Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Bu fitnenin arkasında kim var

 

Yazdıklarımı yakından takip edenler 2010’a kadar açıktan destek verdiğim AKP’yi 2011’den bu yana sıkça eleştirdiğimi görür. AK Parti iktidarını üç konuda eleştiriyorum. Dış politikada öngörüsüzlük ve maceracılık, PKK konusunda teslimiyetçilikle ve PKK’nın büyütülmesi, demokratikleşme konusunda reform yapılmaması ve yapılan reformların geri alınması kötüye gidiş.

Örneğin AKP’nin ANAP’laştığını Aralık 2011’de, demokratikleşme konusunda önemli bir umut olan yeni anayasanın yapılmayacağını Haziran 2011’de yazdım. Kürt sorunu konusunda yaptıkları yanlışları da 2009’dan bu yana hep yazıyorum.

AKP’nin yaptığı doğruları da takdir ediyor açıktan destekliyorum. Örneğin en son Suriye’ye askerî müdahale konusundaki tutumunu Taraf’ın editoryal politikasıyla ters düşmeme rağmen doğru buluyor, destekliyorum.

Bu girişi benim de adımın karıştırıldığı ama daha çok Gülen Cemaati aleyhine yürütülen bir fitne girişimini deşifre etmek için yazdım. AKP ile ilgili eleştirilerimin Cemaat’le yakından uzaktan ilgisi olmamasına rağmen (AKP’ye yönelik eleştirilerim AKP ile Cemaat arasında sorun yokken başladı) son aylarda Rasim Ozan Kütahyalı’nın yürüttüğü bir fitne kampanyasında adım sıkça kullanılıyor.

En az üç saygın ve çok bilinen köşe yazarı birbirinden bağımsız olarak Rasim Ozan Kütahyalı’nın kendilerini aradığını Cemaat aleyhine yazı yazmaları konusunda teşvik edildiklerini söylediler. Bunu sadece bana söylemediler. Medya dünyası bu girişimle çalkalanıyor. Tanıdığım birkaç internet sitesi yöneticisi de Rasim Ozan Kütahyalı tarafından arandıklarını “Cemaat ile AK Parti arasında bir kavganın olduğunu bu kavgada taraflarını seçmelerinin” söylendiğini ifade ediyorlar.

Zaten Kütahyalı da bu faaliyetini gizlemiyor. Temmuz başında yazdığı yazıda aynen şunları yazdı “Demokrat yazarlar ayrışıyor. Bir kısmı Erdoğan’a tek adam ve diktatör diyen cepheye katıldı. Bu mesele etrafında hepsini yakından tanıdığım bu yazarlarla sık sık konuşuyor onları buluşturmaya gayret ediyorum. Bu yazarlarla yaptığım telefon konuştuğumda hemen hepsiyle aynı şeyi yaşıyorum. Hepsi telefonda Erdoğan’ı kıyasıya eleştiriyor ama aynı yazarlara başka netameli konulara (Cemaat konuları) girildiğinde dut yemiş bülbüle dönüyorlar. Devlet içinde kimi kesimlerin Erdoğan’a karşı kimi tarihler ve somut isimleri konuştuğumuz an hemen hepsi neredeyse aynı tepkiyi veriyor. Rasim’cim bu konuları yüz yüze konuşalım Telefonda sağlıklı olmaz vs.

Kütahyalı’nın bu faaliyetleri son zamanlarda oldukça arttığı için bunu twitterden duyurup şu soruyu sordum: Bu fitnenin arkasından kim var? Bu fitneden, Kütahaylı’nın patronları Serhat Albayrakve Osman Gökçek’in haberi var mı yoksa gerçekten de Kütahyalı’nın muhataplarına hissettirdiği gibi Başbakan mı var arkasında?

Bu soruma Osman Gökçek biraz da panik hâlde cevap verdi. Kütahyalı’ya kendisinin bu minvalde yazı yazdırmadığını kendisinin Cemaat okulunda okuduğunu ve cemaatten biri olduğunu ima etti. Ama Kütahyalı’nın sözünü ettiğim yazısı hakkında yorum yapmaktan da ısrarla kaçındı. Umarım Serhat Albayrak da bu fitne girişiminin arkasında değildir.

Rasim Ozan bu aklı kimden alıyor ve yazarları, internet sitelerini arayıp Cemaat’le Başbakan arsında kavga var safınızı seçin diyebiliyor? Kim destekiliyor bu fitneyi patronları mı, yoksa gerçekten ima ettiği gibi Başbakan mı? Yoksa kendiliğinden mi yapıyor bütün bunları? Kendiliğinden yapıyorsa o hâlde neden bu fitneler Sabah tarafından ödüllendirilip Takvim’den Sabah’a alınıp öne çıkarılıyor bu kişi?

Bir de anlamadığım şöyle bir durum var: Rasim Ozan Kütahyalı Yavuz Baydar Sabah’tan atılınca “hiç bir medya patronu kendisi hakkında karalama yapan kişiye iş vermez. Bu nedenle Baydar’ın atılması doğruydu” mealinde birtakım yazılar yazdı. Şimdi sorum Osman ve Melik Gökçek’e. Eğer gerçekten de Cemaat’e yakınsanız Rasim Ozan’ın kendi ilkesini ona hatırlatacak mısınız? İddia ettiğiniz gibi Cemaat ile AKP arasındaki fitnecilere karşı duruşunuz varsa Rasim Ozan’ın bu fitne girişimine ne diyorsunuz? O yazı hakkında neden ısrarla yorum yapmaktan kaçınıyorsunuz?

Cemaat’e çok yakın olduğunu söyleyen Osman Gökçek Cemaat’e savaş açan Rasim Ozan Kütahyalı ile iş tutuyor, ama bunu deşifre edince ben fitneci oluyorum onlar pirüpak.

Bir de tartışmanın Hüseyin Gülerce cephesi var. Osman Gökçek ve Melih Gökçekle tartışırken Gülerce hiç üstüne vazife değilken araya girip beni fitnecilikle suçladı.

Gülerce’ye de sorayım. İş tuttuğunuz ve savunduğunuz Rasim Ozan Kütahyalı’nın anlattığım faaliyetlerinden haberiniz var mı? Herkes sizi Cemaat sözcüsü bilir. Beni fitnecilikle suçlayan Gülerce, diyelim anlattığım faaliyetlerinden haberiniz yok, Kütahyalı’nın yukarıda yer verdiğim fitneciliğini itiraf ettiği yazısına bir çift sözünüz yok mu? Tartışma ile uzaktan yakından ilginiz yokken hangi dürtüyle tartışmanın ortasına daldınız ve dostunuz Rasim Ozan Kütahyalı’nın Cemaat aleyhine yaptığı fitneleri savundunuz? Bu nasıl bir ilişki ağıdır, nasıl karanlık ve karmaşık bir durumdur. Cemaatiniz aleyhine yürütülen bir fitne yaratıp itiraf edene destek veriyor, bu fitnecileri benim de adımı kullandıkları için deşifre eden beni fitneci diye suçluyorsunuz. Bu duygudaşlığın asıl motivasyonu nedir?

Not: Ey Cemaat ve AKP’nin ilgilileri, ne için nasıl kavga ederseniz edin beni ilgilendirmez. Ama bu kavganızda adımı kullanmayın. Ben sizin kavganızın bir tarafı değilim. Cemaat ile AKP’nin arası çok iyiyken, 7 Şubat krizinden aylar önce, AKP’nin ANAP’laştığını, demokrasiden uzaklaştığını, partner değiştirme çabasında olduğunu yazdım ve o tarihten bu yana yukarıda saydığım üç konuda AKP iktidarını eleştiriyorum.

Ben AKP’yi eleştirirken Cemaat ile AKP arasından su sızmıyordu. Yani benim AKP’ye yönelik eleştirilerim ile Cemaat kavgasının hiçbir ilgisi yoktur. Ben sizin aranız iyiyken de eleştiriyordum bu partiyi aranız kötüyken de. Eleştiriyorum çünkü benim bir dönem inandığım güvendiğim AKP’nin 2011 seçimlerinden hemen sonra çok değiştiğini görüp hayal kırıklığına kapıldım.

Eğer AKP doğru hamle yaparsa, Suriye politikasındaki son hamlesi gibi, tereddütsüz destekliyorum.

Kiralık fitnecinize söyleyin adımı fitnelerine malzeme yapmasın yoksa faaliyetlerini de fitnelerini de işte böyle deşifre ederim. Fitnelerine adımı karıştırmasa sessiz ve derinden devam edecekti. Ama şimdi deşifre oldu demagoji yapıp fitnesini bastırmaya çalışacak. Bundan sonra daha akıllı fitneciler bulun sert kayaya çarpınca planlarınız bozuluyor sonra....

 

 

 

Emre Uslu, Taraf, 02.09.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Antworten 423
  • Erstellt
  • Letzte Antwort

Top-Benutzer in diesem Thema

Top-Benutzer in diesem Thema

Veröffentlichte Bilder

AK Parti hiçbir cemaatle çatışmaz

 

Başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, AK Parti ile cemaat arasında gerilim olmadığını belirterek, “AK Parti büyük Türkiye idealine ulaşmak için her kesime kucak açmaktadır” dedi.*ŞENAY YILDIZ / senay.yildiz@aksam.com.trDoç. Dr. Yalçın Akdoğan “Türkiye’de siyasetin ekseni değişime karşı olanlar ve değişimi isteyenler şeklinde oluştuğu gibi, dünyada da küresel bir statüko var ve yeni eksen yeni çıkar ittifakları üzerine kuruluyor. Onlar Mısır’daki darbeye destek verdiler, bölgenin demokratikleşmesini istemeyen farklı aktörler statüko ittifakında saf tutuyorlar” diyor*Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı ve AK Parti Ankara Milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan ile yaptığımız söyleşinin ikinci ve son bölümü şöyle:- AK Parti dış politikada yalnızlaşıyor mu tartışması son günlerin en ilgi çekici konularından. Bir tweet üzerinden başlayan bu “değerli yalnızlık” konsepti AK Parti’nin “muhafazakâr demokratlık” gibi üzerinde düşünüp, sistemli şekilde kavramsallaştırmaya çalıştığı bir parti politikası mı?Böyle bir şey söz konusu değil. Arkadaşımızın sözü çarpıtılarak yansıtıldı. Ayrıca tweet üzerinden politika belirlenmez. Bir dış politika değişikliği olursa bunu Başbakan veya Dışişleri Bakanı açıklar. Politikacı olmak, politika yapıcı olmak, politika yapıcılara fikir veren adam olmak ayrı şeyler. Danışmanlar politikaları belirlemezler. Politikalar hükümet, kabine, MYK, MKYK gibi kurullarda veya liderler tarafından belirlenir. Danışmanlar politikaları belirleyen kurum, kurul ve kişilere katkıda bulunabilirler. Ama politika yapıcı değildir danışmanlar, politika dillendiren hiç değildir. Böyle bir kavram üretelim, yeni bir politika değişikliği gibi bir durum yoktu ortada. Dediğim gibi, o tweet çarpıtılarak yansıtıldı. Ben Türkiye’nin yalnızlaştığı kanaatinde değilim. Türkiye yalnızlaştı diyenler onu şimdi Suriye’de bir ittifakın içerisinde gösteriyorlar. Yalnızlaştıysa nasıl oluyor da önemli bir ittifakın içinde yer alıyor?DEĞİŞİM EKSENLİ SİYASET OLUŞTU- Bu yalnızlaşma meselesi Türkiye’nin Mısır’da izlediği siyasetle ilişkilendiriliyor daha çok. Çünkü hem bazı Batılı hem de Suudi Arabistan gibi bazı Arap ülkeleriyle ters düşmüş görünüyoruz…*Son dönemde klasik ittifaklar yerine olay bazlı farklı bir araya gelmeler görülüyor. Bir konuda birbirine hasım gibi duran ülkeler, başka bir konuda yan yana duruyor. Türk siyasetinde de yeni bir eksen oluştu: Değişime karşı olanlar ve değişimi isteyenler. Bu yeni eksende bir İslamcı ve bir komünistin değişime direnme konusunda birlikte hareket edebildiğini; AK Parti’nin de çok farklı toplum kesimlerini bir araya getirerek, değişimin lokomotifliğine soyunduğunu gördük. Bu değişime direnen yapılanma gibi, dünyada da küresel bir statüko var. Bu küresel statükonun oyuncuları farklı konularda farklı tavırlar sergileyip, farklı konularda bir araya gelebiliyor.- Bu küresel statükonun temsilcileri kimler?Mesela Mısır’daki darbeye karşıtlık konusunda kimler bir araya geldi, darbeye destek konusunda kimler? Türkiye’de nasıl statükocu güçler çok farklı ideolojide olmasına rağmen bir araya gelip hareket edebiliyorsa, küresel düzende de böyle bir statüko anlayışı oluştu. Milletin iradesiyle seçilmiş bir iktidarı silahla, darbeyle deviriyorsunuz ama demokratik değerler üzerine yükseldiğini iddia eden bir yapı buna karşı çıkamıyor, tepki gösteremiyor ve hatta el altından ona destek veriyor. Aslında burada ciddi bir değer erozyonu var ve inandırıcılık zedeleniyor. Küresel düzeyde bir statüko olduğunu ve demokratikleşme konusunda birçok ülkenin sınavı geçemediğini görüyoruz. Soru şu: Demokratikleşecek miyiz, demokratikleşmeyecek miyiz? Özgürlükler, hak, adalet herkes için olacak mı, olmayacak mı? Değer endeksli mi hareket edeceğiz, çıkar odaklı mı? Küresel statüko ittifakı bölgenin demokratikleşmesine direniyor.AK PARTİ'Yİ ELEŞTİREN YAZARLAR CEMAATİ TEMSİL EDİYOR MU?AK Parti ile Gülen Cemaati arasında bir gerilim olduğunu düşünmediğini söyleyen Akdoğan: “AK Parti hizmet için siyaset yapıyor. Gülen Hareketi de kendisini hizmet olarak adlandırıyor. Biz siyasi alanda hizmet üretiyoruz, onlar sosyal-kültürel alanda hizmet üretme gayretindeler.”*- Cemaat ile AK Parti arasında gerilimin*tırmandığı yorumlarının ardı arkası kesilmiyor. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yaptığı açıklama da ortada. Hemen her gün cemaate yakın isimler köşelerinde AK Parti’yi devletin yerini almakla itham eden ve dış politikasını eleştiren sert yazılar yaşıyor. Nasıl oldu da böyle bir aşamaya gelindi?Ben gerilim olduğu kanaatinde değilim. AK Parti’yi eleştiren ve o yazar dediğiniz kişiler cemaat denilen bir hareketi temsil ediyor mu, temsil kabiliyetine sahip mi? Bilmiyorum. Bu kadar büyük yapılar içinde çok farklı görüşten insanlar ve farklı düşünceler olabilir. Bir bünye içindeki bir ferdin eleştirisini bütün bir yapıya mal etmek de doğru olmaz. AK Parti hizmet için siyaset yapıyor, Gülen Hareketi de kendisini hizmet olarak adlandırıyor. Biz siyasi alanda hizmet üretiyoruz, onlar sosyal-kültürel alanda hizmet üretme gayretindeler. Bu büyük yapılar içerisinde ben bir aykırılık, çatışma olduğu kanaatinde değilim. Uhuvveti esas alan insanlar sadece hayırda yarışırlar. AK Parti büyük Türkiye idealine ulaşmak için her kesime kucak açmaktadır.KİMSEYLE ÇEKİŞMİYORUZ- Peki, ne oldu da hem iç politikada hem dış politikada cemaate yakın kişilerin hükümete yönelik eleştirilerinin dozu son dönemde arttı?AK Parti’ye bugüne kadar destek veren, AK Partili olmasa bile demokratik*değişim taleplerinde destek veren çok farklı kesimler var. AK Parti demokratikleşme sürecinde değişimci kesimlerin lokomotifliğini yaptı. Bu kesimler, bazı olaylarda AK Parti’yi eleştirdiler, bazı olaylarda destek verdiler. AK Parti’nin her icraatını herkes olumlayacak diye bir şey söz konusu değil. Ama AK Parti bütün bu kesimlerle beraber yol yürüme anlayışını değiştirmedi. Kongrede ortaya koyduğumuz 2023 vizyonu bu anlayışın teyididir. Bizim kimseyle çekişecek, uğraşacak halimiz yok. Ben kendi çevremde ne Hoca Efendi’ye ne de Başbakan’a yönelik saygısız bir değerlendirmeye izin vermem. Biz kardeşliği yüceltmek durumundayız, herkesin de bu*anlayışla hareket etmesi gerekir.ÖNE ÇIKMAK GİBİ BİR ÇABAM YOK- Siz iki gazetede birden yazıyorsunuz ve yazdıklarınız neredeyse Başbakan’ın görüşleri gibi algılanıyor. Öyle ki, bazen Cemil Bayık gibi isimler size yanıt veriyor. Bu süreçte kişisel pozisyonunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok mu öne çıkıyorsunuz? Bu durum sizi rahatsız ediyor mu? **Akademisyenliğin de, yazarlığın da, danışmanlığın da temelini fikir oluşturuyor. Siyasetçinin siyasi düşünce ve yorumlarını farklı araçlarla dışavurması da aslında yaptığı işin bir parçası... Yazma, konuşma, anlatma demek, insanlığını rafa kaldır demek olur. Milletvekili ticaret yapabiliyor ama akademisyenlik yapamıyor, yazı yazmasından rahatsızlık duyanlar da yok değil. Benim öne çıkmak gibi bir çabam yok. Sadece danışmanken mutfak çalışması yapıyordum, daha arka plandaydım, şu an siyasetçi kimliğim de olduğu için ister istemez belli konulara açıklık getirmek ve bazı cevaplar vermek gerekiyor. Siyasette risk almak istemeyenler suya sabuna dokunmazlar ve hep iyi polisi oynarlar. Bizim kişisel hesabımız yok, partimizin menfaati hangi rolü ve mücadeleyi gerektiriyorsa onun içinde oluyoruz. *BİZ DON KİŞOT’LUK YAPMIYORUZ- AK Parti reel politikayı göz*ardı edip, başka ülkeler*için kendi çıkarlarını*düşünmemekle eleştiriliyor…*Biz elbette ulusal menfaatlerimize halel getirmeyecek şekilde hareket ederiz ama bölge halklarının menfaatini de nazara alırız ve insani hassasiyetleri de gözardı edemeyiz. Değerlerimize aykırı hareket etmek, kendi kendimize yabancılaşmak, kendimizi inkâr etmek anlamına gelir ki bu inandırıcılığımızı ortadan kaldırır. *Türkiye Don Kişot’luk yapmıyor. Biz hem BMGK geçici üyeliği yaptık, hem de BM’nin yapısal dönüşüm geçirmesi için eleştirdik, sorguladık. Yani hem içindeyiz hem de onun yapısal değişime uğraması için büyük mücadele veriyoruz. AK Parti’nin iç siyasetteki gücü de buradan geliyor. İktidar ama iktidar olmasına rağmen statükocu davranmıyor, hâlâ demokratikleştirmek istediği bir sistem var ve mücadeleci karakteri dinamizmini artırıyor. Aynı şey dış politika için de geçerli, AB üyeliği için de çaba gösteririz, AB’nin zayıf kalan politikalarını da eleştiririz. Teslimiyetçi ve taklitçi zihniyette tekâmül olamaz. İktidarın AK Parti’yi eritememesi, yozlaştırmamasının nedeni de bu. *Bundan dolayı AK Parti büyüyor.SEÇİLMİŞ CUMHURBAŞKANI YARI BAŞKANLIĞI GETİRİR- *Başkanlık Sistemi tartışması rafa mı kalktı sizin için artık? *30 yıldır yapılıyor bu tartışma ve hiçbir zaman rafa kalkmadı. Ama bu cumhurbaşkanlığı seçimlerine yetişir mi, emin değilim. Fakat bu fikriyat her zaman gündemde olur. Türkiye’nin ihtiyacı budur. Bu kalıpla 2023 hedeflerine ulaşamayız. Sistemde ciddi bir yapısal dönüşüm gerekiyor. Halkın cumhurbaşkanını seçmesi zaten Türkiye’de sistemi bir noktada dönüştürmüş olacak. Halk cumhurbaşkanını seçtikten sonra bunun adı zaten bir nevi yarı başkanlık sistemi olur. Bugün bu tartışmaya dudak bükenler, halk cumhurbaşkanını seçtikten sonra bunu gündemlerine almak zorunda kalacaklar.

 

Aksam, 03.09.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 1 Monat später...

[h=1]Mesele elbette dershaneler değil[/h]Devletin eğitim sektöründeki başarısızlığını telafi etmek üzere toplumun ve piyasanın bulduğu çözümü zorla ortadan kaldırmaya çalışan devlete ne denir?

 

Eğer devlet dershaneleri piyasadan silmek istiyorsa elindeki eğitim kurumlarını öylesine başarılı hale getirir ki insanlar dershanelere ihtiyaç duymazlar. Yok, bizim devlet dershanelerle ‘rekabet etmek,’ ona yönelik talebi kırmak yerine devlet zoruyla kapatmak istiyor.

Veliler, öğrenciler dershanelere ihtiyaç duyuyorlar. Piyasa ve toplum da bu ihtiyaca binaen bir çözüm üretmiş. Birçok dershane öğrencilere burs veriyor, ciddi ücret indirimleri de yapıyor. Dershaneye gitmek isteyip de gidemeyen öğrenci sayısı herhalde çok azdır. Dershaneler özellikle orta-altı gelir gruplarının çocuklarının yukarı doğru tırmandıkları birer merdiven. Çalışkan, zeki, başarılı çocuklar dershanelerin de desteğiyle Türkiye’nin en iyi okullarını kazanıyorlar. İnsanların elinden böyle bir imkânı zorla almak çok sorumsuzca bir girişim. Üstelik dershaneleri kapatmak da mümkün değil. Nasıl insanların işyerlerini kapatabilirsiniz ki? MEB ismini kullanıyorlarmış. Zorunlu olmaktan çıkarırsınız onlar da kullanmazlar. Dershanecilerin devletten istedikleri sadece ‘gölge etmemeleri’. Üstelik hangi veli çocuğunu bir dershaneye yazdırırken Bakanlığın onayını, belgesini soruyor? İnsanlar zaten MEB’in okullarından kaçıp geliyorlar dershanelere. Bakanlık önce kendi okullarına çekidüzen versin.

Dershane kapatma meselesinde beni en çok rahatsız eden o bildik, ceberut, her şeye karışan eski devletin yüzünü görmek. Özel işyerini kanunla kapatmaya çalışan bir devlet tasavvur edemiyorum. Bu ancak eski Komünist blokta olabilecek bir uygulama. Dershanelere kanunla kilit vurulacak, herkes devlet okullarında yüce devletimiz ne lütfederse onunla yetinecek! İnsanların tercihlerine, işyerlerine, ek eğitimlerini nerden-kimden alacağına karışan bir devlet olur mu? Mesele dershane meselesi değil, bir ‘devlet zihniyeti‘ meselesi. Biz biliyoruz bu zihniyeti. Tepeden inmeci, buyurgan, ideolojik. Her şeye, topluma, piyasaya karışan devlet...

Kapattınız dershaneleri diyelim, ne yapacaksınız ek eğitim talebinde bulunanları? Toplum mühendisliği böyle bir şeydir. Tepede toplumun her ihtiyacını tanımlayabileceğini ve devlet aygıtıyla kendi tanımladığı bu ihtiyaçlara karşılık verebileceğini sanır mühendisler. Milyonlarca farklı eğitim talebi, özellikleri, öncelikleri olan insan var. Bunların taleplerini, özelliklerini ve önceliklerini nasıl yönetmeyi düşünüyorsunuz? Dahası, devlet nasıl kendisine ait olmayan, vatandaşların özel girişimleri olan dershaneleri kapatabilir? Devlet bir vatandaşın özel ders alma talebini nasıl engelleyebilir?

Bu toplum çocuklarının eğitimi için her şeyi yapar. Eğitim yeraltına iner, karaborsa olur. Çocukları, velileri, öğretmenleri gizli gizli ders alan, ders veren ‘suçlu’lara dönüştürürsünüz. Sonra da haberler; ‘basılan evde kaçak ders veren öğretmen ve öğrenci yakalandı. Suç unsurları olarak üniversiteye hazırlık kitapları ele geçti’!

Birçoğu öğretmen ortaklığı girişimi olan binlerce dershane var. Tartışmayı ‘cemaatin dershaneleri’ bağlamında yürütmek yanlış. Sanki tek mesele buymuş gibi. Bu proje eğitimi devletleştirme projesi. Tevhid-i Tedrisat yasasından beri de böylesine bir devletleştirme yapılmadı. ‘Artık devlet benim’ deyince böyle oluyor demek ki. Her köşede bir Nevzat Tandoğan oturuyor; ‘memlekete ne lazımsa onu biz (devlet) yaparız, vatandaşa ne oluyor?’ Yani mesele dershane değil devlet; özel dershaneciliği yasaklayacak bir devletin ‘nasıl bir devlet’e dönüşeceği, yarın başka hangi özel girişimi yasaklayacağı...

Devletin hakim olduğu, her alanı kapladığı bir süreçteyiz; ‘yeni devlet’ diyorlar. Biz biliyoruz ki devlet devlettir, yenisi, bizim olanı, bizim yönettiğimiz fark tmez. Devlet ‘dev’leşiyorsa korkun!

 

Ihsan Dagi, Zaman, 11.10.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Wochen später...

Gülen Hoca Efendi niçin gelsin?

 

Mehmet Ali Bulut

10. Türkçe Olimpiyatı’nın kapanış konuşmasını yapan Türkiye Cumhuriyet Başbakanı, ‘ilginç’ denilebilecek bir yöntemle Fethullah Gülen Hoca Efendiyi Türkiye’ye davet etti.

Herkes biliyor ki bu çağrı şekli hiç de makul değil.

Çünkü, eğer gerçekten bir insan mağduren memleketini terk etmek zorunda bırakılmışsa ve onun mağdur edildiğine inanan bir anlayış ülkede iktidar olmuşsa, pekâlâ ne yapılıp edilir o mağduriyet giderilir ve o zatın ülkeye gelmesi sağlanır.

Fakat başbakanımızın üslubu gösteriyor ki, Hoca Efendi’nin ülkeye dönmesi, bu kadar basit değil.

Bunun iki, bilemedin üç izahı olabilir:

1-Demek ki Hoca Efendi’nin dönmesine mani sebepler devam ediyor. Yani ülke hala 28 Şubat sürecinde… Ve Başbakanın elinden gelmiyor ki gerekli düzenlemeleri yapsın da Hoca Efendi’nin hasreti sona ersin.

2-Veya demek ki Hoca Efendi kendi rızasıyla gittiği o ülkeden, kendi iradesiyle ayrılamıyor ki, dönüp gelsin ve şu ıstırap sona ersin.

3-Yahut denilebilir ki Hoca Efendi gelmek istemiyor… gelmesinin ‘manevi şartları’ oluşmadı.

Ben kendi payıma bu son şıkkı tercih ediyorum.

Hoca Efendi gibi zatlar, -bu sözüme itiraz da etseniz- kendi canları çekti diye bu tür külli memleket ve mekân değişikliği yapamazlar. Ehli tasavvuf olanlar zaten bilir ki, mürşide ilham olunmadıkça bir yerden bir yere gitmeleri söz konusu değil. Çoğu ehlullah, manevi bir işaretle bir yerden kalkar başka bir yere gider ve irşada başlarlar. Veya irşat bölgesini değiştirirler.

Hele Hoca Efendi gibi, sadece bir bölgede değil, küre bazında görevleri olduğu zahir olmuş zatlar bu tür değişiklikleri asla kendi iradeleriyle yapmazlar, yapamazlar. Siz aklınıza sığdıramıyor olsanız da kâinattaki her zerre, ilahi otoriteye baş eğmiştir ve O’nun iradesi olmadan bu tür işler olmaz.

Hoca Efendi, sıradan bir insan olup firar etseydi, şimdiye kadar bin kere gelebilirdi. Nitekim gidenlerin hemen hepsi döndü, tabii dönmek isteyenler…

Bendeniz, Hoca Efendi, hicret yolunu ihtiyar etmeden önce ‘acayip’ bir rüya görmüştüm. Rüyamda, vücudunu ihata edemediğim kudsî bir zat, bana “Dostuna söyle Enbiya Suresi 73- 93 ayetlerini 165 kere okusun, ona bir yol açılacak” diyordu. Rüya içinde ‘dostun’ dedikleri zatın Hoca Efendi olduğunu anladım ve uyandım.

Abdullah Aymaz hocamızı aradım ve rüyayı aktardım. Hatta o da köşesinde yazdı. Ben de o ayetleri o zaman o miktarda okudum Hoca Efendi hesabına. Kısa bir süre sonra da Amerika’ya gittiler.

O zamanlar da “Hoca Efendi döner mi dönmez mi?” tartışmaları oldu. Ben kendi payıma Hoca Efendi’nin dönmeyeceğini düşünmüştüm. Bu gün de öyle inanıyorum ve “dönmemeye de hakkı var” diyorum. “Türkiye, -bu sadece bir benzetmedir- Hoca Efendi için Mekke oldu çünkü. Mekke halkı, kendilerine gelen Elçiyi (asv) hicrete zorladılar. O da vahşetten medeniyete yani Yesrib’e hicret etti. Nasıl ki Resulullah, kendisini istemeyen yurdu (Mekke’yi) terk edip, ona sinesini açan yurda (Yesrib’e) gitti ve sonra dönüp, onu çıkaran yurdu fethetti. Aynı şekilde Fethullah Hoca Efendi de ‘Mekke’si olan Türkiye’yi oradan fethedecektir…”diye düşünmüştüm. Bugün de o kanaatteyim. ‘Manevi şartlar’ dediklerim de bu tür şeylerdir.

* * *

Evet, Hoca Efendi de her elçi gibi hakikaten çok ciddi sevdiği memleketinden, orası kendisine vahşet-zar haline getirildiği ‘için insanlığın sığınağı’ olan bir diyara, medeniyete hicret etti. Şimdi birileri çıkıp “Sen Amarika’yı Medine’ye mi benzetiyorsun” diyecekler ama olsun. Asıl onlar, bu cennet şehirlerimizi, kendi cehalet ve zorbalıklarıyla yaşanmaz kıldıkları, Allah için say ve gayret gösterenlerin nefes alamaz hale geldikleri zulüm yurtlarına dönüştürdükleri için utansınlar!

Hoca Efendi de bu memlekete gönderilmiş bir elçi idi. Elçilerin illa peygamber olmaları gerekmez. Nitekim Kur’an bize bu tür elçilerden söz eder. Bir memleketin veya insanlığın ıslahı ve ahlakın imarı için çabalayan herkes bir tür elçidir ki, hayra hizmet ederler. Yasin Suresi’ndeki üç elçi gibi…

Ve yine Kur’an’ın telkiniyle biliyoruz ki her elçinin, şeytanlardan ve insanlardan sayısız düşmanları olur (Enam 112). Hoca Efendi’nin düşmanlarının çokluğu hak bir elçi olduğuna şüphe bırakmaz.

Cemaatin ve hareket tarzının bir yığın yanlışları olabilir. Ve Hoca efendi her bir noktaya ulaşamıyor olabilir. Ve hatta cemaat adına hareket ediyormuş gibi görünen bir yığın insan ciddi hatalar da yapıyor olabilir fakat bunların hiç birisi Hoca Efendi’ye karşı bu kadar intikamcı davranmayı gerektirmez. Mamafih bu dahi onun hakikatinin gereğidir.

Öte yandan Hoca Efendi’nin hakikati böyledir diye ‘etrafında, münafık, düzenbaz, yalaka, çıkarcı insanlar yoktur’ denilemez. Hz. Peygamber’in meclisinde münafık yok muydu? Eshabın içinde nifakçılar, kalbi marazlılar yok muydu? Vardı. O da onları biliyordu ama hiç de yüzlerine vurmadı. Böyle külli hadiselerde gıll u gış bir arada bulunabiliyor, hikmet gereği. Biz öze ve maksada bakarız.

Geçenlerde yapılan bir ankette, dikkat ettim, cemaatin bilinmesi sevilmesinden çok yüksek. Toplumun yüzde 70’ten fazlası cemaatten haberdar… Ama tasvip edenlerin sayısı yüzde 28! Demek ki cemaatten rahatsız olanların sayısı çok fazla…

Bu neden böyle?

Birincisi; hayra hizmet edenler çok sevilmez. İkincisi; sistemden beslenenler -bunlara bir takım dini cemaatler de dahildir- onun varlığını kendileri için tehdit olarak algılıyor. Üçüncüsü; dinî bağnazlık ve kıskançlık. Meslekleri Hoca Efendinin mesleği kadar revaç bulmuyor diye hased ediyorlar. Dördüncüsü; imanî meselelere karşı varlığı fıtri olan insanî direnç. Beşincisi ve en mühimi; cemaat adına yapılan ve artık iyice göze batmaya başlayan yanlış hareketler. Bunların en başında da cemaatin bir parti gibi hareket etmesi gelmektedir.

Ben Hoca Efendinin olup bitenleri bütünüyle tensib ve tasvip ettiği kanaatinde değilim. Cemaat o kadar büyüdü ki, herkesin ve her görevlinin her daim kontrol edilebilme imkânı kalmadı. Hatırlarsanız, İslam tarihinde ilk defa ‘kahtı rical’dan bahseden Hz. Ömer (ra)’dir. Mübarek, vali olarak gönderdiklerini kontrol etmek için de ayrıca ‘çaşıtlar’ gönderirdi ki, baksınlar, o vali düzgün hareket ediyor mu etmiyor mu? O valinin bir sahabi olduğunu da unutmayın! Dünya işleriyle meşguliyet böyle bir şey işte! Hırs ve güç bir anda insanın ayağını kaydırıveriyor…

Benim kanaatim o dur ki, hoca efendinin de artık böyle yapması zamanı geldi. Veyahut Resulullah’ın Mekke fethinden sonra yaptığını yapması gerekir.

* * *

Malum, Hz. Peygamber Mekke’nin fethinden sona etrafındakilere muazzam ganimetler dağıttı. Hatta daha Müslüman bile olmamış Mekke emirlerinden Süheyl’e 4 bin baş koyun verdi. Sonra bir fitne yayılmaya başladı. Birileri diyordu ki “Muhammed (asv) hemşericilik yapıyor. Ganimeti Mekkelilere veriyor”.

Bu fitne o kadar hızlı yayıldı ki, sonunda bir çok Ensar, kendilerinin de ganimet almadıklarını fark ederek, dedikoduya inanmaya başladılar. Dedikodular sonunda Hz. Peygamber(sav)e de ulaştı.

Peygamber efendimiz vakit kaybetmeden Hz. Ali’yi çağırdı ve ona “Git acil olarak Muhacirleri ve Ensarı topla. Onları filanca yere götür, ben geliyorum”.

Hz. Ali (kv) denileni yaptı ve sadece muhacir ve ensarın toplanmasını sağladı. Peygamber efendimiz gelip yüksekçe bir yere çıktı ve can dostlarını uzun uzun izledi. Aralarında muhacirden ve ensardan olmayanlar var mı diye baktı. Toplananların sadece muhacir ve ensar olduklarından emin olunca “Aranızdan ganimet alan var mı?” diye seslendi.

İki ensar ve bir muhacir, öne çıkıp -veya iki muhacir bir ensar- “evet” dediler. Peygamber efendimiz, onlara “Ya ganimete razı olun ve buradan gidin, ya ganimeti iade edip burada bizimle kalın” buyurdu… Üçü de ağlayarak “anamız babamız, canımız sana feda olsun Ya Rasulullah” deyip hemen ganimetleri iadeyi kabul ettiler. Çünkü onlara yanlışlıkla verilmişti…

Resululah konuşmasını sürdürdü: -Aktaracaklarım aklımda kalanlardır, tam bir hadis metni olarak değerlendirmeyin- (Ey muhacirler, halkım bana eziyet etti, beni yurdumdan çıkardı. Siz de benimle birlikte aynı eziyetlere katlandınız ve sonunda yerinizi yurdunuzu terk edip benimle birlikte hicret ettiniz. Bugün de ben ganimet dağıttım ve size o ganimetten vermedim. Başıma kalkmayacak mısınız? Vallahi başıma kalksanız hakkınız var…...)

Sonra dönüp Ensara şöyle seslendi. (Halkım beni kovdu, beni öldürmek istediler. Siz bana bağrınızı açtınız. Benimle ve arkadaşlarımla her şeyinizi paylaştınız. Bugün ise ben size ganimetten pay vermedim. Siz başıma kalkmayacak mısınız? Vallahi başıma kalksanız hakkınız var….)

Tabii çıt çıkmıyordu, herkes ağlıyordu. Çünkü onlar, Hz. Peygamberin etrafındaki çekirdek kadro idi. Onlar, Tevrat’ta ve İncil’de sena edilmiş eshabtı. Onlar, gayreti kuşanmış atlılardı ki her biri bir yıldız olup gittikleri yerlerde insanlara rehber ve yol gösterici olacaklardı.

O gün orada büyük bir duygusallık yaşandı ve sadece iradelerin değil, kalplerin de yeniden biat etmeleri sağlandı. Ve sonunda Resulullah onlara şöyle seslendi:

(Sizin payınıza Allah’ın Resulü düştü. O Mekke’de kalmayacak, sizinle birlikte ganimet payınız olarak Medine’ye gelecek!)

Ben isterdim ki, Hoca Efendi de, hızla yayılan ve giderek cemaate de davasına da ciddi zararlar vermeye başlayan şu söylentilerin önünü almak için ‘ensar’ ve ‘muhacirin’ini toplasın da esas çekirdeğini yeniden motive etsin, şekillendirsin. Yoksa dünya saltanatı ve şartların zorlamasıyla verilen geçici ruhsatlar, tarzı hayat ve yol olacak.

Hoca Efendi döner mi dönmez mi bilemiyorum. Dönmese de hakkı var. Amma ‘Mekke’de kalanların yeniden tanzim edilmesi şart!

Sözüm inşallah maksadını aşmamıştır. Büyük ve külli hizmetler gören bir cemaatin içinde illa da menfilikler olacaktır. Ancak, yapılan hangi mescidin -yani yapılan işlerin- takva üzerine kurulmuş hak bir tesis, hangisin ‘dırar mescid’i olduğunu bilmeye ihtiyacımız var!

Çünkü Hoca Efendi’nin gelmesine mani sebeplerin arasında, cemaat içindeki yeni yapılanma da sayılıyor.‘Cemaatte güya, köşe başlarını ele geçirmiş(!) olanlar da tıpkı sistemden beslenenler gibi Hoca Efendinin gelmesini istemiyorlar’ deniliyor…

Rabbim en doğrusunu bilir!

 

Mehmet Ali Bulut - Haber 7, 18.06.2012

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 3 Wochen später...

CEMAAT YANLIŞ YAPTI!

07 Kasım 2013 Perşembe 11:43

Cemaat çok büyük yanlışlıklar yaptı!

Ülkemizin, milletimizin ve dünyanın gurur kaynağı olan Türk okullarını açtı yanlış yaptı!

Türkçe Olimpiyatları gibi milletimizin göğsünü kabartan olağanüstü etkinlikler düzenledi yanlış yaptı!

Ülkemizin ekonomik gücünü dünyaya entegre eden Tuskon gibi iş adamları organizasyonunu yaptı ve ticari fuarları düzenledi yanlış yaptı!

“Kimse Yok mu” gibi yardım kuruluşlarıyla hem ülkemizde hem dünya da düşkünlerin yardımına koştu yanlış yaptı!

Afrika’da hastalıktan kırılan insanların yardımına gönüllü doktorlar ile koştu yanlış yaptı.

Gittiği her yerde ülkemizin, devletimizin ve milletimizin "parmakla gösterilen" gönüllü temsilcisi oldu ama yine yanlış yaptı!

Her zaman demokrasiden yana oldu ve darbelere darbecilere ve çetelere karşı dimdik durdu yanlış yaptı!

Ülkeyi Kanser gibi saran derin çeteleri deşifre etti çökertti yanlış yaptı.

Doğu ve Güneydoğu’da başlattığı seferberlik ile gençlerin dağa çıkmasını engelledi yanlış yaptı!

Bütün dini, sosyal ve siyasi çevrelere yakın durarak kardeşlik rüzgârları estirdi yanlış yaptı!

Mezhepsel zıtlaşmaları engellemek için gönül köprüleri kurdu yanlış yaptı!

Her zaman istikrardan yana olarak ülkenin kaosa sürüklenmesiniengelledi yanlış yaptı!

Seçimlerde ve referandumlarda bütün varlığını ortaya koyarak ülkenin istikrara kavuşması için kendi vizyon ve misyonunu feda etti ve hiç istemediği ve fersah fersah uzak durduğu halde sanki siyaset yapıyormuş gibi algılandı ama yine yanlış yaptı!

Fitneden fesattan uzak durup huzur ve güvenin kaynağı oldu yanlış yaptı! Kendisine beddua edenlere bile dua etti yanlış yaptı!

Ülkeye, millete ve insanlığa düşmanlık beslemeyen herkesle dost oldu yine yanlış yaptı!

Dershaneler açarak okullarda verilemeyen eğitimi verdi, çocuklarını kolejlerde okutamayan fakir fukaranın çocuklarına üniversite kapılarını açtı ve yanlış yaptı!

Modern kolejler açarak ülke tarihinde ilk kez uluslararası bilim olimpiyatlarında ülkemize matematik, fizik, kimya, biyoloji şampiyonlukları kazandırdı yanlış yaptı!

Yurt ve ev bulamayan üniversite gençlerine yurtlar ve evler açarak güvence altında okumalarını sağladı yanlış yaptı!

Herkesin çocuğunu vermek için can attığı kreşler açtı yanlış yaptı!

Üniversite gençliğinin terör ve fuhuş batağında yok olmaması için onları ana gibi baba gibi adım adım takip etti yanlış yaptı!

Ülkenin en gözde özel üniversitelerini açtı yanlış yaptı!

Türkiye’nin en çok satan ve okunan gazete ve dergilerini çıkarttı yanlış yaptı!

Ülkenin en milli en nitelikli yayınlarını yapan Samanyolu gibi tv kanalları açtı ama yanlış yaptı!

Bu millete unutturulan yüce değerlerini... Vefayı ve fedakârlığı tekrar diriltti tekrar öğretti yine yanlış yaptı!

“Aman fitne fesat çıkmasın” diye kendisine yapılan düşmanlık ve şeytanlıklara bile sessiz kaldı ama yanlış yaptı!

Kan, kin, nefret ve düşmanlıktan hiç söz etmedi. Sürekli sevgi, barış ve kardeşlik türküleri söyledi ama yanlış yaptı!

Kardeşlerimiz bize düşmanlık yapsalar bile biz onlara yine yapmayacağız eğer karşı karşıya gelirsek Hüseynilerden olacağız ve vurmaları için boynumuzu uzatacağız dedi ama yine yanlış yaptı!

Bütün bunları yapan, ülkemize ve milletimize hiçbir zararı olmayan aksine ülkemizi ve milletimizi heponurlandıran, gururlandıran ve yücelten bu hareket, "küresel güçlerin emriyle bitirilmeli" ve buna da bütün şer güçlerle birlikte "Müslümanlığı kimseye bırakmayanlar ve bu hareketin karşılıksız ve sınırsız desteğiyle iktidar olanlar" destek vermeli hatta bırakın desteği “Daha ne yapabiliriz?” diye emir beklemeli!

 

 

Bahri Senkal, Haberform, 07.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Bülent Arınç: Başbakanın çelişkiyi izah etmesi gerekir[/h]

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, öğrenci evlerinin denetlenmesine hakkındaki açıklamasıyla Başbakan Erdoğan’ın sözleri arasında çelişki bulunduğunu söyledi.

 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Avrupa Konseyi Medya ve Bilgi Toplumundan Sorumlu Bakanlar 1. Konferansı’na katılmak üzere gittiği Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da TRT Türk’ün canlı yayınına katıldı. Arınç, öğrenci evlerinin denetlenmesi konusunda yaptığı açıklamanın ardından Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşmayı değerlendirdi. Arınç, “Ben itibarımın yıpranmasını istemem, kişiliğimin yıpranmasını istemem. Böyle basit bir olaydan dolayı beni kum torbasına çevirecek insanlara malzeme vermek istemem” dedi.

 

BİR KARDEŞ OLARAK İSTERİM

 

Arınç şöyle devam etti: “Dolayısıyla Sayın Başbakanımıza buradan bir dost bir arkadaş onun bir kardeşi olarak seslenmek isterim ki hükümet sözcüsü olarak açıklamamla kendisinin Başbakan olarak konuşması arasında apaçık bir çelişki vardır. Bu çelişkinin sorumlusu ben değilim. Bu çelişkiyi en güzel şekliyle izah etmesi, dün, bugün ve yarın kendisinden beklenir. Ben duyduğumu gördüğümü bildiğimi bir ambalaj haline getirerek açıklamış oldum” ifadelerini kullandı.

 

Arınç, öğrenci evleriyle ilgili açıklamasını yaptığı günü şöyle anlattı: “O gün soru soruldu, içerde bu konularda konuşulmuş değil ama dışarıdan haber geldi, o gün zaten birkaç gazetede böyle bir konuşma yapmışım ben sadece bulunduğum yerde hem Bakanlar Kurulu’nda hem de Kızılcahamam’da ne duymuşsam onu dışarıda söyledim, duymadıklarımdan sorumlu değilim” şeklinde konuştu. Arınç, “Bu konuları kendi içimizde konuşarak bir fikir haline geldikten sonra ortaya koymakta, eğer benim görevimse hükümet sözcüsü olarak bunu ben en güzel şekilde yaparım. Başkalarından daha da güzel yaparım üstelik” dedi.

 

‘Yasal düzenleme yaparız’ demek doğru değil

 

Arınç, Erdoğan’ın öğrenci evleriyle ilgili açıklamasını şöyle değerlendirdi: “Oradaki feryadı şudur: Bir, anneler, babalar, kız çocuklarımız ve erkek çocuklarımız yarın mahcup olacakları, utanabilecekleri, hayatlarında bir kara nokta olarak görebilecekleri bir tecrübe yaşamasınlar; iki, toplumun değer yargıları bundan zarar görmesin; üç, aynı apartmanlarda yaşıyoruz. O apartmanlardaki insanlar, böylesine belki de masumane sayılabilecek bir birliktelikte giren çıkan belli olmazsa, gürültü patırtı olursa hatta örgüt ilişkisi sebebiyle bir takım ihbarlar yalan yanlış konuşulursa bu sefer zarar da görürler.”

 

ADANA VALİSİNE TEPKİ

 

Arınç, “Başbakanımızın, çocuklarımızın üzerine titrerken söylemek istedikleri bence bu. Ama bunlar için ‘yasal düzenleme yaparız, gerekirse yaparız’ demesi, arkasından bir valimizin de hemen üzerine atlayıvermesi, durumdan vazife çıkarması bence çok doğru şeyler değil” diye konuştu.

 

BUGÜN GAZETESİ, 09.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Başbakan Erdoğan'dan Bülent Arınç'ın açıklamalarına cevap[/h]

Varşova ziyareti sırasında Başbakan Erdoğan’a Arınç’ın Belgrad’da yaptığı açıklamalar soruldu. Erdoğan, “Partinin genel başkanı ve hükümetin başbakanı benim. Varsa herhangi bir sıkıntı kendi aramızda görüşürüz” dedi.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 3 ülkeyi kapsayan resmi gezisinin son durağı Varşova’da gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin gündeme ilişkin sorularını cevapladı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ınBelgrad’da yaptığı açıklamaların hatırlatılması üzerine Erdoğan şunları söyledi:

 

ARINÇ’LA ARAMIZDA GÖRÜŞÜRÜZ

 

“Yurtdışı seyahatindeyiz. Ülkenin bu ülkelerle yaptığı görüşmelerden nasıl bir fayda sağlayacağını konuşmalıyız. Benim bir arkadaşım veya hükümet sözcüm bir şey söylemiş, bu konuyu görüşeceğim mahal burası değil, sizler değilsiniz. Kendi aramızda görüşürüz. Bir sıkıntı varsa aramızda görüşürüz. Partinin genel başkanı ve hükümetin başbakanı benim, varsa herhangi bir sıkıntı kendi aramızda görüşürüz. Gereğini gerektiği yerde ben yaparım. TV ile medya aracılığı ile yapmam, MYK’da Bakanlar Kurulu’nda görüşürüz.” Erdoğan, açıklamaların ardından Arınç’la telefonla görüştünüz mü sorusuna, ‘Hayır. Görüşmedim. Niye görüşeyim...’ şeklinde cevap verdi.

 

BÜLENT ARINÇ NE DEMİŞTİ?

 

KIZ VE ERKEK YURDU EKSİĞİMİZ VAR

 

Kız-erkek öğrenci evleri konusunda yaşanan tartışmalara ilişkin de Başbakan şunları söyledi: “Ben açıklanacak her şeyi söyledim. Bu tür konuları bir ya da iki defa konuşulur. Sürekli aynı şeyleri söylemenin anlamı yok. Açıklamalarımı farklı yerlere çekmenin de bir anlamı yok. Konuyu fuhşa, zinaya, evlere paldır küldür girmeye kadar getirdiler... Ailelerin şikayetleri üzerine bir açıklama yaptık, konuyu nerelere getirdiler...Kız ve erkek yurtları konusunda eksiklerimiz var. Bunu o zaman valimize de söyledim. Gidermemiz lazım. Devlet de vakıflar da yapsın.”

 

‘Varşova’yı hep yanımızda gördük’

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Polonya Başbakanı Donald Tusk ile Varşova’daki Başbakanlık Binası’nda bir araya geldi. Erdoğan, “AB üyeliği konusunda sürekli olarak Polonya’yı hep yanımızda gördük. Bu desteklerini hiçbir zaman esirgemediler, sürekli olarak devam ettirdiler” dedi. Tusk ise Türkiye ile Polonya arasında vize politikası konusundaki zorlukların, engellerin kaldırılması konusunda fikir birliği yaşadıklarını söyledi.

 

Roket kalıpları Suriye’den

 

Tür*ki*ye*’nin Su*ri*ye*’de El Ka*ide’*ye göz yum*du*ğu id*di*ala*rı*nı red*de*den Baş*ba*kan Er*do*ğan, Ada*na*’da ele ge*çi*ri*len ro*ket mer*mi*si yük*lü TIR ko*nu*sun*da*ki so*ru*ya şu ce*va*bı ver*di:

 

“Ro*ket mer*mi*le*ri*nin ka*lıp*la*rı*nı Kon*ya ve Ada*na*’da*ki fab*ri*ka*la*ra Su*ri*ye*li grup*lar ge*tir*miş. Pa*ra*la*rı*nı da ver*miş*ler. As*lın*da o fab*ri*ka*lar ta*rım alet*le*ri üre*ti*ci*le*ri. As*lın*da o TI*R’*ın ya*ka*lan*ma*sı Tür*ki*ye Cum*hu*ri*ye*ti*’nin has*sa*si*ye*ti*ni gös*te*rir. Tür*ki*ye*’nin si*lah üre*ten res*mi ve*ya ya*rı-res*mi si*lah üre*ti*ci*le*ri bel*li. Özel*ler de... Bun*la*rın sa*tış*la*rı ta*ma*men ka*yıt al*tın*da. Tür*ki*ye Cum*hu*ri*ye*ti hü*kü*me*ti hiçbir te*rör ör*gü*tü*nün ar*ka*sın*da de*ğil*dir. Tür*ki*ye güç*le*ni*yor. İçe*ri*de, dı*şa*rı*da en*gel*le*me*ye ça*lı*şan güç*ler var. Ser*ma*ye, med*ya ve ar*ka*sın*da olan ül*ke*ler var. Tür*ki*ye*’yi te*rör ör*güt*le*riy*le bağ*lan*tı*lı gös*ter*me*ye ça*lı*şı*yor*lar. O si*lah*la*rın men*şe*le*ri*ne ba*kar*lar*sa ken*di ül*ke*le*ri*ne ait çı*ka*r.”

 

Egemen güçler hep dinledi

 

Dün*ya med*ya*sı*nın gün*de*mi*ni be*lir*le*yen ‘te*le ku*lak skan*da*lı*’ ve Tür*ki*ye*’nin de din*len*di*ği ve web tra*fi*ği*nin ta*kip edil*di*ği id*di*ala*rı*nı da de*ğer*len*di*ren Er*do*ğan, ted*bir*ler al*dık*la*rı*nı ve bir*çok ül*ke*nin bun*dan ra*hat*sız ol*du*ğu*nu söy*le*di. Söz*le*ri*ni şöy*le sür*dür*dü:

 

“U*lus*la*ra*ra*sı ca*mi*ada ege*men güç*ler bu*nu hep yap*tı. Hep din*le*me*ye ça*lış*tı*lar. Biz de bu ge*liş*me*le*re yö*ne*lik altya*pı ça*lış*ma*la*rı*na izin ver*me*dik, en*gel ol*duk. Ra*hat*sız ol*du*lar. Bu ara*da olan*lar var. Ar*tık uzay din*le*me*le*ri var. Mİ*T’*in altya*pı*sı 10 yıl ön*ce*si gi*bi de*ğil. GE*S’*in Mİ*T’*e dev*riy*le so*nuç al*ma*ya baş*la*dık. Tek*no*lo*ji*yi da*ha iyi kul*la*nır ha*le gel*dik.”

 

CHP dürüst ve samimi değil

 

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun ele aldığı 63 maddenin CHP ile ortak çıkarılması konusunda hangi aşamaya gelindiği hususunda Erdoğan, şunları söyledi: “CHP iade-i ziyarette 4 parti bir arada olmazsa yokuz dedi. Zaten 4 parti uzlaşmış. İkisi kayış atıyorsa, biz çıkaralım demeliler. Dürüst değiller, samimi değiller. İki partinin gücü yeterli, 63 madde değil hepsini çıkaralım.”

 

ERHAN BAŞYURT - BUGÜN GAZETESİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ, 09.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

http://sozcu.cubecdn.net/wp-content/uploads/2013/11/zaman-650.jpg

 

http://www.milligazete.com.tr/img/zaman_dersane.jpg

 

Hasan Karalı -Burcu Öztürk imzalı o haber:

“MEB’in dershaneleri ve etüt merkezlerini kapatma hazırlığı, kamuoyunda büyük tartışma başlattı. Böyle bir teşebbüs 12 Eylül darbesinden sonra da gündeme gelmiş, Kenan Evren yönetiminin çıkardığı dershaneleri kapatan yasayı bir yıl sonra Turgut Özal, yürürlüğe girmeden kaldırmıştı. 28 Şubat’ta da birçok dershaneye üst üste müfettişler gönderilmiş ama kapatma amaçlı kanun hazırlanmamıştı.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) bütün dershane ve etüt merkezlerini kapatma hazırlığına benzer girişim 12 Eylül 1980 askerî darbe döneminde de yaşanmıştı. Kenan Evren’in direktifleriyle dershanelerin kapatılması veya özel okul olarak faaliyetlerine devam etmesine imkân tanıyan düzenlemeyi Ulusu hükümeti 16 Haziran 1983’te yasalaştırdı. 1 Ağustos 1984’ten itibaren bu kurumların kapısına kilit vurulacaktı. Ancak Turgut Özal iktidara geldikten sonra bu yasayı yürürlükten kaldırdı. 28 Şubat postmodern darbe sürecinde de birçok dershaneye üst üste müfettişler gönderildi ama kapatma amaçlı bir kanun hazırlanmadı. Şimdi ise MEB’in dershaneleri ve etüt merkezlerini kapatmak için kanun taslağı hazırlaması, toplumun tüm kesimlerinden büyük tepki çekti. Fatih Dershaneleri Genel Müdürü Sezai Eyüpoğlu, serbest piyasa şartlarında dershane kapatmanın ancak Kuzey Kore’de, Mısır’daki darbe ortamında yapılabileceğini söyledi. Türk Eğitim Derneği (TED) Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu eğitimdeki sosyal adaletsizliği körükleyecek düzenlemenin yargıdan döneceğini ifade ederken Eksen Dershaneleri Kurucusu Mehmet Sevgin şöyle konuştu: “Eğitim sistemimizde istikrar yok, bu bizi çok etkiliyor. Başbakan’ın da dershane konusunda doğru bilgilendirildiğini düşünmüyorum.”

 

MEB, TASLAĞI İNKAR EDEMEDİ MESNETSİZ İTHAMLARDA BULUNDU

Milli Eğitim Bakanlığı, Zaman’ın dün dershanelerin kapatılmasıyla ilgili yasa taslağı hazırlandığına ilişkin manşet haberini yalanlamadı. Bakanlık, haberin içine kamuoyunu yanlış yönlendirecek yalan unsurların monte edildiğini öne sürdü. Ancak haberde yayınlanan yasa taslağının metni, Bakanlık açıklamasının doğru olmadığını ortaya koydu.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), dershane ve etüt merkezlerinin kapatılması için bir yasa taslağı hazırlandığını doğruladı. Tepkiler üzerine taslağın yer aldığı haberlere ilişkin yazılı bir açıklama yapan Bakanlık, dershanelerin kapatılması için yasa hazırlığı içinde olunduğunu itiraf etti. Buna rağmen söz konusu haberleri dolaylı yoldan yalanlama yoluna gidildi. “Haberler içine Millî Eğitim Bakanlığı’nın mevzuat çalışmaları ile ilgili, kamuoyunu yanlış yönlendirecek yalan unsurların monte edildiği görülmektedir.” ifadeleri kullanıldı. Ancak açıklamada, taslakta da 31. maddenin içinde f bendi altında yer alan yüklü para cezalarına ilişkin hazırlıklar görmezden gelinerek, maddi yaptırım maddelerinin olmadığı öne sürüldü. Taslağın haberlere konu olan diğer bölümlerinin somut ifadelerle yalanlanmaması ise dikkat çekti. Ayrıca, kanunun Meclis’te ‘oldubitti’ ile değil, olağan süreçlerden sonra yasalaşacağı savunması getirildi.

Kanun taslağına ilişkin gün boyunca suskunluğunu sürdüren Bakanlık, akşam saatlerinde yazılı açıklama yaptı. Haberleri suçlayan ifadeler açıklamanın daha ilk cümlelerinde yer aldı: “Zaman Gazetesi’nde ‘Eğitime Büyük Darbe’, Samanyolu Haber Kanalı’nda ‘Eğitimde Sıkı Yönetim Dönemi’ başlıklı haberlerin içine, Millî Eğitim Bakanlığı’nın mevzuat çalışmaları ile ilgili, kamuoyunu yanlış yönlendirecek yalan unsurların monte edildiği görülmektedir. Sosyal medyada ise bu yalan haber unsurları ekseninde, ‘Eğitime Darbe Planı’ başlığı ile sistematik bir kampanya yürütülmektedir.”

Açıklamanın can alıcı bölümlerinden biri de dershanelerin kapatılacağının ve bu yönde çalışma yürütüldüğünün aktarılmasıyla ilgili paragraf oluşturdu. “Bakanlığımız, 2010-2014 MEB Stratejik Planı’nda da kamuoyuna açıklandığı üzere dershanelerin özel okullara dönüşmesini kolaylaştıracak bazı teşvikleri öngören bir yasa önerisi hazırlığı içindedir.” ifadeleri kullanıldı. Bu hazırlıklar esnasında en çok riayet edilen hususun, hiç kimsenin mağdur edilmemesi olduğu ileri sürülürken, ‘özel sektörün eğitimde daha etkin biçimde yer alması ve okul dışı alternatif programlar uygulayan kurumlara bağımlılığın ortadan kaldırılması’nın amaçlandığı iddia edildi.

Bakanlık, taslakta yer alan hükümler içerisinde sadece cezalarla ilgili maddeler konusunda net yalanlamaya gidebildi. Taslakta yer almasına karşın yalanlanan cezalarla ilgili ifadeler şöyle: “Bu kapsamda, ‘haberde’ ileri sürüldüğü gibi dershanelere para cezası uygulamak, sıkıyönetim uygulamaları getirmek, yazı-reklam-broşür yayınlayan dershanelere maddî yaptırım getirmek gibi alenen yalan ve ilgili kamuoyunu kışkırtıcı ifadeler taslak metinde kesinlikle bulunmamaktadır. Tam aksine Bakanlığımızca yapılan ve yakında ayrıntıları paylaşılacak olan çalışmalarda, dershanelerin özel okula dönüştürülmesi için birçok alternatif ve teşvikler öngörülmektedir.” Açıklamada ayrıca, taslağın içeriğiyle ilgili olmayan kanunlaşma sürecine de değinildi. Meclis’te ‘oldubittiye getirilmeyeceği’ mesajı, “Bu haberlerde yer alan bir diğer yalan da, söz konusu yasal düzenlemelerin TBMM’de olağan yasalaşma süreçlerinin dışına çıkılarak yapılacağı iddiasıdır.” ithamıyla verildi.

İŞTE TASLAKTA YOK DENİLEN MADDELER

Dershanelerin kapatılmasıyla ilgili kanun taslağı dün Zaman’ın manşetinde yer alırken, MEB’in açıklamasında özellikle ceza maddeleri üzerinde duruldu ve bunların yalan olduğu ileri sürüldü. Ancak söz konusu hükümler taslağın 31. maddesinde tek tek sıralanıyor. O ifadeler özetle şöyle:

(5) Bu kanuna ve uygulanmasına ilişkin yönetmeliklerde gösterilen koşullara uymayan dönüşüm kapsamında kurulan eğitim kurumları ile mevzuata aykırı ya da izinsiz eğitim faaliyeti gösterenler hakkında, diğer mevzuattaki ceza hükümleri saklı kalmak kaydıyla, bu maddede belirtilen cezalar uygulanır.

(6) Bu maddede öngörülen para cezaları, denetleme elemanları tarafından tayin edilir ve 7 gün içinde ödenmesini teminen, ilgiliye ve mahalli mal müdürlüğüne ceza tutanağı verilir. Bu süre içinde ödenmeyen para cezaları, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur.

(7) Bu kanun kapsamındaki eğitim kurumları ile izinsiz ya da mevzuata aykırı eğitim faaliyeti görenlere, denetimi yapan elemanlar veya Bakanlıkça uyarma cezası verilir.

(8) Para cezaları aşağıda belirtilen durumlarda ve miktarlarda eğitim faaliyetini gören kurumun sahibine uygulanır:

a) Uyarma cezasına rağmen, düzeltmenin yapılmaması veya yeni uyarma cezasını gerektiren fiillerin tespiti ile bu kanunda belirtilen veya Bakanlıkça istenilen belgelerin süresi içerisinde verilmemesi veya yanıltıcı bilgi veya belge verilmesi hallerinde beş yüz bin lira para cezası.

b) Yazı, reklam, afiş, broşür ve benzeri araçlarla Bakanlığın veya müşterilerin yanıltılması veya müşteriye taahhüt edilen hizmetin verilmemesi veya eksik verilmesi halinde, özel hükümler saklı kalmak kaydıyla bir milyon lira para cezası.

c) Bakanlıktan izinsiz, özel eğitim kurumunun tümünün veya bir kısmının devredilmesi, kiraya verilmesi, ortaklık statüsünün veya türünün değiştirilmesi halinde bir milyon lira para cezası.

d) Onaylı tarifenin haricinde fiyat uygulanması halinde fazla alınan ücretin 20 katı para cezası.

(9) Para cezaları, ilk cezanın tebliğinden itibaren bir yıl içinde ikinci kez para cezası gerektiren hallerde uygulanmış olan birinci para cezası ile ikinci para cezası toplamına esas teşkil eden tutar kadar verilir.

 

ÖZEL ÖĞRETİME DARBE TASLAĞI ANAYASA’YA AYKIRI

Dershanelerin ve etüt merkezlerinin kapatılmasını öngören taslak, eğitimcilerin sert tepkisini çekti. Bunun darbe dönemlerinde bile yapılmadığını hatırlatan eğitimciler, taslağın Anayasa’ya da aykırı olduğuna işaret etti: “Özel okullar, sürücü kursları, hepsi aynı kanunla kuruldu. Sadece birini kapatmak, eşitlik ilkesini yok saymak olur.”

Milli Eğitim Bakanlığı’nda Müsteşar Yusuf Tekin başkanlığındaki bir ekip tarafından hazırlanan ve dershanelerin yanı sıra etüt eğitim merkezlerinin de kapatılmasını öngören kanun taslağı, eğitim camiasını ayağa kaldırdı. Dershanelerin eğitim sisteminin açıklarını kapattığına dikkat çeken meslek birlikleri, bu kuruluşların kapısına kilit vurulmasının sosyal adaletsizliği körükleyeceğini ve fırsat eşitliğini ortadan kaldıracağını belirtiyor. Özel Okullar Birliği Başkanı Cem Gülan, “Bugün dershaneleri kapatmayı düşünen yarın özel okulları da kapatabilir.” diye uyarırken, Türk Eğitim Derneği (TED) Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, polisiye tedbirlerden önce dershaneye olan ihtiyacın ortadan kaldırılması gerektiğini vurguluyor. Taslağa özel okulların teşviki gibi birçok maddenin ‘süs’ olarak eklendiğini düşünen Bahçeşehir Üniversitesi Rektör Danışmanı Turgay Polat, asıl kurslara darbe vurulmak istendiğini belirtiyor. Özel Dershaneler Birliği Dernek Başkanı Sezai Özel ise söz konusu düzenlemenin Anayasa’ya aykırılık teşkil edeceğine dikkat çekiyor. Özel dershane ve etüt eğitim merkezlerinin 5580 sayılı kanunla kurulduğunu hatırlatan Özel, “Bu kanunla özel okullar, sürücü kursları, okulöncesi eğitim kurumları, özel eğitim rehabilitasyon merkezleri, özel dershaneler ve muhtelif kurslar kuruldu. Bunlardan sadece ikisini kapatır, diğerlerine ‘devam edin’ derseniz bu hem Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine hem de 48. maddede yer alan çalışma ve sözleşme hürriyetine aykırı olur.” diyor. Taslağın hayata geçmesi durumunda bütün kanuni haklarını sonuna kadar kullanacaklarını dile getiren Özel, öğrencilerin, velilerin ve dershane yöneticilerinin görüşleri alınmadan yapılacak bir düzenlemenin eğitimde büyük bir kaos oluşturacağını söylüyor. Taslağı değerlendiren eğitimcilerin görüşleri özetle şöyle:

Özel Okullar Birliği Başkanı Cem Gülan: MEB’in dershanelerin kendi açığını kapattığını, öğrencilerin istikbalini kazanmada yardımcı olduğunu kabullenmesi gerekiyor. Özellikle etüt eğitim merkezlerinin kapatılmasını anlamış değilim. Bu düzenleme yasalaştığı gün bir basın açıklaması yaparak okulumu kapatacağımı söylemem gerek. Çünkü dershaneleri kapatma fikri yarın bir gün özel okullar için de uygulanabilir.

Türk Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu: Dershaneleri kaldırdığınızda illegal dershane yolu açılır. Çünkü evlatlarının geleceğini düşünen aileler apartman katlarında özel ders verenlerin peşinde koşacaklardır. Türkiye’de eğitimdeki sosyal adaletsizlik dershane kapatarak ortadan kaldırılamaz. Dershaneler kapatılınca işsiz kalan öğretmenleri devletin KPSS şartı olmadan alacağı söyleniyor. Bu hukuktan döner. Kendini KPSS’ye hazırlayan işsiz öğretmenlerin suçu nedir?

 

TASLAĞA TEPKİLER BÜYÜYOR

Taslak, asıl fakir çocukları vuruyor:Fatih Dershaneleri Genel Müdürü Sezai Eyüpoğlu: Darbe ötesi bir şey bu. Ancak Kuzey Kore’de, Mısır’daki darbe ortamında yapılır böyle uygulamalar. Eğitim sisteminin bozuk olmasının, kalitenin düşük olmasının suçlusu dershaneler mi? Dershaneler bu bozuk yapının düzenleyicisi olmuştur. Öğretmen dışında bir sürü personelimiz var, onları nasıl işten çıkaralım? KPSS şartı olmadan dershanelerdeki öğretmenleri MEB’e almak ne kadar mantıklı? 7-8 yıldır bu sınava hazırlanıp kadro yokluğundan atanamayan öğretmenlere bunun hesabını nasıl verecekler? Bu kadar sınav var. Nasıl hazırlanacak bu çocuklar? Bugün Bitlis’ten, Karadeniz’in bir köyünden doktor çıkıyorsa, dershaneciliğin katkısı ile olmuştur. Ancak dershaneleri kapatarak siz sadece zenginin çocuklarına gelecek vaat etmiş oluyorsunuz.

Körfez Dershaneleri Genel Müdürü Hakkı Erten:Dershaneler okulların yerini alan eğitim kurumları değil, tamamlayıcı unsurlardır. Taslakta, maddi durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarına ücretsiz eğitim veren etüt merkezlerinin de kapatılacağı anlaşılıyor. Artık işin maksadı aştığını görüyoruz. Bu, ekonomik durumu zayıf olan velilere ciddi manada darbe vuracaktır.

Hukukî yollardan bütün haklarımızı ararız:Final Dershaneleri Genel Müdürü İbrahim Taşel: Liberal demokrasiyi ve özelleştirmeyi savunacaksınız, sonra da dershaneleri kapatacağız hatta para cezaları ile de yasaklayacağız diyeceksiniz. Özal’ın ve Menderes’in açtığı yolda ilerlediğini sıklıkla ifade eden yönetim anlayışına böyle bir tutum yakıştırılamaz. Eğer girişim olursa, biz bu kapatma olayına karşı hukuki yollardan bütün haklarımızı ararız.

Okul dışındaki tüm kurslar yasaklanır:Sınav Eğitim Kurumları Kurucusu Metin Özer: Dershanecilik bu topraklarda 100 yıldır yapılıyor. Ciddi bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Özellikle orta ve alt kesimin yararlandığı kurumlar. Etüt merkezlerinin de kapatılacak olması başlı başına vahamet. Büyük tepki toplayacak. Eğer taslak yasalaşırsa okul dışındaki tüm kurslar yasaklanabilir. Bunu oldukça tehlikeli görüyoruz.

Eğitim sistemi yapboz tahtası oldu: Adana Işık Dershaneleri Genel Müdürü Mehmet Seyman: Maalesef eğitim yapboz tahtası oldu. Dershaneler konusunda da aynı hataya düşüyorlar. Bu proje, velileri ve öğrencileri düşünen bir karar değil. Okullardaki eğitimin kalitesinin artırılması için çalışmalar yapılması lazımdı. Oysa okulların eğitimine destek veren kurumlar kapatılmaya çalışılıyor.

Eksen Dershaneleri Kurucusu Mehmet Sevgin: 70 kişilik sınıflarda öğretmen öğrencinin ismini öğrenmeden sene sonu geliyor. Varlığını ortaya koyan birçok dershaneci mağdur olacak. Eğer dershane hakikaten halkı sömürmekse okul kurslarını neden kapatmıyorlar? Bütün devletin imkânlarını kullanıyorlar. Okul kurslarında dershaneden fazla öğrenci var.

STANDART EŞİTLENMEDİKÇE DERSHANELER OLUR

Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanvekili Ahmet Özer:Dershane konusu sebep değil sonuçtur. Mevcut sınav odaklı eğitim sistemimizin bir sonucudur. Sınava dayalı başarı sistemi olduğu sürece sistem sağlıklı olarak kurgulanamaz, burada dershaneleri bahane etmek yersiz. Siz bir sınav yapıyorsunuz ve başarılı bulduklarınızı seçiyorsanız eğer veliler de çocuklarının iyi yerlere gelmesi için çareler arıyor. Eğer bu çare yoksa birtakım kurum ve yöntemlere başvuruyorlar, bunun adı dershane olur, etüt merkezi olur. Doğuda ve batıdaki eğitim standartları eşitlenmedikçe dershaneler olacak.

Demokrat Eğitimciler Sendikası Başkanı Gürkan Avcı: Dershaneler, özel okullarda, kolejlerde fen liselerinde okuyan çocuklarla, dersleri boş geçen, laboratuvarı olmayan, fiziki yeterliliği olmayan, fakir ve orta gelirli ailelerin çocuklarının gittiği okullarla arasındaki farkı kapatmaya çalışıyor. Dershaneler eşitsizliği gidermede öncü kurumlardır.

 

 

 

ZAMAN, 15.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Fethullah Gülen'den dershane açıklaması[/h]

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin en son hasbihali Herkul.org sitesinde yayınlandı. Gülen Hocefendi, dershanelerin kapatılması değişiklik taslağı ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.

 

Herkul.org'dan yapılan açıklamada; Zaman Gazetesi'nin yayınladığı, dershaneleri kapatmaya yönelik "Eğitime darbe planı" taslağına karşıFethullah Gülen Hocaefendi'nin istikameti gösterdiğini söylendi. Hocaefendi'nin çok üzülmekle beraber haber duyulur duyulmaz “hâcet namazı” çağrısı yaptığı belirtildi.

 

Fethullah Gülen Hocaefendi, "Mümin sarsılabilir ama devrilmez, meseleye öyle bakmak lazım." ifadelerini kullanıp, "Musibetler karşısında dişini sıkıp sabretmeli." diye konuştu.

 

Özellikle sosyal medyada yapılan paylaşımlara dair söylenen "Bir tane öğretmen arkadaşımızın bile, dershaneler kapanırsa ne iş yaparız gibi hiç bir endişesi yok. Arkadaşlarımız kaygısı yok." şeklindeki sözler üzerine Hocafendi şu çok önemli tespitlerde bulundu:

 

"Teşekkür ederim, demek ki oturmuş arkadaşlar. Hizmet duygusu düşüncesi itibariyle, elmacık kadar dalya olmuş. Cennetin kapılarını bile bunlar kapamak isteyebilirler. Bunlar girmesinler biz girelim, en azında önce biz girelim. Bunların zaten girmeye hakkı yok diyenler çıkabilir. 60 ihtilalinden bu yana onu da gördük tokadını yedik, 70 darbesini gördük tekmesini yedik. 80 darbesini gördük onunda çiftesini yedik. Hepsinden bir şey yedik. Fakat tekme atan tokat atan çifte atanın şimdi hesapları görülüyor. Biz yapmadık onu, kader hüküm verdi ve kaderin o mevzuda figürü olarak kullandığı insanlar, onları öyle yaptılar. Bana dokunan bir yanı vardı, yaşlı başlı adamlar böyle orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimden bir imkan olsa ben onların hepsine serbestsiniz derim. Ne var ki birileri onları planlıyor, yapıyor, 'Topuklarını birbirlerine vurdu. Karşımızda dimdik durdu bu adamlar. Bunlara bunu dedirttik.' diyorlar bir taraftan kapalı kapılar ardından diyorlar, fakat bir taraftan da camia onu sanki bir kısım elamanlarına yaptırtıyormuş gibi onlara fısıldıyor. Bir taşla iki kuşu vurma gibi bir nifak hareketi içinde bulunuyorlar. Bana yakışmayan şeyler ama müsadenizle bu kadarını da söyleyeyim."

 

 

Bugün, 15.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

391. Nağme: Eğitime Darbe Planı

 

 

Sevgili dostlar,

Dershanelerin ve ücretsiz okuma salonlarının kapatılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan bir kanun tasarısının gece Meclis’ten geçirileceğine yönelik haber yüreğimize hançer gibi saplandı.

Ülkemizin geçirdiği değişik darbe dönemlerinde de benzer plan ve entrikalar görülmüştü; fakat, onlar, dindarlara karşı husumetini açıkça ortaya koyan insanların eliyle olmuştu.

Bu defa her fırsatta “kardeş” olduğunu söyleyen, aynı safta yer tutan ve hizmet erlerinin yüzüne gülen bazı kimseler tarafından bir kısım planların yapıldığı ve uygulamaya konulacağı yazılıp çiziliyor.

Biz, müminlerin bu kadar kötülük yapabileceklerine ve garazlara bina ettikleri icraatla milletin geleceğine kastedebileceklerine inanmak istemiyoruz. İnanmak istemiyor ve hala “Bu işte bir yanlışlık var!” diyoruz.

Bununla beraber suret-i hak perdesiyle işlenen bu haksızlık ve zulüm karşısında üzüntümüzü bastırmakta zorlanıyoruz.

Ne var ki her zamanki gibi muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi imdadımıza yetişiyor; istikamet yolunu gösteriyor.

Muhterem Hocamız kendileri de çok üzülmekle beraber haber duyulur duyulmaz “hâcet namazı” çağrısı yaptı. Biz de “Allah’ın bitirdiğini kimse bitiremez ama hâcet namazı kılmalı ki müminler münkirlerin dahi sakınacağı zulme girmesin.” diyerek duaya sarıldık. Duaya sarıldık zira, inanıyoruz ki hazımsızlık ateşini söndürecek ve basiret lütfedecek sadece Allah’tır; zâlime de mazluma da bir ferec vesilesi hâcet namazıdır. Meselenin makuliyet üzere bina edildiğini görseydik, aklî ve mantıkî argümanlar sıralamanın faydalı olabileceğini düşünürdük; fakat, mevzu şeyâtîn-i ins ü cinnin tesvîli olunca, dua dua yakarmak ve “Allah kalbleri ıslah eylesin” demekten başka çare kalmıyor. Bu mülahazalarla hâcet namazına devam etme ve dostlarımızı da buna yönlendirme kararı aldık.

Bu duygu ve düşüncelere uygun bir nağme hazırlamak üzereydik ki muhterem Hocamız 20 dakika kadar sohbet etti ve “Eğitime Darbe Planı” ile alakalı mütalaalarını anlattı.

Kıymetli Hocamızın yorumunu merak eden sizleri daha fazla intizar içinde bırakmamak için özetlemeyi bile beklemeden bu çok çarpıcı açıklamayı arz ediyoruz.

Hürmetle…

 

Herkul, 14.11.2013

 

 

Mp3:

http://wpc.162e.edgecastcdn.net/00162E/ec_download/herkul_nagme/MP3/391_Egitime_Darbe_Plani.mp3

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Gül'den dershanelerin kapatılmasıyla ilgili ilk açıklama[/h]

15 Kas 2013 11:50 Samanyolu Haber[h=2]Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Erzincan'da açıklamalarda bulundu. Gül, dersanelerin kapatılmasıyla ilgili de konuştu[/h]

 

 

 

 

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül , dershanelerin kapatılmasıyla ilgili olarak;"Öncelikle dershanelerin sebepleri yok edilmedi. Okullar varken paralel eğitim olması hoş değil. Ama bunun sebeplerini doğuran ihtiyaçların ortadan kaldırmak gerek. Arz-talep meselesi. Bütün fikirler dinlenecektir. Bildiğim kadarıyla kesinleşmiş değil. Çalışma aşamasında. Bütün bunlar dikkate alınarak bir çalışma yapılacaktır."

ÖĞRENCİ EVLERİ TARTIŞMASI

"Herkes bir tarafa çekti. Mesele gayet ortada. Her yerde üniversite açıldı. 2 milyona yakın öğrenci var, yurt yok. Bunlar hep arz-talep meselesi olarak ortaya çıkıyor. Bunlardan dolayı ortaya çıkan adli meseleler olursa gereği yapılır. Türkiye bir hukuk ülkesi. Hukukun üstünlüğü ve ihtiyaçlar çerçevesinde olacak şeylerdir. Siyasetin doğası gereği herkes bir tarafa çekerek yorum yapıyor gördüğüm kadarıyla. "

BARZANİ’NİN DİYARBAKIR ZİYARETİ

"Dostluk bağlarımızı güçlendİrmek bizim de onların da çıkarına. Hem de akrabalık ilişkilerimiz olan vatandaşları da sevindirecektir. Ne kadar komşularla dostluk ilişkileri içerisinde olursa o kadar kendimize de faydamız olur

Türkiye açık bir toplum. Herkesin ifade hürriyeti var. Kim nereden bakarsa bir haklılık da bulabilir.

Komşularla ilişkileri gerçekleştirmek, özellikle Irak’la. Türkmenler nasıl bazı vatandaşlarımızın akrabası ise, Kürtler de bazı vatandaşlarımızın akrabaları. Ne kadar ortak ajandalarda beraber olursak o kadar faydası olur. Bu sürecin değeri de buradan geliyor."

"EMRİVAKİ OLMASINI ARZU ETMEYİZ"

"Suriye büyük bir karmaşa içinde. Allah kimsenin evini bu hale getirmesin.Suriye’de yeni bir düzenin kurulmasını, halkın mutlu olacağı bir düzene geçilmesine önem veriyoruz.

Suriye’nin parçalanmasına müsaade edilmez. Ama Suriye’dekiler de bizim akrabalarımız. Sınırımızda öyle yerler var ki, sınırlar yapılırken kasabanın, köyün içinden geçmiştir. Bayramlarda bunu görüyorsunuz. Nasıl karşı karşıya geldiğini.

Suriye’de Araplar, Türkmenler hep bizim akrabamız. Kimsenin ezilmesini istemiyoruz. Orada bir emrivaki olmasını da arzu etmeyiz."

"UZLAŞMA OLURSA HEPİMİZ MUTLU OLURUZ"

"Yeni bir anayasa yapılmasını en çok destekleyenlerden ve bu yönde çok yol gösterici olanlardan biriyim. Bununla ilgili çok konuşmalar yapıldı. Şu anda bir şey söylemek istemiyorum. Siyasetin de kendi gerçekleri vardır.Bugünkü ortam içinde nereye varılır bir şey söylemek istemem. Herhangi bir uzlaşma olursa hepimiz mutlu oluruz. "

 

 

 

Samanyolu Haber, 15.11.2013

 

 

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Sakın, sakın, sakın!

Çabuk bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz.

 

Son zamanlarda Dershane meselesi gündemi ve zihinleri allak bullak etti. Birileri ifrat ve tefrit derelerinde dolaşıyor. Benden fikrimi soruyorlar. Ben eğitim uzmanı değilim. Ancak genel manada bazı değerlendirmelerde bulunacağım.

 

Evvela: İslam alemi ve Türkiye tam bir buçuk asırdır, şu anda Türkiye'nin yaşadığı İslami inkişafı ve maddi refahı yaşamamıştır. III. Selim'den beri arzulanan hedefler, bugün birebir gerçekleşmektedir. Ne hizmet erlerine, ne Işık evlere, ne medreseler, ne Kur'an kurslarına ve ne de hiçbir İslami hizmete engeller çıkarılmak şurada dursun, kapıları aralanmakta ve destekler yağmaktadır. Sultan 2.ci Abdülhamid'den beri yapılmamış dini eserler ve vakıf eserlerin tamirleri yapılmıştır.

Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükür ister ki devam etsin, ziyade olsun.

(Tarihçe-i Hayat 139)

 

İkincisi, Bu ihtilaftan dolayı ehl-i dalalet ve Geziciler keyif içinde ve yangına körükle gidiyorlar. Hocaefendi'nin maalesef ifratkarane beyanatını ve Zaman gazetesi'nin kışkırtıcı manşetlerini çevire çevire zevkle yayınlıyorlar; yorumlar ekliyorlar. Bülent Arınç meselesinden alamadıkları menfi sonuçları bu meseleden almaya çalışıyorlar. Ehl-i iman ise ağlıyor ve kalpleri sızlıyor.

 

Üçüncüsü, Hocaefendi'nin beyanatını hissi, aşırı ve mübalağalı buluyorum. İmam Hatipleri hakkındaki beyanatı ne kadar yanlış ve hatalı idiyse, bu da öylesine hatalıdır. Dershaneler meselesini 28 Şubat ile ve hatta daha söyleyemediğim menfi şeylerle kıyaslamak kıyas-ı ma'al-farıktır. Hocamın ehlullah olduğunu kabul edenlerdenim ve hizmet için de dua ediyorum. Ama bu hatalı içtihada karşı fikrimi beyan etmeyi de vazife addediyorum. Buna dayanarak Zaman gazetesinin kışkırtıcı manşetlerini ise hayretle izliyorum ve üzülüyorum. Ehl-i imanın bilezikleriyle bu hale gelen bir gazete Sözcü gazetesi ile mi yarışmalıydı tahrip ve kışkırtıcılıkta?

 

Burada şunu anlatırsam daha iyi anlaşılacaktır. İki sene evvel Kazakistan'a gidecektim ve Başbakan ile karşılaştım. Kısa sohbetten sonra bu ziyaretimi öğrenince, ben de sizden evvel gideceğim dedi. Sebebini sordum ve beni hayrete düşüren şu cevabı verdi:

 

“Hocam! Rusya’da ki yönetimin etkisiyle Kazakistan'daki 25 okulumuza baskılar başladı. Kazakistan Başbakanı imanlı bir genç ve yakın arkadaşım. Bu meseleyi halletmek için gidiyorum.”

 

Şimdi soruyorum: 100 yıllık tarihimiz içinde benzeri bir hadiseyi Merhum Özal'ın bazı hizmetleri dışında söylemek mümkün mü?

 

Dördüncüsü; Hükümetin yahut Hükümet bürokrasisinin içinde de yangına körükle gidenlerin olduğunu ve hatta hizmete karşı operasyon yürütenlerin bulunduğunu daha evvelki bir makalemde açıklamıştım. Ancak Zaman Gazetesini kuranlardan bir şahsiyet şu anda Milli Eğitim bakanıdır. Mesele çok rahat müzakere edilir. Kaldı ki, Avrupa ülkelerinin hiç birinde dershane olayı mevcut değildir. Sadece ve sadece gençlerimizin maneviyat dersini aldığı bu yuvalar, şekil değiştirse bile, varlıklarına ve hizmetlerine asla zarar gelmeyecek bir hale gelmelidir.

 

Beşincisi; Ben konuşmayacağım. Bediüzzaman'ın dediklerini tekrarlayacağım.

 

“Kur'an-ı Azîmüşşan'ın hürmetine ve alâka-i Kur'aniyenizin hakkına ve imana hizmetinizin şerefine, çabuk bu dehşetli, zahiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binaen pek elîm ve feci' ve bizi mahva çalışan gizli münafıklara büyük bir yardım olan birbirinden küsmekten ve baruta ateş atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem şahsî hak yüzünden, bizlere ve hizmet-i Kur'aniyeye ve imaniyeye yüz batman zarar gelmesi -şimdilik- ihtimali pek kavîdir.”

Şualar ( 512 )

 

“İşte ey mü'minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler ehl-i dalalet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesaibine kadar birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kal'an: Uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal'a-i İslâmiyeyi, küçük adavetlerle ve bahanelerle sarsmak; ne kadar hilaf-ı vicdan ve ne kadar hilaf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl!..”

 

“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm'ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev'-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.

 

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ kal'a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!..”

Mektubat ( 269 - 270 )

 

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, 18.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

İleri gidenler Gülen'i bir kavgaya mı sürüklüyor?

 

 

Kendisini ibadete ve hizmete adamış bir inanç adamını siyasi kavganın ve kamplaşmanın ortasına sürüklemek büyük bir hatadır... Fethullah Gülen'in ve dolayısıyla "Cemaat"in "Dershaneler sorunsalı" dolayısıyla içinde bulundukları ikilem, bu hatanın sonucudur.

Dershaneler, Türk eğitim sistemsizliğinin bir yan ürünüdür.

Hızla artan genç nüfusun talebini karşılamaya yetecek oranda yüksek eğitim kurumu açılamadığı için, "Merkezi yerleştirme" adı altında ana sistemle uyumsuz yeni bir sistem yaratmak yoluna gitmiştir.

Bu şekilde resmi eğitimle uyumlu olmayan ve testlere bağlı farklı bir eğitim modeline dayalı üniversiteye giriş sınavları sistemi oluşturulmuştur.

Bunun yanında milyonlarca gencin aynı gün sınava girebilmesi, kopyanın önlenmesi, cevap kâğıtlarının değerlendirilmesi için, milyarlarca liralık yatırımlara dayalı bir teknik ve bürokratik bir yapı kurulmuştur.

 

Sadece Cemaat dershaneleri mi?

Öğrenci velileri de çocuklarının bu düalist sistemin ikilemine kurban olmamaları için, paralel bir eğitim alıp giriş sınavını kazanabilmeleri amacıyla, dershanelere aile bütçelerini sarsan ödemeleri kabullenmişlerdir.

Burada gözden kaçırılan önemli nokta şu...

Dershaneler sadece Gülen Cemaati'nin bünyesinde yok ki... Bunlar sayı itibariyle tüm dershanelerin yüzde 20'sini oluşturuyor.

FEM Dershaneleri'nin dışında Final Dergisi Dershaneleri, Uğur Dershaneleri, Kültür Dershaneleri, Birey Dergisi Dershaneleri, Sınav Dergisi Dershaneleri benzeri kuruluşların yanında hemen her ilde sayısız dershane ve büyük dershanelerin şubeleri var.

Eğer eğitim sistemini yenilemek amacıyla dershanelerin devre dışı bırakılmasına dönük bir girişim varsa, bundan sadece Cemaat'in işlettiği dershaneler etkilenmeyecek ki...

 

Gülen kavgaya sürükleniyor

Ama bazılarının içinden üniversitelerin de ürediği diğer dershanelerden ve onların sahiplerinden bu girişime dönük bir ses çıkmıyor. Sadece Cemaat'in sözcüleri ve yayın organları bu girişim dolayısıyla, olayı bir siyasi kavga zeminine taşıyorlar. Bu arada Fethullah Gülen kendi iradesi dışındaki bir kamplaşmanın ortasına sürükleniyor.

Oysa dershanelere dönük proje, serbest rekabeti ve teşebbüs özgürlüğünü tehlikeye sokan bir girişim olarak ele alınabilir ve tüm diğer dershaneler de bu eleştiri çerçevesinde aynı cephede yer alabilirler.

Ya da dershaneleri kuranların amacı gerçekten daha iyi bir eğitimin gerçekleştirilmesi ise, sistemdeki tutarsızlık sergilenip dershanelerin bu tutarsızlığın kaçınılmaz bir yan ürünü olduğu kamuoyuna anlatılabilir.

 

İleri gidenler yüzünden

"Cemaat"in bu tür siyasi kavgaların içinde fazlasıyla yer almasının ana nedeni, Fethullah Gülen'in Türkiye'ye dönmemesi ve taşıyıcılar aracılığı ile ülkenin gerçeklerini binlerce kilometre öteden ve okyanus aşırı topraklarda ikinci elden algılamak durumunda olmasıdır.

Her oluşumun "İleri gelenler"i yanında "İleri gidenler"i de vardır. Fethullah Gülen Amerika'da yaşamayı tercih ettiği için, Türkiye'de onun adına kavga edenleri bu "İleri gidenler"e örnek gösterebiliriz.

Sonuçta bu ileri gidenler yüzünden eğitim sistemimizin açmazlarını değil, AK Parti ile Cemaat'in yol ayrımını konuşuyoruz.

 

Mehmet Barlas, Sabah, 18.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=2]Erdoğan'dan Fethullah Gülen açıklaması[/h]http://image.haber7.com/haber/haber7/thumbs/erdogandan_fethullah_gulen_aciklamasi13850527300_h1097615.jpg

Haber 7, 21.11.2013 18:59

 

Rusya yolculuğu öncesi havaalanında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dershaneler konusunda Fethullah Gülen ile bir görüşme yapmadığını söyledi.

Başbakan Erdoğan konuya ilişkin, ''Benim Hocaefendi ile bu konuya yönelik bir görüşmem olmadı ancak ilgili medya içerisindeki ve dışındaki arkadaşlarla görüşme talebinde bulunan birçok arkadaşla görüşmelerimiz oldu. Dershaneler konusu Hüseyin Çelik'in Milli Eğitim bakanlığından beri başlattığımız bir anlayıştır. Devletin okulları hiçbir şey vermiyor mu?

'BUNU DEVLETLE, HÜKÜMETLE KAVGAYA DÖNÜŞTÜRMEK NİYE?

Yeni bir dönüşüm oluyor, gelin yeni okullar kurun. Bunu devletle hükümetle bir kavgaya dönüştürmek niye? Çözümü ürettik, ortaya koyduk. Bu, belli bir gruba yönelik bir adım değildir, bir zihniyet, anlayış değişimidir. 'Başarının arkasında dershaneler var' ifadesini asla kabul etmiyorum.'' ifadelerini kullandı.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

LİDER

 

 

Bin seneyi aşkın geniş bir zaman dilimi içinde hep şanlı devirler yaşamış ve hep güzelliklere açık bulunmuş şu mübârek dünyâ, bir-iki asır var ki, buhrandan buhrana sürüklenmekte ve çepeçevre rûhunu saran bunalımlarla inim inim inlemektedir.. özünden uzaklaşma bunalımı.. tabiat değiştirme bunalımı.. Milli, dînî ve târîhî değerleri inkâr ve tezyîf etme bunalımı.. ve eskilerin ‘kaht-ı ricâl’ dedikleri seviyeli insan, idâreci kadro ve lider kıtlığı bunalımı...

 

Yakın geçmişi ve hâlihazırdaki durumu i’tibârıyla, şu karmakarışık dünyânın gerçek manada bir lider tanıyıp-tanımadığını bilemiyeceğim; bilebildiğim bir şey varsa o da, bizim dünyâmızda böyle bir liderin olmadığıdır.

Evet, bir zamanlar, Merakeş’ten Orta Asya steplerine, oradan da Avrupa içlerine kadar çok geniş bir sahada mevcûdiyet ve ağırlığını hissettiren o tunç irâdelerin, o polat sînelerin ve o çelikten sadâların yerinde şimdi sinekler uçuşuyor.. evet, ateşböceklerinin yıldızlaştığı, sineklerin kartallaştığı bu tâli’sizler diyârında aslan inleri, tilki çalımlarıyla inliyor, bülbül yuvaları saksağanların elinde perişan ve her tarafta yarasalar şehrâyinler tertip ediyor...

Süleyman çoktan göçüp gitmiş ve o muhteşem saltanatın yerinde iblisler satranç oynuyor.. yüreğe, irâdeye, rûha hasret gittiğimiz şu günlerde, şimdiye kadar yolları elli defa gidip pusuya takılmış yığınlar, bir yenisine takılabilecekleri vehmiyle köşeye sıkışmış ve ümitsizliklerini, hârika günler ve hârika şahıslarla giderebileceklerini düşlüyorlar. Bu simsiyah yalnızlıkta herkes karanlıklara esir ve herkes birbirine teslimiyet salıklamakta.. teb’a yol-iz bilmez, câhil ve onurlu yaşamanın acemisi.. hâkim güçler insafsız ve temettû’ avında.. ışığa uyananlar oldukça az -Allah irâdelerine fer versin- onların da çoğu beline kadar çamur içinde ve başları bulutlarda. Kitlelerin fikir semâları tersine dönmüş gibi; köstebek deliklerinde dolaşırken yıldızlararası seyâhat rüyâları görüyorlar.

Hâsılı, bu koskoca dünyâ başıboşların elinde ve bir baştan bir başa lidersizlikle kıvrım kıvrım...

Lider, özüyle ve zâtî husûsiyetleriyle her zaman kendini hissettiren ve gönüllerde yaşamasını bilen bir şahsiyettir. O, görünüşündeki inandırıcılığı, anlayışındaki derinliği, görüşlerindeki inceliği, ihâtasındaki genişliği, tespitlerindeki sağlamlığı.. öğrenme aşkı, öğretme istidâdı ve uhdesine aldığı her şeyin üstesinden gelebilme yeteneğiyle -istemediği halde- dikkatleri üzerinde toplayan, sevilen, sayılan, gözdeleşen, dolayısıyla da binlerin-yüz binlerin her zaman uğrunda ölmeye hazır oldukları bir seviye insanıdır.

Lider, yemesinde-içmesinde, oturup-kalkmasında, davranış ve muâmelelerinde hep dikkatli, hep temkinli ve hep emniyet telkin edicidir. Doğru düşünür, doğru konuşur, doğruluğu sever ve yalandan tiksinti duyar.. sînesi vefâ ile çarpar, gözleri samimiyetle açılır-kapanır ve her zaman güven ve i’timât soluklar...

Lider, çevresine karşı güleryüzlü, saygılı, ciddi ve alabildiğine vakûrdur. Onun yanında bulunanlar yakınlığın lâubâliliğini görmez, uzakta kalanlar da uzaklığın mahrûmiyetini hissetmezler. Sorumluluğunu yüklendiği toplumun büyüklerini babası, küçüklerini evlâdı bilir ve bir kuluçka hassasiyetiyle, himâye ve şefkatine sığınan herkese bağrını açar, herkesi kanatlarının altına alır ve korur... Soluklarının duyulduğu dâire içindekilere şefkat ve alâkası o kadar engindir ki, ayaklar altındaki karıncalardan, göklerde uçuşan kuşlara kadar canlı-cansız her şey o incelikten aldığı nasiple şükrân çığlıkları atar ve iki büklüm olur, yerlere yüz sürer.

Lider, vazifeşinâs, hasbî ve diğergâmdır. Sorumluluklarını yerine getirme mevzûunda, ne karşısına çıkan engellerin zorlu ve aşılmaz olması ne de imkânların genişliğiyle gelen yaşama zevki, rahat ve rehâvet onu yolundan döndüremez ve ona mükellefiyetlerini unutturamaz. Üzerine aldığı mesuliyetleri peygamberâne bir himmetle yerine getirir.. hep yürekten ve cansiperâne davranır.. sonra da yapıp ortaya koyduğu hizmetler karşılığında herhangi bir ücret ve mükâfât beklemeden çeker-yoluna gider.

Lider, üstün idrâki, cesâret ve kararlılığı, sabır ve metânetiyle her zaman çevresinin tek dayanağı ve ümit kaynağıdır. Süratli kararla isâbet, dikkat u temkinle cesâret, sabr u tahammülle atılganlık gibi zıtlıklar, onun sihirli dünyâsında birleşir, bütünleşir ve birbirinin tamamlayıcısı olurlar. Fetânetin aydınlatıcı tayfları altında yarınlar ve yarınlara âit hâdiseler, bugünkü vak’alar sırasına girer berraklaşır.. cesâret ve kararlılığı sayesinde, aşılmaz gibi görülen tepeler aşılır ve bütünüyle yollar düzlüğe erer.. tahammül ve metâneti karşısında olmazları olur hâle gelir, muhâller ve imkânsızlıklar toz-duman olur gider.

Lider, bir ahlâk ve fazilet kahramanıdır. O, merhamet ve yumuşak huyluluğuyla bütün canlıların çarpan yüreği, atan nabzı; cesâret ve yiğitliğiyle, millet ve ülkesinin yılmaz ve sarsılmaz muhâfızı; his ve gönül dünyâsıyla zayıfların en emîn sığınağı; tevâzû ve mahviyetiyle kapı kapı kovulmuşların biricik tesellî kaynağı; müsâmaha ve af atmosferiyle sendeleyip düşenlerin ve sürçüp sürçüp günâhlara girenlerin ümit çerağıdır.

Lider, adâletli olduğu zaman merhametli, merhametle coştuğu zaman da istikâmetlidir. İnsan ve insanca düşünceleri şefkatle kucaklarken, yılan ve çıyan deliklerini tıkamayı da ihmal etmez.. onun dünyâsında ne zâlimlerin toyu-düğünü ne de mazlûmların âh u efgânı hiç mi hiç işitilmez. O, elindeki keskin kılıcın bir yüzüyle kobraların başlarını alırken, diğer yüzüyle de bülbüllere yuva örme san’atını öğretir.

Lider, Ağrı Dağı kadar mehâbeti, Lût Gölü kadar da haşyeti vicdânında duyabilen gariplikler halîtası bir ruh yapısına sahiptir. Ona sırf mehâbet noktasından bakanlar, aşılmaz bir zirve karşısında bulunduklarını hisseder, hayret ve hayranlıkla ürperirler.. onu, ötelerle irtibâtı, ihlâs ve samîmiyetiyle tanıma fırsatını bulanlar ise rûhânîlerden biriyle diz dize olduklarını sanır ve kendilerinden geçerler.

Yıllar ve yıllar var ki, düşkünler diyârı şu mübârek ülke, taşıyla-toprağıyla, canlısıyla-cansızıyla, mü’miniyle-kâfiriyle hasretle inledi ve böyle bir liderin yolunu gözledi.

Bu uğurda elli defa yalancı mumları güneş zannedip alkışladı.. yüz defa ateşböceklerini yıldız sanıp arkalarına düştü… ve bilmem kaç defa da kırkharâmîleri Kâbe yolcusu sanarak içlerine girdi. Öyle anlaşılıyor ki, daha bir süre bu hicranlı arayış devam edecektir.

 

 

Fethullah Gülen, Zaman, 22.11.2013

Bu yazi ilk defa Yeni Ümit Dergisi’nin 11. sayısında (1991) yayinlandi

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Tarihî bir dönemeçten geçiyoruz; herkes dikkatli olmalı![/h]Önce şu: Bu toplum ayağa kalkamadı henüz. Osmanlı'nın çökmesiyle yere düştü, Menderes'le rotasını buldu. Özal, Erbakan ve Erdoğan'la rotanın yerini ve yönünü muhkemleştirmeye çalıştı.

Sonuçta, bu toplum rotasını buldu ama istikametini yitirmek üzere...

ERDOĞAN, TÜRKİYE'NİN VE BÖLGENİN SON ŞANSI'DIR

Gezi operasyonu'ndan itibaren, küresel güçlerin 'Erdoğan'sız bir Türkiye' için dört bir koldan çalıştığı gözlemleniyor. Erdoğan, Türkiye'nin 'son şansı' çünkü.

Daha önce de yazmıştım: Srilanka'nın bir dağ köyündeki 12 yaşındaki bir çocuk, Erdoğan'ın sağlık durumunu merak ediyorsa; Tanzanya Cumhurbaşkanı, 'neredesiniz?' diye soruyorsa; Güney Afrika'da bir medresenin / üniversitenin başkanı 'gece gündüz Erdoğan için dua ediyoruz' diyorsa; Yemen'li bir yaşlı, İstanbul'un yeniden doğması için dua ediyorsa, Erdoğan, sadece Türkiye için değil, bölge için de 'son şans'tır.

Bu yakıcı gerçekleri bir yere kaydedelim öncelikle.

Burada soru şu: Türkiye'de yaşanan 'dershane gerilimi', 'Erdoğan'sız bir Türkiye' operasyonuysa, dahası dershaneleri ve cemaati bitirme planıysa, o zaman işimiz bitmiş, Müslümanlar, kıyametlerine hazırlansın, demektir.

Öte yandan cemaatin bu konudaki soru işaretlerini giderebilmek için hem net bir açıklama yapması, hem de cemaati, hükümeti yıpratmak için yayın yapan Sözcü, Yurt ve Hürriyet'le aynı 'sevimsiz' yere yerleştiren 'kışkırtıcı' gazete, televizyon ve sosyal medya yayınlarına son vermesi şart.

MÜSLÜMANLARIN MESELESİ, 'İKTİDAR' MESELESİ OLAMAZ!

Meselenin, ıskaladığımız, püf noktası şu aslında: Türkiye'deki İslâmî kesimler, fazlasıyla siyasîleşmiş, her şeyi 'iktidar' meselesine indirgemiş durumdalar!

Oysa bu, bu ülkedeki İslâmî kesimlerin ne kadar sekülerleştiklerini gösteren ürpertici bir nokta ve tam bir çıkmaz sokaktır.

Zira Müslümanların meselesi, 'iktidar' meselesi olamaz. Çünkü Müslümanlar, meselelerini 'iktidar' meselesi olarak algıladıkları ve her şeyi 'siyasete' kilitledikleri zaman, belki rotalarını bulmuş, hatta konumlarını güçlendirmiş olabilirler ama sonuçta istikametlerini, samimiyetlerini ve masumiyetlerini yitirmekten kurtulamazlar.

Bu tespite özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum: Yaşadığımız bütün gerilimlerin, tıkanmaların, yalpalamaların ve savrulmaların temel nedeni bu; burada gizli çünkü.

Müslümanların meselesi, iktidar ve siyaset değil, hakikatin izini sürmek, adaletin, hakkaniyetin, kardeşliğin hâkim olabileceği bir dünya inşa edebilmektir.

Eğer Müslümanlar, meselelerini, iktidar ve siyaset meselesi olarak görme aymazlığına sürüklenirlerse, yaptıkları iş, hakikatin izini silmekle ve ülkenin geleceğini tehlikeye atmakla sonuçlanır.

Unutmayalım: İktidar, bozan; siyaset, ayartan bir 'tuzak'tır. Her tür iktidar biçimi, 'ben'i / 'biz'i merkeze alır; 'ben'i / 'biz'i ayartır ve azmanlaştırır.

Sözün özü, iktidar da, siyaset de (ya da cemaat de, parti de) yegâne amaç hâline getirildiği zaman, bu durum, insanları, 'iktidar'ın ve 'siyaset'in kölesi hâline getirir ve herkesi çıkmaz sokağın eşiğine sürükler.

Başka bir ifadeyle, her tür iktidar biçimi de, siyasîleşme eğilimi de, ayartır ve her tür ayartı, sekülerdir, insanın nefsini, benini azmanlaştırır.

Özetle: 'İktidar' da, siyaset de insanı paganlaştıran baştan çıkarıcı, 'pornografik' araçlardır.

ERBAKAN: 'İSLÂM'IN BAYRAĞI YERE DÜŞMESİN DİYE...'

Bediüzzaman Hazretleri'nin, neden 'siyasetin şerrinden Allah'a sığınırım' dediğini de; rahmetli Erbakan Hoca'nın neden partisine diğer cemaatleri organik olarak dâhil etmeme konusunda özen gösterdiğini de şimdi daha iyi anlıyor olmalıyız.

Rahmetli Erbakan'la başbaşa kaldığımız bir gün bu meseleyi Hoca'ya sormuştum.

Hoca'nın soruma verdiği cevap, hem bir deha ile, hem de tastamam Müslüman bir liderle karşı karşıya olduğumu gözler önüne sermeye yetmişti.

Hoca, şöyle cevap vermişti soruma: 'Yusuf Bey Kardeşim! Müslümanlar, yüzyıldır bir çöküş yaşıyorlar. Batılılar, Osmanlı'yı bitirerek İslâm'ın yürüyüşünü durdurdular. Eğer biz, tıpkı Mısır'da olduğu gibi, tek bir hareket olarak, tek bir çatı altında toplanmaya kalkışırsak, yarın büyük bir darbe vurduklarında İslâm binası çöker, bir daha toparlanamayız. Ama şimdi, bize bir darbe vurulduğunda, diğer kardeşlerimiz bayrağı devralır, İslâm'ın bayrağı yere düşmemiş olur.'

Budur!

Özetle: Erbakan, bu ülke için, bu ülkede İslâm'ın geleceğinin teminat altına alınabilmesi için kendisini 'feda etmiş' 'yakmış'; 'çocuğu', 'talebesi' Tayyip Erdoğan'ın önünü açmıştır. Tayyip Erdoğan, Erbakan'ın 'küllerinden doğmuş' son şansıdır bu ülkenin ve bölgenin.

SELEFİLİĞE KARŞI YEGÂNE KALKAN: TASAVVUFÎ CEMAATLER VE HİZMET HAREKETİ

Öte yandan, cemaatler, özellikle tasavvuf eksenli cemaatler bu toplumun sigortası; Fethullah Gülen Hocaefendi ve (samîmî, ihlaslı, dur durak demeden ülke ülke dolaşan) talebeleri ise bu ülkenin emniyet sübabıdır.

Unutmayalım: İngilizler, bu topraklardan çekildiler ama bu topraklara derinlemesine nüfuz ettiler: Ve Afrika'da, Asya'da ve Ortadoğu'da önceden sömürgesi olan ülkelerin kremasını, devlet aygıtını ele geçirdiler bütünüyle.

İngilizlerin, bu postkolonyal süreçte yaptığı en iğrenç işlerden biri, Suudları kullanarak vehhabiliği ve selefiliği bütün dünyada yaygınlaştırmak oldu.

Selefilik, İslâm dünyasının önündeki en büyük 'bela'dır. İslâm dünyasındaki bütün büyük ölçekli silkinme, diriliş hareketlerini içeriden çökertecek büyük bir bela.

Bunun en somut örneğini Mısır'da gördük. Mısır, tam toparlanacakken, özgürlüğüne kavuşacakken, selefiler, Mısır'da çok büyük bir ihanete ortaklık ettiler.

İşte gerek tasavvufî cemaatler, gerekse Hizmet hareketi, Türkiye'de selefiliğin önündeki en büyük iki kalkandır. Bunu da bir kenara özenle not edelim lütfen.

''ERDOĞAN'SIZ TÜRKİYE' OPERASYONUNUN ARKASINDA CEMAAT YOK, OLAMAZ DA'

Bu arada, yazı bittiğinde, Hizmet hareketinin yöneticisi arkadaşlarla verimli, bereketli bir görüşme yaptık. Görüştüğümüz arkadaşlara, ''Erdoğan'sız bir Türkiye' tasavvurları olup olmadığını ve dershaneler tartışması üzerinden Erdoğan'a karşı yapılan küresel operasyonda cemaat'in doğrudan rol aldığı imajı oluştuğunu, böyle bir şeyin sözkonusu olup olmadığını' sordum.

Açıkçası arkadaşlar, şok oldular. Ve 'böyle bir şeyi tahayyül etmekten bile, Allah'a sığınırız' dediler. Bu önemli, hayatî görüşmeyi daha sonra yazacağım.

Sözün özü: Türkiye'de Erdoğan'ın önü tıkanmaya; cemaat'le Ak Parti, 'iktidar kavgası'na tutuşturulmaya çalışılıyor.

O yüzden bu yıkıcı gerilime son verilmesi, yaşananların iki taraf için de 'şefkat tokadı' olarak görülmesi, krizin, sadece bir imtihan değil aynı zamanda -ders alınabildiği ölçüde- bir imkân olarak değerlendirilmesi, tarafların hatalarını tamir edebilmeleri için birbirlerine kucak açmaları, her türlü 'iktidar' tuzağını ayaklarının altına alabilmeleri gerekiyor.

Özetle: Büyük bir imtihanla karşı karşıyayız. Bendeniz, Türkiye'nin İslâmî kesimlerinin bu imtihanı muvaffakiyetle ve yeniden kardeş olmanın imkânlarını keşfederek aşabileceklerine yürekten inanıyorum.

İSTİŞARE EMRİ YERİNE GETİRİLİRSE, BÜTÜN KAPILAR AÇILIR..

Bunun öncelikli yolu, tarafların birbirlerinin önünü kestikleri izlenimini yıkmaları, gerilimi düşürmeleri, birbirleriyle istişareyi aslâ ihmal etmemeleri ve dershane meselesi de dâhil, bütün hayatî meseleleri istişare emri çerçevesinde halletme iyi niyeti ve çabası ile hareket etmelerinden geçiyor.

Tayyip Bey, vicdansız biri değil. Yüreği, bu ülkenin mazlum insanının önünü açmak ve bölgenin makus talihini yenmek için atan Tayyip Bey'in yeni bir dünyanın kurulmasında Türkiye'nin kilit rol oynayabilmesi için üzerine düşeni yapmaktan geri durmayan, bunun için her türlü zorluğu göze alarak dünyanın dört bir köşesinde canla başla çalışan hizmet erlerine, gönül insanlarının onca çileyle, samimiyetle ortaya koydukları çalışmalara, zarar verecek en küçük adımı bile atmayacağından eminim.

Dershane meselesi, basit bir dershane meselesi değildir; Türkiye'nin geleceğiyle, gelecek kuşaklarıyla ilgili önemli ve hayatî bir meseledir. Bendeniz, Tayyip Bey'in bu meseleyi de, diğer meseleleri de istişare ile hal yoluna koyacağından kuşku bile duymak istemiyorum.

Son söz: İstişare emri yerine getirilirse, açılmaz sanılan kapılar sonuna kadar açılacak, Allah Tealâ (cc) da rahmetiyle ve bereketiyle muamele edecektir biiznillah...

 

 

Yusuf Kaplan, Yeni Safak, 24.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]bunlarkaçkişiler.com

[/h]Şimdi ağırlaştırılmış müebbet yemiş yatan ateşli ve de ağzı bozuk bir çocuk, içeri girmeden önce Internet'te kampanya yapmıştı hani, "biz kaç kişiyiz" diye soruyordu...

1 milyon 300 bin imza topladığını iddia etti.

Sonra, kaç kişi oldukları seçimde görüldü.

İçeriden milletvekilliğine adaylığını koydu, 13 binde kaldı.

1 milyon 287 bin kişi, yer yarılmış içine girmişti.

Bu iş, bu ateş parçasının örgütlediği cumhuriyet mitinglerine katıldığı ileri sürülen 5 milyon kişinin seçimde sırra kadem basmasına benzemişti. (Gerçek rakam 500 bin kişi kadardı, ortalama 10 mebus gücünde... Ormanlarda kaç kaplan gücündedir, bilemem!)

Koğuş ve kader arkadaşı mebus oldu, o olamadı.

"Beni de alın, beni de" diye çok ağlamış, üç gün yatıp çıkıp kahraman olacağını sanmıştı... Kırmadılar, aldılar, giriş o giriş.

İmdi... Bendeniz de samimi olarak şu "hizmet cemaatinin" kaç kişi olduğunu merak ediyorum.

Yok, ne dersanelerin açılıp kapanmasını merak ediyorum, ne de rahmetli Ahmet Kaya'nın o ünlü ve meşum gecesinde kimin ne halt ettiğini...

Çaresizlikten gözü kararmış ve umudunu "AKP'nin bölünmesine" bağlayanların suratlarını görmek isterim de seçimden sonra, o bakımdan merak ediyorum.

Bunlara "yüzde şu kadara düşerler" diye fetva veren yerli üniversite mollaları da dahil, dış basının çokbilmişleri de.

AKP'nin "tamamıyla" bir türlü başa çıkamadıkları için onunla "yarım yarım" mücadele etmeyi planlıyorlar!

Kimsenin aklına "bölünseler ne yazar, sonuçta koalisyon yaparlar olur biter" demek gelemiyor...

Kimse, Kılıçdaroğlu ve Sarıgül denilen adamların bu cemaat oylarından medet umacak kadar aciz duruma düşmelerine gülüp geçmiyor (bunlar laik adamlardır haa, dine dayalı politika yapmazlar!)

Herkeste bir heyecan, herkes ciddi ciddi ahkâm kesiyor. Bu konuda yazı yazmayan neredeyse kalmadı.

Cemaat oylarını vermeyecekmiş, böylece AKP seçimi kazanamayacakmış...

İyi öyleyse, vermesinler, sonucu görelim.

Kendilerinden samimi olarak rica ediyorum, vallahi vermesinler, madem emir ve komutayla hareket eden insanlar bunlar, madem sandık başında kendi iradelerini kullanamıyorlar, vermesinler. Muhalefetin aklıyla ve yönlendirmesiyle iş yapacaklarsa, vallahi vermesinler.

AKP'nin ne kadar oy kaybedeceğini somut olarak görelim.

Böylece cemaatin sayısı da gücü de hakkında bir fikir sahibi oluruz.

Fakat AKP yöneticilerinin iddia ettikleri gibi "yüzde 1" oranında etkilerse çok gülerim haa...

Gülmek hepimize yakışıyor da, o bakımdan. Güleni severiz Yaradan'dan ötürü.

 

Engin Ardic, Sabah, 25.11.2013

 

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]KAVGADA HAKAN ŞÜKÜR CEMAATİN YANINDA DURDU ![/h][h=2]Hakan Şükür: "Dershanelerin kapatılmasına evet demek doğru değil"[/h]

[h=3]AK Parti İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, “Dershanelere ihtiyaç duyulmayacak bir iyileştirme yapılmadan kapatılmasına evet demenin, doğru olmadığını düşünüyorum” dedi.

 

Sosyal paylaşım sitesi Twitter’da açıklamalarda bulunan Hakan Şükür, “Bugüne kadar binlerce gencimizin üniversite kazanmasına vesile olan bu kurumların kapatılmasının, doğuracağı sosyal yaraların telafisinin zor olacağını düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

 

“BAŞBAKAN’A SEVGİMİ İSPAT ETMEYE İHTİYACIM YOK”

 

Birkaç gündür bazı haber sitelerinde dershane meselesiyle ilgili attığı tweetler üzerine bazı değerlendirme ve yorumlar gördüğünü belirten Şükür, “Öncelikle şunu belirteyim ki Sayın Başbakanımıza olan sevgi ve saygım, başta Başbakanımız olmak üzere tüm kamuoyunun malumudur. Bunu hiçbir şekilde ispat etmeye ihtiyacım yoktur. Aynı şekilde bugüne kadar hep ülkemiz ve milletimize faydalı işler yaptığını gördüğüm Hizmet hareketine ve Muhterem Hocaefendiye olan sevgim de herkesin malumudur” diye konuştu.

 

Şükür, 20 seneden fazla bir süreden beri Hizmet’in içinde bulunmaktan şeref duyduğunu belirterek, “Mensubu bulunmakla onur duyduğum partimizin bu şekilde karşı karşıya gelmiş olmaları beni çok üzmektedir. Muhterem Hocamın Başbakanımıza her zaman dua ettiğinin en yakın şahitlerindenim. Başbakanımızın da Hocamız aleyhine bir beyanına şahit olmadım” şeklinde konuştu.

 

“DERSHANELERİN SADECE TİCARİ KURUMLAR OLARAK GÖRÜLMESİ DOĞRU DEĞİL”

 

Açıklamalarında dershanelerin kapatılmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Şükür, şunları söyledi: “Dershaneler meselesinde gerek yayın organlarında gerekse sosyal medyada gösterilen hassasiyet, bugüne kadar süregelen bu dostluğun zedelenmesi endişesinden kaynaklanmaktadır. Dershanelerin sadece ticari kurumlar olarak görülmesi doğru değildir. Elbette eğitim sistemimizin iyileştirilmesi hepimizin öncelikli görevidir. Ama bunu bir şeyleri yıkarak yapmaya taraftar olmadığımı belirtmek isterim.”

 

Kapatmanın doğru olmadığına vurgu yapan Şükür, “Dershanelere ihtiyaç duyulmayacak bir iyileştirme yapılmadan kapatılmasına evet demenin doğru olmadığını düşünüyorum. Bugüne kadar binlerce gencimizin üniversite kazanmasına vesile olan bu kurumların kapatılmasının, doğuracağı sosyal yaraların telafisinin zor olacağını düşünüyorum” dedi.

 

“MİLLETE FAYDALI OLMAYACAĞINI DÜŞÜNDÜĞÜM HUSUSLARI AÇIKÇA İFADE EDERİM”

 

Şükür, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a olan sevgisini sınamanın kimsenin haddi olmadığını belirterek, “Ama hiçbir makam sevdasına düşmeden tamamen milletime hizmet sevdasıyla ve Başbakanımızla isteğiyle girdiğim siyasette. Milletime faydalı olmayacağını düşündüğüm hususları açıkça ifade etmek en önemli vazifemdir” diye konuştu.

 

“DUALARIN YAKIN ŞAHİDİYİM”

 

Gerek kapatma davasında, gerekse ülkenin yararına olan bütün hamlelerde hizmete yakın medya organlarının tavrının ortada olduğunu söyleyen Şükür, şu tweetleri yayınladı:

 

“Kapatma davasında partimize ve Başbakanımıza hizmet mensuplarının yaptıkları dua organizasyonlarının, ettikleri duaların yakın şahidiyim. Hem referandumda hem seçimlerde kapı kapı dolaşan, hakaretlere uğrayan, kadınıyla erkeğiyle fedakarca çalışan hizmet insanlarını hepimiz biliyoruz.”

 

“Hiçbir beklentiye girmeden büyük maddi fedakarlıklarla dünyanın her yerinden gelip oy kullanan insanları, daha düne kadar partimize ve değerlerimize tavırları ile bilinen bir kısım medya mensuplarının düşman ilan etmesi büyük bir haksızlıktır. Bu insanların "savaş, kavga" gibi kelimelerle yan yana anılması çok inciticidir.”

 

“Son olarak birkaç gündür aynı dil konuşulmasa da aynı duyguları paylaştığımızı biliyor, yaradandan ötürü hepinizi seviyorum. Rabbim birlik beraberliğimizi korusun fitneden kötülüklerden korusun inşallah Amin.”[/h]

 

Haber Günlügü, 24.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]BAŞBAKAN’A AÇIK MEKTUP[/h][TARİHE KISA BİR NOT DÜŞMEK İÇİN]

 

Sayın Başbakanım,

Siz de gayet iyi bilirsiniz ki, tevhid akidesine sımsıkı bağlı insanlar, hiçbir kul karşısında eğilip bükülmeden gerçekleri dosdoğru söylemekle mükelleftir. Hele söz konusu milletin himmetiyse! Zor zamanda hak ve hakikati haykırmak, tarihî bir hatanın önüne geçmek, O’na inanan her bir fert için vazife-i kutsiye haline gelir. Milletin kaderinde derin izler bırakacak bir konuda gördüğümüz hakikatleri söylemeye mecburuz. Zira, “Hakkın hatırı âlidir”. Öyle ümit ederim ki, idareci olmanın ağır sorumluluğunu taşıyan sizler de kardeşlerinizden gelen tenkit ve teklifleri duymak istiyorsunuzdur.

 

Konuşmalarınızdan anlaşılıyor ki kırgınsınız, dargınsınız. İnanın sizi seven, size itimat eden insanlar da en az sizin kadar kırgın ve dargın. “Eğitimin onca problemi varken neden dershaneleri kapatıyorsunuz?” sorusunun karşılığı yok çünkü. Kelime oyunları ile yapılan ambalajlar, gönüllerde oluşan yarayı sarmaya yetmiyor. Bir zamanlar kanun zoruyla kapatma ve dönüştürmenin mağduru iken, şimdi bu kavramları sık sık kullanmanız insanların yüreğini burkuyor. Hal böyle olunca mevzu sadece dershanelerin kapanıp kapanmaması ile sınırlı kalmıyor, derin endişeler, insanların vicdanını sızlatıyor. Şu yaşanan sürece insanlar bir anlam veremiyor.

BARİ BU İNSANLARA KULAK VERİN

Bir tıkanmışlık var. Toplumun bütün kesimlerinden yükselen ricanın bir ağırlığı olması gerekiyor çünkü: 60 yılını davaya adamış Hekimoğlu İsmail feryat ediyor; “Kapatırsanız en çok ben üzülürüm, kırılırım, darılırım.” diyor, duyan yok. Doğu’nun, Güneydoğu’nun kanaat önderleri, “Aman ha! Sakın ha kapatmayın!” diye istirham ediyor; dikkate alan yok. Eğitimciler, sosyologlar, hukukçular, iş dünyası “Bu işte bir yanlışlık var.” diyor; sesleri adeta bir duvara çarpıp geri dönüyor. Cuma günü paydaşlar platformu, 3 bin dershaneyi temsilen basın toplantısı yaptı. Adamlar feryat ediyor; ama bakanlık yetkilileri ikna odalarında kendi masalları eşliğinde derin bir uykuya dalmış durumda. Dershane sektörünün yüzde 70’ini temsil eden bu kişilerin haberini bazı basın kuruluşları tek satırla bile olsa haber yapamıyor. Kimden endişe duyuyor, neden çekiniyorlar; tarih bunları bir gün mutlaka yazacak…

İnanın Sayın Başbakanım,

Konu sadece “cemaat duyarlılığı” ile sınırlı değil. Beşiktaş Meydanı’na öğrencileriyle gelip “Sayın Başbakanım, saatimizi bile satarak dershane kurduk, lütfen kapatmayın!” diyen Arşimet Dershanesi’nin sahibi kendi çilesini arz ediyor. Final Dershanesi sahibi Zeki Çobanoğlu feryat ediyor: “236 şubem var, biri bile okula dönüşemez.” Donanım Dershanesi’nin kurucusu Emre İpek, “Eşimle beraber kurduk.” dediği dershanesi için “Şimdi yuvamızı kapatmak istiyorlar.” diyor. Bu insanların hiçbir “cemaat” ile alakası yok. Üzücü bir terkiple ‘karşı taraf’ demenizi derin bir teessür ile karşıladı sevenleriniz. Sesimizin yüksekliği, sadece ‘yüzde 25’ dediğiniz insanların haklarını savunduğumuz için değil; bütün sektörün hissiyatını ifade ettiğimiz ve halkın tamamının yaşayacağı sıkıntıya tercüman olduğumuz içindir.

DAHA YAŞANMADAN BU SIKINTI SİZLERE ANLATILDI

Sayın Başbakanım,

“Cemaatin içindeki insanlarla dershane konusunu konuştuk.” diyorsunuz. Haklısınız. Konuşuldu; ancak her konuşmada size, “Bu çok yaralayıcı olur, duygusal bir kopuşa neden olur...” denildi. Allah şahit ki bu mevzu her açıldığında kanun zoruyla dershanelerin kapısına kilit vurulmasının yanlış olacağı size iletildi. Ve sanıldı ki sizin nezdinizde hiçbir beklentiye girmeden destek veren o gönül dostlarınızın bir hatırı var. Sanıldı ki kardeşlerinizin samimi itirazları nazar-ı dikkate alınıyor. Şimdi büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Yaptığınız bütün hayırlı işlerde size var gücüyle destek verenler, “mezardan kalkıp” Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlayanlar sizin mükerreren söylediğiniz bir çift söze gönül bağlamıştı: “Ben Rabb’ime söz verdim; benim dönemimde insanımıza zarar verilmeyecek.” Şimdi “bu ülkenin sevdalıları”, yapmayı düşündüğünüz bir icraatın sadece kendilerine değil; ülkeye büyük zarar vereceğini düşünüyor. Hal böyleyken bu ısrar niye?

Lütfen etrafınızdan başlayarak kamu vicdanını bir yoklayın. Göreceksiniz ki herkes “Ben de dershanelerin kapatılmasına karşıyım.” diyor. Parti kurmaylarınızdan değişik cemaatlere kadar size doğrudan bir şey diyemeyen insanlar, “Keşke bu duruma düşülmeseydi.” diyor. Bunca zamandır tartışılan bir konuda makul bir gerekçeyle ortaya çıkıp sizi destekleyen bir insan göremedim. “Kapatmıyoruz, dönüştürüyoruz.” lafı sadece kelime oyunu olarak kalıyor maalesef. Hal böyle olunca mevzu bambaşka vadilere kayıyor.

Mesela “kara propaganda”. Biz somut bir belge üzerinden kamuoyunu bilgilendirdik ve istedik ki bir yetkili çıksın bu kabul edilemez ‘taslak’ın yanlış olduğunu söylesin. Özel sektörün devletleştirilmesi korkunç bir yanlış çünkü. 11 yıllık iktidarınızda ortaya koyduğunuz demokratik vaatler ve uygulamalar “kamu zoruyla dönüştürme” lafını reddediyor. Kaldı ki ilk gün Bakanlık yetkilileri tarafından “yalan” denen her şeyin, gerçeğin ta kendisi olduğu ortaya çıktı.

Bir de şamar benzetmesi var. Şifahen yapılan bir açıklama olduğu için canlı yayın kazası gibi algıladım şahsen. Zira cümle âlem bilir ki biz Yunus mesleğinin muhabbetiyle hep şu mısraları okuyup durduk hayat boyunca: “Dövene elsiz gerek / Sövene dilsiz gerek / Derviş gönülsüz gerek...” Elhak kendi hususi işlerimiz için tercih ettiğimiz yol yine, ‘Bizim Yunus’un gösterdiği erkândır; lakin dershane konusunda susmadık, susamazdık da; umumun hakkı söz konusu olduğunda var gücümüzle hakikatleri söylemek hem boynumuzun borcudur hem size olan sevgi ve saygımızın gereğidir. Hakkı müdafaa ederken dürüstçe ve mertçe konuşmamız “şamar atma” gibi mütecaviz bir benzetmeye tâbi tutulamaz...

Dershane konusunda size hissiyatımız defalarca ifade edildi ama zerre miktar dikkate alınmadı. Kaldı ki bu camia sizden bir kerecik bile grupçuluk yaparak bir şey istemedi. Hep ülkemiz ve insanımız için sizinle konuşuldu. Adeta bir ulufe üslubuyla söylenen “ne istediler de vermedim” lafı bile, maalesef, kırıcıdır, üzücüdür.

HALKA ŞİKÂYET HAKK’A ŞİKÂYETE DÖNÜŞMEDEN

Sayın Başbakanım,

Yüreğine ateş düşmüş insanımız, bu yapılmak istenen zoraki dönüşümü şimdilik halka şikâyet ediyor. Bu feryadı polemiklerle susturmak sorunu çözmez; derinleştirir. Kırılmamak da lazım; zira insanlar en demokratik haklarını kullanıyor. Onlara kulak verme ve problemi çözme yerine, her söylenen sözü alınganlıkla karşılamak yanlış. Bu mağdur ve mazlum insanların âhını almamak lazım. Bugün halini halka arz edenler, bilmecburiye, yarın Hakk’a arz etmek zorunda kalır. Mevzuu buraya getirmeden çözmek şart...

Neredeyse bir buçuk ay önce dershane meselesinin bu üzücü noktaya kadar gelip dayanacağından endişe etmiş ve sizi meseleye el koymaya, acizane, davet etmiştim. Bir dostumdan duyduğuma göre o yazıya bile alınmışsınız. Hayretler içinde kaldım. Zira o gün aynen şöyle demiştim: “Dershane konusundaki kördüğümü Başbakan Erdoğan çözmeli. Nasıl mı? Tıpkı başka konularda olduğu gibi halkın dershane mevzuundaki endişelerini dikkate alarak…” Bugün göstere göstere gelen bir kaza yaşandı; daha ötesi daha büyük bir iletişim kazasıdır...

Sayın Başbakanım,

Lütfen manzarayı bihakkın görün, goygoycu arkadaşların, alkışçı meslektaşların hakperestlikten uzaklaşarak her icraatınızı tezahürat coşkusuyla kutsaması yanıltıcı olabilir. Aslında o kardeşlerim bu yaptıklarıyla size fayda değil zarar veriyor; çünkü kardeşlik hukuku, eğriye eğri, doğruya doğru demekten geçiyor. Bugünkü manzara aynen şöyledir: Hiç kimsenin makul bulmadığı kanun zoruyla dershane kapatma/dönüştürme, halkın yüreğinde derin bir yara açmaktadır.

Hiç kimsenin istemediği bir konuda orta yol bulmak sizin siyasî tecrübenize yakışan bir davranıştır. Örnekleri çoktur. Halkın itirazlarını sizin kadar dinleyen ve kararını yeniden gözden geçiren bir lider göstermek hiç de kolay değil. Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bakanlarınıza, eğitim sektöründen çocuklarının üniversite okuması için binbir fedakârlığa katlanan ailelere kadar herkes dershanelerin kanun zoruyla ortadan kaldırılmasını endişeyle karşılıyor. Konunun tartışılmasını, paydaşların dinlenmesini, herkesin uzlaşacağı ve neslimizin daha iyi yetişmesine vesile olacak formülün bulunmasını herkes istiyor.

Yeri geldiğinde karşı çıkmak dürüstlüğün göstergesidir, her şeye doğru demek, takiye emaresidir. Madem insanlar civanmert bir eda ile size, “Bu yanlıştır...” diyor, onlara kulak vermek bir nakise değil fazilettir. Halk sizden bunu bekliyor. Aksi takdirde açılan yarayı tedavi etmek, değil on yıl, sonsuza kadar sürecektir. Değer mi Allah aşkına?

 

 

Ekrem Dumanli, Zaman, 25.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Fatih Tezcan: Dershaneler, Paralel Devlet İçin!

 

ABD'de yaşayan emekli vaiz Fethullah Gülen ve cemaatinin Erdoğan'a Dershane Saldırısı'nı deşifre eden açıklamalar, Fatih Tezcan'dan geldi.

 

22 Kasım 2013 Cuma 18:38

Öğrenciler arasında fırsat eşitliği sağlayan dershanelerin özel okullara dönüşme projesinin amacının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğu, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını engellemek için dershane olayının kullanıldığı bildirildi.

Kürt sorununun çözümüne ilişkin çalışmalarda bulunan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın terör örgütü KCK soruşturması kapsamında ifadeye çağırılması, Dolmabahçe’de bulunan Başbakanlık Çalışma Ofisi’nin de basılmak istendiği Gezi olaylarında istediği sonucu alamayan derin yapı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğrenciler arasında fırsat eşitliğini sağlayacak olan dershanelerin özel okullara dönüştürme çalışması üzerinden AK Parti Hükümeti’ni hedef alıyor.

 

“VESAYET DÜZENİYLE İTTİFAK SAĞLAMIŞ YAPI”

 

Gazeteci yazar Zihni Çakır, söz konusu tartışmaların dershanelerle ilgili uzaktan yakından alakasının olmadığını belirterek, “Öncelikle Gülen cemaatinin bulunmuş olduğu pozisyonunun tarifini yapmak lazım. Gülen cemaati bugüne kadar hemen hemen her darbe sonrası oluşan vesayet düzeniyle ittifak sağlamış, nikah tazelemiş bir yapı” dedi.

“Gezi olayları başladığı ilk günde bu işin içinde cemaatin de olduğunu söyledim” diyen Çakır, “Gezi olaylarının bir cemaat operasyonu olduğunu ifade ettim. Bundan dolayı da provokatör ilan edildim ve her türlü hakarete de maruz kaldım” ifadelerini kullandı.

 

“AMAÇ, AK PARTİ VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN’I TASFİYE ETMEK”

 

Zihni Çakır, şunları söyledi:

 

“Bugünkü dershaneler kalkışmasında asıl amaç, cemaat AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ı tasfiye etmek için kurmuş olduğu siyasal ittifakları, (Sarıgül-CHP) kendi tabanına meşru anlatabilmek için Başbakanın PKK ile müzakere edip dershanelerin kapatılması yönünde PKK’ya söz verdiğini ifade edebilecek kadar akıl tutulması yaşamaya başladı.

Bugün yaşanan dershane olayı değildir. Cemaatin kendi tabanına şu anda kurmuş olduğu ve bir dönem darbeci zihniyetle ifade ettikleri farklı bir siyasal görüş de olan ittifaklarını meşrulaştırma çabalarından başka hiçbir anlam taşımamaktadır.

Cemaat 28 Şubat’ta imam hatip liselerinin kapatılması sürecine seyirci kalırken, hatta alkış tutarken, Türkiye’deki muteber kesimin eğitim alanında başvurabileceği tek alan olabilme sevdasıyla alkış tuttu. Cemaati bugün tek başına Fethullah Gülen cemaati olarak düşünmemek gerekir. Maalesef cemaat diyalog adı altında küresel bir oyunun parçası haline gelmiştir.”

 

“HAYATINDA BİR KERE BİLE BU ÜLKEYE GELMEYİ GÖZE ALAMAMIŞ İNSAN”

 

Çakır, Fethullah Gülen’in, kendi medya organlarında ‘Eğer bu hizmet zarar görecekse ben günde on defa ölmeye hazırım’ ifadelerinin yer aldığını hatırlatarak, “Çok affedersiniz ama günde on defa ölmesini kimse istemiyor. Hayatında bir kere bile bu ülkeye gelmeyi göze alamamış insanın günde on defa ölmeyi göze aldım demesine hangi taban inanabilir?” dedi.

 

“PARALEL YAPI TASFİYE EDİLECEK”

 

Çakır, “Türkiye önündeki yakın süreçte Ergenekon ve benzeri yapılarla yaşamış olduğu mücadele sürecinden çok daha meşakkatçi süreci cemaat gibi onların yerini dolduran, onlardan boşalan alanda paralel bir yapıya giden ve fütursuzluğu Ergenekon’dan çok daha fazla ileri boyutta olan bir yapıyı tasfiye sürecinde yaşayacaktır. Bunların hepsini aşacağız ama öncelikle cemaatin tabanının gerçekleri görebileceği bir profili onların önüne koyabilmemiz lazım” ifadelerini kullandı.

“DÜNYA BARIŞINA HİZMET EDİYORUZ DİYENLER, TÜRKİYE BARIŞINI BOZDULAR”

 

Gazeteci yazar Fatih Tezcan da, Başbakan Erdoğan’ın A Haber canlı yayınında grafiklerle ortaya çıkardığı durumun küçümsenecek bir deşifre olmadığını belirterek, “Zaten siz Türkiye’nin en zeki çocuklarını çalıyorsunuz. Zaten çocuğun sahip olduğu muhteviyat bağlamında üniversite sınavında ilk üç sırada olabilecekken, onu gizemli yapınıza alıyorsunuz ve sonra “biz kazandırdık” diyorsunuz. Siz bu imajla rant kaynağı sağlıyorsunuz, bu durum adil değildir, tehlikelidir. Senede en az 16 milyar liradan daha da tehlikeli olan şey ise, ne kadar ‘beyin’ varsa, ne kadar Türk Devleti’nin yetiştirdiği zeki çocuk varsa, hepsini Gülenist yapıyorsunuz ve sonrasında Amerikan şirketlerine gönderiyorsunuz. Siz ‘dershaneler kapanmasın’ ağlaklığı üzerinden 1980 darbesini alkışlamanızı, Erbakan’a ‘Bıraksın gitsin İslam’a zarar veriyor” demenizi, Mavi Marmara’yı arkadan vurmanızı ve daha nice yanlışlarınızla geçen 33 senenizi gözden kaybettirmeye çalışıyorsunuz. Dünya barışına hizmet ediyoruz diyenler Türkiye barışını bozdular. Bunu da herkes görüyor” dedi.

 

“DERSHANELER TOPLUMA KARŞI OYNANAN ALGI OYUNU”

 

Dershaneler tartışmasının topluma karşı oynanan bir algı oyunu olduğunu söyleyen Tezcan, “Bunun öncesinde acaba Rahmetli Erbakan dershaneleri mi kapatmıştı da, 28 Şubat’ta ‘Beceremedi bıraksın’ denildi. Mavi Marmara’da 9 şehit verdiğimiz günün üzerinden daha 3 gün geçmeden, Türkiye kamuoyu Siyonist İsrail’e karşı bir bütün olarak birleştiği anda hangi dershane kapandı ki ‘İsrail otoritedir sormak lazımdı’ diye ABD’den açıklama geldi! Mısır’da Muhammed Mursi hangi dershaneyi kapattı ki, Erbakan’a dedikleri gibi Mursi’ye de ‘Bıraksın evine gitsin’ dediler. Mursi hangi etüt merkezini kapattı? Suriye’de Özgür Suriye Ordusu ve Suriye halkı hangi dershaneyi kapattı ki Cihan Haber Ajansı dünyada Suriye’ye muhabir göndermeyen tek ajans olarak tarihe geçti. Hakan Fidan hangi dershaneyi kapattı ki, Başbakan hasta yatağındayken sır küpü olduğu bilinen Fidan 7 Şubat’ta tutuklanmaya kalkışıldı. Fenerbahçe başkanının şike soruşturmasında hangi dershane kapatılmıştı ki, Aziz Yıldırım’ın önden ve yandan resimleri basına sızdırıldı da Fenerbahçe camiası AK Parti’ye karşı tahrik edildi. Özellikle altını çiziyorum, burada şikeyle ilgili bir meseleden bahsetmiyorum. Buradaki dikkat çektiğim yer, Aziz Yıldırım’ın önden ve yandan resimlerinin Emniyetin içerisindeki bazı güçler tarafından sızdırılmasıdır. Yani Ak Parti’ye karşı Emniyet ve yargı üzerinden cephe aldırılmasıdır” dedi.

 

“GÜLEN CEMAATİ PARALEL DEVLET YAPILANMASI İÇERİSİNDE”

 

Gülen cemaatinin Türk Devleti’ne karşı ‘paralel devlet’ yapılanması içerisinde olduğunu ifade eden Fatih Tezcan, “Paralel devlet yapılanması nedir, Türk Devleti bunu çok iyi bilir. Sadece dershanelere zum yaptırılarak, yapılarak Türk devleti arkadan dolanılamaz! Bakarsanız, eğer her Kurban Bayramı’nda her öğretmene 10 tane kurban zimmetleniyor ve deniyor ki; “Cihan Haber Ajansı sizin sayenizde dünyayı bilgilendiriyor.” E, o zaman soruyoruz ama cevap alamıyoruz ki, Suriye halkı hangi dershaneyi kapattı da, 3 senedir bir muhabir göndermediler 10 dakikalık mesafeye? Bütün dünya medyası Suriye’ye muhabirlerini gönderirken Cihan Haber Ajansı neden muhabir göndermedi?” şeklinde konuştu.

 

Analiz Merkezi, 22.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Cemaatin güçlü kalemi Emre Uslu asıl sorunu açıkladı: İsrail

 

Cemaatin güçlü kalemlerinden Today's Zaman yazarı Emre Uslu bugünkü yazısında hükümet ve cemaat arasında dershaneler üzerinden yürüyen tartışmanın asıl nedeninin İsrail olduğunu açıkladı.

 

Uslu, dershane tartışmasının perde arkasında hükümetin İsrail ile ilişkilerinin gerilmesinin de olduğu bir dizi nedenin olduğunu iddia etti.

 

Uslu bugünkü "Will the AKP lose the votes? / AKP oylarını kaybedecek mi?' başlıklı yazısında dershanelerin kapatılması sürecinde Hükümet ve cemaat arasındaki gerginliğin nedenlerini yazdı. Yazısında gerginliğin aslında sadece dershanelerin kapatılması ile ilgili olmadığını belirten ve bunun bir süreç işi olduğunu kaydeden Uslu, bu nedenlerden birinin de Cemaat ve hükümet arasında 'İsrail' ile ilişkilerdeki görüş farklılığı olduğunu yazdı. Uslu'nun Gülen Hareketi ile Hükümet arasındaki gerilimin nedeni olarak gösterdiği 3 maddenin ilki İsrail ile ilişkiler oldu. Uslu yazısında ilk madde için şu ifadeleri kullandı:

 

İSRAİL İLE KÖTÜ İLİŞKİLER GERDİ

 

... İlk olarak hükümetin İsraille olan sorunlu ilişkileri Gülen hareketi içindeki hoşnutsuzluğun kaynaklarından biri. Türkiye'nin İsraille çatışma içinde olmaması gerektiğini düşünüyorlar. Çünkü Gülen hareketi İsrail ile olan çatışmanın Türkiye'yi Batı'dan uzaklaştırdığını ve ülkeyi İran, Rusya ve Ortadoğu'ya yakınlaştırdığını düşünüyor.

 

CEMAAT AB SÜRECİNİ DE ELEŞTİRİYOR

 

Uslu, Gülen Cemaati ile hükümet arasındaki gerginliğe neden olan ikinci maddenin ise hükümetin AB ile kötü giden ilişkileri olduğunu yazdı. Demokratikleşme konusunda eksikliklerin Gülen Hareketi cephesinde yarattığı rahatsızlıklar olduğunu yazdı. Uslu'ya göre bu konudaki rahatsızlıkların dile getirilmesi de ilişkileri gerdi.

 

KÜRT SORUNUNDA DA HÜKÜMET HAKSIZ!

 

Uslu, üçüncü maddeye ise Kürt sorununu yerleştirdi. Uslu'ya göre cemaat PKK'nın Kürt vatandaşlar üzerinde giderek etkisini artırmasından endişeleniyor. Gülen hareketinin hükümeti Kürt sorununda gerekli demokratikleşme hamlelerini atmamakla eleştirdiğini yazan Uslu cemaatin bu eleştirileri yüksek sesle dillendirmesinin de hükümeti telaşlandırdığını iddia etti.

 

USLU: MUHAFAZAKARLAR İLK DEFA OTORİTERLEŞME İLE YÜZLEŞİYOR

 

Uslu'ya göre hükümet, özellikle muhafazakar Anadolu seçmeninin, Gülen Hareketi'nin bu yayınlarından etkilenmesinden çekiniyor. Uslu, bu bölgelerde büyük oy kayıplarından çekinen hükümeti bu nedenle de basın üzerinde baskı uygulayarak ülkede derin bir sessizlik oluşturmakla suçladı. Uslu yazısında hükümetin bu baskı politikası sonucu pek çok sanatçı, aydın ve yazarın da çeşitli şekillerde cezalandırıldığını ileri sürdü.

 

Uslu yazısında 'muhafazakarlar ilk defa otoriterleşme ile yüzleşiyor' dedi.

 

Gezi olayları sürecinin de hükümetin baskı politikasında zirve yaptığı bir süreç olarak ön plana çıktığını iddia eden Uslu, bu süreç sonucunda Koç grubunun eylemcilere destek verdiği iddiasıyla hükümet tarafından büyük bir baskı altına alındığını yazdı. Uslu aynı Gezi olaylarında yine pek çok yapımcı ve sanatçının da hükümet tarafından cezalandırıldığını iddia etti.

 

 

Star, 25.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Dershaneler konusundaki esas strateji ne?[/h]Meclis'e iktidar kulisinden girdim.

Milletvekilleri gruplar halinde sohbet ediyorlardı.

Sohbetin ortak konusu adaylar ve dershaneler konusuydu.

İktidar kulisinden çıkıp her zaman yaptığım gibi muhalefet kulisine doğru yöneldim.

Mustafa Sarıgül konusunda ortaya atılan yeni senaryoyu konuşmayı planlıyordum.

Bir gece önce bir AK Parti milletvekili, 'Sarıgül'ü, İstanbul'a aday yapmayıp Cumhurbaşkanlığı seçimine hazırlıyorlar' demişti.

Kulisler, 'Sarıgül aday gösterilmiyor' söylentisi ile çalkalanınca, CHP'de nabız tutmak istedim.

Gerçi Sarıgül konusunda aksi kanaatteyim.

Sarıgül'ün, İstanbul adaylığı CHP dışında belirlendi.

İstanbul Baronları denilen, 'Büyük aile' tarafından yapıldı bu seçim.

Ali Balkaner'in, '18 aile bir havuz oluşturduk. Ekonomi buradan yönetilir. İMKB'yi başkanımız manipüle eder' dediği, bir aile bu.

Sarıgül'ün, Amerika'daki tanıtımını ise Rahmi Koç üstlendi. Elinden tutup üniversitelerde ve düşünce kuruluşlarında konuşturdu. Rahmi Koç'un Amerika'daki gücünü küçümsemeyin. Cumhurbaşkanı Gül, BM Genel Kurul'u nedeniyle bulunduğu New-York'ta Türk Amerikan İş Konseyi üyeleriyle bir araya gelmişti. Amerikalı işadamları sırayla söz alıp Tüpraş'a yönelik incelemeyi sormuşlardı.

Hem de tam üç kez.

Muhalefet kulisine yönelince, ayaklarım geri gitmeye başladı.

Sebep? Kamer Genç elbette ki!...

Meclis'in belli yerlerine uyarı levhaları konulabilir.

'Dikkat Kamer Genç çıkabilir' diye.

Muhalefet kulisine uyarı levhası bile yetmez, 'Kamer Genç butonu' konulmalı.

Kamer Genç, Kılıçdaroğlu'nun en çok önem verdiği milletvekillerinden biri.

Cumartesi günü çıkacağı Amerika seferine de yanında götürecek Kamer Genç'i.

Yakışır...

Aslında Kamer Genç vakasıyla değil, dershaneler konusuyla ilgiliyim.

Önce perde arkasına ilişkin bazı bilgileri paylaşmak istiyorum.

Tartışmanın fitili 14 Kasım tarihli Zaman Gazetesi'nin,

'Eğitime Büyük Darbe' manşetiyle ateşlendi.

Haberde, taslağın Pazartesi günü yapılacak olan Bakanlar Kurulu'nda görüşüleceği belirtiliyordu.

Etüt merkezlerinin de kapatılacağı, dershaneleri kapatmayanlara ceza uygulanacağına dair düzenlemelerin yer aldığı taslak Zaman Gazetesi'nde yayınlandı, Milli Eğitim Bakanlığı'nın üzerinde çalıştığı taslak ise Yeni Şafak'ta haber oldu. İkisi arasında önemli farklar vardı. Etüt merkezlerinin kapatılmayacağı, ceza uygulanmayacağı gibi.

Burada Zaman Gazetesi'nin haberciliğini tartışmıyorum.

İlginç olanı haberin zamanlamasıydı.

1-Pazartesi günü Bakanlar Kurulu toplantısı yapılacaktı ama haberde iddia edildiği gibi toplantının resmi ya da özel gündeminde dershaneler konusu yoktu.

2-Yayınlanan taslak Ağustos ayında yaptırılan ancak üzerinde çalışılmayan bir metindi.

3- Bakanlığın üzerinde çalıştığı taslak (Zaman Gazetesi'nde yayınlanan değil) Pazartesi günü yapılacak olan Bakanlar Kurulu'na sunulmayacaktı. Ancak Salı günü Başbakan Erdoğan'a kapsamlı bir brifing verilecek. Onun talimatları üzerine taslak olgunlaştırılacaktı.

Hülasa kamuoyunu ajite edici taslak zamanından önce patlatıldı. Bu neye mal oldu? Yanlış taslak yayınlandıktan sonra üzerinde çalışılan taslak ilk Bakanlar Kurulu'nda ele alındı, çalışmalar hızlandırıldı.

Hükümetin diyalog çağrılarına, Başbakan'ın yakın çevresinden isimlerin, aracı olma çabalarına, paydaşlarla görüşmek için illerde yapılan toplantılara ve Başbakan Erdoğan'ın dershaneler konusunda kararlı bir duruş sergilemesine rağmen, cemaatin şahsı manevisi ve tabandaki samimi insanlara karşı pozitif bir dil kullanmasına rağmen, ısrarla köprüler atılmaya çalışılıyor.

1-Cemaatin en kolay anlaşabileceği kişi Başbakan Erdoğan. Buna rağmen Erdoğan'la uzlaşma yerine, zıtlaşma yoluna gidiliyor.

2-Dershaneler içerisinde, bu dönüşüme en hazırlıklı grup hizmet camiası. Çünkü çok köklü bir özel okul geleneğine sahipler. Dershanelerin önemli bir bölümünün özel okulu yok.

Peki burada bu denli agresif bir kampanya yürütülmesinin anlamı ne?

Dershaneler konusu siyasi bir projenin sadece bir ayağı.

Bu işin hedefinde Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Erdoğan'sız AK Parti projesi yatıyor.

'Satılmış Erdoğan', 'Firavun', 'Kalplerimizi kırdın bari param parça etme be usta' şeklindeki kampanyanın stratejik bir hedefi var.

Cemaatin tabanını Başbakan'dan uzaklaştırmak.

Gönül köprüleri bunun için yıkılmak isteniyor.

Önce, 'Anti Erdoğan' duygusunu oluşturmak sonra Cumhurbaşkanlığı seçiminde, bunu Erdoğan karşıtı, 'Ortak adaya' taşımak.

 

 

Abdulkadir Selvi, Yeni Safak, 28.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Ahmet Hakan - Hani bu egitim isiydi, cemaatle ilgisi yoktu

 

Hürriyet, 25.11.2013

 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25199798.asp

 

 

 

 

 

Ahmet Hakan - Cemaatin oyu yüzde kac?

Hürriyet, 26.11.2013

 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25208823.asp?utm_source=hurriyet&utm_medium=yazarlar&utm_campaign=yazarsonyazi

 

 

 

----

 

 

Ahmet Hakan - Emniyeti Cemaat´e baglamislar

Hürriyet, 29.11.2013

 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25235325.asp?yazarid=131

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gülen’i bitirme kararı 2004’te MGK’da alındı

 

“Fethullah Gülen grubunun faaliyetlerine karşı alınması gereken tedbirler” başlığıyla MGK’da alınan kararda, “ağır yaptırımlar için eylem planı hazırlanmalıdır” dendi

 

Milli Güvenlik Kurulu’nun, 2004 yılı Ağustos ayında yaptığı toplantıda, “Fethullah Gülen grubunun faaliyetlerine karşı alınması gereken tedbirler” başlığıyla, “Cemaate karşı bir eylem planı hazırlanması”, tavsiye kararı olarak hükümete bildirilmiş.

 

MGK kararında, “Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen grubuna” ait kurumların faaliyetlerinin engellenmesi için, “Ağır yaptırımlar getiren yasal düzenlemeler yapılmalıdır, eylem planı hazırlanmalıdır” deniyor. 25 Ağustos 2004 tarihli MGK kararının altında, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ün yanı sıra, beş ayrı bakanın imzası var. Aynı belgeye, MGK üyesi Aytaç Yalman, Özden Örnek, İbrahim Fırtına, M. Şener Eruygur da imza koymuş.

 

24 Haziran 2004 tarihli MGK toplantısında “Türkiye’deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen” konusu da gündeme alınıp konuşuluyor. Toplantıda, Gülen Grubu’nun faaliyetlerinin tasfiye edilmesine ilişkin 15 ayrı karar alınıyor. Karar, iki sayfa hâlinde getirilip, bir üst yazıyla ilgili kişilere veriliyor. 25 Ağustos 2004 tarihinde de tüm kurul üyeleri tarafından imzalanıp, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e sunuluyor.

 

[h=3]BAŞBAKANLIK TAKİP EDECEK[/h]481 Sayılı MGK Kararı olarak kayda geçen kararda, “Bir eylem planı oluşturulmasının” kararlaştırıldığının altı çizilirken, resmî kurumların atacağı adımlar da tek tek sıralanıyor. Konunun “Psikolojik harekât boyutuna” dikkat edilmesi gerektiği de vurgulanıyor. Gülen cemaatine karşı uygulanacak tedbirler için ise; Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK) koordinesinde, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve MİT Müsteşarlığı görevlendiriliyor.

 

[h=3]CEMAAT OKULLARI TAKİP EDİLMELİ[/h]2004 tarihinde tavsiye kararı olarak alınan MGK kararlarındaki bazı maddeler şöyle: “F.GÜLEN grubunun yurtiçi ve yurtdışı faaliyetleri, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK) koordinesinde İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı ve ilgili diğer kurumlar aracılığı ile yakından takip edilmelidir. Devletin yurt dışında görevli memurları aracılığı ile F.GÜLEN grubu yakından takip edilmeli gerekiyorsa Dışişleri Bakanlığı tarafından ilave tedbirler geliştirilmelidir. F.GÜLEN grubuna ait özel okulların faaliyetleri, İçişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından incelenmeli ve takibe alınmalıdır. Bu gruba ait okullardaki şüpheli ve yasa dışı faaliyetler periyodik olarak BUTKK’na rapor edilmelidir.”

 

[h=3]ÖĞRENCİ EVLERİNE ENGEL OLUNMALI[/h]MGK kararında Gülen cemaatine ait kurumlar için “Ağır yaptırımlar getiren yasal düzenlemeler yapılmalıdır” deniyor. Kararda, “öğrenci evleri”ne de vurgu yapılıyor. MGK kararında yasaların etkin hâle getirilmesi vurgulanarak şöyle deniyor: “F.GÜLEN grubunun ‘öğrenci evleri’ kapsamında sempatizan ve yandaş edinme gayretleri İçişleri Bakanlığı nezdinde dikkatle takip edilmelidir. Yasal olmayan yollar kullanılarak din eğitimi veren ve bir nevi dini alet ederek yandaş toplama sistemi olan ‘öğrenci evleri’ uygulamalarına engel olunmalıdır.”

 

[h=3]BAĞIŞ YAPANLAR İZLENMELİ[/h]25 Ağustos 2004 tarihli belgede, MASAK’ın cemaate bağış yapan iş adamlarını takibe alması da şu satırlarla talep ediliyor: “Yapılan bağışlar ile usulsüz para hareketleri ve kara para uygulamalarının Maliye Bakanlığı-MASAK (Mali Suçlar Araştırma Kurulu) aracılığı ile takip edilmesi sağlanmalıdır.”

 

[h=3]GENELGELER ÇEKİLECEK[/h]Belgede dikkat çeken önemli detaylardan biri de, Milli Görüş’e yardım edilmesi ile ilgili genelgenin geri çekilmesinin istenmesi. Abdullah Gül’ün, Dışişleri Bakanı sıfatıyla gönderdiği iki genelgenin de geri çekilmesi kararlaştırılıyor. Kararda, Gül’ün Büyükelçiliklere, Gülen okullarına ve Milli Görüş’e yardım edilmesi için gönderdiği 3846 ve 3847 sayılı genelgelerin geri çekilmesi isteniyor.

 

 

[h=3]Taraf’ta yer almıştı[/h]CEMAATE karşı MGK’da alınan bu eylem planının var olduğuna ilk dikkati gazeteci Alper Görmüş çekmişti. Görmüş, 24 Şubat 2012’de, Taraf’ taki Medyaironik köşesinde konuyu anlatırken, “MGK 2004’te ‘Cemaat’i takip’ kararı alıyor” başlığı altında şu ifadeleri kullanmıştı: “Soru şöyle: Devletteki ‘Cemaat’le ilgili olduğu düşünülen kadroları tasfiye kararı MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasından epeyce önce alındığı iddiası doğruysa, bu karar ne kadar eskiye gitmektedir? Ya da hükümet ile cemaat arasındaki gerilim ne zamandan beri vardır?” Görmüş, MİT’in, cemaat aleyhine çalıştığını ima etmiş ve Darbe Günlükleri’ndeki MGK ayrıntısını şöyle yazmıştı: “Ben, aşağı yukarı 2006’dan beri ‘Hükümet, cemaatin devlet içindeki ağırlığından rahatsız, harekete geçecekmiş’ cümlesini ya da onun türevlerini duymaktayım. Fakat 2004’te Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) Gülen Cemaati’nin takip edilmesine dair bir tavsiye kararı alındığını herkes gibi ben de bilmiyordum. Fakat alınmış. Özden Örnek’in günlüklerinin Haziran 2004 ve Ağustos 2004 MGK’larının anlatıldığı bölümlerinde bu durum şöyle ifade ediliyor:

 

24 Haziran 2004: Fethullah Gülen konusunda Genelkurmay Başkanı oldukça ağır bir konuşma yaptı ve hükümeti suçladı. Eğer siyasi irade konulup bu konunun üstüne gidilmezse bir felaket olacağını belirtti.

 

25 Ağustos 2004: Fethullah Gülen ve teşkilatı ile ilgili olarak geçen toplantıda yapılan görüşmeden sonra bu adamın faaliyetlerinin yakından takip edilmesine karar verilmişti, onunla ilgili tavsiye kararı bugün imzalandı. Bilmem ne işe yarayacak.

 

Özden Örnek ‘Bilmem ne işe yarayacak’ diyor ama, MİT’in MGK kararına dayanarak o günden beri bir çalışma yapmadığını bugün kim güvenle öne sürebilir?”

 

Mehmet Baransu, TARAF, 28.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Cemaat Erdoğan'a teşekkür etmiş![/h][h=2]2004 yılında Milli Güvenlik Kurulunda yer alan kararın aslında çok ağır kelimeler, cümleler içerdiği ancak dönemin AK Parti hükümeti tarafından bu cümle ve kelimelerin olabildiğince yumuşatıldığı ve gazetede yer alan son şekli verildiği ortaya çıktı.[/h]

MGK'nın tavsiye niteliğindeki bu kararın da yok hükmünde sayıldığı, atılan bu adımlardan dolayı cemaatin önde gelen isimlerinin BaşbakanErdoğan'a teşekkür ettiği belirtildi.

http://image.haber7.com/haber/haber7/archive/icjpg_h204.jpg

Taraf Gazetesi "Gülen'i bitirme kararı 2004'te MGK'da alındı" iddiasını gündeme getirdi. Haberde MGK karar metni yayımlandı. Metinde özetle 24 Haziran 2004'te düzenlenen toplantıda"Türkiye'deki nurculuk faaliyetleri ve FethullahGülen" konusunun MGK toplantısındagündeme geldiği ifade edildi.

Haberde, hükümete asla bağlayıcı olmayan tavsiye kararları almakdışında başka bir görevi bulunmayan MGK'nın, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer imzalı kararındaGülen cemaatinin faaliyetlerinin tespiti ile ilgili bir eylem planı hazırlanmasıtavsiyesi yer aldı.

Askeri vesayetin kendini iyiden iyiye hissettirdiği o günlerde, aslında Milli GüvenlikKurulunda ortaya çıkan belgeden çok daha ağır ifadeler yer alıyordu.

Ancak Başbakan Erdoğan Başkanlığındaki hükümet üyelerinin toplantıda bu ifadelerin sakıncalı olduğu ifade edildi. Hükümetin bastırmasıyla o ağır cümlelerden bir çoğu kaldırıldı, değiştirildi ve iyiyden iyiye hafifletildi.

Haksız ve anti demokratik ifadelerin ve bir gruba yönelik kin'in yer aldığı metnin bu şekildedeğiştirilmesinden sonra cemaatin önde gelen isimleri Başbakan Erdoğan'a, o ağır ifadeleri metinden çıkarmasından dolayı teşekkür etti.

Antidemokratik ve bir gruba yönelik haksız ifadeler içeren MGK'nın tavsiye niteliğindeki kararı AK Parti hükümeti tarafından değiştrilmekle kalmadı, geçen sürede karar yok hükmünde sayıldı.. Karardan sonra hiçbir Bakanlar Kurulu kararı yayınlanmadı, hiçbir yasaçıkarılmadı ve hiçbir genelge yayınlanmadı.

Tavsiye kararının bir işe yaramayacağının delili aslında dönemin deniz kuvvetleri komutanı ve balyoz eylem planı davasının sanığı oramiral Özden Örnek'in günlüklerinde de yer aldı.

Günlükte 2004 yılındaki MGK kararı hatırlatılarak; ''Tasfiye kararı imzalandı ancak bilmem ki ne işe yarayacak'' ifadeleri de MGK'da imzalanan tavsiye kararının tümüyle yok hükmünde olduğunun açık göstergesiydi.

MGK'nın 2004 yılındaki kararı arşivin en karanlık noktasına gömüldü ancak antidemokratikuygulamaların bir daha yaşanmaması için gereken tedbirler de bir bir alındı.

Hükümet bu karara uygun hareket etmek bir yana, o toplantıdan sonra ilk iş olarak, MGK'nın sivilleşmesi için düğmeye bastı. 2 ay sonra da ilk sivil genel sekreter, Yiğit Alpogan göreve başladı.

Ayda bir yerine iki ayda bir toplanmaya başlanan Milli Güvenlik Kurulu'ndaki sivilleşme sürerken, 28 Şubat'ın kalıntılarından olan emniyet asayiş yardımlaşma protokolü Emasya kaldırıldı.

Emasya'nın kaldırılmasının ardından aynı yıl içinde "Kırmızı kitap" olarak adlandırılan,, MilliGüvenlik Siyaset belgesi yenilendi. "irtica" iç tehdit olmaktan çıkarıldı.

 

 

Haber7, 28.11.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Webmaster änderte den Titel in Fetö ve Ak Parti (Fethullah Gülen, Tayyip Erdogan)

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.


×
×
  • Neu erstellen...