Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

[h=2]'' Risale-i Nur katiyyen sadeleştirilemez.Biz Cenab-ı Hakkın Rızasını bildiğimiz için bildirmeye çalışıyoruz.Cenab-ı Hakk hepimizin yardımcısı olsun.İman hizmetinde daim etsin.Rızası dairesinde cümlemizi istihdam etsin.'' Abdullah YEĞİN Nisan 2013[/h]

 

MUKADDİME

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur eserleri için diyor ki: “Risalet-ün Nur, bu asrı, gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kuraniye”dir. Kıyamete kadar hükmü baki kalacak yeğane Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur eserleri, rehber kitap hükmünde hizmetini yapmaktadır. Ne var ki, her zaman var olan hayırlara karşı şerler, bu eserlere musallat olmağa çalışmaktadır. Gizli dinsizler, geçmişte yasaklamalar, karalamalar, hapislerle yapamadıklarını şimdi de dost suretinde hulul ederek, ifsad ederek yapmağa çalışmaktadır.

Fakat nurların bekçi muhafızları müteyakkız davranarak, bu kıymetli eserlerin sahipsiz olmadığını, vaki tecavüzlere karşı gereken mukabelede bulunacaklarını ifade etmektedirler.

Risale-i Nur; kesbî ilimden olmayıp, Kur’ânın bu asrın ve gelecek asrın insanlarına bakan ve beşerî tasar*rufu ka*bul etmeyen, Kur’ânî ve vehbî bir meslek ol*duğu*na dikkat çe*ken beyan*lardan bir kısmı şöyledir:

«Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesle*ğinde gitmeyip, Kur’ânın bir i’câz-ı mânevîsiyle, her*şeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir sa*atte görür gibi Kur’âna mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli za*manda hadsiz ehl-i inadın hü*cumlarına karşı mağlûp ol*mayıp galebe et*miş.» (Mesnevî Nuriye sh: 8)

«Resâili’n-Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmun*dan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gel*miş bir mal ve onlar*dan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki, semâvî olan Kur’ânın şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe‑i arşîsinden iktibas edil*miştir.» (Şualar sh: 690)

«Risaletü’n-Nur sair telifat gibi ulûm ve fü*nun*dan ve başka kitaplar*dan alınmamış. Kur’ândan başka me’hazı yok, Kur’ândan başka üstadı yok, Kur’ândan başka mercii yoktur. Te’lif olduğu vakit hiç*bir kitap mü*ellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ânın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’âniden ve âyâtının nücûmundan, yıldızla*rından iniyor, nüzul edi*yor.» (Şualar sh: 711)

Bu hakikatı Risale-i Nur, ısrarla ve ciddiyetle bildirmekle ifade eder ki, Risale-i Nur’a beşeri bir anlayışla müdahale edilmez ve edilemez. Sadakatli ve samimi bir nurcu Risale-i Nur’daki bu hükme zıt hareket etmemelidir. Bu sadeleştirme meselesinin en ehemmiyetli tarafı da bu vehbîyet hakikatıdır. Yani Kur’anî ve sonsuz İlm-i İlahiden gelişidir.

Bu kuvvetli hakikatlere rağmen bazıları bazen heva ve heveslerine, bazen de gizli dinsizlerin, ehl-i dalaletin telkinlerine kapılıp bu kuvvetli cazibe-i umumiye karşı mukabeleye çalışıyorlar.

İşte onlardan bir tanesi olan Ufuk Yayınları adı altında yayın yapan malum bir gurubun yayınlarında, Risale-i Nur’lar bütün ikazlara rağmen sadeleştirme adıyla yayınlanmakta, hakikatte ise tahrif edilmektedir.

Üstad Hazretlerinin varisleri ellerindeki maddi manevi imkânlarla bu şenaate mani olmak için her imkanı değerlendirecektir. Bizler ise, ilmi sahada ve Nur Talebeliğinin verdiği mesuliyet ile elimizden geldiği kadarıyla mani olmağa çalışacağımızı beyan ederiz.

İttihad İlmî Araştırma Heyeti

1.Lema’dan

Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 25

Çok büyük bir yakarış…

Aslı Lem’alar sh: 5

“…en azîm bir münâcattır…”

1. Lem’a baştanbaşa münâcatı anlatırken sathî bir nazar ile münâcat kavramını anlamadığından çok büyük yakarış diyerek çok büyük hata yapıp manayı katletmiştir. Hâlbuki münâcat; esbabın bilkülliye sukutu ile nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyetin inkişafıdır, ism-i Mucib’e mazhariyettir, ayinedarlıktır.

11. Lem’adan

Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 96

İnsan, şu kâinatın Hâlıkına karşı sonsuz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır.

Aslı Lem'alar sh: 57

“Beşer, fıtraten şu kâinatın Hâlık'ına karşı hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır.”

İnsan kelimesi mazmun olarak; Ahsen-i takvim programını, insanın yaradılış gayesini ve neticesini, insanın rahm-ı maderden cennete kadar bütün yaradılış macerasını içine alır.

Beşer;

İnsanın dünyada bulunma sürecindeki mahiyetine verilen isimdir.

“Nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-ı insaniyeye kadar olan neş'etinizi görüyorsunuz.” (Sözler sh: 115)

“Beşer” dünyada bulunma süreci içinde ahiret programını taşır. Rahm-ı maderde ise beşeriyet programını taşır.

İnsan ve beşer ikiside arapçadır ve ayrı ayrı manalardadır. İnsanı anlatan bir ilim kitabında beşer kelimesi insan kelimesi ile sadeleştirilirse o ilim yok olur.

12. Lem’adan

Tahrif edilmis Lem’alar sh: 103

► HAKÎM-İ ZÜLCELALİN canlıların bedenine gönderdiği rızkın bir kısmı tedbir için iç yağı olarak TOPLANIR.

Aslı Lem’alar sh: 63

“Çünki O Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder.”

Aslında Hakîm-i Zülcelalin fiili olduğuna işaret eden “O” şahıs zamiri sadeleştirmede kaldırılmış.

İddihar rububiyete aid bir fiildir. “O” zamirini kaldırırsanız Efal-i İlahiyeden olan iddihar fiilini bedene yani esbaba vermiş olursunuz.

İnsanları ve kendizi şirke bulaştırıyorsunuz.

Esma ve sıfatın İslam literatüründe en muhteşem anlatımı olan Risale-i Nurdaki kavramları ve tanımları, sadeleştirme dediğiniz cehaletle yok edemezsiniz. Kur’an’a bakan noktada mes’uliyetiniz ve cinayetiniz azim olur.

Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 41

Bu dünyada zamanın, eşyanın geçiciliğindeki ve yok olup gitmesindeki tesirleri çok çeşitlidir. Varlıklar iç içe daireler gibiyken, TESİR SAHALARI bakımından hükümleri ayrı ayrı oluyor.

Aslı Lem’alar sh: 16

“Şu dünyada zamanın fena ve zeval-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir. Ve mevcudat ise, mütedahil daireler gibi birbiri içinde iken, HÜKÜMLERİ ZEVAL noktasında ayrı ayrı oluyor.”

“Tesir sahalar” kelimesi mevcudata, eşyaya ve zamana tesir verdiğinden şirke kapı açar. Burada “varlıkların tesir sahası” anlamında hiçbir ifade geçmemektedir. Çünkü Risale-i Nur baştan sona bütün tesiri Müessir-i Hakiki olan Allah’a verir.

“Mevcudat ise, mütedahil daireler gibi birbiri içinde iken zeval noktasındaki hükümlerinin ayrı ayrı olması” da Hâkim-i Mutlak’ın hükmüne aittir.

Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 151

…her bir varlık türünde ehadiyet damgasına işaret etmek ve Zât’ını AKLA getirmek için…

Aslı Lem’alar sh: 99

“Zât-ı Ehad'i MÜLAHAZA ettirmek için...”

“Zât-ı Ehad'i mülahaza ettirmek” “Zâtını akla getirmek” değildir. Mahlukattaki Ehadiyet tecellisine şuurla, Zât-ı Ehadiyetine ait (Zâtından gelen) tecellilerin ayinedarlığına terakki etmek, bu tecellileri kalbin duyuşlarında, hissedilişlerinde mütalâa etmektir. Bu tecellileri latife-i rabbaniyesinde tadıp anlamak demektir.

"Aklın terazisi bu sıkleti çekmez, aklın kabiliyeti Zatını bilmek için yeterli değildir."

Bu Lem’anın İkinci Makamının başında “akıldan ziyade kalbe bakar” deniliyordu. Konu bu mülâhaza idi. Konunun bütünündeki bağlantıları da yok etmişsiniz.

Bu kitabı sadeleştirdiğinizi iddia ediyorsunuz hayır asla!

Siz bütün kavramlarıyla bu muhteşem tevhid ilmini yok ediyorsunuz!

“Bize karşı bu geniş ve ehemmiyetli hücum ve tecavüzün hakikî sebebi Beşinci Şua olmadığını, belki Hizb-ün Nurî ve Miftah-ül İman Hüccet-ül Baliğa olduğunu bu fecirde bir ihtar-ı manevî ile hissettim. Dikkatle Hizb-ün Nurî'yi kısmen okudum, Miftah'ı da düşündüm, bildim ki: Zındıklar, küfr-ü mutlak mesleğini bu iki keskin elmas kılınçların darbelerine karşı muhafaza edemediklerinden, bir parça az siyasetle münasebeti bulunan Beşinci Şua'ı zahirî bir sebeb gösterdiler.” (Şualar sh: 316)

28. Lem’adan

Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 374

…mekândan münezzeh, mukaddes, ARINMIŞ, yüce Zat-ı Zülcelâl’in varlığının vücûbiyetine, mukaddesliğine ve kusurlardan uzaklığına uygun düşmeyen tasavvurlara ve bâtıl telkinlere yol açar.

Aslı Lem’alar sh: 273

“…tahayyüzden mukaddes, münezzeh, müberra, muallâ olan Zât-ı Zülcelal'in vücub-u vücuduna ve tekaddüs ve tenezzühüne muvafık düşmeyen tasavvurata sebebiyet verir ve telkinat-ı bâtılaya medar olur.”

Arınmış: Kirlerinden temizlenmiş

Müberra: Beri’, müstesna, fenalıktan uzak kalmış, münezzeh, pâk (A.Yeğin Lûgatı)

“Arınmış” kelimesinin, “Zat-ı Mukaddes”, “Allah-ı Zülcelâl” hakkında kullanılması ASLA caiz olmaz. İman gider!

Çünkü arınmış vasfı (daha önce kirlenmiş sonra temizlenip arınmış şeklinde) öncesine işaret eder. Müberra sıfatının yerine kullanılamaz.

Allah için “arınmış” sözünü kullananın da buna ses çıkarmayanında imanı gider.

Siz Allah (c.c.) hakkında kudsiyyeti, münezzehiyyeti, sübhaniyyeti, vücub ve vahdaniyeti nasıl anlıyorsunuz?

17. Lem’adan

Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 188

Bil ey gafil, aklı karışık Said!

Aslı Lem’alar sh: 128

“Bil ey gafil, müşevveş Said!”

Siz hangi hakla “aklı karışık Said” dersiniz?

Müşevveş; karmaşık, zor anlaşılan anlamındadır. Hiç orada akıl ifade eden bir kelime varmı ki siz “aklı karışık Said” dediniz? Onuncu Notanın aslında, “müşevveş akıl” demiyor, aklı vasıflandırmıyor.

Bediüzzaman

Garibüzzaman

Ebû Lâşey

Bid’atüzzaman gibi Üstadın kendini tanımladığı ifadelerden biridir.

“Müşevveş Said, Üstadı anlamak zor mes’eledir” mânasındadır.

Sizin yaptığınız Üstadı anlamak değil Lem’aları birilerine anlatma değil doğrudan doğruya Üstadın şahsına saldırmaktır.

14.Lema’adan

Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 150

Ey insan bil ki, o rahmetin arşına ulaşmak için bir MERDİVEN var

Aslı Lem’alar sh: 99

“Ey insan! Bil ki: O rahmetin arşına yetişmek için bir mi'rac var.”

Mi’rac merdiven mi?

“Teşbih ve temsiller, havastan avama geçtikçe, yani ilmin elinden cehlin eline düştükçe, mürur-u zamanla hakikat telakki edilir.” (Lem'alar sh: 91)

Merdiven, Asansör, füze rampası, ışınlama, F16, hiç biri değil, Mİ’RAC Mİ’RAC! Üstadın iki defa Mi’rac kelimesi kullandığı bir cümleyi merdiven deyip nasıl mahvedersiniz, yok edersiniz.

Şimdi 31. Söz’e merdiven risalesi mi diyeceğiz? İnsanların Mi’racı öğrenmesinden neden korkuyorsunuz.

SÖZLER KİTABINDAKİ TAHRİFLERDEN BİR KISMI

1.Söz’den

Tahrif edilmiş Sözler sh: 19

Eskiden bedevî Arap çöllerinde bir adamın rahatça seyahat edebilmesi için…

Aslı Sözler sh: 6

“Bedevi Arab çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki …”

Aslına “eskiden” kelimesi ilave edilerek temsil üslubu yok edilmiş.

Temsil ile hakikatin arası tamamen ayrılarak hakikat katledilmiş.

“Şu risalelerde teşbih ve temsilleri, hikâyeler suretinde yazdığımın sebebi; hem teshil, hem hakaik-i İslâmiye ne kadar makul, mütenasib, muhkem, mütesanid olduğunu göstermektir. Hikâyelerin manaları, sonlarındaki hakikatlerdir. Kinaiyat kabîlinden yalnız onlara delalet ederler. Demek, hayalî hikâyeler değil, doğru hakikatlerdir. Sözler ( 48 )”

Eğer temsil üslubunu kaldırırsanız, işi masal anlatmaya dökersiniz ki, Bediüzzamanın Risale-i Nur’u asla bu değildir. Kıssadan hisse anlatmaz, temsil ile hakikati doğrudan nazara verir.

5.Söz’den

Tahrif edilmiş Sözler (sh: 40)

Evet ortada iki vazife görünüyor. Biri, padişahındır ki, bazen onun işini gördüğümüz için bizi besler. Diğeri bizim vazifemiz, eğitim ve hizmettir.

Aslı Sözler sh: 23

“Evet iki vazife, peşimizde görünüyor. Biri, padişahın vazifesidir. Bazan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir. Diğeri, bizim vazifemizdir. Padişah bize teshilat ile yardım eder ki, talim ve harbdir.”

Haşa! Padişahın işini görmek, neferin haddine düşmemiş. temsil bileolsa bu cümle açık şirktir! Onun angaryasını çekmek, onun işini görmek demek değildir!

Mesnevi-i Nuriye “angarya’’ meselesini şöyle izah etmiştir:

“Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva'-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına getirip sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin!”(Mesnevi-i Nuriye sh: 224)

“لَهُ الْمُلْكُ Yani: Mülk umumen onundur. Sen, hem onun mülküsün, hem memluküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünki sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza edemezsin, belalardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr'dir, hem Rahîm'dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.” (Mektubat sh: 224)

6. Söz’den

Tahrif edilmiş Sözler sh: 40

Eğer Rezzak-ı Kerim’e satarsan, o tat alma hissi ilahi rahmet hazinelerinin mahir bir nezaretçisi ve Samed Yaratıcının kudret sofralarının şükreden bir müfettişi rütbesine yükselir.

Aslı Sözler sh: 28

“Eğer Rezzak-ı Kerim'e satsan; o zaman dildeki kuvve-i zaika, rahmet-i İlahiye hazinelerinin bir nâzır-ı mahiri ve Kudret-i Samedaniye matbahlarınınbir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.”

“Hem o zîhayat, bu kâinatın bir misal-i musaggarı ve şecere-i hilkatın bir meyvesi hükmünde olduğu için, kâinat kadar ihtiyacatını birden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirmek, Samediyet turrasını gösteriyor.” (Sözler sh: 299)

“Hem o hal gösteriyor ki: Onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiç bir şey ağır gelmez.” (Sözler sh: 299)

Herşey herşeyinde ve her şe'ninde tek bir Hâlık-ı Zülcelal'e muhtaçtır.” (Sözler sh: 663)

Yaratıcı kelimesi Kudret-i Samedaniye içinde neyin karşılığıdır.

Hiç Risale-i Nurun içinden “Samed yaratıcı” diye bir kelime duydunuz mu?

Esma canibinden baksak olsa olsa Halık-ı Samed gibi zorlamalı düşünebiliriz.

Esma-ül Hüsnaya kastınız nedir?

Neden insanlar, Allah (c.c.)’ın isimlerini Kur’an diliyle öğrenmesinler.?

8. Sözden

Tahrif Edilmiş Sözler sh: 55

Sonra o da kardeşi gibi büyük bir ovaya varır.

Aslı Sözler sh: 36

“Sonra gitgide bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahra-i azîmeye girdi.”

“Sahra” kelimesi “ova” kelimesi ile aynı değildir. “Sahra-i azime” “büyük bir ova” olarak ifade edilemez çünkü, sahra bir çöldür hiçbir şey yetişmez, ovalar ise münbitdir.

Mesela Konya ovası bir sahra değildir, buğday ambarıdır.

Buradaki “sahra” kelimesi 1. Sözdeki “Şu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hacatın nihayetsizdir. Madem öyledir; şu sahranın Mâlik-i Ebedî'si ve Hâkim-i Ezelî'sinin ismini al” cümlelerindeki sahraya telmihtir.

Önceki sözlerde geçmeyen “ova” kelimesi burada kullanılmakla, Risale-i Nur Külliyatındaki mânalar arasında intikal rabıtaları koparılıyor.

Halbuki risaleler arasında, hususan Küçük Sözlerdeki temsillerde çok sıkı münasebet zincirleri vardır. Ve bu münasebetler, Risale-i Nurun kelimeleriyle, terminolojileriyle, temsilleriyle olur.

Bu sadeleştirme, Risale-i Nur mânalarındaki münasebet bağlantılarınıda kesinlikle tahrif etmiştir.

11. SÖZ’den

Tahrif edilmiş Sözler sh: 157

İlk olarak: Kainattaki eserlere bakıp, CENAB-I HAKKI GÖRÜR GİBİ, kendilerini rububiyet saltanatının güzelliklerine seyirci makamından bildiklerinden…

Aslı Sözler sh: 124

“Evvelen: Âsâra bakıp, GAİBANE MUAMELE SURETİNDE saltanat-ı rububiyetin mehasinine temaşager makamında kendilerini gördüklerinden

“Gaibane muamele”ye “Cenab-ı Hakkı görür gibi” demek ilmî ve itikadî hata olmuş.. Tam aksine esbab perdesi arkasındaki Zat’ın kainatta görünen eserleriyle vücudunun anlaşılmasına işaret eder.

“Bir ciheti; gaibane bir surette bir ubudiyeti, bir tefekkürü var. Diğeri; hazırane, muhataba suretinde bir ubudiyeti, bir münacatı vardır. (Sözler sh: 329)

بِالْغَيْبِ Yani, nifaksız ihlas-ı kalb ile iman ediyorlar. Veya iman edilen şeyler gayb olmakla beraber iman ediyorlar. Veyahut gaibe veya âlem-i gayba iman ediyorlar.” (İşarat-ül İ'caz sh: 41)

“Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın yaratanını arayan ve onsekiz aded mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişen bir mi'rac-ı imanî ile gaibane marifetten hazırane ve muhatabane bir makama terakki eden meraklı ve müştak yolcu adam, kendi ruhuna dedi ki: Fatiha-i Şerife'de başından tâ اِيَّاكَkelimesine kadar gaibane medh ü sena ile.” (Asa-yı Musa sh: 138)

İnsan anlamıyor! Nasıl “Gaibane muamele suretinde” cümlesini “Cenab-ı Hakkı görür gibi” olarak değiştiriyorsunuz.?

Yine 11. SÖZ’den

Tahrif edilmiş Sözler sh: 158

İkincisi: Cenab-ı Hakkın KUTSİ İSİMLERİNİN TECELLİSİ OLAN BENZERSİZ VE PARLAK ESERLERİNİN ilancısı makamında görünmekle...

Aslı Sözler sh: 124

“Sâniyen: Esma-i kudsiye-i İLAHİYENİN CİLVELERİ OLAN BEDAYİ'İNE ve parlak eserlerine dellâllık makamında görünmekle”

“Cenab-ı Hakkın kudsi isimlerinin tecellisi” cümlesi “benzersiz ve parlak eserler” değildir.

Bu cümleyi böyle sadeleştirirseniz, tecelliyi eser zannedersiniz.

Eser ise mahlûktur, tecelli Allah (c.c.)’ın esmasına aittir. Mahlûk tecelli değildir tecellidendir.

“Esma-i kudsiye-i İLAHİYENİN CİLVELERİ OLAN BEDAYİ'İNE ve parlak eserlerine” cümlesinin mânası budur.

Tecelliye, mahlûklar manasında eser demek, mahluka ilahi bir mana vermek olur. Yani mahlûk, Esma-i İlahiyenin cilvelerinin eseridir. Çok büyük itikadi bir hatadır.

“Bu kemal-i kudret içinde kemal-i hikmeti ve kemal-i hikmet içinde kemal-i rububiyeti ve merhameti gösteren san'atlar; cilve milve işi değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtib içinde olamaz, onunla ittihad edemez.” (Barla Lahikası sh: 266)

Tahrifat kitabında Üstada hakaretler!

Tahrif edilmiş: 25. Söz sh: 480

“O Sözlerde kusur varsa benim SIĞ anlayışıma aittir..”

Aslı Sözler sh: 396

“O Sözler'de kusur varsa, benim FEHM-İ KÂSIRIMA aittir.”

Kâsır fehim, sığ anlayışıma demek değildir. Bediuzzamanın şahsına hakaret, bu kitabı okuyanların hafızasına subliminal (gizli propaganda) mesaj vererek gözden düşürmek demek olan bu tahrifiniz başınızı yesin!

Sığ anlayış;

Ayrıntıya inemeyen, yeterli olmayan, yüzeyde kalan

"Sığ düşünce." derin düşünemeyen

Bu Üstad değildir. Üstadı hiç anlayamayan, nasipsiz sizin basitliğinizdir..

“Ey Said-i kasır, âciz ve fakir! Bilmelisin ki: Senin mahiyet-i nefsinde, nihayetsiz bir kusur, nihayetsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr, nihayetsiz bir ihtiyaç, nihayetsiz âmâl dercedilmiş.” (Nur'un İlk Kapısı sh: 33)

“Ey nefis! Birkaç Sözde kat'î isbat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibariyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelal'in kemal, cemal, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun.” (Sözler sh: 359)

“İbadetin manası şudur ki: Dergâh-ı İlahîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.” (Sözler sh: 41)

Kâsır fehim, Üstadın kendisi için ifadesi; Kurana nisbeten, Peygamber Efendimizin (asm) miracına nisbeten, Cenab-ı Hakk’ın tecelli eden Esmasının vahdet ve ehadiyyet cilvelerine nisbeten ifadedir. Kul kimliğinin hissediliş noktasıdır. İnsan, kâsır, aciz, fakir şahsiyetiyle ibadet eder.

nurunmudafasi.com

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Antworten 183
  • Erstellt
  • Letzte Antwort

Top-Benutzer in diesem Thema

  • 2 Monate später...

SADELEŞTİRME YARALI BİR DURUM

Fırıncı ağabey, Risale-i Nur'un sadeleştirilmesi ile ilgili soruyu da şöyle cevapladı:

"Hakikaten orası bizim için yaralı durum. Yanlış, bunu yapmamaları lazım. İki hafta öne Konya'ya gittim 500 kadar genç vardı. Hepsi anlıyor. Sadeleştirmeye ihtiyaç hissetmiyorlar. Eğitimi aşağı indirmek değil yukarı çıkarmak lazım. Risale-i Nur'daki Türkçe tam kıvamını bulmuş bir Türkçe. Dini meseleler de mutfak Türkçesiyle anlatılmaz. Yüksek maarifi ilahiye ilimleri olduğu için buna hürmet etmek lazım. Rica ediyorum sadeleştirmeden vazgeçsinler."

 

 

Risale Haber, 28.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[TABLE=width: 100%, align: center]

[TR]

[TD]Sadeleştirme mi, Cibali Baba olmak mı(!)?[/TD]

[/TR]

[TR]

[TD][TABLE=width: 556]

[TR]

[TD=width: 436]Bu yazı, Risale-i Nurları sadeleştirme yanlışına düşmüş ve kulaklarını, bugüne kadar hizmet için sadece hakikatleri konuşmuş ağabeylere tıkayan kardeşlere sesleniştir.

[/TD]

[TD=width: 120, align: right][TABLE=width: 120]

[TR]

[TD]http://148.email.mynet.com/src/

 

[TABLE=width: 100%]

[TR]

[TD]SELAHATTİN GEZER[/TD]

[/TR]

[TR]

[TD]selahattin_gezer@hotmail.com[/TD]

[/TR]

[/TABLE]

[/TD]

[/TR]

[/TABLE]

[/TD]

[/TR]

[/TABLE]

[/TD]

[/TR]

[TR]

[TD] Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olur da, bu dehşetli asırda tereyağından kıl çeker gibi, imanımızı dalâlet kuyularından, bir tek misaliyle ve büyüleyen izahıyla çekip çıkaran, Bediüzzaman’ın hiç mi hatırı yoktur? Harika tarzıyla asra damgasını vuran Bediüzzaman’ın, milyonları aşan talebeleriyle, kurtardığı imanlarla, ne hayretleri tahrik eden bir Külliyat ortaya koyduğunu aklı, vicdanı, yüreği samimî insanlar, takdirle minnettarlıkla anlıyorlar. Onun müsaade etmediği sadeleştirmeye, en azından minnettarlığımızın ifadesi olarak, karşı durmak gerekmez mi? Bediüzzaman’ın eserleri, küfrün tuzağına düşmekten kurtarıp, imanî meselelerde adeta elle tutarcasına kanaat oluşturmuş. Üstelik gözünde ne cennet sevdası, ne de cehennem korkusu olmayan bu Nurdan Adam, öyle dehşetli bir dönemde, alevler içindeki imanın kurtuluşuna ellerini uzatmış ki, içerden ve dışarıdan Kur’ân’ın söndürülemez ışığını söndürmeye uğraşırlarken…

Bu işin başındakiler (perde arkasındakiler) hariç, diğerlerinin samimî olduklarına bir şüphemiz yok. Onlar buna inandırılmış. Ama bu safdil düşünce, Cibali Baba durumuna düşürmüştür. Risale-i Nur’dan, küfür cephesine atılan iman güllelerini, bu sadeleştirme işi, havada yakalamaktır, küfre vereceği tahribatı önlemektir. Yıllarca süren, etkisiz bırakma oyunları, onca mahkeme ve beraatla neticelenmesi, hevesleri kursakta bırakmıştır. Bunun içindir ki, o kirli düşünceli, kirli elli insanlar, defalarca değişik oyunlara girmişlerdir. Şimdiki oyun ise, saf insanlara bu sadeleştirme oyununu oynatarak, emellerine ulaşmaktır. Bu oyunun amacı Risale-i Nur’un tesirsiz kalması ve özelliğini yitirerek, ellerden ve gönüllerden uzaklaşmasını sağlamaktır.

Bediüzzaman, Beşinci Desise-i Şeytaniye’de: “Ehl-i dalâletin tarafgirleri, enâniyetten istifade edip kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten, insanda en tehlikeli damar enâniyettir. Ve en zayıf damarı da odur. Onu okşamakla çok fena şeyleri yaptırabilirler” diyor. Kur’ân’a ve onun sarsılmaz tercümanı olan Risale-i Nur’a, bitmek bilmeyen saldırılar, maalesef her dönem değişik oyunlarla devam etmektedir. İçerden ve dışarıdan bu oyunları oynayanlar, ilmî enaniyetine yenik düşebilecekleri ve iyi niyetli safları ele geçirip, güya “Bu hizmet olacak, çok daha güzel olacak!” deyip kandırmakla tahribatı gerçekleştirmiş olacaklar. İşte bu tahribat da yapılıyor.

Bediüzzaman, her dönem hizmete ışık tutacak tesbitine devam ediyor: “Bir şey daha kaldı; en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında bir enâniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazı da olsa, o cihette enâniyetlidir; çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi, o ilmî enâniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu hâlde, nefsi ise, enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adâvet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzilini arzu eder—tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:

“Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz” diyor.

Malûmunuz, dönem dönem cemaat üzerinde değişik oyunlar oynanarak, bu tesbitler tamamen gerçekleşmiştir. Samimî Nur Talebesinin aklına asla kıskançlık gelmez, gelmemeli. Beyninin haddi değil ki, Nurlardan tesirli bir şey yazmayı düşünsün. Bilir ve bilmeli, dünyanın bütün kıskançlıkları bir araya gelse, bütün fikirleri bir olsa, Allah ilham vermedi mi, böyle bir Kur’ânî reçete, kandil cümleler, asla kaleme alınamaz. Mümkün olmayacağından, eserlere kendi malı gibi sahip çıkar.

Hadi kıskançlık yok diyelim, inşaallah öyledir. Bu kardeşlerimizin: “Anlaşılmıyordu. Şimdi daha iyi anlaşılıyor” dediklerini biran için doğru farz edelim. Peki, demezler mi: Madem anlaşılmıyordu, bu kadar Nur Talebesi başka âlemlerden mi geldi? Üstelik eskiden eğitim seviyesi daha düşük ve imkânlar alabildiğine kısıtlıyken. Şimdiki gibi teknolojinin, kitabın bol olmadığı bir zamanda, Nur sevdalıları canla başla sahip çıkarak, dağdaki çobana varana kadar iman hakikatlerini ulaştırmışlar. Eline kitabı alan hangi sınıftan insan olursa olsun, ruhlarına mana yıldırımları düşmüş, hakikatlerin etrafında pervane olmuşlar.

“Anlaşılmıyordu” demekle, o hakikatlere pervane olan insanların anlayışına hakaret olmuyor mu? Onlarca yıldır her okuyuşta Nurların denizine yelken açarak, ayrı manalarla, feyizler alıp, Allah’a artan imanla, reçeteyi yazan Hekime bağlılıklarından dolayı, bu anlaşılmaz girişime haklı feveranlarını dile getiriyorlar.

Bir çiçekteki sanat-ı İlâhîyi anlamayan kör vicdanlıya, anlaması için çiçeği ne kadar sadeleştirirsen sadeleştir anlamayacaktır. En basit bir şey bile, dikkat edilmeyince anlaşılmıyor. Bazen karşımızdaki, aynı şeyi defalarca anlatıyor, dikkatimizin dağılması dolayısıyla anlaşılmaz oluyor. Anlamak için, dikkat gerekli! İstanbul’un sokaklarını dikkatle dolaşmayan, Anadolu’dan gelen bir insan, hiçbir şey anlamaz. Ama dikkatle muhabbetle gezdiği zaman, içinde dolu dolu İstanbul muhabbeti oluşuyor. Dostluklar bile anlamakla oluşuyor. Anlamak için onu sadeleştirmiyoruz, anlamaya çalışıyoruz. “Arkadaş seni sevemedim, anlamadım, dur seni sadeleştireyim” demiyoruz. Emek, fedakârlık neticesinde tanıma, anlama ve can dostluğu oluşuyor.

Hedefleri sadece Risale-i Nur’a dört elle sarılıp, iman kurtarma ve gayreti olmuş, Nur cemaati adına, Bediüzzaman’ın vâris, nâşir ve kahraman talebeleri olan Mustafa Sungur (merhum), Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Ahmed Aytimur, Salih Özcan, M. Said Özdemir Ağabeylerin, sadeleştirme çalışmalarının durdurulması için, gayet nezih bir şekilde kaleme aldıkları mektup, yerine ulaşmamış, ne hikmetse cevap gönderilmemiştir. Müsbet adım atılmamıştır. Oysa ağabeyler, nefisleri namına değil, gözbebekleri olan Nurlara sadakatleri ve gerektiği için, sahip çıkmış, sadeleştirmeden tahribat ve aslından uzaklaşma çıkacağı için, gereken izahı, uyarıyı yapmışlardır. Allah razı olsun, yapmaya da devam ediyorlar. Umulur ki bu dehşetli yanlıştan, hesabı ahirete kalmadan dönerler. Allah biliyor ya, bu kardeşlerimizin, sadeleştirmeden dolayı hesaplarının ahirete kalmasına, şimdilik taraftar değiliz.

Başta Rahmetli Sungur Ağabey olarak Üstadın varislerinin, has talebelerinin asla hakları olmadığı halde, diyelim ki böyle bir girişimde (sadeleştirme) bulunmuş olsa idiler, onlar için: “Ne de olsa Üstadın varisleri, en azından bu özelliklerinden dolayı bu değişikliğe girmiş olabilirler” diye asla düşünmezdik, yanlışlığı da, nefesimiz yettiği sürece haykırırdık. Onlar ömürlerini ve hayatlarının en önemli yıllarını bu dâvâ uğruna feda ettikleri halde, hiç böyle bir şeye yeltenmemişlerdir. Böyle girişimde bulunsaydılar, zaten Bediüzzaman’a has talebe, varis olma şerefine ulaşamazdılar. Ama ağabeyler, kendi hayatlarını sadeleştirmeyi tercih etmiş, inadı, enaniyeti bir kenara bırakarak, iman hakikatlerine dört elle öyle sarılmışlar ki, asla Üstadın tek bir sözünün dışına çıkmamışlardır. Sade hayat yaşarken, kitabın ve sadakatin orijinalinden, uzaklaşmamışlardır. Hayatın sadesini, çilenin katmerlisini yaşarken, kitabın kelimesine dokunmadan ruhu canla dâvâya kucak açmışlar ve defalarca sadakat sınavından geçmişlerdir…

Evet, herkesten ziyade iman hakikatlerine, ömürlerini vermiş o kandil ağabeyler, varisler, bu meselede söz sahipleri. O, çilenin ve dava adamlığının gönüllü fedaileri, bu mevzuda zaten hiçbir zaman, hizmete vakfettikleri ömürlerinden dolayı, enaniyete girip, kendi düşüncelerini zikretmemişler. Başından beri Üstadın tarzına, sözlerine sadık kalarak, bu işin yanlışlığına, yine Üstadın diliyle cevap vermişler...

Osmanlıya hayranlık duyan her vatansever, Bediüzzaman’a, genlerimizde olan bu orijinal dil için, minnet duymalı. En önemlisi, Risale-i Nur’daki harika üslûp, o muhteşem kelime zenginliği ve dizilişi, hoca efendinin Üstad’a: “söz sultanı, asrın beyin yapıcısı” gibi haklı tanımları yaptırmıştır. Yoksa sıradan bir üslûp olsa idi, ne kendileri hayranlık duyup bu tanımlamaları yapardı, ne de biz, müellifin eserinde kullandığı dili savunmak için, bu mücadeleyi vermezdik.

Sanki Kader-i İlâhî, asırlarca İslâm’a bayraktarlık yapmış muhteşem bir milletin dilinin unutulmaması için, eserlerin böyle yazılmasını murat etmiş. Allah var, sizler organizasyon işini, iyi beceriyorsunuz, kutlarım. Dünya çocuklarına ne güzel Türkçe öğretiyorsunuz. Türkü, şarkı öğrettiniz, ne harika şiirler okuttunuz. Bu gayretin azını gösterip, gençlere ve okumak isteyenlere Risalelerdeki kelimelerin manalarını da öğretebilirdiniz. Hatta bakın size bir fikir vereyim: ‘Risale-i Nur’u Anlama Olimpiyatları’ düzenleyebilirsiniz. Hiç Türkçe bilmeyene Türkçe öğret, sonra gel: “Anlamıyoruz, anlamıyorlar” diye Risale-i Nur’un tahrip edilmesine sebep ol. Bunda, dışarının ve içerdeki fikri bozuk insanların eserleri imha etmek için dayatması var şüphemizi kuvvetleştiriyor... Ha! Bir soru daha: İyi anlaşılsın diye, hoca efendinin kitaplarını sadeleştirdiniz mi?

Sizin, bu sadeleştirme mevzuunda böyle inanılmaz inadınız, Üstadın talebelerini, ağabeyleri hiçe saymanız bile bu meselede ne kadar haksız olduğunuzu ortaya koyuyor.

Zaten aziz ağabeyimiz Mustafa Sungur (merhum), sadeleştirme yüzünden kalbi, ebedî âleme kırık gitti. Bir helâllik bile alınmadı. Sadeleştirme konusunda iyi niyetli olsaydınız, en azından Üstadın bu mevzudaki kesin olumsuz tavrını anlamaya çalışır, ağabeylerin haklı karşı çıkışlarını kulak ardı edip, bildiğinizi uygulamazdınız. Ağabeyler Üstad’a itaat ederek “hayır” diyorlar, siz inadınızın ya da başka tezgâhların oyununa gelip, “evet” diyorsunuz. Samimî insan inat etmez. “Bunda da bir hikmet var” der, geri adım atar. İnsan, “İyi niyetliyim“ diyerek haksızlık yapabilir mi? İyi niyetle, inadına zarar verir mi? Maalesef iyi niyet göremiyoruz. Bir şeyler dönüyor ve Rabbimiz bunu çok iyi biliyor.

[/TD]

[/TR]

[TR]

[TD]27.11.2013, Yeni Asya[/TD]

[/TR]

[/TABLE]

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Wochen später...

10 Aralık 2013 Salı 13:40

[h=1]Türkçe'nin yıkılmamasını Risale-i Nur'un diline borçluyuz[/h]

Mehmed Şevket Eygi

Risale Haber-Haber Merkezi

Mehmed Şevket Eygi, "Bugün Türkçe varsa, tamamen yıkılmamışsa bunu Risale-i Nur eserlerine, onun diline borçluyuz" dedi.

Eygi, bir dönem yazılarının yayınlandığı Sebilürreşad gazetesini ve imtiyaz sahibi Eşref Edip’ianlattı. İBB Kültür Müdürlüğü tarafından düzenlenen “Sebilürreşad Mehmed Akif ve Eşref Edip” başlıklı konferansta konuşan Eygi, “Risale okumanın suç sayıldığı bir dönemde Eşref Edip, Bediüzzaman’ı müdafaa etmiştir. İslam davasına hizmet edenlere, meşrepleri ne olursa olsun rahmet okumalıyız. ‘Efendim bu Müslüman benim meşrebim değil’ Olsun. Eğer İslam’ın ana esasları dahilinde hizmet ediyorsa O Müslüman bizdendir. Ehli imanda ümmet şuuru vardır. Bugün ne yazık ki o şuur sarsılmıştır. Müslüman, ümmete ait bir fert olduğunu asla unutamaz” dedi.

Sebilürreşad dergisinin günümüz Türkçesine çevrilmesi ile ilgili bir soru üzerine açıklama yapan Eygi,“Bugünkü Türkçe ile ne köy olur ne de kasaba. Bugün Türkçe varsa, tamamen yıkılmamışsa bunu Risale-i Nur eserlerine, onun diline borçluyuz” şeklinde değerlendirmelerde bulundu.

Kaynak: Milli Gazete-Yeni Asya

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 4 Wochen später...

Sadeleştirilmiş Risale-i Nurlar piyasadan çekilmeli

 

*

Mehmet Şevket Eygi: Sadeleştirenler tokat yediler!

Mehmet Şevket Eygi, sadeleştirilmiş Risale-i Nurların piyasadan çekilmesi gerektiğini söyledi.

Dediklerinin çıktığını belirten Eygi, "Risale-i Nurları, müellifinin vasiyetine rağmen sadeleştirenler tokat yediler. Onların cahillik mazeretleri yoktu. Üstad, çok açık ve kesin şekilde Risalelerin diline dokunulmamasını, aynen muhafaza edilmesini istemişti. Bunu çok iyi biliyorlardı. Üstadın vasiyetini çiğnediler ve tokat yediler. Bu tokattan sonra, sadeleştirilmiş risalelerin piyasadan çekilmesi gerekir" dedi.

Üstad Bediüzzaman'ın sadece dinî hizmetler etmediğini, kültür ve lisan yönünden de büyük hizmetler ettiğine dikkat çeken Eygi, "Risale-i Nurlar, zengin yazılı edebî Türkçeyi yaşatıyor ve koruyor. Risale-i Nurları okuyan bir kimse binlerce kelime, kavram ve ıstılah öğrenir ve medenî bir Müslüman olabilme şansına kavuşur. Bugünkü birkaç yüz kelimelik uyduruk, sade suya tirit, canına okunmuş Türkçe ile köy olmaz, kasaba olmaz, medeniyet olmaz. Risale-i Nur talebesi her gün üç Osmanlıca kelime öğrense, bir yılda binden fazla kelime, kavram, terim öğrenir ve beş sene sonra hayli kültürlü bir Müslüman olur. Risale-i Nurların kerametlerinden biri de lisan ve edebiyat konusundadır. Bediüzzaman gibi muhterem ve mübarek bir zatın Risale-i Nurların lisanına dokunulmaması konusundaki vasiyetine uymak gerekir. Bu vasiyeti çiğnemeye hiç kimsenin hakkı ve salahiyeti yoktur" şeklinde yazdı.

Eygi yazısını şöyle sürdürdü:

"Lisanı sadeleştirmek, durulaştırmak, arılaştırmak kültüre hizmet etmez, aksine kültürü yozlaştırır, dejenere eder.

Yakın tarihimizdeki alfabe ve lisan devrimi, İslam kültürüne karşı yapılmıştır. Faydası yoktur, zararı ve tahribatı çoktur.

Zahmetsiz ilerleme olmaz. Kültürlü, kemalli, vasıflı, ziyalı Müslüman olmak isteyenin, elbette faydalı din kitaplarını iyice okuması, içindeki bilgileri öğrenmesi, bunları hayata uygulaması gerekir.

Risale-i Nurlarda ve diğer Osmanlıca din kültürü kitaplarında binlerce islamî kelime, kavram, değer, terim yer almaktadır. Bunlar kısa zamanda öğrenilemez ama birkaç yılda öğrenilebilir ve bu sayede nurlu, ziyalı, uyanık, derecesi yüksek Müslüman olunabilir.

"Agob Martayanın uydurduğu arı ve duru Türkçe ile islamî eğitim olmaz, islamî kültür olmaz, islamî ilerleme olmaz.

Nur talebesi Kur’an harfleri ile yazılan Osmanlıcayı öğrenmelidir. Risaleleri latin yazısı ile değil, İslam yazısı ile okumalıdır.

Kur’an yazısını bilmiyorsa, ona birkaç aylık mühlet verilir, bu zaman içinde öğrenir ve ladini huruftan dinî hurufa geçer.

Nur talebesinin yazı konusunda tercih hakkı yoktur. Mutlaka bizim dinî ve millî yazımızı öğrenmesi gerekir.

Müslümanların Allahü Teala kelimesini kaldırıp devamlı olarak Tanrı demeleri caiz olmadığı gibi, latin yazısını kabullenip, İslam yazısını terk etmeleri de caiz değildir.

"Türkiye Müslümanlarının ve öncelikle Nur talebelerinin Osmanlıca gazeteler, dergiler ve kitaplar çıkartmaları, onların boynuna borçtur.

Osmanlıca lisanı, Kur’an yazısı elden giderse din kültürü sarsılır.

Cenab-ı Hak bizlere lisan, edebiyat, kültür, yazı konusunda uyanıklık ve şuur ihsan buyursun.

Hazret-i Ali kerremallahu vecheh ve radiyallahu anh efendimiz hazretleri “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” buyurmuşlardır. Risale-i Nurdan feyz alan Müslümanların Bediüzzaman hazretlerine minnet ve şükran borcu vardır. Risaleleri tahriften korusunlar, onun zengin lisanını öğrensinler, içindeki bilgileri hayata tatbik etsinler.

Müellifinin kesin vasiyetine rağmen Risaleleri sadeleştirmek bir tür tahriftir ve böyle bir şeyden Hak Tealaya sığınırız.

*

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Wochen später...

15 Ocak 2014 Çarşamba 08:25

[h=1]Risale-i Nur'un sadeleştirilmesini Cumhurbaşkanına şikayet etti[/h]

Eyüp Ekmekçi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e mektup gönderdi

Abdurrahman İraz'ın haberi:

RİSALEHABER-Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp ağabey ile birlikte yıllarca hizmetlerde bulunan Eyüp Ekmekçi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e mektup gönderdi.

Ekmekçi son günlerde yaşanan hadiselerin temelinde Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi bulunduğunu belirtti. Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nurda “her hadisede iki sebep vardır. Biri zahiri diğeri hakiki” dediğini hatırlatan Ekmekçi, son hadisedeki hakiki sebebin “Risale-i Nur gibi Kur’an semasından nüzul eden yani Kur’anın mucizelik sırrına dayanan ve ehl-i İslam ve insaniyete rahmet semasının azim bir inayet ve merhamet tecellisi olan Risale-i Nurun tahrif edilmeye yeltenilmesi” olduğunu belirtti.

Ekmekçi, “İtap ve gazab-ı İlahiyeyi celp edecek bir teşebbüstür. Merhum Mustafa Sungur Ağabey ve diğer varisi mutlak ve varis nur erkanları bir ikaz mektubu gönderdiler. Muhatap olmamayı tercih etti” dedi.

Yapılan ikazların nereden çıkacağını merak ettiğini ifade eden Ekmekçi, “İşin içinde bir büyük fitne daha varmış ki İslam devletimiz içinde bir sinsi yapılanma hali bu bela vesilesiyle ortaya çıktı. Evvelki kabahatin cezası tahrifat devam ettikçe devam edecektir. Müslüman devletimiz ve hükümetimiz içindeki sinsi yapılanma için de başta Üstadımızın himmet ve dualarıyla Rabb-ı Rahim ve Hakîmimiz sizlere yardım etsin diye dua ediyoruz. Devletimizin en nazik şartları içinde düşmanları sevindirecek bu sinsi taarruz itibariyle o taife içinde bulunup Risale-i Nuru samimi okuyan kardeşlerimizin hidayet ve teyakkuzlarına dua eder her nasılsa o camia içinde görünen harici sinsi düşmanların ve bir kısım meczubların şerrinden millet ve memleketimizin selametini ve tahakkuk etmekte olan maddi ve manevi saadetine zarar vermemesini ve umumen mağfiretimizi Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz” dedi.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

19 Ocak 2014 Pazar 09:39

 

Risale-i Nur'u sadeleştirmekten vazgeçip tövbe-i istiğfar etsinler

 

Mehmet Fırıncı ağabeyden gündeme dair çarpıcı açıklamalar

 

Mehmet Özmen-Koray Taşdemir'in röportajı:

 

Risalelerin sadeleştirilmesi doğru mu? Bu konu hakkında ne söylersiniz?

 

Aslında bu konu hiçbir izaha gerek olmayan bir hadise. Bir kimsenin akrabasına ya da ahbabına yazdığı herhangi bir mektubu bile değiştirmeye kalkmak aslında o kişinin şahsiyetine ilişmektir. Yanlış bir tutumdur. Ben bu beyanı şu şekilde anlıyorum; nasıl ki şairlerin şiirlerini anlamak için tefsir ediyorlar onun gibi Risale-i Nurlarda da izaha değer veciz cümleler var. Bu bağlamda bunları açıklamak gerekmektedir. Kaldı ki Üstad Hazretleri de kendinden sonraki alimlere işlerinin artık Risaleleri izah ve şerh olduğunu söylemiştir. Bu da zaten sempozyumlarda ya da farklı şekillerde akademik camia tarafından yapılıyor. Risalelerin muhtevasını değiştirmek müellifin hakkına tecavüzdür, hukuka girmektir, günahtır. Üstad Hazretleri bunlara katiyen razı olmadı, olmuyor. Risalelerin muhtevasına karışınca bir maksat var bunda. Bir tek dil var Türkiye'yi ayağa kaldıracak, o da Risale-i Nurun dilidir. Üstad Hazretleri de buna asla müsaade etmemiştir. Bu devirde yapılacak olan gençlerin anlayacağı şekilde izaha gitmektir. Risale-i Nurları muhteva anlamında sadeleştirmeye gitmek tabiri caizse korkunç bir cesarettir. Bu tutumdan vazgeçsinler, tövbe-i istiğfar etsinler.

 

"RİSALELER İMAN HAKİKATLERİ ÜZERİNDE DURUR"

 

Üstad Hazretlerinin Risaleler ışığında Türkiye fotoğrafını gözlemlersek nasıl değerlendiriyorsunuz? Risaleler penceresinden bakıldığında sorunlar nasıl aşılabilir?

 

Öncelikle Risale-i Nur sadece Türkiye ve Türkiye insanlarının değil, bütün İslam Alemi'nin problemlerine cevaptır. Kuranın bu zamandaki anlayışını Risaleler bizlere verir. Üstad Hazretleri bütün himmetiyle Cenab-ı Hakka ilticada bulunmuştur. Fiilen de çalışmış, bütün İslam Alemini hafızasına almıştır. Mehmet Çelik'in ifadesiyle; Üstad Hazretleri bu konuda çok çırpınmıştır. Allah da böyle bir ilaç yapmasını ona ihsan etmiştir. Risale-i Nur memleketimizin sıkıntılarına ilacı, iman hakikatleri ile göstermiştir. Bu iman hakikatlerinden sonra bunun insanlığa nasıl ulaştırılması gerektiğini de İhlas Risalesi gibi risalelerle bunların usulünü tarif etmiş. Bilhassa önemli husus şudur ki; şahsı ortadan kaldırıyor. Kendisini de ortadan kaldırıyor. Üstad olarak telakki etmiyor kendisini. Ben "Kardeşinizim" diyor. İlerde kimsenin böyle bir şahsileştirme çabasının içine girmemesi için. Anlama bakımından, idrak bakımından Risale herkesin malıdır, tasarruf bakımından değildir. Türkiye'de kimse Risaleleri kendine mal etmeye kalkmasın. Bazıları Risale-i Nurların vesile olduğu iyi şeyleri kendine mal edebiliyor. Bu iman hakikatlerinden istifade ederek insanları etrafında topluyor, fakat düstur ve usullerini göstermiyor. Üstad Hazretleri menfi hareketi kesinlikle kabul etmez. Çünkü kendisinin yolu müsbet bir yoldur. Kim menfi hareketin yolunu açarsa müsbet harekete müdahale etmiş olur.

 

Bir cemaatin siyasete müdahalesi noktasında AK Parti ile Gülen Grubu arasında bir tartışma yaşanıyor. Siz bu konuda neler söyleceksiniz?

 

Üstad Hazretleri Yirmi ikinci Lem'ada "siz ne yapmak istiyorsunuz? Ben neyle meşgulüm" diye anlatıyor. Sonra 1945'lerde Hilmi Uran'a yazdığı mektupta; bu memleketin hayrına hizmet etmenin nasıl olacağını yazmıştır. Daha sonra 1950'ye gelindiğinde Demokrat Partiye Ezan-ı Muhammediye hususunda Ayasofya'nın açılması hususunda tavsiyeleri olmuştur. Tüm bunların hepsi bir diretme değil, bir tavsiyedir. Üstad Hazretlerinin zamanında Demokrat Partiye oy vermesini eleştirenlere yönelik cevabı şu olmuştur:" Ne var bunda? Demokrat dine yardım etti. Din de demokrata yardım etti." Ve Demokrat Parti'yi iktidar yerinde muhafaza etmenin lüzumu yönünde bize tavsiyeleri vardır. Üstadın Risalelerin basılması konusunda bunu yapın anlamında tavsiyesi olmuştur. Vatanperverseniz, milliyetperverseniz bu hakikatlere sahip çıkın ve bunlardan milleti istifade ettirerek hem dünya hem ahiret saadetini kazan dıryn diye tavsiyeleri olmuştur. Bunun aksme razı olmamıştır. Üstad tavsiyeler şeklinde fikirlerini ortaya koyuyordu, illa da bir kısım organizasyonlar yaparak devlete karşı durmuyordu.

 

"ÜSTAD YAŞASAYDI BÖYLE BİR YANLIŞLIK OLMAZDI"

 

Üstad Hazretleri zahiren yaşıyor olsaydı şu an Gülen Grubu ve AK Parti arasında yaşanan durumu nasıl değerlendirirdi?

 

Eğer yaşasaydı böyle bir durum hiç zuhur etmezdi, böyle bir yanlışlık olmazdı. Mesela 1950'lerden bir müddet sonra İslam Demokrat Parti diye bir parti kurmak istediler. Üstad "Demokrat Parti'nin vahdetini bozmak olur" dedi. Buna razı olmadı.

 

"BU İŞTEN KATİYEN VAZGEÇMELERİ LAZIM"

 

Basın üzerinden yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Bu mesele üzerine çok polemik olduğu için çok derinine girmek istemiyorum. Fakat hakikaten çok yanlış bir durum. Bu insanlar Üstad'ı, Risaleleri bilen kardeşlerdir. Bu işten katiyen bir an evvel vazgeçmeleri lazım. Bazı küçük yolsuzluklar var diye böyle bir tutum sergilenmez. Bu tutumu pire için yorgan yakmak olarak görüyorum. Elbette hepimiz insanız; yanlışlıklar yapabiliriz ama biz bunları güzellikle ıslah etmekle mükellefiz. Müslümansak yapmamız gereken şey ıslah etmektir. Ama kalkıp onları ala ile vala ile bütün düzeni tahrip edecek şekilde, onu güzelce vatanperverane, milletperverane ve bütün Alemi İslam'ın hayrına çalışan bu sistemi tahrip edecek şekilde kullanmak akıl kârı değildir. Olmaz böyle bir şey. Doğrusu acıyorum, fazla siyasi üslupla konuşmak istemiyorum. Ama biz de bu memleketin evladıyız.

 

"BÖYLESİNE GÜZELLİKLER GÖRMEDİM"

 

Ak Parti iktidarıyla ilgili neler söyleyeceksiniz?

 

Bu iktidara kadar ben hiç böylesine güzellikler içerisine giren bir parti görmedim. Demokrat Parti devrinde bile bu durum çok iyi olmamıştır. O zamanlar da Risale tefsirlerini gizliden yapıyorduk. Şimdi her şey aşikar ve kolaylıkla olabiliyor. Mesela şimdi vilayetin karşısında Sözler Yayınevi var. Ve Risaleleri 50 dilde dünyaya neşrediyor. Ben bunları söylüyorum diye ağır ithamlar işitiyorum. Bu kardeş kavgası gibidir. Yanlış bir tutumdur. Vazgeçilmesi gerekir.

 

Nur Cemaati adına bir açıklama yaptınız. Neden böyle bir açıklama yapma gereği duydunuz?

 

Basında devamlı olarak "cemaat" kavramı üzerinden bir şeyler söyleniyor. Cemaat denince de Risale-i Nur cemaati olarak anlaşılıyor. Kısaca ismi ile "Nurculuk" olarak anlaşılıyor. Ama bu kavramlar o gruba ait değil. Bu cemaat dediğimiz grup, 1970'lerden sonra tezahür etti. Onlar (Gülen grubu) Üstad Hazretlerinin Nur Cemaatini kendilerine tatbik edemediler. Dolayısıyla kendilerini tanımlamalarında cemaat, hizmet ve camia gibi bir kavram kargaşasına gittiler. Biz, Üstad Hazretlerinin dizinin dibinde yetişmiş insanlarız. Ondan bizzat hizmetin dersini, edebini, tavrını almış insanlarız. Bu durumlar karşısında Bediüzzaman Hazretlerinin bize öğrettiği tavır onların takındıkları değil, budur diye bu açıklamayı yapmak mecburiyetinde hissettik kendimizi.

 

FETHULLAH GÜLEN'E MESAJ!

 

Gülen Hareketine ve Fethullah Gülen'e ne söylemek istersiniz?

 

Üstad Hazretlerinin prensiplerine hep beraber riayet edelim. Bunu kimsenin keyfine demiyorum. Risale-i Nur hizmeti; hem Türkiyemizin, hem bütün alemi İslam'ın, tüm beşeriyetin saadeti için ve manevi Kuran hakikatlerini insanlara anlatmak içindir. Bediüzzaman Hazretlerinin hakikatler manzumesidir ve prensiplerini de Risale-i Nurun içerisine koymuştur. Risale -i Nurdan ve Bediüzzaman Hazreüerinden aldığımız derse göre bu tarz bir harekete müsaade edilmiyor. Biz tekrar Risaleleri gözümüzün önüne alalım ona göre hareket edelim.

 

Yeni Akit

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

21 Ocak 2014 Salı 09:29

[h=1]Risale-i Nur'un sadeleştirilmesine ihtiyaç yoktu[/h]

Yıllarca Fethullah Gülen'in en yakınında bulunan Latif Erdoğan konuştu

Mehmet Özmen-Koray Taşdemir'in röportajı:

Fethullah Gülen'in yıllarca en yakınında bulunarak cemaatin beyin takımında yer almış, hatta Fethullah Gülen'den sonra Gülen'in yerine geçecek kişi olarak gösterilen Latif Erdoğan, Gülen Hareketini anlattı.

"DOST HATIRINA O YAZIYI YAZDIM, ERTESİ GÜN YATAĞA DÜŞTÜM"

Risalelerin sadeleştirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Söze, derin bir yarama dokunarak başladınız. Bilmem ki bu acıyla itidali koruyarak sözü sürdürebilecek miyim? Sanırım doksan yılıydı. Abiler, Abdullah Aymaz'ın yaptıklarından rahatsızlıklarını Hocaefendiye nakletmişler. O sıralarda Abdullah Aymaz, Risalelerden bazı bölümleri sadeleştirerek kendi imzasıyla kitaplaştırıyordu. Gerekçe de, ortaokul ve lise çağındaki gençlere bu hakikatlerin anlayacakları bir dille ulaştırılmasıydı. Hocaefendi konuyu ilk bana açtı. Çok üzüntülüydü. Abdullah Aymaz'ı çok sevmeme rağmen yaptığını ben de tasvip etmiyor, fakat bir şey de söyletiliyordum.

Hocaefendiye: 'Abdullah Abi de bu yaptığından vazgeçsin..' dedim. Ben kendisinin de yapılandan rahatsız olduğunu zannetmiştim.. Birden celallendi. 'Ne var bunda. Başka türlü o gençlere bu hakikatler nasıl ulaştırılacak, yüzlerce insanın imanının kurtulmasına vesile oluyor' dedi. Biraz sonra Abdullah Aymaz'ı da telefonla bulunduğumuz yere çağırdı. İstişare ettik Abilere bir cevap yazmakta mutabakata varıldı. Yazı benim üzerime kaldı. Hayatımda belki ilk ve son, inanmadığım bir konuda, dost hatırına o yazıyı yazdım.

Ertesi gün yatağa düştüm. Günlerce yüksek ateşli bir hastalık yaşadım. İlhan İşbilen, Zaman Gazetesi'nin genel müdürüydü. Beni aradı. Gazeteye yüzlerce mektup yağmıştı, ne yapacağımızı soruyordu. Hasta halde gazeteye gittim. Yüzlerce mektubu ondan alarak eve geldim. Bütün nur talebeleri tepkilerini dile getiriyor, ağır hakaretler ediyorlardı. Her eleştiri mektubu içimi sevinçle dolduruyor, demek ki Nurun kahramanları dimdik nöbette, diye seviniyordum. Kimseye tek kelime cevap yazmadım, o talihsiz yazıyı da kitabıma almadım. Abiler bana çok ciddi bir yazıyla mukabele edip neşrettiler. Sonra o tür yazılar birleştirilerek kitaplaştırıldı, Rabbim şahit, bu tür cevaplara en çok sevinenlerden biri bendim.. Buna rağmen, o yazının vebalinin ağırlığını size şunları aktarırken dahi vicdanımda hissediyorum..

ONLARA SIMSIKI SARILDIM

Senelerce, Risaleleri yine eskisi gibi okumama rağmen feyzinden, bereketinden mahrum yaşadım. Gün güne Risalelerin sesinin benden uzaklaştığını hissediyor, fakat sebebini izah edemiyordum. Sonra bir Mürşid-i Kamil'in dergahında, Üstadımı ve Nurları tekrar buldum, onlara sımsıkı sarıldım, ölünceye kadar da böyle kalmaya azimliyim, kararlıyım.

"SADELEŞTİRİLEMEZ"

Risaleler sizce sadeleştirilebilir mi?

Risaleler sadeleştirilemez inancındayım. "Niçin"e vereceğim en kısa ve net cevap, imkansızlığı sebebiyle, şeklinde olacaktır. Çünkü Risale i Nurun yüzde doksanının içeriği kendi alanlarına ait kavramlarla ancak anlatılabilecek konulardan oluşur. Kavramlar ise sözlük anlamlarıyla değiştirilemez, sadece şerh ve izah edilir. Zaten Üstadımızın ruhsatı da bu yöndedir.

Risalelerin sadeleştirilmeye ihtiyacı var mı?

Risalelerin sadeleştirilmesine yönelik yapılanlar eğer gaf lettense, büyük bir günah irtikap ediliyor, demektir. Eğer belli bir kasıt söz konusuysa, bunun adı ihanettir. Sadeleştirme adı altında insanları Risalelerin özünden uzaklaştırmak, onun feyiz ve bereketinden istifadeyi sıfırlamak; ve Bediüzzaman gibi bir dahinin dahi kendisine mal etmekten tenzih ettiği Kur'an mallarının değerini elmastan cam parçasına indirmektir. Hayır, asla ve kata. Risalelerin sadeleştirmeye hiçbir cihetle ihtiyacı yoktur. Okuyucusunun da, sadece onu okumaya, okumaya ve yine okumaya ihtiyacı vardır. Külliyat halinde okumaya, bir yerde mücmel bırakılan konunun bir başka yerde elvan elvan nasıl açıldığını görmeye ihtiyacı vardır.

Nur cemaati kimlerdir? Gülen grubu bu cemaate dahil midir?

Risale-i Nurlarla imanını kurtarma, taklitten tahkike ulaştırma; İslam'ı ruhsatlar ölçeğinde değil de azimetler kıvamında yaşama azminde olan müminlerin oluşturduğu topluma bu isim verilmiştir. Bu aidiyete dahil kişilerin ikinci vazifeleri de, kendi yaşadıkları güzellikleri, doğruları başkalarıyla da paylaşma cehdi ve gayreti içinde bulunmaktır. Islami literatürde bu ikinci vazifeye, irşat, tebliğ, manevi cihad denilmektedir. Fakat burada üzerinde durulması gereken konu "cemaaf'a yüklenen anlamdır. Bediüzzaman Hazretleri'nin bu kavramdan kastı bütün bir ümmettir. Dolayısıyla onu ümmetin küçük bir parçasına indirgemek, en azından eksik ve yanlıştır. Ayrıca, "cemaat" kavramına daha sonra yüklenen anlamlarla Nur hareketinin uzaktan yakından alakası yoktur.

Yeni Akit

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Aziz, sıddîk, müteyakkız Nur kardeşler Aşağıda okuyacağınız sâdık rüyâyı lütfen umum Nur Şâkirdlerine yayınız. Risâle-i Nur’u tahrif edenler dahil olmak üzere, bu hakikatdar rüyâyı bilmeyen, duymayan ihvan kalmasın. Hem ameller, hem de dâvâya hizmet veyahut ihanet açısından...İnanıyoruz ki, bu uzun ve heyecanlı rüyânın her yönüyle hayırlı pek azim bir tesiri olacaktır. Üstadımızın Birinci Harb-i Umumiden (1914) evvel Ararat Dağı altında görmüş olduğu sadık rüyâyı etraflıca anlatması pek manidardır.Kezâ, o rüyada Fahr-i Kainat’ın “İcaz-ı Kur’ânı beyan et” emri mucibince Nur Risâlelerini telif etmesi ve son yıllarda yapılan tahribatın bilhassa o i’câzı kırmaya matuf görünmesi, her Nur Talebesini ciddi manada alâkadar eden bir hadise-i müdhişedir. Rüyânın metnini hem HTML, hem de Word dosyası halinde göderiyorum. Ta ki, rahat ve düzgün şekilde okunabilsin.Selâm, hürmet ve muhabbetle...M. Latif Salihoğlu Sâdık rüyâda ibretlik sahneler Rüyâ âlemindeki zaman mefhumu, normal hayattan çok farklıdır. Bir-iki saniyelik rüyâ, bazen bir-iki senelik hadiseleri içine alır. Bazen daha fazlasını…Bizler, sıradan rüyâlar ile amel etmeyiz. Gördüğümüz her rüyâyı da hayra yorar, geçeriz.Lâkin, söz konusu olan “sâdık rüyâ” ise, orada durup ayrıca düşünmek lâzım. Sâdık rüyâdan kasıt, içinde Fahr-ı Kâinat Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtüvesselâmın yer aldığı rüyâdır. Buna itibar etmek ve sadâkat göstermek durumundayız.İşte, size bugün böylesine sâdık, muteber, ayrıca hikmet ve ibret dersleriyle dolu hakikatli bir rüyâyı aktarmak istiyoruz.Aktaracağımız rüyânın geniş bir özetini internette, Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde de bulmak mümkün.Ancak, biz de kendi çapımızda meseleyi etraflıca tahkik ettik ve söz konusu rüyâyı sıhhatli bir şekilde istifadeye sunmak üzere yayına hazırlamış olduk.Bu sâdık rüyâyı gören kişi, İzmir Gaziemir’de ikamet eden (ZNU, ismi mahfuz) Risâle-i Nur’un mâsume bir şâkirdi 11-12 yaşlarında bir kardeşimiz, evlâdımız.İşte bu hanım kardeşimiz, 29 Ekim 2013 Salı sabahı yatağından titreyerek uyanıyor. Uyandıktan sonra, fevkalâde bir korku ve dehşet içinde, başını elleri arasına alarak bir müddet öylece beklemiş olan bu mâsume, nihayet kendine geldikten sonra görmüş olduğu rüyâyı aile efradına anlatmaya başlıyor.Bu hakikatli rüyâda, ibret verici, hatta tüyler ürpertici muhtelif sahneler var: Hayır-hasenattan, ibadetten, harama girmekten, namazdan, oruçtan, imana hizmetten, teferruatlı şekilde sorgu-suâller yapılıyor.En uzun ve en şiddetli sorgulama ise, Risâle-i Nurlar’ın tahrif edilmesi dâvâsında görülüyor. Tüyler ürperten...Velhasıl, bu rüyânın hemen herkesi alâkadar eden muhtelif safhaları var.Şimdi, iki-üç bölüm halinde neşredeceğimiz çok manidar olan bu hakikatli rüyâyı, o mâsume kardeşimizin dilinden sizlere takdim ediyoruz. Rüyâsını şöyle anlatıyor: Rüyâ âleminde kendimi sekeratta görüyorum. Çok hasta ve halsizim. Başımda annemler salâvat ve tekbirler getiriyorlardı. Bir anda büyük bir sıkıntı ve ağırlıkla şeytanın varlığını hissettim. Bana “Allah yoktur, peygamber yoktur” diyordu. Ben de kalben “La ilahe illallah” dediğim halde, dilim bir türlü dönmüyordu. Sıkıntı ve hararet içindeydim. Dudaklarım çatlamıştı. Şeytan bana sarı bir su uzattı: “Bunu iç, kendine gel. Varsa Allah’ı ispat et” dedi. Ben hiçbir şey diyemedim. Babam sanki hissetmiş gibi hızla içeri girdi. Bağırarak, sağ elini savurarak “La ilahe illallah” dedi. Şeytan kayboldu. Annemler bana zemzem içirdiler. Kelime-i Şahadet getirerek, ruhumun çekildiğini hissederek vefat etmişim. Herkes ağlıyordu. Tam bir ceset gibi soğuk hissediyordum. Ben onları görüp duyduğum halde, onlar beni duymuyordu. Benim için öldü diyorlardı. Ama ben anlamıyordum. Annem beni sıcak su ile yıkadı. Beyaz iki parça beze beni sardı, başımı örtüp güzel kokular sürdü. Beni tabuta annem ve akrabalarım koydu. Çok sert ve rahatsız ediciydi. Her tarafıma sanki kıymıklar batıyordu. Babam, dedem ve akrabalarım tabutumu taşıyıp yeşil bir arabaya koydular. Dağın tepesinde bir mezarlıkta tekbirlerle mezarımı kazıyorlardı. İkindi vaktiydi, tabutun içinde çok ağırlaşmışım ve çıkaramadıkları için beni tekmeyle kabre devirdiler. Kabre yüzü koyun düştüm. Babam ağlayarak, paçalarını sıvayarak kabre girip beni çevirdi. Mezarım derindi. İçinde yılanlar, çıyanlar gibi haşereler vardı. Sırtımdan yılanların geçtiğini hissediyordum. O şekilde kabrimi kapattılar. Gece olmuş gibi karanlıktı… Sonra, iki ses bana “Namazını kıldın mı, orucunu tuttun mu?” diye sormaya başladılar. Çok ayrıntılı bir sorguydu. Tarihleriyle, namaz vakitlerini günleriyle, saatleriyle tek tek soruyorlardı. Bütün ibadetleri yaptığımı, ama ara sıra namazlarımdan kılmadıklarım olduğunu söyledim. Bana sırf bu yüzden cehennemlik olduğumu söylediler. Sen Cennet bahsini okudun İşte, tam Cehenneme doğru götürecekleri sırada, bir anda Üstadım Bediüzzaman Hazretleri ortaya çıktı: “Dur kardeşim!” diyerek, bana “Sen dün gece Risâle-i Nur’dan üç yaprak Cennet bahsi okudun. Risâle-i Nurlar sana şefaat etti” dedi. O andan itibaren Üstadımızla yürümeye başladık. Üstadımız, siyah cübbeli, fotoğraflardakinden daha şık ve daha heybetli. Yürüye yürüye kocaman, alabildiğine büyük bir yere geldik. Gaziemir’i saran kahve renkli bir çardağa geldik. Çardağın içinde sarı kırmızı çiçekli büyük minderler vardı, ortasında ise tabaklarda bildiğimiz ve bilmediğimiz çeşit çeşit Cennet meyveleri vardı. Meyveler çekirdeklerine kadar zikrediyordu. Bir de çardağın üstüne doğru uzanan ağaçlar vardı. Çardakta oturunca, o ağaçların meyvesinin, dalı ve yaprağının zikri duyuluyordu: “Allahu Ekber, Lâ ilahe ilallah” diyorlardı. Çardaktaki nuranî meclis Çardakta Peygamberimiz (asm), sağında Sahabe-i Kiram, solunda Üstadımız ve Nur Talebesi ağabeylerimiz vardı. Peygamber Efendimiz (asm), beyaz tenli olup üzerinde de beyaz kıyafetler vardı. Secdeye eğilince, saçları yere değecek kadar uzundu.Üstadımız Bediüzzaman da beyaz kıyafetliydi. Hepsinin elinde Risale-i Nurlar vardı. Peygamber Efendimiz (asm) ders okuyordu. Sesi çok güzeldi. Dersi tane tane ve izâhsızdı. Fakat herkes anlıyordu. Dünyadaki derslerden bin kat daha feyizliydi. Sonra, beni “Bir erkek akrabam vefat etmiş, şahitlik yapacaksın” diye çağırdılar. Ben oradaki feyzi bırakmak istemiyorum, ama yine de gidiyorum. Daha önce onu hesaba çekmişler, bana tasdik için tekrar sormaya başladılar. Tekrar sıkıntılar başlamıştı: “Namazını kılar mıydı? Orucunu tutar mıydı? Zina yapar mıydı?” Yani, tek tek en ince ayrıntısına kadar soruyorlardı. Ben de bildiğim kadarıyla cevap veriyordum. Nihayet, karar verildi, Cehenneme götüreceklerdi. Cehennem kapıları açıldı. Ama, oradaki kapılar buradaki gibi değil. Bir bakıyorsun var, bir bakıyorsun yok. Hani serin klimalı bir odadan kaynar sıcağa çıkar gibi, tam eritici bir sıcak hissettim. En ufak bir rüzgârda içeri düşecek gibi hissediliyordu. Sonunda Cehenneme atıldı, cass diye bir ses duyuldu; çok dehşetliydi. Babam, annem, amcam… herkes hesaba çekiliyor Ben çardağa geri döndüm. Ders devam ediyordu, çardağa gelince her şeyi unutuyor gibi rahatlıyordum. Bir tarafta da mahşer kurulmuş, çok büyük bir kalabalık herkes korku ve ıztırap içinde bekleyip ter döküyordu. Ben de onları bulunduğum yerden görüyordum. Uzun bir sıra vardı. Herkes tek tek hesaba çekiliyordu.Sıranın babama geldiğini gördüm. Babam da çok terlemişti. Aynı zamanda cevap vermeye çalışıyordu. Namazını, orucunu, ibadetlerini gün gün soruyorlardı. Mesela, 2000 senesi Ocak ayının ilk günkü sabah namazından, tâ yatsı namazına kadar, tek tek, gün gün, vakit vakit soruyorlardı. O namaz gözünün önüne geliyor, yanlış cevap veremiyorsun. Sonra, babama ilâveten soruldu: “Sen dâvân için memleket mi değiştirdin?” Cevap: Evet. “Dâvân adamı mısın?” Cevap: Evet, dâvâ adamıyım. “Hizmet eder miydin?” Cevap: Evet. “Derslere gider miydin? Cevap: Evet. Sonra, babama “Gençliğinde bazı hataların olmuş. Fakat, Risâle-i Nur sana şefaat etti” dendi. Babam da cennetlikler tarafına yürüyordu. Sıra anneme gelmişti. Ona da namaz, oruç gibi ibadetlerinden aynı şekilde sualler edildi. Anneme şunları söylediler: “Sen hep halimiz ne olacak diye düşünürdün; ama, derslere de giderdin. Oğlun Ömer küçük yaşta vefat etti. Kızın ve kocan Cennette. Risâle-i Nur sana da şefaat eti. Sen de onların yanına git.” O kalabalıkta acayip simâlı insanlar vardı. Kimisi domuz/hınzır gibi acayip mahluklar sûretindeydi. Daha sonra amcamları gördüm. Amcam siyasetçi olduğu için, diğer siyasetçilerle beraber ayrı bir yerde bekletiliyorlardı.Sonra (N) ablamı gördüm. Ona dediler: “Sana sorgu sual yok, buyur Cennete. Senin dört kızın da hafız, kocan da hafız gibi.” Hafızların beklediği yerde ayrıca (F, Z, K, A) nur ablalarımı gördüm. Çok güzel elbiseler giydirilmiş, başlarında parlayan taçlar vardı. Yüzleri de nur gibiydi. Babaları (Ü) de ordaydı. Ona “Sen Üstad Bediüzzaman’a ve sâdık talebelerine itimat ettin, sen de geç” dediler. Siyasîlere Decaal sorgusu En son, sıra amcamın da bulunduğu siyasetçilere geldi.Oradakileri tek tek “Sen Deccal’e inandın, sen deccal e inandın...” diye adamları cehennem tarafına ayırıyorlardı. Amcama “Sen Deccal’e kanmadın, ona inanmadın, onu Deccal kabul ettin, gel bakalım” dediler. Sonra sorgusu başladı. Herkes gibi amcam da ter döküyordu. Çok teferruatlı sorgudan geçirdiler. Namazını, orucunu tek tek sorguladılar. Onlardan geçince, “Sen Risâle-i Nur okuyor muydun?” diye sordular. Siyasî meşguliyetten dolayı eskisi gibi pek okuyamadığını, derslere pek gidemediğini söyledi. Hafızların bulunduğu yerde amcamın küçük kızı da vardı. Gülümseyerek babasına bakıyordu. “Sana ve ailene hafız kızın şefaat etti” diyerek, amcamları da Cennetlikler tarafına geçirdiler. Sorgular bitince, bizlere derin, şeffaf, tertemiz bir dere gösterdiler. “Buyurun yıkanın, temizlenin” dediler.Herkes perişan bir haldeydi. Yıkandıkça, cildi yenileniyor, tekrar tekrar tazeleniyordu. O suyla herkes şifâ bulmuştu. Sonra, bize temiz elbiseler giydirildi. Hep birlikte Cennete girdik. Kur’ân’ın tefsiri Risâle-i Nur Peygamber Efendimizin (asm) bulunduğu çardağın yanında, bir de hanımların olduğu bir çardak daha gördüm. Orada da büyük minderler vardı. Efendimizin (asm) hanımları Hz. Hatice, Hz. Aişe, kızı Hz. Fatıma ve ismini duyduğumuz diğer mübarek hanımlar vardı.Aişe validemiz, kalın kırmızı bir kitap dağıttı. Herkese yetecek kadar kitap vardı. Bu kitabın sayfalarında, üste Kur’ân âyeti, alt satırında ise o âyetin mânâsı olarak Risâle i Nur yazılıydı. Önce Peygamberimiz (asm) Kur’ân âyetlerini çok güzel bir sadâ ile okuyordu. Gayet derecede hoş bir sesi vardı. Ardından, Üstadımız o âyetin mânâsı olarak Risâle i Nur’dan okuyordu. Said benim mutlak vekilimdir Sonra Peygamberimiz (asm) yüksek bir sesle “Said benim mutlak vekilimdir. Risâle-i Nur benim dersimdir. Risâle-i Nur hak kitaptır” dedi. Üstad Bediüzzaman, bu sözler karşısında başını öne eğmiş, yanakları kızarmıştı. Peygamberimiz (asm) gür bir sesle “Said, utanma!” dedi. Bu sesi hem Cennetlikler, hem Cehennemlikler duydu. Çardakta otururken, Üstadımız, yanında oturan Mustafa Sungur Ağabeye “Sungur, duyuyor musun sana iftira edenlerin sesini?” diye sorunca bir anda Cehennemin kapıları açıldı. Çok acı feryâd ve çığlık sesleri işitildi. Çok dehşetliydi. (HAŞİYE) En uzun tahrifat sorgulaması Daha sonra, bir zâtın sorgusunun ve hesabının çok uzun sürdüğü haberi geldi.Peygamber Efendimiz (asm), Üstad Bediüzzaman’ı da alıp o zâtın sorgusuna gittiler. Gördüm ki, sorgulanan zât (ismi mahfuz) ...dır. Sorguda, perişan bir halde, terlemiş, zayıflamış ve küçülmüştü. Risâle-i Nurların sadeleştirilmesinden dolayı, sorgu melekleri “Niye ses çıkarmadın?” diye sordular. Cevap vermedi. Tekrar “Niye ses çıkarmadın?” dediler; yine cevap vermedi. Üçüncüde, çok zor duyulacak kısık ve tiz bir sesle “Türkiye’de yoktum” dedi.Peygamber Efendimiz (asm), hemen ardında duran Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine dönerek “Said, ona hakkını helâl ediyor musun?” diye sordu. Üstadımız sustu. Peygamber Efendimiz (asm), tekrar “Said ona hakkını helâl ediyor musun?” diye sordu. Üstadımız yine sustu. Peygamber Efendimiz (asm), o zâta dönenerek “O halde, benim de sana şefaatim yoktur” dedi ve Üstadımızla beraber çardağa geri döndü. * * *Ben de yatağımdan titreyerek uyandım. Çok korkmuştum ve heyecanlıydım. Uzun bir müddet kendime gelemedim. (HAŞİYE)Neydi o iftira?Söz konusu “sadeleştirme” meselesiyle ilgili olarak Mustafa Sungur’a iftira edenler hakkında daha evvel bir yazı yazmıştık.Vefatının birinci yıldönümü vesilesiyle Fatih Camiinde okunan mevlitten de bahsettiğimiz o yazının başlığı şudur: “Sungur Ağabey fihrist gibiydi.”Yazının yayın tarihi 06.12.2013 olup, internet link adresi şöyledir: http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay.asp?id=13868
Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Risale-i Nur sadeleştirme ile istismar edildi

 

Karabaşoğlu, Risale-i Nur'un sadeleştirilmesinin istismar olduğunu söyledi

 

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Yazar*Metin Karabaşoğlu, Risale-i Nur'un sadeleştirilmesinin istismar olduğunu söyledi.

 

Yeni Şafak'tan Nil Gülsüm'e konuşan Karabaşoğlu'nun ilgili sözleri şöyle:

 

Gülen hareketi ile Bediüzzaman'ın Risale çizgisi arasında nasıl bir ilişki var?

 

Bediüzzaman'ın da, Gülen hareketinin de yaptıkları ortada. Fethullah Gülen, genç yaşında Bediüzzaman'dan haberdar olup Risale okumuş bir isim. Ama 1971'de İzmir'de sıkıyönetim şartlarında tutuklanmış ve mahkemede Risale-i Nur'un hukukunu savunması beklenirken Risale talebesi olduğunu reddederek kendisini bir vaiz olarak tanımlaması, Nurcu olmadığını söylemesi Risale-i Nur hareketiyle ayrışmanın asıl noktasıdır.

 

Bu ayrışmadan sonra durum nasıl gelişti?

 

Sürecin devamında Fethullah Gülen Risale okutsa da, Bediüzzaman'ın ismi pek geçmez. Gülen hareketinin Risale-i Nur ile ilişkisi şu aşamalardan geçmiştir. Önce Risale-i Nur dairesinde hizmet. Daha sonra ayrışma. Bunun ardından Risale-i Nur'dan istifade edilmesi. Peşinden Risale-i Nur'u isti'mal ve hatta son olarak onu istismar...

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

01 Şubat 2014 Cumartesi 10:04

 

Gülen cemaati Risale-i Nur'u sadeleştirmenin tokadını yiyor

 

Taraf yazarı Mücahit Bilici, işin kaderi boyutuna dikkat çekti ve açık açık yazdı

 

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Taraf yazarı Mücahit Bilici, Gülen cemaatinin "Risale-i Nur'u sadeleştirmede doruğa çıkan kibrinin tokadını yediğini" söyledi.

 

"Paralel devlet ithamına muhatap olan Gülen Cemaati’nin siyasetle, Nurculukla ve demokrasi ile ilişkisi nedir?"şeklindeki soruya cevap veren Bilici, cemaatin Nurculukla ilişkisini yorumladı ve sadeleştirmeye dikkat çekti.

 

Bilici, yazısında şu görüşlere yer verdi:

 

"Öncelikle Cemaat siyasete giriyor, paralel devlettir iddiaları en hafifiyle dürüst iddialar değildir. Neden? Çünkü Cemaat başından beri her zaman siyasetin içindeydi.Gülen Cemaati’nin Nurculuğun siyasetten uzak durma ilkesine riayet etmiyor olması, Cemaat’i en fazla Nurculuktan çıkarır ama*siyaset yapma hakkını elinden almaz.*Başkası Nurcu olmak zorunda olmadığı gibi Cemaat de değildir.*O hâlde Cemaat’in neden Nurcu olmadığına dair dil dökmeler en fazla propaganda olarak muteberdir, demokratik bir karşılığı yoktur. Daha önce de yazdım, aslında*Cemaat Nurculuktan uzaklaştığı noktalarda İslamcılığa yaklaşır.*Siyasiliği onu İslamcı yaparken, bunu zekice ve daha stratejik bir seviyede yapıyor oluşu onu düz İslamcılıktan ayırır. Yaşanan çatışma iki İslamcılığın savaşıdır: Hamaset ve teenni.

 

Cemaat hiçbir zaman Nurcuyum demedi ve ortodoks Nurculuğun dışında kaldı.*Cemaat benim nazarımda da ortodoks anlamda Nurcu değildir. Çünkü Cemaat’in misyonu hem dinî hem sosyal hem de siyasaldır. Nurculuk, İslam’ın geniş dairesi içinde hususi bir dine hizmet tarzıdır. Başta İslamcılar olmak üzere pek çok Müslüman’ın dine hizmet anlayışı Nurculuğa sığmaz ama İslam’a sığar, sığabilir. İslam’ın dairesi daha geniştir.*Söz Nurculuktan açılmışken, kader noktasında, Cemaat Risaleleri sadeleştirmede doruğa çıkan kibrinin tokadını yiyor.*Fakat bugün Cemaat’i başka saiklarla tokatlayanları masum kılmaz. Cemaat’i hain ve İslam-dışı gösterme gayretleri pespaye bir siyasettir. O da tokadını yiyecektir.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

06 Şubat 2014 Perşembe 08:54

[h=1]Sadeleştirme, Bediüzzaman ve talebelerine sıkıntı verir[/h]

Yavuz Bahadıroğlu: Sonra, Risale-i Nur böyle anlaşılır

Risale Haber-Haber Merkezi

Tarihçi Yavuz Bahadıroğlu, sadeleştirilen Risale-i Nur'un gerçek gibi algılanmaya başlayacağını, bunuBediüzzaman'a da Nur talebelerine bazı sıkıntılar getireceğini söyledi.

TV 24'te 24 Dakika programında Betül Soysal Bozdoğan'a konuşan Bahadıroğlu, "Nur cemaatlerinin en büyük ortak noktası, Bediüzzaman hazretlerinin en öncelikli tavsiyesi iman hizmetidir. Diğer herşey tali meselelerdir çünkü insanların imanlarının yok edildiği, camilerin kapatıldığı, neredeyse 'Allah' demenin yasak olduğu bir dönemin insanıdır. Cumhuriyetin ilk zamanlarında hakikaten ders kitaplarında Allah'ın inkarının okutulduğu, Kuran-ı Kerim'in 'Muhammed'in fikirleri' olarak tanıtıldığı ve ezansızlığa mahkum edilmiş bir dönemden geliyoruz. Böyle bir dönemde bile CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran'a mektup yazıp 'Biz asayişin manevi bekçileriyiz. Bizim devletle işimiz yok. Biz sadece iman hizmeti yapıyoruz' diye kendini tanımladı. Ve talebelerine öncelikli öğütü de "Siz asayişin manevi bekçilerisiniz" oldu ve nur talebelerinin büyük bölümü de bugüne dek bu tavsiyeye riayet ettiler" dedi.

 

Risale-i Nur'ları anlamak için biraz emek vermek gerektiğine dikkat çeken Bahadıoğlu, "Siz ondan anladığınızı yazarsınız, lugatça koyarsınız bunlar doğru olabilir ama sadeleştirdiğiniz zaman bu gide gide Risale-i Nur külliyatı olarak algılanmaya başlar. Müellifine de bazı sıkıntılar gelir diğer gruplara da" şeklinde konuştu.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Wochen später...

15 Şubat 2014 Cumartesi 09:55

 

Gülen Cemaati sadeleştirmeden vazgeçip özür dilemeli

 

Taraf yazarı Mücahit Bilici, "Fethullah Gülen Cemaati’ne tavsiyeler"de bulundu

 

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Taraf yazarı Mücahit Bilici, Fethullah Gülen Cemaati’nin Risale-i Nur'u sadeleştirmekten vazgeçmesini ve özür dilemesi gerektiğini söyledi.

 

"Fethullah Gülen Cemaati’ne tavsiyeler"*başlıklı yazısında hükümet-cemaat kavgasına dair yorumlarda bulunan Bilici, sadeleştirme ile ilgili şu ifadeleri kullandı:

 

"Bediüzzaman Said Nursi’nin anlam katmanları ile örülü kitaplarını sadeleştirerek (anlam fakirleştirmesi ile) sunma hakkına/içtihadına sahipsiniz. Ama*o kitapların üstüne kitapların orijinal ismini ve Bediüzzaman’nın adını yazmayın. "Bunu yapmayın" diye size yalvaran o kadar çok Nurcu cemaate ve insana cevap vermeye bile tenezzül etmediniz.*Yaptığınız şeyde haklı bile olsanız,*bu insanların rica ve yalvarışları karşısında gücün kibriyle hareket ettiniz.*‘Varsın bu da olmasın’ demediniz.*Hâlâ geç değil: özür dileyiniz."

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

15 Şubat 2014 Cumartesi 08:23

 

Bütün uyarılara rağmen Risale-i Nur'u sadeleştiriyorlar

 

Yeni sadeleştirmelerin reklamını yaptılar

 

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Risale-i Nur'un sadeleştirilmesine yönelik baştaBediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hayattayken yaptığı uyarıları ve Nur talebelerinin itirazlarını dikkate almayan Ufuk yayınları*sadeleştirilmiş yeni kitapları piyasaya sürüyor.

 

Zaman Gazetesi'nde yer alan habere göre*Lemalar ve Sözler’den sonra Mektubat da sadeleştirilerek yayınlandı. Gazete haberine göre sırada Asa-yı Musa var.

 

Haberde, "Risale-i Nur Külliyatı’nı, bu eserleri aslından okumakta zorlanan kesimlerle de buluşturmak amacıyla Ufuk Yayınları’nın başlattığı sadeleştirme çalışmalarındayeni bir dönemeç daha dönüldü.*Yayınevinin, Lemalar ve Sözler’den sonra yayına hazırladığı Mektubat ile birlikte artık külliyatın dört temel kitabından üçü, geniş kitlelerin istifadesine sunulmuş oldu. Yayınevi yetkilileri,*Şualar’ın da yayınlanmasının ardından, iman hakikatlerini farklı kesimlere de ulaştırma misyonlarının büyük ölçüde hayata geçmiş olacağını söyledi" ifadeleri yer aldı.

 

Konu ile ilgili*gerek Risale-i Nur'dan gerekse ilmi anlamda her türlü itirazı yapan Nur talebelerini dikkate almayan Ufuk Yayınları yetkililerinin açıklamaları da tepkiyle karşılanıyor.

 

Özellikle "Sadeleştirerek iman hizmetini geniş kesimlere ulaştırıyoruz" benzeri açıklamalara karşı "Bununla,sadeleştirmeye itiraz eden Bediüzzaman Hazretleri ve Nur talebelerinin sanki iman hizmetinin genişlemesini istemiyor gibi bir anlam çıkıyor.*Bediüzzaman HazretleriRisale-i Nur'la ilgili her türlü şerh, izah, açıklama ve yorumun yapılabileceğini, iman hizmetini geniş kesimlere bu şekilde de ulaştırılabileceğini söylemesine rağmen sadeleştirme ısrarı farklı sonuçlara yol açıyor"değerlendirmesinde bulunuluyor.

 

Haberde yayınevi editörüne “Hiç mi olumsuz tepki almadınız?” sorusu yöneltiliyor. Editör ise bu kadar büyük itirazları sanki yokmuş gibi değerlendiriyor.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

22 Şubat 2014 Cumartesi 09:05

 

Gülen’den isteğim Risale-i Nurları tahrif etmesinler

 

Abdülkadir Badıllı'dan sadeleştirme mesajı

 

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerindenAbdülkadir Badıllı ağabey,*Fethullah Gülen'e Risale-i Nur'un sadeleştirilmemesi*konusunda tekrar seslendi.

 

Yeni Akit'ten Mehmet Özmen'e konuşan Badıllı ağabey,"Benim son olarak Fethullah Gülen’den isteğim Risale-i Nurları artık tahrif etmesinler. Onun lisanı Kur’anî bir lisandır. Değiştirmeyi, yani tahrifi devam ettirirlerse çok tokat yiyecekler. Risale-i Nuru seviyorsanız kendisini okuyun, sevmiyorsanız uğraşmayın"*dedi.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

28 Şubat 2014 Cuma 14:01

 

Sadeleştirmeye tepki gösterdi Zaman'dan ayrıldı

 

Mustafa Ulusoy: Bu uygulamadan vazgeçilir diye umdum hep ama...

 

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Psikiyatrist Mustafa Ulusoy, Risale-i Nur'un sadeleştirilmeye devam edilmesine tepki gösterdi veZaman'daki yazılarına kendi isteğiyle son verdi.

 

Sadeleştirilmeden vazgeçilir diye umduğunu, ancak Mektubat'ın sadeleştirilerek neşredilmesi ve Zaman'da dasadeleştirilmiş metinlerin kullanılmaya başlanmasıüzerine yazmayı bıraktığına dikkat çeken Ulusoy, bugünkü yazısını aşağıdaki not ile bitirdi:

 

"Hayatımda çok özel bir yeri olan Kur'an tefsiri Risale-i Nur'ların sadeleştirilmesini onaylayamadım ve onaylayamıyorum. Kendi zaviyemden ciddi bir hata olarak addettiğim bu uygulamadan vazgeçilir diye umdum hep. Yakınlarda Mektubat'ın da sadeleştirilerek neşredildiğini görünce bu umudumu yitirdim. Gazetemizde de sadeleştirilmiş metinlerin kullanıldığını görmek beni gazetemizde yazmayı bırakma kararı almamda temel saik oldu."

 

Haftada bir Cuma ekindeki yazılarında sık sık Risale-i Nur'dan alıntılar da yapan Ulusoy'un yazıları büyük ilgi görüyordu.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

28 Şubat 2014 Cuma 09:50

 

Sadeleştirme, Said Nursi'nin Kur'ân nöbetini anlamamaktır

 

Senai Demirci'den 9 maddede Risale-i Nur izahı

 

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Senai Demirci, Said Nursi'nin Kur'an kelimeleriyle konuşan Türkçe'yi Risalelerde inşa ettiğini, 'Risale'yi sadeleştirme' projesi yürütenlerin Said Nursi'nin 'Kur'ân nöbeti'ni anlamadığını söyledi.

 

Yeni Şafak'taki yazısında Bediüzzaman Hazretlerinin ve Risale-i Nur'un anlaşılmasına dair açıklamalarda bulunan Demirci, bu görüşlerini 9 maddede özetledi.

 

Said Nursi'yi yitirdiğimiz yerde bulmak...

 

Said Nursi,*uzunca bir süredir ısrarlı bir gölgelemenin konusu oldu. Said Nursi'nin ortaya koyduğu duru söylem kimi takipçileri tarafından hapsedilirken dışarıdan-bu takipçilerin hapsini gerekçe göstererek- ötekileştirildi.*Said Nursi üzerine düşen koyu gölgenin kalkmaya başladığı bu kritik dönemeçte*tarihe not düşmek adına söyleyeceklerim var.

 

1. Said Nursi, hakikati 'insan' temeli üzerinden dillendirir. Bu, hem onun Eski Said dönemindeki ülke ve ümmet tabanlı söyleminden hem de Yeni Said'e (yani Risale-i Nur'a) çağdaş olan ve sonradan gelen ilahiyatçı söyleminden ayrılır. Mesajını 'Biz Müslümanlar...' ekseninde vermez. Muhatabın hazır Müslümanlığını askıya alır; teslimiyeti yeni baştan inşa etmeye niyetlenir. Gerçeği dışarıdan seyrettirmez, gerçeğin içinden geçerek konuşur.İnsanlığın temel acılarını hisseder; duygularını kenara çekmez.*Nakilci değil sahicidir. Varoluş sancısıyla titrer. Muhataplarını kendi kalbine doğru yaptığı sancılı yolculuğa şahit olmaya çağırır.

 

2.*Said Nursi, Kur'an kelimeleriyle konuşan Türkçe'nin farkındadır; bunu Risalelerde inşa eder, dolaşımda tutar. Dili dönemsel değildir.*Risale'deki ağırlık Kur'an kelimeleri ağırlığıdır.*Ve bu ağırlık taşınmaya değer bir ağırlıktır. Harf inkılabının yapılacağını ve dilin laikleştirileceğini fark eden Said Nursi, Türkçeleşmiş Kur'ân kelimelerini aktifleştirir, 'eşyanın hakikî hakikati' dediği esma tefekkürünü ayakta tutar.*'Risale'yi sadeleştirme' projesi yürütenler belli ki Said Nursi'nin 'Kur'ân nöbeti'ni anlamamışlardır.

 

SAİD NURSİ VE SİYASET

 

3. Said Nursi, siyasetle ilişkisini*ilkesel düzeyde*yürütür. Siyaset etmeyi hakkı bilir; siyaseti etkileme imkânını meşru görür.*Onun dillere pelesenk olan 'Şeytan ve siyasetten Allah'a sığınırım' sözü yanlış anlaşılır.*Bu sözle kastedileni anlamak için insanlığın ilk sahnesine dönelim. Âdem [as] henüz yeni çıkmıştır sahneye. Meleklerin ve İblis'in karşısına getirilir. Malum; İblis Âdem için secde etmez; 'çünkü ben ateştenim o topraktan' der. Zımnen şunu söyler: 'Âdem ateşten ben de topraktan olsaydım secde ederdim.' Konjonktüre göre hareket eder. Melekler ise şart koşmaz, hakka hak olduğu için tâbi olurlar. Şartsız ve ilkesel bir tavır ortaya koyarlar. Said Nursi'nin şeytanı ve siyaseti eşleştiren bu tavrı mikro-yaşam alanlarının konusudur. Şöyle ki, 'taraftarım Ali söylerse yanlışa da taraftarım, muhalifim Ahmet derse doğruyu da karşıma alırım.' Hakikati taraftarlığın cephelerine mahkûm etmektir bu.*Said Nursi, 'siyasetten bana ne!' diyecek bir çileci değildir. Siyasi partilerle pazarlık etmeyi önermez. Bakanlık ve vekil gibi avantajlar verse bile devletçi ve ırkçı partilerin çizgisine yanaşmaz.*Pazarlık etmek prensibi değil pragmayı öne alır. Duruşu değil eğilişi ima eder. İlke satın alınabilir/satılabilir bir şey değildir. Oyunuz kime diye sorulduğunda net cevap veremeyen biri, militarist devletçiliğe, dinsiz laikliğe, Kemalist ırkçılığa, darbeci vesayetçiliğe karşı duruşunu netleştirememiş demektir. Bu, bir ilkeye tutunamamanın belirtisidir.

 

4.*Said Nursi hakikatin dili olurken iki tavrı benimser. İstiğna ve sivil duruş.*İstiğna, kimseden sadaka türü bir şey istememektir. Hakikatin dili olan biri/leri 'isteyen' olmamalıdır; zira bu durum, hakikat ile kendini aynı pakete koyma sonucunu doğurur. Muhatap hakikati benimsemenin bir gereği olarak kendisini bedel ödemeye zorlanmış hisseder. Bedel ödediği için hakikate tâbi olmayı erteler. Bedel ödemiş olmakla hakikati benimseme sorumluluğunu üzerinden atar. Bu, hakikate ve hakikate muhtaç bireye kötülüktür.*Said Nursi, bir 'sivil itaatsizdir.'İktidar ve güç üzerinden hizmet projesi üretmez. Ele geçirilecek mevzileri yoktur. Hizmet, bir 'adam kazanma' yarışı değil; adam olma çabasıdır. Saf hakikati siyasal cepheleşmenin ara yüzü yapmaz.

 

ŞEFFAF REFERANS

 

5.*Said Nursi, intisabı kişilere bağlamaz-buna kendisi de dâhildir.*Şahıslar üzerinden yürüyen hizmetin yerine anlam/a üzerinden yürüyen hizmeti ikame eder. Doğrudan metne intisaba çağırır. Metin herkese hemen şimdi açıktır.Risale'ye nüfuz edebilen her birey, zamansız olarak 'Bediüzzaman'ın talebesi'dir.

 

6. Said Nursi, vahyin kalp atışlarını eşsiz bir metne aktaran diriltici bir nefestir. Bir medeniyet projesinin mayasını insanlığa emanet bırakmıştır.*Said Nursi okumak için nurcu olmak gerekmediği gibi, nurcuların Said Nursi algısını ve takdimini mutlaklaştırmak da gerekmez.

 

7. Said Nursi*'tasavvufî-tasavvuf dışı'*söylem ayrımını silmiştir. 'Bu işin tasavvufî tarafı' diye marjinalleştirilen kavrayışları ana-akım düşünceye dâhil etmiştir. Bile isteye 'Sufizm' paketine atılan nezaketli duruşları, incelikli bakışları, derin düşünüşleri İslam'ın içinde ayağa kaldırır. Parçalanıp ötekileştirilenleri ana gövdeye iade etmiştir.

 

Said Nursi,*'siyasal ehl-i sünnet' tavrını sessizce kırmıştır.Şia kaynaklı diye bir kenarda tutulan Ehl-i Beyt mektebinin (Cevşen ve Celcelutîye gibi) değerlerini ve (iman etmeyi sürekli ve aktüel bir çaba kılma) gündemini Ehl-i Sünnet'e kazandırmıştır.

 

Said Nursi, Kur'ân'ı daha net göstermek için yazılan eserlerin zaman içinde kataraktlaştığını fark etmiş,Risale'yi Kur'ân'ın şeffaf referansı olarak kaleme almıştır.Yazık ki, ümmetin Kur'ân'a reva gördüğü 'yüzünden okuma' tavrı, tam da 'Kur'ân'ı yüreğinden' okumaya çağıran Risale'ye de reva görülmüştür. Bu yüzden 'yüzünden okunan Risale' 'yüzünden okunan Kur'ân'ın yerine konuluyor sanılmıştır. Oysa Risale Kur'ân kelimeleriyle, esma tefekkürüyle Kur'ân aklını yeniden inşa etmek içindir.

 

8. Risale-i Nur'un toprağında saklı muhteşem medeniyet tohumunu görmeyince, ele avuca sığmayan*Said Nursi hareketinin atanmış şahıslara bağlanarak*'ehlileştirilmesi', olduğu gibi görünmekten korkan figürler üzerinden markalaştırılması projesinin niye bu kadar önemli ve öncelikli olduğunu da fark edemeyiz.

 

9. Kayıpların en talihsizi, kaybedildiği fark edilmeyen kayıplardır. Bu korkunç talihsizlik, kaybedilenin değil kaybedenlerin alnına daha derince yazılıdır!

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

27 Şubat 2014 Perşembe 15:59

 

Bediüzzaman'ı ve eserlerini sıradanlaştırma gayretine girildi

 

Latif Erdoğan: Üstadı taklit etmesi Fethullah Gülen'i suniliğe ve ikileme itti

 

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Gazeteci-yazar Latif Erdoğan, Fethullah Gülen için, "Bediüzzaman modelini şahsında taklit etmesi, onu bazı hususlarda suniliğe hatta ikileme itmiştir" dedi.

 

Sabah Gazetesi'nde yer alan röportajında*"Fethullah Gülen'in ilk talebesi"*olarak adlandırılan Latif Erdoğan, Gülen'in içindeki meyilleriyle taşıdığı konum arasında preslenmiş bir hayat yaşadığını belirterek,*"Bediüzzaman modelini şahsında taklit etmesi, onu bazı hususlarda suniliğe hatta ikileme itmiştir. Kendisi başta ret etmiş olsa da en uç noktalarda manevi makam isnatlarına daha sonraları açık hale gelmiştir. Bu kabulleniş refleksiyle de bir gün gelmiş, çıkamadığı yükseklikleri aşağıya çekme gayretine düşmüştür. Bediüzzaman'ı ve onun eserlerini sıradanlaştırma gayretleri bu düşüşün somut örneğidir"dedi.

 

Erdoğan,*"cemaatin samimi gönüllülerine bir çağrınız olacak mı?"*sorusunu da şöyle cevapladı:

 

"Öze dönsünler.*Cemaati bu hale getiren hastalıkları teşhis adına, özellikle Bediüzzaman'ın Hutbe-i Şamiye'yi ve Lahika mektuplarını tekrar ve dikkatle okusunlar.*Eğer, başlarındakiler hala yanlışlarında diretirlerse, onlardan ve yanlışlardan yüz çevirerek tek başlarına Hakk'a ve hakikate yönelsinler."

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

04 Mart 2014 Salı 13:45

[h=1]Gülen’e Risaleleri sadeleştirmeyin diyecektim görüşmedi[/h]

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebelerinden Said Özdemir ağabey açıkladı

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebelerinden Said Özdemir ağabey, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine karşı Fethullah Gülen ile görüşmek istediklerini ancak Gülen’ün haber göndererek görüşmek istemediğini söyledi.

 

Erol Metin’in Said Özdemir ağabeyle yaptığı röportaj:

 

Geçmişte Risale-i Nur’ları sadeleştirdiği gerekçesiyle Gülen grubuna tepki gösterdiğiniz biliniyor?

Onlara ‘Üstad Hazretleri’nin eserlerini değiştirmeyin’ dedik. Üstad ‘ben dahi değiştiremiyorum’ diyor.

 

Sadeleştirmeye neden karşısınız, sadeleştirme yapılınca ne olur?

Risale-i Nur’lar doğrudan doğruya tamamen değişmiş oluyor. Bakıyorsun ki o kelimeler kalkıyor, başka kelimeler…

 

Manası mı değişiyor?

Mana da değişiyor, sonra Üstad Hazretleri katiyen ellenmesini istemiyor.

 

Yani tahrifat mı olur?

Tahrifat tabii. Sen kelimeleri kaldırıp da başka kelime koyarsan, o kelimenin manası başka, o kelimenin manası başkadır.

 

Asıl tahrifatı Gülen grubuna ait yayınevleri mi yapıyor diyorsunuz?

Onlar muazzam bir tahrifat yapıyorlar. Biz ona karşıyız ve kendisine de bildirdik. Gazetelerde de yazıldı.

 

Uyarılarınızı neden dikkate almıyorlar?

Maalesef inat içindeler.

 

Nasıl bir inat bu?

Bir defa bakın eser kendilerinin değil. Korsan olarak basıyorlar. E senin olmayan bir esere sen nasıl kalem karıştırıyorsun? Senin değil ki bu ya? Sonra para kazanıyorsun. O paralar da gayrimeşru olur. Neden? Senin eserin değil.

 

Sizden izin almadılar mı basmak için?

Yok. Katiyen izin yok. Kendilerine de bildirdik, Abiler de beyanat verdiler. Katiyen karşıyız. Bunu kabul etmiyoruz diye. Halen maalesef…

 

Telif hakkı ücreti falan size vermiyorlar öyle mi?

Gülen grubunun telif hakkı yok. Telif hakkı bizim.

 

Yani onun için size para vermesi gerekiyor ama vermiyorlar?

Para da vermiyor. Batsın! Parasını da istemiyoruz, değiştirmesinler.

 

“GÜLEN GELMEYİN DİYE HABER YOLLADI”

 

Peki bu meseleyi doğrudan Fethullah Gülen’le konuştunuz mu?

Kendisiyle bizzat görüşmek için gidecektik. ‘Bu hususta gelmesinler’ diye bize haber gönderdi.

 

http://www.risalehaber.com/d/other/said_ozdemir_risalehaber.jpgSizinle görüşmeyi ret mi etti?

Dedi ben görüşmeyeceğim.

 

Amerika’ya mı gidecektiniz?

Amerika’ya ben gidecektim. Bu sadeleştirme hakkında. Alaattin Kaya’yla haber gönderdi. ‘Gelmesinler. Bu hususta görüşmeyeceğim’ diye.

 

Üstad’ın hatırı için sizi kabul etmesi gerekmiyor muydu?

İşte. Artık kendi bilir.

 

Niye görüşmek istememiş olabilir?

Sadeleştirme konusundaki fikrini değiştirmek istemiyor onun için. E biz ‘efendim yapmayın’ diyeceğiz, o da ‘hayır’ diyecek.

 

Görüşseydiniz Gülen’e ne diyecektiniz?

Katiyen bunu yapmayın. Üstad buna razı değil. Biz de değiştirilmesine razı değiliz. Tabii münakaşa olacak. O da olmasın diye... Kendisi de kabul etmeyecek. Onun için bizim gitmemizi kabul etmedi.

 

Kaç yıl önceydi?

2-3 sene oldu. Ben gidecektim. Pasaportum vardı. Bu tahrifatı yapmayın diye gidecektik.

 

Yalnız mı gidecektiniz?

Arkadaşlar sen git dediler.

 

Peki kırıldınız mı?

Tabii kırıldım. Kırgınız. Neden? Bu eserleri bu şekilde tahrifat yapmasından dolayı kırgınız.

 

“RİSALELERİ TEMEL ALMIYORLAR”

 

Risalelerle ilgili Gülen grubu neden sizden farklı bir yol izliyor?

Zaten onlar bakıyorsun ki esas Fethullah Hoca’nın eserlerini okuyorlar. İkinci şey olarak da ayrıca Risaleleri okuyorlar.

 

Talebeleri Risaleleri temel almıyor mu?

Zannetmiyorum. Risaleleri temel almıyorlar. Esas Hoca’nın kitapları temeldir. Ama ara sıra yine Risale-i Nur’ları okurlar.

 

Niye böyle davranılıyor?

Kendi görüşleri öyle.

 

Onlar da Nur cemaati sayılmıyor mu?

Şimdi Nur cemaati Üstad’ın eserlerine sadık kalıp da onları aynen neşredenlerdir. E sen onu değiştirirsen Nur cemaati olur mu yani?

 

Gülen cemaatini Nur cemaati olarak kabul etmiyor musunuz?

Tabii cemaat olarak kabul etmiyoruz. Neden? Risale-i Nur’u değiştiren Nur cemaati olarak kabul edilebilir mi?

 

Fethullah Gülen’in Said Nursi’yle bağı nasıldı?

Bediüzzaman’ın eserlerini okuyor ve okutuyordu. Ama son zamanlarda baktık ki kendisi 40-50 tane eser yazdı. Ve kendi eserlerini okutuyor. Risaleler ikincil planda kalıyor.

 

Giderek Said Nursi’nin çizgisinden uzaklaşmaya mı başladı demek istiyorsunuz?

Tabii uzaklaşma oldu ki eserleri tahrif etmeye başladı.

 

Peki bunu doğrudan Fethullah Gülen mi yapıyor yoksa başkaları mı?

Yok kendisinin fikri de öyle. Çünkü bir televizyon konuşmasında onu dinledim. Diyor ki: ‘Efendim insanlar bunu anlayamıyorlar. Onun için onları sadeleştirmek lazım.’

 

Fethullah Gülen’i ilk nasıl duydunuz?

Muhterem bir hoca olarak kendisine hürmetimiz vardı. Hatta onu ilk önce bizim Nur vakfına aldık. Sonrasında ‘ben burada çalışamayacağım’ dedi. Kendisi çıktı.

 

Ayrıldı mı sizden?

‘Ben yalnız çalışacağım’ dedi.

 

Sizin yanınızdayken nasıldı?

Risaleleri okuyor, okutuyordu. Biz ona hürmet ediyorduk. Şimdi de hürmetimiz var. Ama tabii onun bugünkü halini pek tasvip etmiyoruz.

 

Bugünkü hali nasıl ki?

Risaleleri değiştirmesine, sadeleştirmesine karşıyız. Katiyen onun bu halini tasvip etmiyoruz.

 

Buradan Fethullah Gülen’e bir tavsiyeniz var mı?

Tavsiyem Risale-i Nur’ları değiştirmemesidir. İkincisi de bugünkü hükümetle böyle bir taklaşma, bir kavgaya girilmemesini tavsiye ederim. Bir birlik ve beraberlik olsun. Memleket o vakit ayrılıklara, düşmanlıklara gidiliyor. Bilen bilmeyen konuşuyor. Birçok yaralar açılıyor. Dedikoduya, iftiraya sebep olunuyor. Hükümete olan muhalefetinden vazgeçip, müsalaha etsinler. Müsalaha olacak noktaları bulsunlar. Bu doğrudan doğruya bir fitne meselesidir.

 

Said Nursi bugün yaşasaydı Gülen’e nasıl bir tavsiyede bulunurdu?

Üstad daima birlik ve beraberlik taraftarıydı. Bu münakaşaların lüzumunun olmadığını söylerdi. Millet huzur ve saadet istiyor.

 

Kaynak: Habervaktim

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Risale-i Nur'u sadeleştirme inadı sürüyor

http://www.risaleantep.com/yonetim/veriresim/1482k.jpg Risale Haber-Haber Merkezi

Risale-i Nur'u sadeleştirme inadı sürüyor. Başta Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleri olmak üzere Nur talebelerinin büyük tepki gösterdiği sadeleştirmeye ilişkin en küçük bir geri adım atılmıyor. Aksine yeni kitaplar yayınlanıyor, gazete ve televizyondan reklamları yapılıyor.

Samanyolu Televiyonu "Sadeleştirilmiş Risale'ye büyük ilgi" gösterildiğini ileri süren bir haber yayınladı. Haberde "Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin osmanlıca eserleri daha rahat anlaşılsın diye 2012 yılında sadeleştirilmeye başlandığı" ifade edilerek satış rakamlarına yer verildi.

Fuarda gençlere mikrofon uzatılarak sadeleştirilmiş Risalelerin ne kadar faydalı olduğuna dair demeçler alındı.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Risalelerin Diyanet eliyle basılması ne anlama gelir?[/h]

Mehmet Ali Bulut

Başbakanımız Sayın Erdoğan, İşaratu'l-İ'caz'dan sonra Risale-i Nur'un diğer eserlerinin de Diyanet tarafından basılacağını haber vermesi, fevkalade sevindirici.

Her fitnenin bir hikmet ve rahmet boyutu vardır ya inanın bu gelişme bu fitneleri rahmete dönüştürür. Şu hadiseler yaşanmasaydı risalelerin diyanet tarafından basılması belki akla bile gelmezdi. Gelse bile, vakt-i merhununa tehir edilirdi.

Ama şu olaylar, Risaleleri devletin gündemine aldırdı. Bugün herkes onun esasları üzerinden birbirine gönderme yapıyor. Demek ki devlet, nihayet risale-i nurlarla tanışmaya, onunla barışmaya karar verdi. Veya onu sahiplenmeye… Hazret-i Üstad da dememiş miydi; "Bir gün gelir, bu millet diğer İslam halklarına karşı Risale-i nur ile iftihar eder" diye…

Bu, fevkalade önemli bir gelişmedir. Başbakanımızın bu müjdesini, belki de milletin bahtının uyanması şeklinde anlayabiliriz. Milletin, onu, dört kıtada hükümran kılan diniyle yeniden barışması!

2014 başlıklı bir yazımda, bu yılın,"İslam'ın, tüm dinlerin üzerine zahir olması" ayetinin hakikatinin zahir olacağı dönemin başlangıcı olabileceğini yazmıştım. İnşallah bu gelişmeler onun emaresidir…

Bildiğiniz gibi Bediüzzamanın, meselelere yaklaşımı önceki âlimlerden biraz farklıdır. Bunun sebebi onun içine doğduğu dünya ile daha önceki âlimlerin yaşadıkları dünyanın birbirinden farklı olmasıdır.

……

Avrupa'da ‘aydınlanma' çağı denilen dönemdeki gelişmelerin, sonradan tüm kadim yaklaşımları ve inanışları sarsan, kıymetten düşüren yıkıcı bir harekete dönüştüğü bilinmektedir. O dönem, insanlık tarihinde hiç görülmemiş akımları ve yıkıcı fikirleri de beraberinde getirdi. Ateizim de onlardan biridir.

Ateizm, bilimin yol açtığı bir sapma! Küfrün kibri…

Geçmiş dönemlerde de küfür ve putperestlik vardı elbet. Fakat onların hiç biri tanrısızlığı içermiyordu. Evrenin Yaratıcısız olabileceği safsatası, pozitivist düşünce sapkınlığının bir eseridir. Fakat yazık ki insanlığın büyük bir kısmını etkiledi ve inşaların kendi rızalarıyla dinlerinden uzaklaşmalarına yol açtı. Deccalizim… Elbette bunda, kilisenin ve din adına hareket eden din adamlarının da payı büyüktür. Sebep ne olursa olsun insanlık, sonunda birçok kutsalını kaybetti. Başta Avrupa olmak üzere bir çok ülkede (laisizm adı altında) dinsizlik bir din halini aldı. Ve kimileri için Tanrı artık ölmüştü. Nitche'nin maksadı bu olmasa da insanlar onu öyle anladılar.

Bediuzzamanın içine doğduğu dünya böyle bir dünya idi ve o dünyayı temsil eden hâkim güçler, güya Kuran'ı -haşa- itibarsızlaştırmak ve Türkleri de ondan soğutmak için ciddi çabalar içine girmişlerdi. Yazık ki Osmanlının yıkılmasıyla bu emellerine de bir parça ulaşmışlardı. İslam ve Kuran bizzat kendi evlatları tarafından -özellikle de Türkiye'de- hayattan çıkarılmaya çalışılmış, laisizm din olarak millete dayatılmıştı.

Bediuzzaman ise, aldığı bir takım manevi işaretlerle, onların o çabalarına karşılık Kur'an'ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu ispat etmek için yola çıkmıştı.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bastırdığı İşaratü'l-İ'caz, Bediuzzaman'ın o çabalarının ilk meyvesi idi. Birinci Dünya Savaşıcephelerinde yazılmıştı. O tefsirin, Risale-i Nurun habercisi olduğunu tabii ki o zaman kendisi de bilmiyordu.

Bediuzzaman, yaşadığı büyük badirelerden sonra Van'a gitmiş, adeta inzivaya çekilmişti. Derin bir inkisar ve üzüntü içindeydi. Aklında hep davası vardı ama nasıl yapacaktı?

Ona yine mukadderat yol gösterdi. Yine bugünkü gibi bir fitne ortamında Hükümet, onu merhum Şeyh Said olaylarıyla ilintilendirip sürgün etmişti Barla'ya. İşte orada risaleler ona sünuhat halinde akmaya başladı. O söyledi talebeleri yazdı. Etrafındakilerin ekseriyeti ümmi idi…

Risaleler peyderpey akmaya ve gelmeye başlamıştı. Gerek dili, gerek yaklaşımı bakımından önceki dini kitaplardan çok farklı idi. Bediuzzaman sürekli tevhid delilleri getiriyor ve Rabbi hakkında şüpheye düşürülmüş insanı yeniden imana davet ediyordu adeta! Felsefe ve fenninin karıştırdığı zihinleri tadil ediyor ve kalpelirdeki imanı takviye ediyordu. Her meselesine misaller ve temsiller getiriyordu.

Eski usul anlatımlara alışmış alimler, onu tenkit ettiler, "yaptıkların bidattır", "demek Rabbin hakkında bu kadar şüphelerin var" diyorlardı. Esasında onlar da haklıydı. Zira onların anlattığı İslam, bir yaratıcının kabul edildiği, ancak sıfatlarında hataya düşüldüğü bir İslam'dı. Bediuzzaman ise ateist olmuş insanı yeniden Rabbiyle buluşturmak istiyordu. Pozitivist düşüncenin akıllara sokuşturduğu şüpheleri izale etmeye çalışıyordu… Nitekim bir yazısında şöyle diyordu:

"(Bugünlerde manevi bir muhaverede (konuşmada) bir sual ve cevabı dinledim. Size bir kısa hülâsasını beyan edeyim.)

Biri dedi: "Risale-i Nur'un iman ve Tevhid için büyük tahşidatları ve külli teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kafı iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?"

Ona cevaben dediler: "Risale-i Nur, yalnız bir cüz'i tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki külli bir tahribatı ve İslamiyet'i içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarük ve teraküm edilen müfsid aletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumiyi (yaralanan toplum vicdanını) ve efkar-ı ammeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mümininin istinatgâhları olan İslami esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi, Kur'an'ın icazıyla ve geniş yaralarını Kur'an'ın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle külli ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakin derecesinde ve dağlar kuvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilaçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda Kur'an-ı Mucizü'l Beyanın i'caz-ı manevisinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır" diye, uzun bir mükaleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim." (STG, 31)

Demek ki risalelerin devlet eliyle basılması, devletin hem ona karşı bir hak teslimi hem de İslam ile barışması anlamına geliyor. Başbakanı buna sevk eden saik ne olursa olsun hayırdır ve güzeldir! Belki bu fitnelerin yaşanmasının rahmet tarafı da risalelerin Diyanet eliyle yayınlanması olacak!

Asırların ihmalkârlığı ve 80 yıldır devletin İslam karşıtı uygulamaları ve dayatmalarıyla yaralanan toplum vicdanının yeniden tamiri ve Türk milletinin rabbi ile buluşturulması az bir iş im? Ve dahi, Türk milletinin ve Türklüğün deccal (Süfyan) tarafından, İslam'ın bazı şeairine karşı kullanılmasının, artık sone erdirilmesi…. Hani "Süfyan Türk milletini ve Türklüğü muvakkaten İslam'ın bazı şeairini karşı kullanır" denilmişti ya. İşte Risalelerin, Diyanet eliyle yayınlanması onun da sona erdiğini gösterir. Bu kutlu gelişme inşallah başka güzelliklerin de kapısını açar. Yani bir de bakarsınız "Kahraman ordu, ipini onun elinden alır, hatasını anlar ve yapılan tahribatı tamir eder… " diye haber verilen iş oluvermiş. Yahut Ayasofya ezanları ve müminleriyle buluşuvermiş! 2014 bazı sıkıntılarla birlikte çoook güzelliklere de gebedir inşallah.

Ben ısrarla bir şeyi tekrar edip duruyorum. Eğer Menderes, Ayasofya'yı camiye dönüştürseydi, belki de ihtilale maruz kalmayacak ve idam de edilmeyecekti...

Aynı şeyi bugün dahi söylemek mümkündür. Çünkü Ayasofya'nın açılması meselesi bir zemin ve zaman meselesi değil, bir irade ve azim meselesidir. Başbakan o iradeyi sergilese, Ayasofya'yı ibadete açsa, seçimler için bu kadar dil dökmeye gerek bile kalmaz! Çünkü her müminin gönlünde Ayasofya'nın müze haline getirilmiş olmasının utancı var. Ayasofya'nın şu hali bu millete mağlubiyet utancını ve acizliğini hatırlatıyor. Siz onu açtığınızda, millete güven gelecek. Karton krallıklar yıkılacak. Ve emin olun, şu gün yaşadığınız kadar bile baskı görmezsiniz.

Ey erbabı-ı hükümet işte görüyorsunuz, millete hizmet etmeye karar verdiğinizden bu yana sizinle uğraşıyorlar. Mademki millete hizmet etmeniz oranında üstünüze geliyorlar, siz en son hamleyi yapın! Şu anda yapılandan daha fazla ülkeye zarar veremezler. Size yapılan baskı niçindir. Sizi, sınırlarını kendilerinin çizdiği ağılın içinde tutma çabasıdır. Siz o duvarı yıkın, bakın bakalım neler oluyor? Türkiye'ye savaş mı açarla? Acaba şu anda yaşananlar başka bir şey mi?

Ben sayın Erdoğan'ın yerinde olsam, Risalelerin basımıyla Ayasofya'nın açılışını aynı ana denk getiririm. İşte o zaman şehadet mertebelerine denk bir hizmet etmiş olur… hem bir ayet-i kerimede mealen " siz dosdoğru olsanız o sizi yediklerinizden mesul tutmaz" buyurulur.

Hadi göreyim. Ya Allah bismillah!

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

13 Mart 2014 Perşembe 14:44

[h=1]Sadeleştirme Risale-i Nur’un anlattıklarını tahrif etmektir[/h]

Akit yazarı Hüseyin Öztürk'ün çocukluk hatırası

Risale Haber-Haber Merkezi

Yeni Akit yazarı Hüseyin Öztürk, Risale-i Nur'un sadeleştirilmesine dair çocukluğunda yaşadığı bir hatırayı anlattı.

Merhum babasının Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Said Özdemir ağabeyin yakından görüştüğü birisi olduğunu hatırlatan Öztürk, sadeleştirmeyle ilgili gözlemini aktardı:

"Said ağabey dükkâna gelip giden gençlere 'Gençlik Rehberi' dağıtırdı. Bazı kimselerin; anlayamadıkları için 'sadeleştirilse olmaz mı' sorusuna;

“Birkaç defa oku anlarsın. Kelimeler önünde dürülmüş hasır gibi açılır, Üstadımız sadeleştirmeye şiddetle karşıydı, kendisi bile değiştiremezmiş, değiştirmeye kalkanlar, Risale-i Nur’un anlattıklarını tahrif etmiş olurlar, mana değişince imanın özü de değişir” derdi.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Risale-i Nur’un hukuki bir sahibi olmalı

 

14 Mart 2014 Cuma 07:22

 

veliahi@gmail.com

 

Meksika ormanlarında bazı bilim adamları çeşitli araştırmalar için bir grup yerli ile yola çıkarlar.

Birkaç gün yol alınca birden yerliler durup yürümezler.

Bilim adamları zorladıkları halde bir adım bile gitmezler.

Sebebini sorarlar.

Yerlilerin verdiği cevap gariptir;

“Biz çok hızlı yürüdük, o kadar hızlı geldik ki ruhlarımız geride kaldılar. Onları beklemek zorundayız.”

 

Belki ilk etapta yerlilerin mistik bir inanışıdır deyip dudak bükebiliriz.

Ama burada ince bir hakikat göze çarpmaktadır.

Bu hakikat bana*Bediüzzaman’ın bir sözünü hatırlatıyor.

“Hayat-ı içtimaiye-i beşeriye de bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. “

 

Bu gün Risale-i Nur hizmeti çığ gibi büyümeye başladı.

Öyle bir zaman akışına girdik ki Risale-i Nur aklımızın alamayacağı bir hızla toplumlarda makes buluyor.

Bu gün*her tarafta, her alanda Risale ve Bediüzzaman konuşulur oldu.

 

Sözlü ve yazılı basında, televizyonlarda, radyolarda günlük olarak mutlaka konuşuluyor.

Bununla birlikte hizmet halkası da genişliyor.

Öyle sanıyorum ki bugün yeryüzünde*Kur’an-ı Kerim ve Hadis kitaplarından sonra belki de en çok okunan eserler Risale-i Nur külliyatıdır.

Öylesine geniş bir yelpazede seyrediyor ki yukarda dediğim gibi aklımızın ve havsalamızın alamayacağı bir ivme kazanmıştır.

 

Tabiî ki bunun sebebi Cenab-ı Hakkın inayeti olmakla birlikte bu inayeti celbeden birçok etken sayılabilir.

Fakat en son olaylar ise belki bardağı taşıran sebep diyebiliriz.

Zira sadeleştirme ile direk Risaleye saldırı olduğu gibi, gerçek nur cemaatlerine yapılabilecek bir saldırı ve çok kötü sonuçların doğma ihtimaline karşı inayeti İlahiyenin görünenin tam tersine işlemesiyle bir*Risale fütuhatına dönmüş*bulunmaktadır.

Şu an öyle garip bir hal aldı ki,*Başbakanlık seviyesinde Risale ve Bediüzzaman savunması*yapılıyor ve hiçbir yerde itirazlar yükselmiyor.

 

17 Aralık olaylarından hemen sonra yaşayan ağabeylerin olması gerekeni söylemeleri başta birçok kişinin garibine gittiği halde bugün varılan noktada nasıl*isabetli bir iş yaptıklarına şahit oluyoruz.

Dolayısıyla şu an gelinen nokta bir eşiktir.

Bize gelecekle ilgili çok önemli ipuçlarını veriyor.

Ve*bütün cemaatlere büyük bir sorumluluk getiriyor.

 

Şimdi şöyle düşünün; televizyonlarda risale konuşuluyor, toplantılarda risale konuşuluyor, devlet nezdinde müspet manada Risale konuşuluyor,*belki de kısa bir süre içinde okullara da girecek…

Eskiden bir belde yahut ilde nurcuları sayabiliyordun, bu gün ise saymak mümkün değil.

Yani anlayacağımız öyle hızlı bir gelişme var ki, hiç beklenmedik kişiler Risaleleri savunma ve övme pozisyonuna girmiştir.

 

Diğer tarafta*bu potansiyeli gören birçok uyanık bu halden nemalanmak isteyecek.*Nitekim şimdiden birçok emarelerini görüyoruz.

Bundan da öteye şeytanın sağdan yanaşması gibi bu büyük fütuhatı gören düşmanlar sureti haktan gözüküp çeşitli manipülasyonlarla tesirini kırmaya yönelik çalışmalar da yapacaktır.

Bence sadeleştirme buna bir örnektir.

 

Öyle ise geldiğimiz bu noktada geleceğe yönelik çok sağlam önlemlerin alınması gerekiyor.

Henüz ağabeyler hayatta iken*bu hizmetin veya eserlerin hukuki bir zemine oturtulması gerekecek.

Bence öyle bir zemin oluşmalı ki her önüne gelen bu eserleri basmamalı…

Ve öyle bir sistem oturmalı ki; yalan yanlış savunma ve saldırılara cevaplar verilmeli.

 

Haydi diyelim direk saldıranlara efkârı amme noktasında fıtri bir savunma söz konusu olabilir.

Lakin taraf gözüküp ya kasten yahutta bilinçsizce yapılan savunma ve tanıtımlar büyük handikapları da beraberinde getirecektir.

 

Eğer bugün*CHP gibi bir partiye nurcuların da oy vermesi gerekebilir yorumları ve tevilleri yapılabiliyorsa*ne demek istediğim anlaşılıyor sanırım.

Elhasıl hainleri bir tarafa bıraksak dahi, şu anki pozisyon Risale-i Nur davasının toplum üzerinde çok farklı algılara götürecek yorumlar işitiyoruz.

 

Bunun yanında*Bediüzzaman’a ait olmayan sözler de ortalıklarda dolaşmaya başladı.

Yani bu hızlı yayılma her yönüyle anlam itibarıyla tam sindirilmeyen bir yayılma olduğu için Risalenin manasına Risalenin ruhu ulaşmadan süregelen bir seyirdir diyebiliriz.

Hani velayet makamlarındaki “zat”,”sır” ilişkisi gibi…

 

Bediüzzaman hazretleri yaşıyorken Risalenin ruhunun gerek varlığıyla gerekse lahikalarla birleştirip sağlam temeller atmıştı.

Bugün Bediüzzaman yok, yarın hiçbir abi bulunmayacak ve hizmet çığ gibi büyüyecek*Üstad hazretlerinin beşaretiyle insanlığın kanuni esasisi olacak..

Öyle ise dünya çapında bu kadar büyüyecek bu hizmetin hukuki bir zemini olmalı.

Ayrıca hizmetin ruhuna uygun olmayan söylemleri ekarte edip*hizmetin ruhuna uygun radarlar olmalı.

 

Başta ağabeyler sonra bütün sıddık, sadık sarsılmaz nur cemaatlerine duyurulur…

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Psikoloğum Bediüzzaman'a sadeleştirmeyi şikayet

 

13 Mart 2014 Perşembe 07:17

 

selahattin_gezer@hotmail.com

 

Sevgili Psikoloğum Bediüzzaman-6

 

Evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar.

 

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kudsî programıyla birbirinin yardımına, dualarıyla ve mânevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın imanî hakikatlerini tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme, inceden inceye tetkikten sonra, o cihette bize beraat vermişler.**Said Nursî

*

Sevgili Psikoloğum Bediüzzaman, bize cemiyetin, cemaatin ne olması gerektiğini ve bir araya gelmelerin asıl maksadı insanlığa yarayışlı fayda verici uğraşılar içerisinde olmak gereğini en başta şahsınız ve etrafınızdaki kahraman ağabeyler gösterdiler...

 

Nur talebelerinin oluşturduğu cemiyetin mensupları insanlığa iman hizmeti vererek dalaletten kurtarmak olduğunu Kur’an ve iman hizmetinin zaruret’ini aşk ile ortaya koyduğun reçetelerden öğreniyoruz. Evet, biz bir cemiyetiz, öyle bir cemaatiz ki,*attığımız adımların karşılığında sade ve sadece imanlı kardeşler kazanmak hayatımızın gayesidir.*Sen ki bizlere iman kurtarmanın bütün maddi değerlerden üstün olduğunu öğrettin. Küfrün dehşetini yaşatacak, şeytanın aldatmaları hep devam edeceğini uyanık olmamız ve kuvve-i mâneviyemizi daima diri tutmamız gereğini öğrettin, bize de her daim iyileşmek için reçetene sadık kalmak doktor tavsiyesine uymak düşer.

 

Sevgili Psikoloğum,*Basmane vakıf dersinde yine tedavi gördük; yaralarımız tek tek pansuman edildi.*Ayrıca maşallah Eyüp ağabeyin fiziksel rahatsızlığından Rabbimizin şafi ismi ile şifaya kavuşmuş olmasına da sevinçliyiz. Evet, okudukça dinledikçe adeta yoğun bakıma alınıp, manevi sıhhate kavuşuyoruz. Zaten manevi sağlık maddi rahatsızlıklarında iyileşmesini tetikliyor.

 

Sevgili Psikoloğum,*sadeleştirme tahribatına Lem'alar'ın parıltılarını zayıflaştırmaya çalışarak devam etmekteler.Oysa orijinal parıltısı hastalara merhem, ihtiyarlara manevi gençlik iksiri olurken, bizlere de içimizi dışa, dışımızı içe çevirmeği ve içteki yaraların daha dehşetli olduğunu öğretti. Biz onunla hevesatın canavar bir balık olabileceğini bizi yutabileceğini öğrendik.*Düşmanlık hissetmiyoruz sadece acıyoruz ve üzülüyoruz.

 

Her iman dairesine girenlerden, sana samimi talebe olarak Kur’an ve sünnet aydınlığına kavuşanlardan, ruhun bayram sevinçleri yaşıyorken, mutlaka bu sadeleştirme ile inciniyordur.*Ümit ediyoruz ve dualar ediyoruz ki senin harikulade bu reçetene dokunmaktan sulandırmaktan vazgeçerler.*Yanlıştan vazgeçilmesi, hatayı ne kadar büyük olsa da imha eder; bu da eserlerine minnettarlık göstergesi olacaktır.*Zira sadeleştirilen Lem'alar, iç dışa, dış içe çevrildiğinde iyi niyet değil, bilerek veya bilmeyerek büyük zarar olduğu ortaya çıkıyor.*Var olması gereken İmparatorluk diline, kendi öz dilimize yapılan bu yanlış, gelecektekilerin dillerine iyice kısırlık verecektir.*

 

Sevgili psikoloğum,*gerçek talebelerin yürekleri ve dilleri dolu dolu Bediüzzaman diyor.*Gerçek talebelerin demi güzel hakikatleri orijinal içiyor. Gerçek talebelerin imana kavuşanlar için gerçek cenneti unutup, Allah’ın rızasını kazanma cennetini yaşıyor. Talebelerinin eline iman hakikatlerini, yüreklerine uhuvveti, akıllarına tefekkürü verdin ve mayınlı arazi olan siyaseti gösterdin girmeyin ilişmeyin dedin. Size uhrevi planlar yeter dedin, başka planlara girmeyin dedin. Sadık talebelerin sadakatte sancağı hep zirvede tuttular. Sadece ebedi âleme göçerken şerefle teslim ettiler. Evet,*sadeleştirilen Lem’ların dışı iyi niyetle görünse de, içe çevrildiğinde tahrip ve art niyete alet olma hakikati vicdanlara haykırıyor.

 

Sevgili Psikoluğum, tedavisi milyonlar şahit ile kesinleşmiş reçetende değişiklik, bu kadar nur kahramanlarını göz ardı etmek ve tedavinin etkisiz kalmasına gayret oluşturmaktadır.*Koca imparatorluktan geriye kalan sağlam bir dilin tahribi ile kahraman ecdatla iyice irtibatı kesmektir.*Bunca itiraz harika üslubundan alınan lezzetten dolayıdır. Bunca itiraz, zengin kelime ve elmas madeni gibi cümle yapısına kafa yorarken, duyguları ve ruhu gündelik yaşamın aç koymasından sonra ziyafet gibi doyurmasından dolayıdır. Bu ziyafetin tadını da ancak iştahı olan, yeme niyeti olan çıkarır.

 

Risale-i Nur sofrasından 40’ların, 50’lerin insanları nasiplenerek imanlarını kurtarması o dile yakınlıklarından değildi, tam tersi yaşatılan zulümler karşısında, bırakıldıkları karanlıklar karşısında, ruhen vitaminsiz ve gıdasız kalmalarından dolayı buldukları bu sofraya büyük bir iştahla oturmuşlar ve ortaya kahraman ağabeyler ve fedakâr nur talebeleri çıkmış. Mesele iştahla ve ihtiyacın ne denli büyük olduğunu düşünerek bu sofraya oturmakta ve talebe olmakta, yoksa yemeğe niyeti olmayana sadeleştirmeyi de defalarca sadeleştirseler yine aç yine nasipsiz kalacaklar.*Allah iştahımızı arttırsın ve bu nurlu sofranın orijinal lezzetlerinden sebeplenmeyi nasip etsin.Hayatta kalan kahraman ağabeylere nurun ilk halkalarına Mevla sağlık sıhhat versin, çünkü onlar iştahla iman hakikatleri nasıl yenir birer canlı misallerdir.

 

Son söz: Sevmek anlamaktır, müellifinin müsaade etmemesine itaattir.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.


×
×
  • Neu erstellen...