid* kadrosu açmak için bu şart…

 

Oysa metni adam akıllı okuyan biri, tam da Said Nursi'nin bu tercihindeki uyanıklığı fark eder: Öteden beri söylendiğinin/sanıldığının aksine, Bismillah sadece bir işe başlarken söylenip geçilecek bir lafız değildir. Söylenip geçilmez Bismillah. Bir araç değildir. Bismillah bir varlık alanıdır. Bir yaşama biçimidir. Bismillah'a başlarız sadece… Bütün başlamalarımız Bismillah'ın ifade ettiği varlık alanına girmek içindir. İlk hareketlerin cümlesi, Bismillah'ın kapı olduğu hayat tarzına dahil olmak içindir. [Asıl konumuz bu değil; bu bahsi açmak için yeni bir makale borçlanayım. Bu 'sade'* ve sade olduğu için de 'derin' olan dersi mutlaka çalışalım.]

 

Sahiden, Risale-i Nur'un dili yazıldığı devrin dilinin izlerini mi taşıyor? Hayır! Said Nursi; 1920'lerin ağır Osmanlıcası ile mi yazar? Hayır! Said Nursi, Muhakemat gibi birinci dönem eserlerinde belirginleşen ağdalı ilim dilini mi tercih eder Risale'de? Hayır! Sözler, Mektubat, Lemâlar, Şualar, ehli tahkik bir gözlemcinin gözüyle bakıldığında görülecektir ki, yazıldığı devrin Türkçesinden daha sadedir, daha durudur, daha berraktır.

 

Said Nursi'nin günümüz Türkçesinden ağır gelen kelimeleri ise sadece ve sadece Kur'ân kelimeleri ve esma-i hüsna'ların aslıdır. Bu kavramlar ise her eve herkese her zaman her yerde lazımdır. Geçmişin konusu değil, ebedi geleceğimizin temel taşlarıdır. Uğrunda bir ömür harcanmaya değecek diri ve duru kelimelerdir. İnsanın Rabbini anlamasına yardımcı olacak en sade, en duru, en anlaşılır tutanaklardır. *Risalelerin elçi olduğu hakikati, yani Kur'ân'ı anlaşılır kılmak isteyen elbette ki o anahtar kavramları incitmez, bu sade kelimeleri tahrif etmez.

 

Yapılanın adı, 'sadeleştirme' değil, *'sahteleştirme'dir. Daha insaflı bir tabir istiyorsanız, eser sahibinin ifade kabiliyetini tahkir etmek, telif becerisini küçümsemektir. Kelimenin tam anlamıyla 'tahrif'tir…

 

Mâlum cemaatin derdi asla 'sadeleştirmek' olmadı ki! Bu küstah tasarrufa 'sadeleştirme' diyerek, azmettiricisini ve tetikçilerini temize çıkarmayalım. Yavan ve muğlak ifadelerle dolu şu 'sarı kitaplar'ı 'sadeleştirilmiş'* diye anarak, Risale-i Nur'un aslının anlaşılmaz olduğu tezini benimsemeyelim. Risale-i Nur'a iftira atmayalım!

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 7 Jahre später...

[h=1]Risale-i Nur'un sadeleştirilmesi yeniden başladı![/h]

 

 

Ana Sayfa» ÖZEL

http://s.risalehaber.com/i/1x1.gifhttp://s.risalehaber.com/i/1x1.gif

 

02.03.2016 10:37

 

http://d.risalehaber.com/news/198188.jpg

Hem de devlet eliyle!

http://www.risalehaber.com/d/banner/uygulama.jpg

İbrahim Mert'in haberi:

RİSALEHABER-Risale-i Nur'un orjinal cümlelerini tahrip eden sadeleştirme çalışmaları yeniden başladı. Ancak bu sefer devlet eliyle!

Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleri ile Nur cemaatlerinin büyük tepkisine yol açan Risale-i Nur'u sadeleştirme çalışmaları yeni kitaplarla tekrar başladı.

Bir süre önce devlet tarafından sadeleştirmeyi yapan Ufuk yayınlarına ve bağlı olduğu Yaran Yayıncılığa el konulmuş ve kayyum atanmıştı. Bunun üzerine Risale-i Nur'un sadeleştirilmesinin tamamen durduğu ve piyasadaki kitapların toplatıldığı ileri sürülmüştü.

http://www.risalehaber.com/d/other/ufukyayinlaririsale.jpg(Sadeleştirilen risalelerin duyurusu böyle yaptılar)

Ancak aradan geçen üç ay içindeRisale-i Nur'un sadeleştirilmesinin devam ettiği ortaya çıktı. Kayyum yönetimindeki Ufuk Yayınları, Risale-i Nur'dan "Gençlik Rehberi" ve "Mu'cizat-ı Kur'aniye" risalelerini sadeleştirerek satışa sundu. Sitesinden duyurusu yapıldı.

Duruma tepki gösteren Nur talebeleri, ortaya çıkan çelişkiye bir anlam veremediklerini belirterek bukonuyla ilgili yetkililerin duruma el koyması gerektiğini ifade ettiler.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Risale-i Nur'un sadeleştirilmesi durduruldu![/h]

İbrahim Mert'in haberi:

RİSALEHABER-Risale-i Nur'un orjinal cümlelerini tahrif eden, bozan sadeleştirme çalışmalarının yeniden başlatılmasına gösterilen tepkiler amacına ulaştı.

Kaynak Holding Yönetim Kurulu Başkanı İmran Okumuş, sadeleştirilmiş Risale-i Nur baskılarının durdurulduğunu, perakende ve toptan satış merkezlerinden ise toplatılacağını söyledi.

Risale Haber'e konuşan Isparta milletvekili Said Yüce, Kaynak Holding Yönetim Kurulu Başkanı İmran Okumuş'la görüştüğünü, Risale-i Nur'un sadeleştirilmesinin yanlışlığını anlattığını, Okumuş'un bunun üzerine yeni baskıların durdurulacağı ve piyasada bulunanların da toplatılacağı talimatını verdiğini açıkladı.

NE OLMUŞTU?

Bir süre önce devlet tarafından sadeleştirmeyi yapan Ufuk yayınlarına ve bağlı olduğu Yaran Yayıncılığa el konulmuş ve kayyum atanmıştı. Bunun üzerine Risale-i Nur'un sadeleştirilmesinin tamamen durduğu ve piyasadaki kitapların toplatıldığı ileri sürülmüştü.

Ancak aradan geçen üç ay içinde Risale-i Nur'un sadeleştirilmesinin devam ettiği ortaya çıktı. Kayyum yönetimindeki Ufuk Yayınları, Risale-i Nur'dan "Gençlik Rehberi" ve "Mu'cizat-ı Kur'aniye" risalelerini sadeleştirerek satışa sundu.

Gösterilen tepkiler üzerine Risale-i Nur'u tahrif etme girişimi yetkililerin emri ile durduruldu.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.


×
×
  • Neu erstellen...