Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

[h=1]AK Parti'de dershanelerle ilgili bilgilendirme toplantısı (1)[/h]Haberler.Com, 28 Kasım 2013 14:06

[h=2]AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, dershanelerin özel okula dönüştürülmesine ilişkin tartışmalarla ilgili, "Bu konuda başbakanımızın durduğu yerde durduğumuza dair en ufak bir tereddüt...[/h]

AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, dershanelerin özel okula dönüştürülmesine ilişkin tartışmalarla ilgili, "Bu konuda başbakanımızın durduğu yerde durduğumuza dair en ufak bir tereddütümüz yok" dedi.

AK Parti Genel Merkezinde, dershanelerin özel okula dönüştürülmesi için başlatılan çalışmalarla ilgili milletvekillerine yönelik düzenlenen bilgilendirme toplantısı başladı.

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın başkanlığında düzenlenen toplantı öncesinde, bazıAk Parti milletvekilleri, gazetecilerin sorularını yanıtladı.

AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, parti içerisinde dershanelerin dönüşümüne muhafet olduğu iddialarının doğru olup olmadığı yönündeki soru üzerine, "Zaman içerisinde bunu hepimiz göreceğiz" yanıtını verdi.

-"Biz konuya zaten müzahiriz"

"Salı günü yapılan toplantı yeterli olmadı mı" şeklindeki soruyu yanıtlayan Külünk, şunları kaydetti:

"Biz konuya zaten müzahiriz. Dolayısıyla Sayın Bakanımız, milli eğitim yapısına dair yaptıkları teknik çalışmaları bizlerle paylaşıyor. Biz, Sayın başbakanımızın durduğu yerde duruyoruz. Dolayısıyla biz bir siyasal hareketiz. Bu tip teknik konular bakanlığın uhdesindedir. Bakanlık çalışmasını yapar, ihtiyaç duyduğu zamanda parlamentonun gündemine getirir. Parlamentoda olması gerektiği gibi milletin iradesi nasıl tecelli ederse herkes parlamentodaki milletin iradesine saygı duyacak şekilde neticelenir. Burada bizim için çok değişik bir şey yok. Bizim her zaman yaptığımız çalışma."

Dershanelerle ilgili parti içerisinde aykırı bir görüş olup olmadığının sorulması üzarine de Külünk, "Hayır efendim. Hiçbir şekilde. Biz bir siyasal hareketiz. Aile içerisinde herşeyi konuşuruz. Orada konuşulanlar başlar ve biter. Dolayısıyla hiçbir şekilde bu konuda başbakanımızın durduğu yerde durduğumuza dair en ufak bir tereddütümüz dahi yok" ifadesini kullandı.

-"İkna olma ihtiyacı hissetmiyorum"

Külünk, vekillerin hiçbirinin ikna edilemediği yönünde yapılan haberlerin hatırlatılması üzerine de şöyle konuştu:

"Külli yalan. Bak ben vekillerden birisiyim. Hiç ikna olma ihtiyacı hissetmiyorum. Ne demek ikna olmak. Ben bu partinin milletvekiliyim. Ben bu siyasal hareketin aklına ve ruhuna inanmış adamım. Ben Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan, bu ülke için, bu coğrayfa için ne demek olduğunu bilen adamım. Ben milletvekili olarak bu hareketin içerisine inanmış dava adamı olarak durmamın adı ikna olmak gibi bir kavramla karşılaşmamaktır. Ne demektir ikna olmak? Sohbet etmek kanaatlari paylaşmak başka bir şey ancak siyasal hareketin durduğu yerde durmak başka bir şey. Böyle bir şey söz konusu olur mu. Ak Parti hareketi, sıradan bir politik hareket değil ki. Ak Parti hareketi böyle gelip geçerken yolda kurulmuş bir hareket değil. Bu hareketin 150 yıllık 200 yıllık, taa 1071'e, Büyük Selçuklu'ya giden akıl ve ruh kökleri var. Bu hareketin ruh kökleri, bu mücadelenin Anadolu'da İstiklal Savaşı'ndaki duruşu var. Bu tartışmaların hangi zeminde çıktığına lütfen Lozan'daki Musul Kerkük görüşmelerine bakınız. Musul-Kerkük görüşmeleri esnasında neler konuşulmuş, Lozan'da masada. Aynı şekilde Abdülhamit Han'ın yaşadıklarına bakınız. Cennet mekan Abdülhamit Han'ı da kimse anlamamıştı. Bugün Ak Partihareketine ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın durduğu yeri anlamak için hepimiz basiret ferasetimizi iyi kullanmalıyız."

-Diyarbakır Milletvekili Lök

"Dershanelerle ilgili salı günü yapılan grup toplantısı yeterli olmadı mı" şeklindeki soru üzerine, Ak Parti Diyarbakır Milletvekili Mine Beyaz Lök de, istişare anlamındaAk Parti Genel Merkez'inde devamının uygun görüldüğünü belirtti.

Dershanelerin dönüşümüne ilişkin görüşü sorulan Lök, "Şu anda milli eğitim ile alakalı bir neşter atıyoruz, Başbakanımızın önderliğinde. Zaten bu dershanelerin kapatılması değil, dershanelerin dönüştürülmesi olayıdır. Bizim için eğitim çok önemli. Çocuklarımızın eğitimi çok önemli. Bu anlamda bu toplantılarımız devam ediyor. Zaten gazete manşetlerine çıkan taslak değildi aslında taslağın taslağının taslağıydı, belki. O noktada bir sıkıntı oldu. İnşallah zaman içerisinde düzelecek" şeklinde konuştu.

-"Buradan çıkan herkes mutlu olacak"

AK Parti Milletvekili Fikri Işık da salı günü yapılan toplantının yeterli olmadığı yönündeki haberlerle ilgili, "Salı günü, sayın bakanımız için planlanan süre aday tanıtımlarının çok uzaması nedeniyle maalasef çok daraldı. Çok kısa zamanda çok özet bilgi verilmek durumunda kaldı, Sayın Bakanımız. Arkadaşlarımızın ortak talebi, 'bunu biraz daha detaylı değerlendirilem oldu.' Böyle güzel bir toplantı yapacağız. Milletvekillerimiz kafalarındaki bütün soruları soracaklar. Eminim ki buradan çıkan herkes mutlu olacak" şeklinde konuştu.

Derhanelerle ilgili parti içerisinde endişe yada kaygı olup olmadığı yönündeki soruyu yanıtlayan Işık, şöyle konuştu:

"Dershanelerin dönüşüm sürecini konuşuyoruz. Bu noktada bakanlığımız, yaptığı çalışmaları milletvekillerimize tüm detaylarıyla anlatılmasıdır. Salı günkü grup toplantısında zaman baskısı çok fazla olunca çok kısa bir sürede sayın bakanın bu kadar sürede geniş bir çalışmayı sunması zaten mümkün değildi."

-"Bir yasama süreci yaşayacağız"

Işık, eleştiriler üzerinde dershanelerle ilgili taslağın değiştiriliği yönünde haberlerin hatırlatılması üzerine, şunları söyledi:

"Şimdi bir yasama süreci yaşayacağız. Bu yasama sürecinde önce bu hafta Bakanlar Kuruluna bir taslak gelecek. Bakanlar Kurulu, bunu özellikle değerlendirecek. Bakanlar Kurulu, 'evet bu taslak yeterlidir, bunu kanun tasarısına dönüştürelim' derse, o zaman Meclis'e kanun tasarısı olarak gelecek ve Meclis'te makul bir süre içerisinde komisyona gelecek. Komisyonda bunu değerlendirecek. Bu ondan sonra genel kurula gelecek bu süreçler yaşanmadan, takdir edersiniz ki her şey oldu bitti gibi sunmak veya yansıtmak çok hakkaniyete uymaz.

Bu dershanelerin dönüşümü aslında olayın küçük parçası. Asıl Türkiye'nin sınav sisteminde önemli dönüşüm olacak. Bu dönüşümün en sağlıklı şekilde olması için çok önemli bir tartışma zemini olacak. Ben bugünkü toplantının verimli olacağını düşünüyorum. Sürecin de eminim ki herkesin içine sinecek bir süreç olacağını düşünüyorum."

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Antworten 423
  • Erstellt
  • Letzte Antwort

Top-Benutzer in diesem Thema

Top-Benutzer in diesem Thema

Veröffentlichte Bilder

02 Aralık 2013 Pazartesi 13:01

[h=1]Bediüzzaman'ı rehber edinmişim, boyun eğmem![/h]

Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi, yazdıklarına gelen tepkileri böyle cevapladı

Risale Haber-Haber Merkezi

Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi, "Bediüzzaman'ı rehber edinmişim, boyun eğmem" dedi.

Dershane tartışmasının başladığı günden bu yana doğru bir üslup ve doğru bir zeminde yürütülmediğini ifade eden Selvi, "İslam tarihinde acı örnekleri olan, 'kardeşler arası mücadele'nin hayırlı sonuçları olmayacağına dikkat çekmeye çalışıyorum. Bunda yanlış olan ne var?" dedi.

Bu nedenle bir süredir saldırıların hedefi olduğuna dikkat çeken Selvi, bu tepkilere şöyle cevap verdi:

"Biz muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yok düsturunu kendime ilke edinmişim ama bir yüzüme tokat vurulunca diğerini çevirecek kadar olgunlaşmadım. Saçları adedince başları olsa, her gün biri kesilse, davasından dönmeyeceğini ilan etmiş olan Bediüzzaman'ı rehber edinmişim. Size boyun eğmem."

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Genelkurmay açıklamış: Gülen kararı uygulandı![/h][h=2]CHP Milletvekili Ali Özgündüz'ün 1.5 yıl önce Meclis'e verdiği soru önergesi ile İrticayla Mücadale Eylem Planı davasındaki şok detaylar...[/h]

2004 tarihli 'MGK kararı ve eylem planları'nı bir buçuk yıl önce Meclis'te önerge vererek Başbakan'a soran eski savcı, CHP'li Ali Özgündüz'e göre ortada AKP'nin cemaate yaptığı bir lütuf yok:

"Emniyet zaten cemaatindi. AKP, emniyet'ten cemaati tasfiye edip ülkücüleri getiriyor."

Bu iddialar Radikal gazetesi yazarı Ezgi Başaran'ın bugünkü köşesinden yayınladığı bir röportaja ait.

CHP'li Ali Özgündüz'le yaptığı röportajı köşesine taşına Ezgi Başaran, İrticayla Mücadele Eylem Planı ve Ergenekon davalarında yer alan bazı belgelerin detayları var.

O belgelerdeki bilgilere göre, hükümet 2004 yılında alınan MGK kararını uygulamaya koymuş.

İşte o röportajdan detaylar...

...Eski Cumhuriyet savcısı, CHP İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz tam bir buçuk yıl önce bir soru önergesi hazırlayıp Başbakan’a bu MGK belgesini ve eylem planlarını sormuştu.

 

SORU ÖNERGESİNİN İÇERİĞİ NEYDİ?

 

Ağustos 2012’ydi tarih. Şunu sordum:

Birçok askerin hakkında soruşturma ve tutuklama kararı çıkan 2000 tarihli irtica ile mücadele eylem planına hükümetiniz döneminde bir ek plan yaptı mı?

NEDEN BU SORU ÖNERGESİNİ VERDİ?

Ben Ergenekon ve Balyoz davalarının duruşmalarını çok yakından izledim. Bunları dikkatli izleyen herkesin kafasında oluşabilecek bir soru işaretiydi. Özellikle İlker Başbuğ’un da yargılandığı İnternet Andıcı davasında (Ergenekon davasına dahil edilen dava- eb) Taraf’ın yayımladığı 2004 MGKbelgesinin sözü edilmişti aslında.

Mahkeme sanıklara “40’a yakın internet sitesini niye işletiyorsunuz?” diye sorduğunda özetle şu cevabı almıştı:

“2004’te MGK’da alınan tavsiye kararından sonra Başbakanlık tarafından hazırlanıp bize gönderilen ‘irtica ile mücadele stratejisine’ ek eylem planına göre biz bu siteleri açtık, dolayısıyla hepsinin yasal dayanağı vardı” dediler.

Bunun üzerine soruşturmayı yöneten başsavcılık bu iddiayı Genelkurmay Başkanlığı’na sordu. Genelkurmay belgeleri 26 Ekim 2010’da tarih ve sayısını belirterek mahkemeye cevap yazdı. Ancak devlet sırrı niteliği taşıdığı için içeriklerini göndermedi. Burada 28 Ekim 2004 tarihli ek planın adı geçiyordu. Ama kamu olarak biz içeriklerini göremedik. Fakat listesini gördük.

LİSTEDE 2004 MGK DA VAR!

Liste şöyleydi:

1997-98-99-2000-2004-2005-2006 MGK kararları ve bunlara göre hazırlanan eylem planları. Aynı zamanda Genelkurmay, yine savcılığın isteği üzerine yazdığı yazıda ‘İrtica ile eylem planları’ olduğunu kabul etti ama planları mahkemeye göndermedi. Bunun üstüne sanık vekillerinin talepleri üzerine mahkeme aynı soruyu Başbakanlık’a sordu. Başbakanlık 2011 Şubat ayında cevap verdi ve gizli olmadığı için bu cevap dosyaya girebildi.

BAŞBAKANLIK NE YANIT VERDİ?

‘Sizi ilgilendiren kısımlar gönderilmiş’ anlamına gelen bir ifade geçiyor belgede. Ve sadece 2002 tarihine kadar olan planları gönderiyor, kendi hükümeti dönemindeki belgeleri göndermiyor. Tabiri caizse mahkemeden belge saklıyor, mahkemeyi manipüle ediyor, yanıltıyor. 2002’den sonraki belgelerin de talep edilmesi isteniyor ama mahkeme enteresan bir şekilde ikinci kez Başbakanlık’a sormuyor. İşte ben bunların üzerine böyle bir soru önergesi verdim.

BANA DA CEVAP GELMEDİ

Hayır, bir sene geçip cevap gelmeyince geçen 2013 Mayıs ayında önergemi tekrarladım. Çünkü normalde bir ay içinde cevap verilmesi gerekir. Yine verilmedi. Sonuç itibariyle benim önergemde sorduğum soru, 2004 tarihli MGK kararı ve ona mukabil yapılan eylem planlarının içeriği şimdi ortaya çıktı. 2004’ten sonra 2005 ve 2006’da eylem planları hazırlandığının belgeleri de yayımlandı. Ki bence bu planlar 2006’yla sınırlı değil, 2010’a kadar sürdü.

KARARLAR UYGULANDI

Doğru söylemedikleri anlaşıldı. Belki de Yalçın Akdoğan iyi niyetiyle öyle ummuş olabilir ama gerçek böyle değil.

Şunu da unutmayalım:

2004’te MGK’da bir tavsiye kararı alınıyor ama buna uygun eylem planlarını hazırlayan hükümettir. Dahası da var… 2006’da teröre karşı eylem planı hazırlandı ve onun 46’ncı maddesinde de irtica meselesi geçiyor. İnternet Andıcı davasının duruşmasında bunun da sözü edildi. İddiamın arkasındayım: Bu eylem planları 2010’a kadar sürdü, ancak anayasa referandumundan sonra rafa kalktı.

GENELKURMAY BU İDDİAYI DOĞRULADI

Genelkurmay’ın talep üzerine mahkemeye gönderdiği belgelerde irtica ile mücadele eylem planı diye bir şeyin var olduğu, eylem planının 2010’a kadar uygulandığı, 2010’da Başbakanlık’ın gönderdiği bir yazı ile son bulduğu var.

İnternet siteleri irtica ile mücadele eylem planına göre işlev görüyordu zaten! Genelkurmaykendi kendine bu siteleri kurmamıştı. Sitelerin hayatına son verilmesi, planın yürürlükten kalkması anlamına geliyor. Ki burada tarih 2010! O yüzden iddia ediyorum! O MGK kararı 2010’a kadar uygulandı.

HEDEF SADECE GÜLEN DEĞİL

Sadece o yok. Genelkurmay’ın Ekim 2010’da mahkemeye gönderdiği belgedeki listede başlıkları görebiliyoruz. Neler var neler…

Alevilik akımlarının terör örgütlerinde kullanılmasına yönelik tedbirler’, ‘terör saldırılarında Avrupa’da Müslümanlara yönelik ayrımcılıkla mücadeleye yönelik tedbirler’, ‘Hizbullah terör örgütüne yönelik tedbirler’… Ve evet, ‘Fethullah Gülen cemaatinin faaliyetlerine yönelik tedbirler’… Bu sıraladığım başlıklı eylem planlarının hepsi hazırlanmış. Bazıları 2004’te, bazıları 2005’te, bazıları 2007’de… Hepsinin dayanağı da söz konusu MGK kararları.

2010'DA TSK TASFİYE EDİLDİ

TSK tasfiye edildi. Anayasa referandumuyla HSYK, dolayısıyla yüksek yargı ele geçirildi. Kendilerine göre dizayn edildi. AKP’ye göre artık önlerinde herhangi bir engel kalmamıştı. Tüm kontrol ve hâkimiyet onlardaydı. Dolayısıyla bu tür eylem planlarına lüzum görmediler.

Öyleyse hükümetin “2004’te MGK tavsiye kararına konjonktürel olarak imza atmak zorundaydık” savunması samimi… Ordu vesayetinden çekinerek imza atmış olmaları yani?

Belki içlerinde benimsememiş olabilirler ama benimsemediysen izleyen yıllarda eylem planları niye hazırlıyorsun? Ayrıca MGK’da 7 sivil olarak bulunuyorlardı, topluca “İmzalamayacağız” deselerdi, o tavsiye kararı çıkmazdı. Gayet açık. Hadi 2004’te askerden çekindiler, 2010’a kadar mı sürdü bu çekinme?

EMNİYETİ CEMAATE BAĞLADIK İDDİASI SAÇMA

“Bu uygulamaları hayata geçirmedik” diyorlar. Hatta AKP milletvekili bunu desteklemek için “Emniyeti cemaate bağladık” ibaresini kullandı. Buna ne dersiniz?

Çok komik. Yargı ve emniyet zaten cemaatindi. AKP bu manada cemaate bir lütuf yapmadı. Bu hareket 50 yıllık bir harekettir, Nurculuk hareketiyle birlikte düşünürseniz. Kadrolar zaten onlarındı, Başbakan Erdoğan’ın ya da AKP’nin yetiştirdiği bir kadro yoktu ki cemaate versin. Milli Görüş’ün bürokrasideki varlığı yüzde 8-10’du. Onun dışında bürokrasideki yetişmiş, dil bilen, bilgisayar kullanabilen elemanlar zaten Gülencilerdi.

 

internethaber, 02.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Bir Müslüman kadın yazarın Fethullah Gülen’e onurlu isyanı![/h]

[h=1]Bizde kırılacak kol kanat da kalmadı Hocam…[/h]CEMİLE BAYRAKTAR/www.derindusunce.org, Derin Düsünce, 30.11.2013

Kalemimi emrine âmâde kıldığım rahman ve rahim olan Allah’a vereceğim hesaptan başka çekinecek bir şeyi olmayan ben, dünyayı kalıcı bir mekân bellemediğimden, planlarımı yalnızca dünya üzerine yapmadım. İnandığım o hesap gününde ( yevm’iddîn) yüzüm kararmasın diye elimdeki tek imkânım kalem ve kelam ile zulme buğz ediyorum. Bu kêlamın yegâne amacı budur. Güç ve iktidar hırsı peşinde koşanların, dünyevi arzu peşinde ümmetin birliğine fitne sokanların, Allah’ın kelâmını ve Rasulullah’ın sünnetini yani hak olanı bâtıl ile yer değiştirip, “hevâsını ilâhı edinenin” saldığı korkudan, saçtığı zehirden beni yegâne koruyacak merciiye sığınıyorum.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” tebliğine, hüsn-i zânnı muhafaza etmeme telkinine, “Mü’min bir delikten bir defa ısırılır” hatırlatmasına binâen “karşılıklı anlayış ve birlik telkin edeceğim” yazımı iptal ederek bu içimdeki acıyı izah etmekte aciz kalan yazıyı belki burada da kırılmış olanların var olduğuna inanan birkaç kişi kalmıştır ve bunu görür niyetiyle HocaEfendi nezdinde tüm Cemaatli kardeşlerime ithaf ediyorum.

Muhterem Hocaefendi ve talebeleri,

Sizler de gayet iyi biliyorsunuz ki mesele dershane meselesi değil, mesele Allah’ın rızasını, Peygamber’in davetini yaymak için çıktığınız o hayır yolunda -ki Allah sizlerden razı olsun, bu konudaki hayrınızı anmayan zalimdir- saptığınız yanlış yollar ve tebliğ metodunuzdaki tefrid (noksan kalış) takiyye yapa yapa zikrettiğiniz şeye dönüşmeniz gibi elem verici haller nedeniyle ümmet arasındaki bilinçli yalnız kalma isteğiniz bizi maalesef bu acı günlere getirdi. Bu manevi kusura maddi kusurlarınız da eklendi, merak ediyorum bir Müslüman olarak vicdanınızı aşağıda sayacağım kusurlarınız karşısında nasıl susturdunuz?

-28 Subat günlerinde Erbakan Hoca’ya “çekilin” diyen manşetleri, öğrencilerinize başınızı açın direktifini, biz direnen kardeşlerinizden bazılarına “terörist” sıfatını uygun görürken bizim kırılan kollarımızı bırakın kırılan kalplerimizi hiç mi düşünmediniz?

-Polis Kolejleri sınavlarında ve bazı sınavlarda soruları bazılarına verirken hakkı yenen öğrenciler hiç mi rüyânıza girmedi?

-Mavi Marmara’da şehit edilen kardeşlerimiz için “Otoriteden izin alsaydılar” derken hiç mi canınız yanmadı?

-Ülkenizin Başbakan’ı “One minute” diyerek zulme maruz kalmış bir halk için hakkı haykırırken buruşan yüzlerinizden dolayı hiç mi kederlenmediniz?

-Evladı asit kuyusunda can veren, yavrusunun cesedine işkence edilen Kürt; askere uğurladığı civan evladının tabutunu alan Türk analar ve babalar sekte vurduğunuz süreç içerisinde attığınız baslıklar ve “Süreç lehine bir şey yazılmayacak” diye emir verdiğiniz gazetecilerinizden yana hiç mi vicdanınız sızlamadı?

-Ülkenizin, vatanınızın MİT Başkanını içeri alma çabanız, İsrail’i bu ülkeye salma çabanız sırasında hiç mi bu eylemleriniz onurunuza dokunmadı?

-Ticari ve siyasi bir kâr sağlayıcı olmaktan ileri gitmeyen Türkçe Olimpiyatlarınıza Peygamber (SAV)’in geldiğini söylerken hiç mi onunla yarın ahirette yüzleşebileceğinizi hesaba katmadınız?

-Sizi bitirmek isteyenlere karşı MGK’da “Gülen’i bitirin” diyenleri, imzayı basıp içeri tıkanlara karşı kin ve nefret kusarken hiç mi ahd’e vefâ aklınızdan geçmedi?

-Yarım asırdır Filistinli çocukların kollarını kanatlarını taslarla ezen -ki kol kanat kırılışı budur-İsrail’e gazetenizde “Sizinle sorunu olan Ak Parti ile sorunumuz var” derken, hiç mi gözünüzün önünden geçmedi siyah gözlü o Arap çocuğun yanağından sızan kana karışmış gözyaşı?

-Dünyaya zulüm salan İsrail’den, insanları yetmeyince Müslümanları insansız hava araçlarıyla katleden ABD’den esirgemediğiniz empatiyi ve sempatiyi neden bizden esirgediniz?

-Ah kardeşlerim, hiç kimseyle çatışmayan sizler, asla karşısına çıkmayacağınız darbeci orduyla yüzleşmek için “Kefenimle yola çıktım” diyen, bu uğurda hem sizden destek alıp hem de sizin yolunuzu açan adamla niye çatışıyorsunuz, o adam size ABD ve İsrail’in Müslümanlara yaptığından daha büyük bir zulüm mü yaptı?

-Gezi Eylemleri gibi iyi niyetli başlayıp bir darbe teşebbüsüne dönüşen girişime destek veren kuruluşunuz BOYDAK’ın bu eylemini yazdığım için beni tehdit ederken bu yaptığınızın Cemile’nin sizi kardeşi bildiği için zoruna gitmeyeceğini ama Cemile’nin de bir sahibi olduğunu hiç mi hesaba katmadınız?

-Taraf gibi kıymetli bir gazeteyi sürece köstek olmak için boşaltırken hiç mi kolu kanadı kırılanları hesaba katmadınız?

-Bir iftira mağduru Salih Mirzabeyoğlu’nun hapiste geçirdiği yıllardan sadece bir günün hesaba katıp kendisine “terör örgütü üyesi” diyen manşetinizden dolayı hiç mi hayâ etmediniz?

-Amerika’daki Müslümanları haksızca ve hukuksuzca fişleyen FBI’a oradaki Müslümanları gammazlamak için bilgi verirken hiç mi tereddüt etmediniz?

-Hiç kimseye karşı eksik etmediğiniz hüsn-i zannınızı size “Bu kardeşlerim ne istedi de geri çevirdim?” diyen adamdan esirgerken hiç mi “Acaba…” demediniz?

Daha neler… neler… Tüm bunlara rağmen sizlere bugüne kadar hüsn-i zannımı yitirmedim, bunun için kendimle çok büyük bir mücadele içine girdim.

Yok Üstad’ım yok, bu bir dershane meselesi değil, bu bir kırılıştır. Bile isteye seçtiğiniz bir kırılış, kendi öğretiniz dışındaki Müslümanları kırıp kırıp geçişinize bir tane daha eklemekten başka bir şey değildir. Gidiyor ve kırıyorsanız uğurlar ola ama hiç değilse bunu az daha dürüstçe yapın, az daha vicdanlıca yapın.

Birliği telkin etme niyetiyle yazacağım yazımı iptal ederek, kendi kırgınlıklarımı ve kırgınlarımızı izah ettiğim, şu anda dahi yayımlatma tereddüdü duyduğum, üzülerek yazdığım, evvelinde iki rekât namaz ile Allah’a sığınarak yazdığım bu yazıyı yazmamın tek nedeni siz muhterem Hocam’ın “Kolum kanadım kırıldı…” başlıklı yazınızdır, zorlandığım için yazdım, mecbur bırakıldığım için yazdım.

Pek muhterem Fethullah Gülen Hocam, şimdi düşünüyorum da siz gerisini düşünmeden vermiş olduğunuz “ayrılığa devam” kararı ile ilgili yazdığınız o satırları yazdınız ve çekildiniz. Ya ben ne yapacağım, Cemaat talebesi olan birlikte kermes düzenlediğim arkadaşlarım, namaz tesbihatları sırasında bir seccadede yan yana Rabbime yakardığım dostlarım, bir haberin peşine birlikte düştüğüm gazeteci kardeşlerim ile yüz yüze geldiğimde ne yapacağım, ne yapacağız, o kalemi kırarken bunu hiç düşündünüz mü? Ah Hocam, sizin kolunuz kanadınız kırılmış, Allah şahit olsun bu kırgınlığınız içime yaradır, ama bende kırılacak kol da kanat da kalp de kalmadı sizlere karşı yitirdiğim hüsn-i zannımın sebebi olmanızdan yana ayrıca kederliyim. Bundan sonrası için bizler aciziz aciz olmayan Allah hak olanı bilmektedir.

Son olarak; ikide bir “Gayretullah’a dokunur” diyorsunuz da, Gayretullah’a dokunursa bu ümmeti bölmeniz dokunur. İki de bir Hudeybiye Sulh’u diyorsunuz da; Hudeybiye’de Rasulullah’ın karşısında müşrikler vardı, sizin ise karşınızda kardeşleriniz var, bir gün bile kardeş gibi görmediğiniz ama Allah’ın hatırına size kardeş gibi davrananlar var. Vaktiyle bize takiyyelerinize bozulduğumuzda “Bir yere gelene kadar böyle…” derdiniz, şimdi bir yere geldiniz, gücü elinizde tutuyorsunuz, bir yere geldiğinizde olacağınız şey bu muydu?

Karşılığında tarafınızdan cevap alamayacağımdan, “düşman” ilan edileceğimden, su-i zanlarınıza maruz kalacağımdan şüphem olmayan bu yazıyı, takiyyecilikleriniz ve icraatlarınız nedeniyle artık “güvenmediğim” sizlere ithaf ettiğim kadar kellesine kastettiğiniz “hizmet” neymiş bize gösteren güvendiğim tek bir adama gönül borcu olarak noktalarım. Bu sizlerin asla bilemeyeceği ahd’e vefâdır.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Yeni Şafak yazarından cemaate zor sorular[/h]Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi'den cemaate zor sorular: 2004'ten önce kaç valiniz vardı, 2004'ten bu yana kaç valiniz oldu? 2004'ten önce kaç milletvekiliniz vardı, 2004'ten bu yana kaç milletvekiliniz oldu?...

 

02 Aralık 2013 Pazartesi - 09:51

SELVİ'NİN O KÖŞE YAZISI:

 

CEMAAT VE DERSHANELERDershanelerle ilgili tartışmada önemli bir aşama bugün gerçekleşecek.

 

Başbakan Erdoğan'ın, 'Bu işi artık daha fazla kokutmamak lazım' şeklindeki yaklaşımı gereği taslak bugün Bakanlar Kurulu'nda ele alınacak.

 

Dershaneler konusundaki tartışma yeni değil. Başbakan, Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde Hüseyin Çelik'e, 'Artık bu dershaneler konusunu bir çözüme kavuşturalım' dediğini açıkladı.

 

Burada dershaneler konusunun kalkınma planlarından, Nimet Hanım'ın bakanlığı döneminde hazırlanan strateji belgesine girmesine dair geçmiş çalışmaları hatırlatacak değilim.

 

Bence dershaneler konusu bu denli uzun geçmişine rağmen yanlış bir zamanda, doğru olmayan bir taslak üzerinden ve yanlış bir üslupla gündeme taşındı.

 

O haftaki Bakanlar Kurulu'nun gündeminde değildi dershaneler konusu. Salı günü Başbakan'a brifing verilmesi planlanıyordu. Edindiğim izlenim yerel seçimlerden önce dershaneler konusunun gündemde olmadığı yönündeydi.

 

Cemaat, kendi belirlediği bir zamanda ve dershaneler gibi haklı olduğuna inandığı bir konuda açtı bu savaşı. Ama herkes biliyor ki, bu dershaneler konusu değil.

 

Yerel seçimlerde AK Parti'nin yüzde 50'ye ulaşması beklenmiyor. Yüzde 42-44 arasında bir oran tahmin ediliyor. Cemaat yerel seçimlerden önce mücadelenin fitilini ateşlemek suretiyle, Recep Tayyip Erdoğan'a diz çöktürmeyi planladı.

 

Bu Cumhurbaşkanlığı seçimine dönük bir mücadele. Ve Recep Tayyip Erdoğan'sız bir AK Parti ve 2015 sonrası hedefleniyor.

 

Değerli bir Ankara Temsilcisi, bu değerlendirmem üzerine şimdiye kadarki toplum mühendisliğinin tam tersi sonuçlar verdiğini hatırlattı. Ben de aynı fikirdeyim. Cemaat mühendisliği de tam tersi bir sonuç verecek.

 

BAKANLAR KURULU'NA SUNULACAK TASLAK

 

Bugünkü Bakanlar Kurulu'na sunulacak olan taslak, 'Paydaşlarla' yapılan görüşmelerle zenginleştirildi.

 

4 yıllık bir geçiş süreci öngörülüyor.

 

Cemaat adına gazete köşelerinde yazanların iddia ettiği gibi, PKK'ya verilen söz doğrultusunda etüt merkezlerinin kapatılması söz konusu değil. Hani onlar dershaneler konusunun Oslo'da PKK ile pazarlık edildiğini iddia ediyorlar ya. Hatırlatayım istedim.

 

Daha önceki Açık Lise önerisinin yerine dershanecilerin teklifi üzerine Akademi Liseleri kavramının girmesi söz konusu.

 

Yeni düzenlemede Meslek Liseleri ile İmam Hatipler'in mesleki dersler dışında üniversiteye hazırlanmaları için, 'Akademi Liseler'de eğitim imkanı getiriliyor.

 

ÖSYM ANKET YAPIYOR

 

Üniversiteye giriş sisteminin püf noktasını sınav sistemi oluşturuyor. Yani hem test usulü yapacaksınız hem dershaneleri kaldıracaksınız. Bu olmaz. İhtiyaç devam ederken sonucu ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim kaosa neden olur. Dershaneler düzenlemesinin özü de teste dayalı sınav sisteminin kaldırılıp, analizi esas alan ve okullar arasındaki uçurumu ortadan kaldırmayı amaçlayan bir sistem. ÖSYM yeni mantığına göre bir sınav sistemi üzerinde çalışıyor. Daha önce bu görev TÜBİTAK'a verilmişti ama çeşitli engellemeler nedeniyle bu sağlanamadı. ÖSYM bir süredir sınav sistemi üzerinde çalışıyor. Bir başka yeni unsur ise ÖSYM, yeni sisteme veri teşkil etmesi açısından kapsamlı bir anket çalışması yapıyor. Burada amaç öğrenci profilini ortaya çıkarmak. 2008 yılından bu yana yapılmayan araştırmanın yeni sisteme ışık tutması bekleniyor.

 

YÜZ KIZARTICI HAKARETLER

 

Dershane tartışmasının başladığı günden bu yana doğru bir üslupla ve doğru bir zeminde yürütülmediğini ifade etmeye çalışıyorum. İslam tarihinde acı örnekleri olan, 'kardeşler arası mücadele'nin hayırlı sonuçları olmayacağına dikkat çekmeye çalışıyorum.

 

Bunda yanlış olan ne var?

 

Bir süredir hak etmediğime inandığım saldırıların hedefi oluyorum. Ben yine şanslıyım. Mütesettir bir yazara gönderilen mesajları okudum yüzüm kızardı. Bunları yazanlar cemaat terbiyesiyle yetişen insanlar olamaz dedim. Ama onlar yüzleri kızarmadan küfretmeye devam ediyorlar. Beş vakit namazındaki mütesettir yazar arkadaşımı, 'Bunlar seninle cemaatin arasını açmaya çalışan fitne odaklarının yetiştirdiği elemanlardır' diye teselli etmeye çalıştım.

 

Medyada yüz akımız isimlerden biri olan yazarımız Hilal Kaplan'a ise ayrı bir cepheden saldırılar sürüyor.

 

Ergenekon sürecinde dahi işitmediğim hakaretleri sıralayanların seviyesine inmeyi düşünmüyorum. 'Kalemimi kırdım' şeklindeki bir tavır içinde değilim. İslam ahlakı ile ahlaklanmış birisi fikirlerini nasıl söylerse, o edep üzerine devam etmekte kararlıyım. Edepsizlere rağmen...

 

Başbakan'a diktatör diyen, firavuna benzeten, doktor raporu almasını önerenlerin bizlere bunu reva görmesinde yadırganacak bir şey yoktur.

 

Biz muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yok düsturunu kendime ilke edinmişim ama bir yüzüme tokat vurulunca diğerini çevirecek kadar olgunlaşmadım. Saçları adedince başları olsa, her gün biri kesilse, davasından dönmeyeceğini ilan etmiş olan Bediüzzaman'ı rehber edinmişim. Size boyun eğmem.

 

İKTİDAR DALKAVUĞU KİM?

 

Yıllarca bir cemaatin içinden süzülerek gelmiş akil insan gözüyle baktıklarımızın en küçük eleştiriye karşı, 'İktidar dalkavuğu, goygoycular, tribünlerden tezahürat yapanlar' şeklindeki bir üslubu kendilerine yakıştırmaları ise esef verici. Ben bugüne kadar Başbakan'dan tek bir talepte bulunmadım. Tek bir kişi çıkar da bunun aksini ispat ederse, şerefim üzerine bu mesleği bırakırım. Bizlere iktidar dalkavuğu diyenlerin kapalı kapılar arkasında ne tür taleplerde bulunduklarını en iyi kendileri ve muhatapları bilir.

 

2004 PLANI

 

Arka bahçe olarak kullandıkları bir yayın organında 2004 yılı MGK'sında alınan bir karara ilişkin haber okuduk. O günkü şartların dikkate alınmasını gerektiren yazılar yazdık. Ancak cemaati bitirmek için 2004'te MGK'da karar alındığına cemaat tabanını inandırmaya çalışıyorlar. Madem 2004'ten beri bu hükümet sizi bitirmek istiyordu. O zaman sormak istiyorum.

 

2004'ten önce kaç valiniz vardı, 2004'ten bu yana kaç valiniz oldu?

 

2004'ten önce kaç milletvekiliniz vardı, 2004'ten bu yana kaç milletvekiliniz oldu?

 

2004'ten önce kaç bakanınız vardı, 2004'ten sonra kaç bakanınız oldu?

 

2004'ten önce kaç üniversiteniz vardı, 2004'ten sonra kaç üniversiteniz oldu?

 

2004'ten önce ticaret hacminiz neydi, 2004'ten sonra ticaret hacminiz ne oldu?

 

Bu soruları uzatayım mı?

 

Sadece şunu hatırlatmak istiyorum.

 

2004'ten önce ülkesini terk etmek zorunda kalan ve vatan hasretinden Türkiye'den getirilen toprakları koklarken gözyaşları döken muhterem Hocaefendi'yi, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın ülkeye davet ettiği bir Türkiye size yetmiyor mu?

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Cemaatle ilgili şok Siyonizm ve kaset iddiası

 

MGK belgelerinin ortaya çıkması ile farklı boyuta taşınan hükümet-cemaat kavgasında şok Siyonizm ve kaset iddiası...

 

Akşam gazetesi yazarı olan Turgay Güler dershane tartışmaları ile alevlenen hükümet- cemaat kavgası ile ilgili bomba bir iddia dile getirdi. Dershane tartışmaları, MGK belgeleri ve ortaya çıkacağı söylenen seks kasetleriyle ilgili suskunluğunu koruyan vakıfı eleştiren Güler, Gezi olayları sırasında Siyonizm hakkında yazdığı yazının cemaat tarafında rahatsızlığa neden olduğunu iddia etti.

 

Yaşanan olaya göre Güler'in o günlerde Siyonizmi eleştiren yazısı için Fethullah Gülen hakkında resmi açıklama yapan tek kurum olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'dan önemli bir isim arayarak Musevi cemaatinin rahatsızlık duyduğunu ifade edip bir akşam yemeği teklifinde bulunmuş:

 

İşte o satırlar

 

Gezi olayları sırasında bir yazı kaleme almıştım.

O yazıda Siyonizm eleştirisi vardı.

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’ndan önemli bir isim beni aradı.

“Turgay Bey cemaat olarak bu yazınızdan biz de Musevi Cemaati de çok rahatsızız” dedi.

Şoke oldum!

 

O şaşkınlıkla sordum; “Siz niye rahatsız oldunuz, anlayamadım” diye.

 

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı adına arayan o “önemli” kişi cevap verdi:

 

“Biliyorsunuz. Bizim dinler arası diyalog projemiz var. Buna zarar veriyor” dedi.

 

Sonra ben bir kez daha sordum; “İyi de siz Musevi Cemaati’nin sözcülüğünü niye yapıyorsunuz” diye.

 

Cevapladı:

 

“Oradaki dostlarımız bizi aradı, rahatsızlığını bize iletti, sizinle bir yemek yemek istiyorlar” dedi.

 

Dondum kaldım.

 

Yemek tekliflerini de geri çevirdim.

 

O görüşmenin detaylarını gerekirse ilerleyen zamanlarda paylaşırım. Kimin bilgisi dâhilinde, kim aradı ve dahası?

 

En ince detayına kadar!

 

Sonra ne mi oldu?

 

Cemaate yakın gazeteciler hakkımda yoğun bir karalama kampanyası başlattı. Hem gazetelerde hem de sosyal medyada.

 

“Bizim cemaat”, Musevi Cemaati adına beni linç etmeye kalkıştı.

 

Sonra ben, Musevi Cemaati’nin rahatsızlığını gidermek için bir yazı kaleme aldım. Belli ki, Siyonizm eleştirimi farklı anlamışlardı.

 

Böylece Musevi Cemaati ile aramızdaki sorun sulh oldu.

 

“Bizim” cemaatte rahatlayıp, linç girişimini sonlandırdı.

 

Buyurun yalanlayın; o vakit en ince detaylarına varıncaya kadar açıklayayım.

 

Noktasına virgülüne kadar!

 

YÜZ YÜZE GELİNCE BAŞKA, ARKADAN BAŞKA

 

Aylardır cemaatin en üst düzey yetkileri bana ziyarete gelip gidiyorlar.

 

Bazıları da sürekli telefonla arıyor. Beni yakın markajda tutmaya çalışıyorlar. Biliyorum sadece beni değil!

 

Bu ikili görüşmelerin gündemi şu; “Biz Erdoğan’ı seviyoruz. AK Parti’ye oy vermeyip de ne yapacağız? Allah ondan razı olsun. Bu millete on bir onurlu yıl yaşattı. Lakin şu dershaneler konusunda sıkıntımız var. Birileri fitne çıkarmaya çalışıyor. Ne olur yardımcı olun.”

 

Her defasında söylüyorum, “Yahu bak ben size fitnecileri söyleyeyim. Falan falan falan falan….”

 

Onlar da her defasında, “Doğru söylüyorsun. Biz de rahatsızız. Ama onlar cemaati temsil etmiyor” diyorlar.

 

Dahasını da söylüyorlar ama bende kalsın!

 

“O vakit niye yollarınızı ayırmıyorsunuz?” diye sorduğumda, “orada başka meseleler var!” deyip geçiştiriyorlar.

Soruyorum.

 

Cemaatin resmi sözcüsü Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na soruyorum.

 

Nedir o başka meseleler?

 

Size şantaj mı yapılıyor?

 

Nedir?

 

Cevap yok.

 

Perde arkasında bunlar yaşanıyor. Sonra ben cemaate sızmış fitnecileri faş edince, hizmet eri kardeşler beni cemaat düşmanı ilan ediyor.

 

Perde arkasındakileri bilseler, helallik isterler.

 

Neyse.

 

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı, bu görüşmelere ilişkin detay isterse, en ince ayrıntısına kadar bu köşede yazarım.

 

Lakin bana yakışmaz

 

CEMAAT VE SEKS KASETLERİ

 

Güler yazısında ortada dolaştığı söylenen hatta Emin Çölaşan'ın izledim dediği 'seks kasetlerine' dikkat çekti:

Cemaatin elinde AK Partililere ait seks kasetleri varmış!

Aman ne güzel.

HD mi acep?

Yakın plan mı?

Görüntüler net mi?

Bu nasıl çirkin bir iddiadır!

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı cemaatin resmi sözcüsü. Ama çıkıp da “yok öyle bir şey” demiyor.

Yalanlamıyor.

Ne yani cemaat işi gücü bırakıp, milletin uçkurunun peşine mi düştü?

Bu ne rezil bir iddiadır ve bu iddiaya sessiz kalmak nasıl bir rezilliktir.

Bir diğeri çıkıyor, “şu şu şu belgeleri açıklayacağız” diyor.

Dün niye açıklamadın?

Bunları elinde koz olarak mı tutuyordun?

Peki sormazlar mı o vakit?

Deniz Baykal’a yönelik kaset komplosu da sizin eseriniz mi diye?

Sormazlar mı, MHP’lilere yönelik kaset komplosu da sizin eseriniz mi diye?

Sormazlar mı?

Cüppeli Ahmet Hoca’ya yönelik kaset komplosunu da siz mi hazırladınız diye?

Hülasa; hepimizin gönül verdiği cemaat milyonlarca insanı hayal kırıklığına uğratıyor.

Gönül bağlarını kopartıyor. Yara alıyor. Yıpranıyor.

En büyük düsturu “siyasetin şerrinden Allah’a sığınmak” olan bu yapı, hizmeti bırakıp gırtlağına kadar siyasileşmiş.

Said Nursi hazretlerinin yaşayan talebeleri bile ateş püskürüyor.

Cemaate çok sert uyarılarda bulunuyor.

Ancak nafile.

 

 

 

02.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Bülent Arınç'tan önemli açıklamalar!

 

Dershanelerin dönüşümü için tarih belli oldu

Habertürk, 02/12/13 18:08

 

Bakanlar Kurulu Toplantısı sona erdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında, Başbakanlık Yeni Bina'da düzenlenen toplantı yaklaşık 7,5 saat sürdü. Toplantının son yarım saatine, Irak'a yaptığı ziyareti tamamlayarak Türkiye'ye dönen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da katıldı.

 

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Bakanlar Kurulu toplantısının ardından gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

 

Bülent Arınç, Başbakan Erdoğan'ın yerel seçimlerde aday olan bakanların görevini bırakması gerektiğini düşündüğünü, Aralık ayı sonuna kadar kabine revizyonu yapılabileceğini söyledi. Arınç ayrıca, dershanelerin dönüşümünün Ocak ayında yasalaşacağın ve Eylül 2015'te bu dönüşümün tamamlanacağını belirtti.

 

Arınç’ın konuşmasının satırbaşları şöyle:

 

Bakanlar Kurulu toplantımız bir süre önce bitti. Gündemle ilgili bazı konularda size bilgi sunayım. Bazı bakanlarımızın sunumları vardı. Onlarla ilgili görüşme yapıldı. İçişleri Bakanımızın yapmış olduğu yardım toplama kanun tasarısı görüşüldü, kabul edildi ve imzaya açıldı. Dernek kurucu sayıları düşürülmekte, Dernekler Genel Müdürlüğü yeniden yapılandırılıyor. Bu önemli kanunla dernekler yeniden düzenlenmektedir. Maliye Bakanımız iki tasarı sundu. Biri döner sermayeli işletmeler kanun tasarısıdır. Yine katma değer vergisi kanununda değişiklik yapılmasına dair üç maddelik bir kanun tasarısı sunuldu. Bazı iç ve dış konular üzerinde arkadaşlarımız ve Sayın Başbakanımız kapsamlı olarak durdular. Irak ve Suriye ile ilgili gelişen olaylar ele alındı.

 

"DERSHANELERİN KAPATILMASI GÜNDEMDE DEĞİL"

 

15 gün evvel Bakanlar Kurulu toplantısından sonra dershaneler konusunun tüm paydaşlarla görüşüldükten sonra ele alınacağını ifade etmiştim. Bugün sayın bakanımız kendi bürokratlarıyla da yaptığı çalışmayı gündemimize getirdi. Bir daha şunda karar kılalım, dershanelerin kapatılması diye bir konu gündemde değil. Bu ifade yanlışlıkla kullanılmışsa da düzeltmek lazım. Dershaneler hür teşebbüs sonucu kurulmuş, öğrencileri sınavlar için takviye eden kurumlardır. Anayasa ve kanunlar ve serbest piyasa kapanmaya mecbur etmeye karşıdır. Çok açık olarak şunu söylemem gerekir, biz dershanelerin gelinen noktada öğrencilerimize takviye olan ya da metod gösteren kurumlar olarak olarak ihtiyaç olmadığını düşünüyoruz. Bu dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi projesidir. Hukuki olarak da durum budur.

 

"OCAK AYINDA YASA ÇIKIYOR"

 

Madem bir değişim dönüşüm olacaktır, o zaman baskı unsurunun olmaması gerekir. Burada çalışanların hakları korunacaktır. Böyle bir dönüşüm projesine karşı buna uyan dershaneler olabilir, buna imkanım yok diyenler de süreç içinde bu işten vazgeçmiş olurlar. SBS’lerin kaldırılmış olması sebebiyle dershane ihtiyacı oldukça düşmüştür. 4+4+4 eğitimde bir reform projesidir. 400 bin öğretmen 8 yıl, 12 yıl boyunca öğrencilerimize hiç faydalı olmuyor da sadece arada bir gidilen dershaneler öğrencilerimize üniversiteyi, fen liselerini kazandırıyor demek öğretmenlerimize fevkalede haksızlık olur. Bunu sağlıkta dönüşüm projesi gibi kabul etmek gerekir. Çocuklarımızı yarış atı gibi koşturmayacak bir noktaya geliyoruz. Bu dershaneler çok faydalı işler de yaptılar, bunu daha önce de ifade ettim. Bunu görmezden gelemeyiz. Bir dönüşüm projesini gerçekleştirmek istiyoruz. Bunu kimse dershanelere karşı bir husumet olarak algılamasın.

 

Bu dershanelerin sahiplerinin tamamını Hizmet hareketi ya da Cemaat dediğimiz yapıya mal edemezsiniz. Hizmet Hareketi’nin payı yüzde 22’dir. Bu dershanelerin sahiplerinin arasında farklı siyasi görüşler, farklı inançlar var. Dershaneler kapatılıyor yandık , bittik diyenler sadece şu kadardır. Sayın bakanımızın ve bizim de temas ettiğimiz pek çok insan bu değişimi benimsiyor ve sadece bir geçiş sürecine ihtiyaçlarını söylüyor. Biz meseleye rasyonel bakıyoruz, bir tarafın penceresinden bakmıyoruz. 16 milyon gencimiz bugün eğitim çağında. Bu bizim zenginliğimiz. Biz buna karşı nitelikli eğitim vereceğiz.

 

ARALIK SONUNDA KABİNE REVİZYONU GELİYOR

 

Bülent Arınç, Başbakan Erdoğan'ın yerel seçimlerde aday olan bakanların görevini bırakması gerektiğini düşündüğünü, Aralık ayı sonuna kadar kabine revizyonu yapılabileceğini söyledi.

 

DERSHANELERE SON NOKTA: EYLÜL 2015

 

Dershaneler konusunun artık fonksiyonunu giderek yitirdiğini ve artık okullaşma noktasına gelmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hükümet aleyhtarı bir güç gösterisine dönüşen yaklaşım çok doğru bir tavır değildir. Bu mesele halledilecektir. Taslak son şeklini alacak ve Ocak ayında yasalaşması için TBMM gündemine gelecek. Bu dönüşümün sağlıklı olması için de iki yıllık bir süre öngörüyoruz. Eylül 2015. O tarihte dershanelerin okullaşma sürecinde son noktaya gelmesini öngörüyoruz.

''BİR HADİS-İ ŞERİF'E ÖNEM VERİRİM''

 

Ben bir Hadis-i Şerif’e çok önem veririm; "Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın"

 

Hükümet sözcüsü olarak bunu yapmamış olayım. Bu benim Bülent Arınç olarak duyduğum ızdırabın sonucudur. Fitneyi büyütmeden ne doğruysa onu yapacaksınız. Bu sözüm kime. Önce kendimize kabul edelim ama her gün hükümeti hedef tahtasına oturtarak güzel insanların arasını açmaya çalışanlara buradan istirham ediyorum, fitnenin aleti olmayalım, ne siz ne de biz. Bu ateşin söndürülmesi için herkes elindeki bir bardak suyu döküversin. Şu andaki yayınları ben okumakta dinlemekte zorlanıyorum. 10 yıl önceki dosyaları açmanın, daha heybemizi açmadık, deve yükü heybemiz var demenin fitneyi büyütmekten başka sonucu yoktur. Ocak’ta yasayı çıkartıyoruz ve dönüşüm için de gerekli süreyi veriyoruz.

 

Bu meseleyi olmazsa olmaz noktasına getirerek hakaretlerinin dozunu arttıranlara söylüyoruz ki dershaneler sadece siz değilsiniz. Dershaneler ve Hizmet Hareketi’yle Hükümet, karşı karşıya gelmiş değil. Ocak ayında Meclis’in gündemi müsait olduğunda inşallah bunu yasalaştıracağız.

 

Aralık ayı içerisinde dershanelerle ilgili bir tasarı ya da teklif imzalanarak Meclis’e gönderilebilir. Çok aceleci olmayın, çok da şüpheci olmayın. Dönüşüm süreci iki yıldır, bu sürecin başında hareket edenler daha avantajlı olacaklar. Sürecin sonunda hareket edenler ikinci derece teşvikten faydalanacaklar. Yani meseleye kapsamlı bakıyoruz. Eğitim sürecinde bir dönüşüm başladı, bunu takviye etmemiz lazım. İkincisi sınav sistemleri değişiyor, bunu değerlendirmemiz lazım. Lütfen dershaneler de buna anlayış göstersin.

 

''SINAV SİSTEMİ DEĞİŞİYOR''

 

Şu anda dershaneye çocuğunu gönderme konusunda velileri hiç haksız bulamayız. Bir sınav var ve başarılı olsun istiyorlar. İkincisi herkes gönderiyor. Bakanlar da gönderiyor. Ama artık sınav sistemi değişiyor ve böyle bir ihtiyacın olmayacağını öngörüyoruz. Bunun için 2 sene bekliyoruz işte.

 

Başımız dik, alnımız açık, bir gazete ya da gazeteci, bu konularda da mahir olduğunu önceden bildiğimiz bir gazeteci, 2004 tarihinin bir ayına ait MGK toplantısının kararını yayınladı. Bu bir karardır, MGK Genel Sekreterliği Kanunu’na bakmamız lazım. Bir MGK kararının ya da tutanaklarının başkaları tarafından bilinmesi mümkün değil. Bu kanun hükmü. Bir gazetecinin bu şekilde bir bilgiyi açıklaması kanunen mümkün değil. Bir de bildiriler var. Bunları zaten açık yapıyoruz, sizlere veriyoruz. 25.08.2004 tarihli 481 sayılı MGK kararını birisi ele geçirmiş ve yayınlıyor, TCK, Mit Kanunu, Basın Kanunu, RTÜK Kanunu’na göre sır niteliğindeki bilgilerin yayınlaması ile ilgili ceza öngörülmüş. Bunu yapan insan bir ceza sorumluluğu ile karşı karşıya gelebilir. Bunu savcılarımız düşünsün. Biz şu anda bir şey yapacak durumda değiliz. Açık ve net söylüyorum bütün belgeleri inceledik, Bu MGK Kararı Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılması, Başbakanlıkça uygulamaya konulmadı. Yok hükmünde muameleye tutuldu. Şimdi açıklama yapacak ya da yeni belgeler getirecek olanlar varsa bu sözümün karşısına bir şey koymaları gerekiyor. MGK kararları tavsiye niteliğinde olup doğrudan uygulanma niteliği yoktur. Dün, bugün yayınlananların hepsinin tarihlerine baktık. Yani soru şuysa 481 sayılı MGK kararına dayalı olarak şunlar şunlar yapıldı deniyorsa, bunların hiçbiri doğru değil. Daha öncesinde Sayın Ecevit döneminde, kendisinin imzasını gördüğüm için söylüyorum, yapılan bir şeyler var ama bu karardan dolayı hiçbir işlem yapılmadığını ben size söylüyorum.

 

KILIÇDAROĞLU'NUN ABD ZİYARETİ KONUSU

 

Sayın Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretini biliyorum. Düşük yoğunluklu bir ziyaret oluyor. Lütfederse döndüklerinde kimlerle ne görüştüklerini öğrenmiş olacağız. Benim de yakın zamanda ABD ziyaretim oldu. Sayın Kılıçdaroğlu’nun ziyaretini küçümsemiyorum ama daha önce olacaktı biliyorsunuz, ABD’den randevu alamadılar. Sonra Büyükelçi’yle yeniden bir görüşmeleri oldu. Yaptıkları görüşmeler, çabalar inanıyorum ki bir ana muhalefet partisi için anlamlı olur.

 

IRAK'LA PETROL ANLAŞMASI

 

"IRAK ANAYASASI'NA GÖRE HAREKET ETMEK ZORUNDAYIZ"

 

Bildiğiniz gibi birkaç gün önce Neçirvan Barzani Türkiye’ye geldi. Onlarla yapılan görüşmeler sırasında da enerji alanında Irak Anayasası’na uygun olarak mutabık kalındı. Merakınız gitsin diye söylüyorum bu bölgeyle ilgili enerjinin alınması söz konusuyla bunlar özel hukuk karşılığı olan ticari sözleşmeler olur ama biz Irak Anayasası’na göre hareket etmek zorundayız. İki kesim arasında bir anlaşmazlık olmasını istemeyiz.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Hüseyin Gülerce: Dualarımız kabul oldu[/h][h=2]Hükümet'in dershane konusunda kısmen de olsa geri adım atmasına Cemaat'ten ilk yorum geldi.[/h]

Bakanlar Kurulu sonrası açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, dershanelerin kapatılması ve dönüştürülmesinin iki yıl ertelendiğini açıklamıştı. Hükümet'in bu kararına ilk değerlendirmeyi, Cemaat'in önde gelen isimlerinden Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, Twitter'dan yaptı.

[h=4]YARINDAN İTİBAREN GERİLİM DÜŞER[/h]Gülerce, 'Dualar kabul oldu. Hatadan dönüldü. İki yıl daha dershanelerin açık kalması kabul edildi. İki yıl icinde sınav sistemi yenilenebilir. Bu arada dönüşüm calışması da yürür. Böylece uygulamadaki başarı test edilir. Yapılan çalısmalar ile dershanelere ihtiyaç azalabilir. Kapatan kapatır. Zorla kapatma hukuk dışı olur. Yarından itibaren gerilimin düşeceğini ve sağlıklı bir zeminde dershanelerin geleceginin tartışılacagini düşünüyorum.' dedi.

 

 

En Son Haber, 02.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Milli Eğitim Bakanı, dershane temsilcileriyle görüştü[/h]Bakan Avcı, tasarının ocak ayında TBMM'ye geleceğini söyledi.

TRT Haber, 03 Aralık 2013 Salı 11:47

 

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, dershane temsilcileri ile bir araya geldi. Yapılan görüşmenin ardından basın toplantısı düzenleyen Avcı, gazetecilerin konuya ilişkin sorularına da cevap verdi. Dershanelerin dönüşümüyle ilgili tasarının ocak ayında Meclis'e geleceğini ifade eden Avcı, sektör temsilcileri ile toplantıların bundan sonra da devam edeceğini belirtti.

"Tasarının nihai şekli dün verildi mi?" şeklinde bir soruya Bakan Avcı, "Arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerle bu işin bir çerçevesini oluşturmuştuk" cevabını verdi. Görüşmelerin devam edeceğini ve bundan sonraki sürecin nasıl olacağını belirleyeceklerini ifade eden Avcı, "Ocak ayında tasarıyı Meclis'e sunacağız" dedi.

Özel okullara dönüştürülecek dershanelere daha fazla teşvik verilip verilmeyeceği yönünde bir soruya Avcı, dershanelerin fiziki ve beşeri şartları itibariyle hepsinin aynı kurumlar olmadığını söyledi. Bu dönüşüm sürecine bazı kurumların daha kolay adapte olabileceğini belirten Avcı, bazı kurumların ise zorlanabileceğini söyledi. Bazı kurumların özel okul olarak dönüşmeyi uygun bulabileceğini, bazı kurumların ise kendi alt yapıları açısından daha farklı bir dönüşümü uygun görebileceklerini ifade eden Avcı, bakanlık olarak kendilerinin de tüm dershaneleri dönüşüm kabileyetlerinin ne olduğu, beşeri ve fiziki şartlarının ne durumda olduğu yönünde genel bir değerlendirmeye tabi tutacaklarını belirtti. Bakan Avcı, sürecin bunun ardından netleşeceğini sözlerine ekledi.

2015-2016 eğitim-öğretim yılına dershaneler dönüşmüş olarak girileceğini belirten Avcı, üniversite giriş süreci, sınav sistemi gibi düzenlemeler, Öğretmen Strateji Belgesi gibi farklı çalışmalarının da yapılacağını söyledi.

Toplantıya katılan ÖZ-DE-BİR Başkanı Faruk Köprülü, "Sektörümüzün hemen hemen tamamını temsil eden temsilciler olarak bugün sayın bakanımızı ziyaret ettik" dedi.

Türkiye'de 3 bin 600 dershane ve yaklaşık 100 bin çalışan olduğunu hatırlatan Köprülü, herhangi bir taşkınlığa sebep olmadan yasal çerçevelerde duyguların paylaşılmış olmasının kendilerini mutlu ettiğini ifade etti.

Bakan Avcı'nın, "Birlikte çalışacağız" şeklideki açıklamasının kendilerini son derece sevindirdiğini ifade eden Köprülü, "Kamuoyunda 'acaba gelecek sene kayıt olacak mı olmayacak mı?' diye bir endişe vardı. Bir yıl daha bu süreç devam edecek" diye konuştu.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Özal'ın başına gelenlerden hiç ders almamışız

 

Şu sıralar iki Mü'min bir araya geldiğinde selamlaşma ve kısa bir muhabbetten sonra ortak tek bir konuları oluyor. Herkesin ortak gündemi, "AK Parti - Cemaat kavgası ne olacak?" sorusuna cevap aramak oluyor.

Partilerin yerel seçimlerde kimi aday gösterdiği konusu inanın ki, aday adayları ve çok yakınındakilerin dışında kimsenin gündeminde yok.

Fitneye odun taşıyanları bir kenara bırakırsanız, bu kavga sadece ortalama insanı rahatsız etmiyor. Bu kavgada kendilerini hükümet ya da Cemaat tarafında bulanların da içi yanıyor.

Bir taraftan AK Parti'ye/Cemaate karşı tavizsiz görünmeye çalışsalar da yürekleri yanıyor. Bu fitne ateşinin her iki tarafı da yakacağını anlıyorlar.

***

Sizleri biraz geriye götüreceğim. Rahmetli Turgut Özal'ın gücünün zirvesinde olduğu dönemler idi. 31 Ekim 1989'da Başbakanlık ve ANAP Genel Başkanlığı görevini bırakıp Köşk'e 8. Cumhurbaşkanı olarak çıkmıştı.

Giderken, doğup büyüdüğü partisini Yıldırım Akbulut'a emanet etmişti. Sağlam ellere teslim etme arayışları sürüyordu. Yıldırım Akbulut, emanetçi değil liderlik koltuğuna sağlam oturma peşindeydi. Dayıoğlu Hüsnü Doğan ve kardeş Yusuf Özal birlikte hareket ediyordu. Kuruluşta partiye monte edilen Mesut Yılmaz, ortaya çıkıp görevini yapma peşindeydi. Hasan CelalGüzel ise geride bırakılan emanete en iyi kendisinin sahip çıkabileceği iddiasında idi.

Bu sırada Semra Özal, ANAP'ın İstanbul İl Başkanı olma sevdasına düştü. Aile içinde neler yaşandığını bilmiyoruz. Ancak, kamuoyunun Semra Özal'ı frenleyeceği yolundaki beklentilerinin tersine Özal, eşinin arkasında olduğunu açıkladı.

Bu sırada "Yetim Hüsnü" olarak tanınan Hüsnü Doğan ve kardeşi Yusuf Özal, bu duruma isyan etti. Özal'ın bu tavrının Haziran ayında yapılacak olan partinin başına geçme yarışında açıkça Mesut Yılmaz'ın şansını artıracaktı. Semra Özal'ın adamı olarak bilinen Mesut Yılmaz'ın partiden Muhafazakarları temizleyeceği düşünülüyordu.

Parti içindeki Muhafazakar kesimin önde gelen isimlerinden olan Hüsnü Doğan ve Yusuf Özal, bu durumu hazmedemedi . Ortaya çıkan tabloyu kabullenmediklerini kamuoyuna açıklamaya karar verdiler.

Bir tür deklarasyon metni hazırladılar. Bu metni, Özal'ın çevresindeki isimlerden kendilerine yakın gördükleri Cumali Ünaldı ile paylaşmaya karar verdiler. Metni telefonda bizzat Yusuf Özal okudu. Ünaldı'dan nasıl bulduğunu sordu. Ünaldı çok net konuştu:

"Dili çok ağır değil ama böyle bir deklarasyonu kamuoyuna asla açıklamayın. Hüsnü Beyle birlikte Turgut Bey'in yanına gidin. Kapıyı kapatın, içeri kimseyi almayın. Turgut Beyin elini öpün. Burada yer alan ifadelerden çok daha ağırını Turgut Beye söyleyin. Ama asla Semra Hanımın adaylığına karşı gelen bu çıkışı kamuoyu önünde yapmayın."

Yusuf Bey, çok öfkelenmişti. O nezaketli Yusuf Özal gitmiş, telefonun öbür ucundan ateş püsküren birine dönmüştü:

"Ben de seni aklı başında biri sanırdım. Boşuna danışmışım" diyerek telefonu kapatır.

Ertesi gün, iki kuzen basın toplantısını yapıp söz konusu metni okudu. O tarihe kadar perde gerisinde yürüyen mücadele artık kamuoyu önünde yapılmaya başlandı. Hem de akla gelebilecek bütün argümanlar kullanılarak.

- Başbakan Yıldırım Akbulut, Özal'ın baskısı ile 22 Şubat 1991'de Hüsnü Doğan'ı, Milli Savunma Bakanlığı görevinden azletti.

- 3 Mart 1991'de Semra Özal, ANAP İstanbul İl Başkanı seçildi.

- 15 Haziran'da yapılan ANAP Kongresinde, Semra Özal'ın ve liberallerin desteklediği Mesut Yılmaz partinin başına geçti.

Sonrasında ne mi oldu?

2 Ağustos 1990'da Irak'ın Kuveyt'i işgal etmesiyle sarsılmayan, Türkiye'nin savaşa girip girmeyeceğinin tartışıldığı krizin en derin günlerinde 3 Aralık'ta Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay'ın istifasıyla bozulmayan istikrar, o günlerden itibaren bozulmaya başladı. Bir daha 10 yıl boyunca ülkenin istikrar yüzü görmeyeceği bir dönem yaşandı.

Türkiye'nin başına gelen bütün kötü olaylar bu 10 yılda ortaya çıktı.

- Özal'ın şaibeli ölümü, ülkenin yetiştirdiği pek çok değer peş peşe "kaza süsü verilmiş" cinayetlerle ortadan kalktı. 17 bin faili meçhul cinayet bu dönemde işlendi. 28 Şubat bu dönemde yaşandı. Tarihimizin en acı ekonomik krizi bu dönemde yapılan soygunlar yüzünden ortaya çıktı.

Yusuf Özal, aradan geçen yıllarda Cumali Ünal'dan helallik istedi, "Seni o gün dinleyip, bu kavgayı kamuoyu önüne taşımayacaktık" dedi.

Ne var ki, Türkiye'nin yaşadığı altın yıllar çoktan kaybolmuş yerine karanlık dönem başlamıştı.

Yaratan ülkeden bereketi kaldırmış gibiydi.

***

AK Parti - Cemaat kavgası, iki tarafın da aklı, mantığı, iz'anı, insafı, empatiyi bir kenara bırakarak yürütülen bir savaşa dönüştü.

İnşallah korktuklarımız başımıza gelmez.

 

 

 

Ünal TANIK / Rotahaber, 02.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dershane Bahane Kavga Derin

*Bu kavga kesinlikle dershane kavgası değildir. İşin içinde başka işler vardır.

*İşin içinde ABD vardır.

*İsrail ve Siyonizm vardır.

*Papalık ve Hıristiyanlık vardır.

*Sivil darbe teşebbüsü vardır.

*On milyarlarca dolarlık bir pasta vardır.

*Saray darbesi vardır.

*Dinlerarası diyalog vardır.

*Serbest seçimlerle iktidara gelmiş Başbakan’ın seçimsiz düşürülmesi hesapları vardır.

*Sekter emeller, planlar, stratejiler vardır.

*Münzel=indirilmiş gerçek İslam’ı değiştirip, onun yerine uydurulmuş ve türetilmiş yeni bir İslam getirmek vardır.

*Tesettürü zaruriyat-ı diniyeden çıkartıp ayrıntı haline getirmek vardır.

*İslam’ın Allah katında tek hak din olduğu temel inancını yıkıp, o inancın yerine zamanımızda üç hak ibrahimî din bulunduğuna dair bâtıl inancı koymak vardır.

Dershaneler buzdağının su üzerinde görünen onda biridir.

Serbest seçimlerde en fazla oyu almış olan meşru Başbakan’ı bir saray darbesiyle yıkmak istemişlerdi.

Başbakan’ın hatâları varsa, bunları kendi medyalarında açık ve seçik olarak yazmaları, tenkit etmeleri gerekirdi.

Bendeniz bugünkü kavganın içine girmem ve taraf tutmam.

Lakin kavga mı savaş mı, her neyse asıl sebeplerini aramaya, öğrenmeye çalışırım.

Çok akıllı, cin fikirli olmasam da, bu savaşın dershane savaşı olduğuna inanacak kadar ahmak ve salak değilimdir.

Burnuma çok acayip kokular geliyor.

Darphane makinalarının seslerini işitiyorum.

Hafızam gerilere gidiyor. Hani 2004 yılında Mardin’de tarihî Kasımiye medresesinde Dinlerarası Diyalog festivali yapılmıştı ya. Patrikler, papazlar, bir de Diyanet müftüsü… Çanlar çılgınca çalarken ezan okunmuş ve oradaki ruhbanlar hep birlikte havuzun üzerindeki derme çatma salaş köprüden kara cüppeleriyle yel yeperek yelken kürek merasimle geçmişlerdi. Akıllarınca üç ibrahimî din mensupları böylece Sırat Köprüsünden geçerek Cennete duhül edeceklerdi.

Bendeniz Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde nâçiz bir Müslümanım.

Dinlerarası Diyalog doktrinini reddederim.

Allah katında tek hak dinini İslam olduğuna kesin şekilde inanırım.

Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa (aleyhimüsselam) Müslümandı.

Hz. Âdem’den bu yana inançlarda, temelde, usulde hiçbir değişiklik olmamıştır. Değişiklik şeriatlardadır, füruattadır.

Antalya’da bir Dinlerarası Diyalog parkında yan yana yapılan cami kilise sinagog beni ürkütür.

Din hürriyeti olsun ama Diyalog olmasın.

Hiçbir Müslümanın, hiçbir hocanın, İslam’ın Allah katında tek hak din olduğu inancı konusunda ödün vermeye hakkı yoktur.

Museviler, İseviler ile Müslümanlar Âmentü konusunda birlik içinde değildir.

Tevhid ile Teslis inançları asla birleşmez ve bağdaşmaz.

Kur’an’ın hak kitap olduğunu inkar eden, Hz. Muhammed’in (Salat ve selam olsun ona) Allah’ın Resulü olduğunu inkar edip, ona -hâşâ- yalancı diyen, İslam’ın hak din olduğunu kabul etmeyen ile Diyalog yapmak bir inkar değil de nedir?

Ehl-i Kitab ile barış içinde yaşamak mümkün ve kabilse elbette barış olsun, lakin onların da hak üzere olduklarına inanmak İslam’ı inkar demektir.

Ah, bu dershaneler meselesi çok su kaldırır.

Buzdağının suyun altındaki görünmeyen kısmını öğrenmeye çalışmalıyız.

Risale-i Nurların sadeleştirilmesini tenkit ettiğim yazımda, silleden, tokattan bahs etmiştim…

 

 

Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete

30 Kasım 2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Fethullah Gülen'den son açıklama!

Dershane tartışmalarının başladığı günden bu yana mesajlarıyla dikkat çeken Fethullah Gülen, yayınladığı son videosunda 'Sizin gibi Kur'an'a, imana, milli mefkuremize hizmete kendini adamış insanlar geri adım atmayı da bilmeli' mesajı verdi. İnsandaki en kötü duygulardan birinin 'inat' olduğuna vurgu yapan Gülen, ''hissettirir. Evet, artık şeytanî bir mekanizma olan inadın yönü müspete çevrilmiştir'' ifadelerini kullandı. Gülen'in son sohbet videosu 1 Aralık pazar günü çekildi ama bugün yayınlandı.

Fethullah Gülen'in dershane tartışmalarındaki yeni açıklamaları herkul.org sitesinde yayınladı. Gülen, sohbetinde enâniyet (bencillik-kibir), şehvet, haset, hırs ve inat gibi duyguların ‘yaratılış hikmetlerini’ anlattı.

Siteden, sohbetin 1 Aralık Pazar günü yapıldığı açıklandı. Herkul.org sitesinin editörü dün yaptığı açıklamada sohbet videosunun kayda alındığını ama Gülen'in isteği üzerine çarşamba günü (bugün) yayınlanacağını duyurmuştu. Açıklamada en dikkat çeken kısım ‘inat’ konusunda yapılan ‘geri adım atmayı bilin’ çağrısı oldu.

Zira 2 Aralık Pazartesi günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı sonunda açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, dershane düzenlemesinin 2015’e bırakıldığını açıklamış ve Gülen cephesinden yapılan açıklamalarda kararın kısmen de olsa olumlu bulunduğu belirtilmişti.

Gülen, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

*Cenâb-ı Hak, insanı yaratırken, yerinde “ben” deyip varlığını ortaya koyabilecek bir fıtratta yaratmış ve onun benliğini, bir taraftan irade, şuur, his, gönül; diğer yandan da şehvet, kin, nefret ve benzeri duygularla donatmıştır.

*İnsan mahiyetindeki benlik, şehvet, öfke, inat ve hırs gibi boşlukların yüzleri terbiye ile bâkî gerçeklere ve uhrevîliğe döndürülürse, bunların hepsi insanın önemli birer derinliği haline de gelebilir. Bu duyguları kontrol altına alma kahramanlığını ortaya koyanlar, nefislerine köle olma ve şeytanın oyununa gelme zilletinden kurtulurlar. Zaten din, bizdeki iyiliğe açık nüveleri besleyip geliştirmek ve kötülük temayülleri taşıyan fena çekirdekleri de kurutup bodurlaştırmak için nazil olmuştur.. Mahiyetimizde mündemiç bulunan şer meyillerinin önünü kesmek suretiyle kötü hasletlerin boy atıp karaktere dönüşmesine fırsat vermemek ve iyi yanlarımızı inkişaf ettirip bizi hakiki insanlığa ulaştırarak Cennet’e ehil hale getirmek için vaz’ edilmiştir.

ŞİMDİYE KADAR NİCE GÜÇLÜLERİ YERE SERMİŞ

*Enâniyet, değişik kullanım şekilleriyle “ben” mânâsına gelen “ene”den türetilmiş bir kelimedir. Ene’yi, nefis yerinde kullananlar da olmuştur ki, bu yönüyle o, insanın gerçek kimliği, hakikati, daha da önemlisi kendi mahiyeti dahil pek çok hakaiki ölçüp belirlemede mühim bir unsur (vâhid-i kıyâsî), sınırlılığıyla sınırsızlığa ışık tutan bir projektör, tenâhîsi içinde Nâmütenâhî’ye bakan doğru sözlü bir şahit ve açılmaz gibi görülen mânevî kapıları açabilecek sihirli bir anahtardır. Bu anahtarı kullanmasını bilenlere Allah, varlık, eşya ve esrar-ı ulûhiyete ait öyle derin sırlarını açar ki, bu sayede “ene” –ben ve ego da diyebilirsiniz– insanın en nuranî derinliği hâline gelir ve “Kenz-i Mahfî”nin lisan-ı fasîhi olur. Onu bilmeyen ve mahiyetinden haberdar olmayanlara gelince, onlar için “ene” öyle bir gayya ve bir girdaptır ki, şimdiye kadar ne dev cüsseleri yutmuş, nice güçlüleri yere sermiş, ne hanlar devirmiş ve ne hanümanları yerle bir etmiştir. Yükselenler onun acz u fakr kanatlarıyla yükselmiş, çakılıp yerinde kalanlar da onun çalım, gurur ve iddialarının kurbanı olmuşlardır.

*İnsan mahiyetindeki duygulardan biri de şehvettir; o, insanın meşru yollarla tatmini ve neslin çoğalması için verilmiştir. Dolayısıyla onun, bir taraftan bu duyguya tamamen inhimâk etmek gibi bir ifrattan, diğer taraftan da bütün bütün tecerrüt gibi bir tefritten kaçınması ve orta yolu bulması gerekir ki, o da meşru çerçevedeki zevklerle yetinip, gayr-i meşru isteklere karşı tavır almakla olur.

KÖTÜ DUYGULARDAN BİRİ DE İNAT

*İnsandaki kötü duygulardan birisi de “inat”tır. Çok defa kuru bir inat adına insanlar birbirlerine düşmekte, aralarında ciddî kavgalar meydana gelmekte, hatta birbirlerini öldürmektedirler. Ne var ki, inadını iradesinin emrine alan bir insan, ne olursa olsun asla hak ve hakikatten ayrılmaz. Böyle bir kimsenin önünü tama, makam, mevki, şöhret, rahat ve rehavet gibi duygular kat’iyen kesemez ve o kişi, iradesinin hakkını tamı tamına vererek hak yoldan hiçbir zaman ayrılmaz.

ŞEYTANİ BİR MEKANİZMA OLAN İNADIN YÖNÜ MÜSPETE ÇEVRİLMİŞTİR

Böylece fena bir huy olan ve tamamen nefis mekanizması içinde yer alan inat duygusu, bu insanda hakta sebat ve hakikate teslim olma şeklinde kendisini hissettirir. Evet, artık şeytanî bir mekanizma olan inadın yönü müspete çevrilmiş ve bu sayede inat, insanın melekî yanında yer alarak onun melekiyetine hizmet eder hâle gelmiştir.

*Mus’ab bin Umeyr (radıyallahu anh) hazretleri, Uhud gününde Allah Rasûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) önünde savaşırken, bir kolu koparılınca öbür kolunu, o da budanınca âdeta “Bir bu kaldı.” deyip, kin ve nefretle kalkan kılıçlara tereddüt etmeden boynunu uzatmıştı. İşte onun ortaya koyduğu inat çirkin bir sıfat değil hakta sebat idi.

*Allah Rasûlü, her meseleyi ashabıyla istişare ederek onların düşünce ve görüşlerini alıyor, planladığı her işi mâşerî vicdana mâlediyor ve onun hissiyat, duygu ve temayüllerini âdeta blokaj gibi kullanarak, karar verdiği işlere mukavemet açısından ayrı bir güç kazandırıyordu. Yani yapılması planlanan işlere, herkesin ruhen ve fikren iştirakini sağlayarak projelerini en sağlam statikler üzerinde gerçekleştiriyordu. Hatta ashabının görüşünü kendi fikrinin önüne alıp onlara göre hareket ettiği de az değildi. Mesela, Allah Rasûlü (aleyhissalatü vesselam), Uhud Savaşı öncesi ashabı ile meşveret etmişti; kendi görüşü, Medine’de kalıp müdafaa harbi yapma istikametindeydi. Ancak, yapılan istişare sonucu, Medine’nin dışına çıkılarak taarruz harbi yapılmasına karar verilmişti. Bu karar gereği Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) Uhud’a gitmişti. Bu noktada Seyyid Kutub’un şu enfes yorumu çok yerindedir: “Allah Rasûlü, Uhud’a çıkarken orada 70 kişinin şehit verilmesi değil, Medine’de taş taşın üstünde kalmayacağını bilseydi, meşveretin hakkını vermek için yine çıkacaktı.”

PROBLEMİ ÇÖZME ADINA KARŞI TARAFIN HİSSİYATINI DA HESABA KATMALIYDI

*Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Hudeybiye’de o ağır şartlar karşısındaki anlaşmayı onur meselesi yapmadı. Bu, geriye adım atma demek de değildi. Problemi çözme adına karşı tarafın hissiyatını da hesaba katmaydı. O tablonun gelecek adına vaad ettiği şeyleri çok iyi görme ve tabloyu doğru okumaydı.. inat etmeme, enaniyeti hesabına iş yapmama, kırıp geçirmeme ve gelecek adına bir sürü problem oluşturmamaydı.

HER MESELESİNİ MÜMİNLERLE İSTİŞARE ETMİŞTİ

*Hazreti Ömer Efendimiz “el-vakkâf inde’l-hak” sözüyle anılmaktadır. Bu tabir, “her zaman doğrunun yanında yer alan, hak ve adaletten asla ayrılmayan, kendisinin rağmına olsa da mutlaka hakka boyun eğen, Kitabullah’ın hükmüne gönülden rıza gösteren ve hakkın söz konusu olduğu yerde anında frenlemesini bilen insan” demektir. Hazreti Ömer, yumruğunu kaldırıp tam hasmının gözüne indireceği bir anda, hakkın hatırı için öfkesini yutarak kollarını hafifçe iki yanına salıverecek kadar duygularına hâkim bir insandır. O, Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesi gibi hiçbir işi kendi düşüncesine göre yapmamış, hemen her meselesini mü’minlerle istişare etmiş; Kur’an’a, Sünnet’e ve İcma’ya uygun bir kararla karşılaşınca da hemen kendi düşüncesinden vazgeçebilmiştir. Şüphesiz onun bu hali, hâlis mü’minlerin ve takva ehlinin de halidir.

SÖZÜNÜ GERİ ALMIŞ VE HAK KARŞISINDA BOYUN EĞMİŞTİ

*Seyyidina Hazreti Ömer, evlilik akdi esnasında tesbit edilen mehir miktarı hakkında üst sınır belirlenmesi gerektiğini söylüyordu. (Bu, Ömer’ce bir zühul sayılabilir, bize göre bir zühul da değildir. Çünkü evlenmeyi kolaylaştırmak adına çok önemli bir husus olduğundan bunu hemen her aklı başında insan düşünmüştür.) O, bunu mehir miktarının evliliğe engel olmaması için yapıyordu. Bir hutbe esnasında mescidde irad edilen bu beyan karşısında, bugün adını sanını dahi bilmediğimiz bir kadın şöyle demişti: “Ya Ömer! Bu konuda Efendimiz’den duyduğun bir söz, senin bilip de bizim haberdâr olmadığımız bir ifade mi var? Çünkü, Cenâb-ı Allah, Kur’an’da, ‘Ve âteytüm ihdâhünne kıntâran…’ (Nisâ Sûresi, 4/20) buyuruyor. Demek ki, kantar kantar mehir verilebilir.” Hazreti Ömer, o kadının itirazını yerinde bulmuş; kendi kendine “Yaşlı bir kadın kadar dahi dinini bilmiyorsun!” diyerek sözünü geri almış ve hak karşısında hemen boyun eğmişti.

GERİ ADIM ATMAYI DA BİLMELİ

*Sizin gibi Kur’an’a, imana, milli mefkuremize ve gaye-i hayalimize hizmete kendini adamış insanlar, ileriye adım attıkları gibi yerinde yanlışlarından dönmeyi de bilmeli ve geriye adım atmada da diriğ etmemelidirler. O, ileriye doğru atılan adımların on katı adım sayılır. Efendimiz o idi, Raşit halifeler onlardı; bize demezler mi, “Siz kimin ümmetisiniz, kimi temsil ediyorsunuz, neyin arkasındasınız, Allah aşkına?!.”

 

 

 

 

 

Milli Gazete, 04 Aralık 2013 Çarşamba 10:11

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Gülen Hareketi ile Nur Cemaati'nin farkı[/h]A Haber’de Zeynep Bayramoğlu’nun sunduğu yazar Metin Karabaşoğlu’nun konuk olduğu Kadraj programında Risale-i Nur takipçisi olan Nur Cemaati ile Gülen Hareketi arasındaki temel farklılıklar konuşuldu.

 

Karabaşoğlu, Risale-i Nur talebelerinin eser merkezli olduğunu, Gülen Cemaatinin ise kişi merkezli olduğunu dolayısıyla hegemonik ve kısıtlayıcı bir yapısı olduğu yorumunu yaptı. . Karabaşoğlu düşünsel ve eylemsel ayrılık dönemlerinin ahlakın sınandığı dönemler olduğuna da dikkat çekerek, özellikle sosyal medyada husumet fedailiği yapıldığını söyledi.

 

"Nur Cemaati dendiğinde anlaşılması gereken Risale-i Nur ve Bediüzzaman mirasını takip edenlerin akla gelmesi gerekiyor . Burada ben zaten yakın dönemdeki dershane tartışmaları ekseninde yan yana belki gözüken ama aslında ana omurga itibariyle çok ciddi farklılık içeren iki yapının bir gerilimde risalei nur'u taraf edecek şekilde birbirine yapıştırılmak istenmesi gibi bir tutum gördüm. Risale-i Nur'dan isitfade etmek ayrı ona intisap etmek ayrıdır. Risalei Nur talebesi Risale-i Nur'i merkeze, eseri merkeze alır, kişileri isterse 50 yaş büyük olsun, neticede eşittirler. Bediüzzaman bunu söyler bizim mesleğimiz kardeşliktir, kardeş kardeşe peder olamaz, mürşit vaziyetini takınamaz der. bir insanın size mürşit olması ile bir insanı sizin mürşit kabul etmesi arasındaki fark çok büyüktür Birinde siz onu seçiyorsunuz ötekinde o sizi seçiyor ve biçimlendiriyor. Kişi merkezli olmayıp eser merkezli olduğu için özgürleştirici, yorum farklılığına açık, eşitleyici bir tutum var. Gülen hareketi denilen yapıda risale-i nur'dan istifade var ama Risale-i Nur talebeleri birbirlerini Risale- i Nur metin üzerinden birbirlerinin düşüncelerini, eylemlerini değerlendirirken, Gülen Hareketinde Risale-i Nur, kişi merkezli yani Hoca Efendi'ye göre değerlendirilir. Biri özgürleştirici, eşitleyici, diğeri kişi merkezli ve hegemoniktir. Ayrılıklar ahlakımızın sınandığı anlardır. Bunlar anlaşılabilir şeylerdir. Bizim ahlakımız böyle bir durumda, nasıl bir dili, nasıl bir üslup, nasıl bir tutum sergilediğimizle ilgili. Bediüzzaman'dan miras, muhabbet fedaileri söylemi, ama neredeyse o aidiyet içinde, istisnalar olduğunu düşünüyorum, husumet fedaisi diyebileceğimiz bir dil ve üslup gördük."

 

AHaber, 03.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Hükûmetin hikmeti-Cemaatin rahmeti

 

Vehbi KARAKAŞ

vkarakas@sakarya.edu.tr

Fakültede öğrencilerim “dershaneler” meselesini sordular. Ayyuka çıkan tartışmalardan olsa gerek, bu konuda öğrenciler arasında bile bir huzursuzluk ve tarafgirlik başlamış görünüyor. Onları teskin edinceye ve itidal noktasına çekinceye kadar bir hayli çaba sarf ettim.

İş bu noktalara getirilmemeliydi. Bu mesele belli mahfillerde ele alınmalıydı. Kimseler hırpalanmadan tatlı bir şekilde çözüme kavuşturulmalıydı. Hükümetle-cemaatin öteden beri devam edegelen muhabbet ve samimiyetine yakışan bu idi. Marjinalleşmek iki tarafa da yakışmıyor.

Bu mesele dershaneleri değiştirme ve dönüştürme meselesi değil de, dershaneler üzerinden bir hesaplaşma meselesi ise, bu hesaplaşmayı da biz, iman ve İslam esaslarına gönül vermiş, ihlas ve isar hasletleriyle bezenmiş kesimlere ve kimselere yakıştıramıyoruz.

Hükümet çok iyi bilmeli ki, hükümetin ve Ak Parti’nin içinde cemaate sempati duyan, yardım eden insanlar vardır. Cemaat de çok iyi bilmelidir ki, cemaatin içinde hükümete sempati duyan, oy veren insanlar vardır. Öyleyse gerek hükümet ve gerekse cemaat, aralarında bir ehil ve akil heyet oluşturmalı, bu meseleyi hasmane tutumlar içinde değil dostane tutumlar içinde çözüme kavuşturma yoluna gitmelidirler. Taraflar birbirlerini akl-ı selimle dinlemeli, “haksız ve adaletsiz bir rekabet, gecekondu mantığı ile bir yürüyüş” varsa bunlar iyi niyetlerle ıslah edilmelidir.

Basın-yayın üzerinden tartışmalara, fısıltı gazetesinin yaygaralarına, fettanların, ve nemmamların fitne ve nemimelerine koz verilmemelidir. Herkes kendisini gerek bu dünyada ve gerekse ahirette mahcup edecek söz, tutum ve davranışlardan derhal uzaklaşmalıdır. Hikmetli bir söz hatırlıyorum: “Dost kazanmaya bak. Çünkü düşmanı analar da doğurur.”

Taraflara sesleniyorum:

Siz şimdiye kadar sekülerizmin cenderesinde değil mi idiniz? Ondan kurtulmanın bayramını yaşayacağınız yerde ve günlerde, seküleristlerin size yapmadığını veya yapamadığını birbirinize yapmaya hazırlanmanız hangi insaf ve vicdanla bağdaşır?

Güneydoğuda kardeşlik ve barış rüzgârlarının estiği ve estirildiği bu günlerde hedefi, gayesi ve kıblesi bir olan kitleler arasında ihtilaflar ve kavgalar başlatmak hangi insaf ve vicdana sığar?

Tarihi kavgaları, kabile savaşlarını, kan davalarını bitirip yeni ve temiz sayfaların açılmak istendiği bu günlerde, yeni kardeş kavgalarına kapılar aralamak hangi aklın ve mantığın kârıdır?

Ey hükümet ve cemaat! Neden empati yapmıyorsunuz? Hükümet kendisini cemaatin yerine koysun, cemaat de kendisini hükümetin yerine koysun öyle düşünsün. Her iki taraf da Allah Rasulü Efendimizin,“Kendin için istediğini kardeşin için de istemedikçe mümin olamazsın” hadisini hatırlasın, hatasından dönsün, hatasından dönme faziletinin kahramanı olsun.

Sizin bir olmanızı ve birlikte çalışmanızı isteyen mukaddes değerler çok. Allah’ınız bir, Kitabınız bir, Peygamberiniz bir, kıbleniz bir. Bu mukaddesleriniz sizin bir olmanızı, birbirinizi sevmenizi isterken, siz kimin emriyle birbirinizin ayağına, hatta göbeğine kurşun sıkma noktasına geldiniz? Bu ihtilafınız kimin işine yarayacak? Yoksa bu yaşananlar cemaate de, hükümete de ilahî bir tokat mıdır?

4 Ekim 2013 tarihli bir gazetede kaleme aldığım bir makalemde şunları yazmıştım:

İki kahraman birbiri ile dövüşürse, bir çocuk her ikisini de dövebilir. Kaldı ki düşmanlarınız bir çocuk değil. Kocaman kocaman devler. “Zaman, kardeşlik zamanı.” Zaman, akıllı, basiretli ve ferasetli olma zamanı.

Hükümetin hikmetiyle, cemaatin rahmeti bir araya gelmeli, ümmetin sahil-i selamete çıkma planı yarım kalmamalıdır.

Bir başka makalemde hatırlattığım bir hususu, önemine binaen yeniden hatırlatmadan yazıma noktayı koymayacağım.

Hüneyn Gazvesinde Allah, düşmanlarının eliyle sahabeye bile çok iyi bir ders vermiştir. Bu savaşta Sahabe çok zayiat verdi. Çok kılıç darbesi yediler. Çünkü bir an gaflete düşüp çokluklarıyla gururlanmışlardı. Elde edilen zaferleri kendi güç ve zekâlarına, sayılarının çokluğuna bağlama temayülüne girmişlerdi. Gerekli cezalandırma ile akılları başlarına gelince Allah, meleklerini imdada gönderdi, Peygamberimizin komutasında onları tekrar toparladı ve zafere kavuşturdu. Sonra da indirdiği şu ayetle meselenin iç yüzünü onlara bildirdi:

"(Ey mü'minler), şüphesiz Allah size (Bedir, Hendek, Hudeybiye, Hayber ve Mekke gibi)birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etti. O gün Çokluğunuz size gurûr vermiş, böbürlendirmişti. Fakat bu çokluğun hiç bir faydası olmamış, yeryüzü bütün genişliği ile başınıza dar gelmişti. Sonra gerisin geriye dönüp kaçmıştınız. Bu hezîmetten sonra Allah, Peygamberine ve mü'minlere sükûnet veren rahmetini indirdi, görmediğiniz askerler(melekler) gönderdi, inkâr edenleri azâba uğrattı. Kâfirlerin cezâsı işte budur." (Tevbe, 9/ 25-26)

Sahabe, sahabe iken böyle bir tokada maruz kalırsa biz kim oluyoruz ki, bizim gururumuz, büyüdük havalarına girmemiz bizim yanımıza kalsın.

İhlassızların ve suçluların kavgasında ihlaslıların ve masumların telef olmasına yanarım.

 

İKİ MÜSLÜMAN’IN KAVGASINDA ÜÇÜNCÜ MÜSLÜMAN’A DÜŞEN

Bu dershaneler kavgasında üçüncü gruplara düşen: “Oh müstehak oldu size” demenin, yangına körükle gitmenin, bunu vesile ederek ülkeye maddî ve manevî hizmeti geçmiş insanlara vurmanın zamanı değildir. Hucurat suresindeki ayetlerin (bkz.49/9-10) gereğini yapmanın, kavga edenlerin arasını bulmanın zamanıdır.

Ne güzel buyurmuş Allah Rasulü Efendimiz:

“Size kıldığınız namazdan, tuttuğunuz oruçtan ve verdiğiniz zekâttan daha çok sevap getiren bir ibadetin ne olduğunu haber vereyim mi?

Buyur ey Allah’ın Rasulü! dediler. Peygamberimiz bunun üzerine şöyle buyurdu:

Arası bozulmuş iki kişinin (veya iki gurubun) arasını bulmak, onları barıştırmaktır.” (Ebu Davud, Edep, 52)

Allah bizi bildikleriyle amel edenlerden eylesin. İslam ümmetini telef olmaktan korusun. Dua ve gözyaşlarımızla elde ettiğimiz başarıları kaybetmekten ve ak günleri kara günlere dönüştürmekten hepimizi muhafaza eylesin.

İnsaf çizgisinde buluşmak ümidiyle!

 

04.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Başbakan Yardımcısı Arınç: Fitne kelimesini istemeyerek ve arzu etmeyerek kullandım[/h]

YASİN KILIÇ -CİHAN - ANKARA5 Aralık 2013

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, dershanelerin kapatılması konusuyla ilgili önemli hukukî değerlendirmelerde bulundu. “Bunları kapatmaya zorlamak gibi bir düşüncemiz asla yoktur. Bunlar hür teşebbüstür.” diyen Arınç, son Bakanlar Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada ‘fitne’ kelimesini ise istemeyerek kullandığını söyledi.

 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ÖZ-DE-BİR, Final Dershaneleri, Sınav Dershaneleri, Güvender, Önder, Töder, Çözüm dershanelerinin temsilcilerini kabul etti. Görüşmenin ardından gazetecilere açıklama yapan Arınç, son günlerde hükümet ve dershaneler arasında arzu etmedikleri bir tartışma ortamının doğduğunu hatırlattı. Arınç, “Dershaneler hakkında tartışma ortamında ne yapmak istediğimiz de çok açık olmadı. Bu konu giderek büyüdü ve hoş olmayan birtakım sözler, davranışlar ortaya çıktı.” dedi. Bakanlar Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada kullandığı ‘fitne’ kelimesine de açıklık getirdi. Arınç, “Fitne kelimesini istemeyerek ve arzu etmeyerek kullandım. Bu iki taraf arasında değil. Yani dershaneler camiasından bir fitne çıkarılmış hükümet tarafından bu fitneye iştirak edilmiş gibi bir algılama çok yanlış olur. Ama birileri bu tartışma içinden bir siyasi sonuç çıkarmak istemiş olabilirler. Bunu da görüyoruz. Tartışma dershane boyutundan çıktı. Ben dershaneleri temsil eden şu cemaat, şirket ve birlik adına bunu söylemiyorum. Ama birileri durumdan vazife çıkarmak suretiyle iki tarafın bu karşı karşıya gelişini bir fitne ateşine döndürme gayretine girdi. Ne biz hükümet olarak ne dershane olarak iki paydaşın bu fitneyi söndürme gayretinde olmalı.” ifadelerini kullandı.

Hükümet olarak dershanelerin dönüşüm sürecinin sağlıklı olması için 2 yıllık süre öngördüklerini tekrarladı. Dershanelerin Türkiye’nin, eğitim sisteminin bir parçası haline geldiğini belirtti. Bu kurumlara karşı bir husumet içerisinde olmadıklarını söyledi. Arınç, “Dershanelerimiz kötü kurumlardır, ‘haşa’ böyle bir şey düşünerek ortadan kaldırmak gibi kötü bir düşüncemiz yok. Sadece yeni eğitim sistemi içerisinde dershanelere olan ihtiyaçların giderek azalacağını, daha çok okullaşma ihtiyacının artacağını düşündük. Bir teşvikle acaba dershanelerimiz bu birikimlerini okula dönüşme yolunda kullanabilirler mi, düşüncemiz oldu.” diye konuştu.

Zaman zaman doğru, hoş olmayan kapanma, kapatma sözleri kullanılmış olabileceğini anlattı. Ancak bunun doğru olmadığını söyledi. Arınç, “Allah biliyor, milletimiz de bilsin ki bunları zorla kapatmak veya kapanmaya zorlamak gibi bir düşüncemiz yoktur. Bunlar hür teşebbüstür, kâr marjı yüksek olan bir iş değildir. Vatanperver bir iştir. Meseleye ideolojik bakmadık. Kimseye zarar vermeden bu süreci aşabilir miyiz ona bakıyoruz. Artık alınan kararlarla da anlaşma sürecinde de katılmak isteyen arkadaşlar ile beraber çalışacağız. Önerileri, teklifleri, yol gösterişleri bizim için önemlidir. Meseleye kategorik bakmadığımızın, ideolojik bakmadığımızın ispatı olarak el ele vererek bu meseleyi çözeceğiz.” dedi.

OKUL TEK ÇIKIŞ YOLU OLMAMALI

Güven Dershane Sahipleri Derneği (GÜVEN-DER) Başkan Yardımcısı Eyyüp Kılcı da olumlu havanın oluşmasında Arınç’ın ciddi katkıları olduğunu söyledi. Kılcı, “Henüz bu beklentilerle alakalı konuda ortak bir zemin oluşabilecek bir metin üzerinde konuşmuş değiliz. Bu metin üzerinde konuşulacak ve içi bundan sonra doldurulacak. Oturup sürecin sektör temsilcileri ile beraber konuşulabileceği zeminin oluştuğunu görüyoruz. Sadece okulla sorunun çözülemeyeceği kanaatinin hem sayın bakan hem bu süreci yöneten arkadaşlar ifade etti. Okulun tek çıkış yolu gibi bugüne kadar gösterilmiş olması en çok reaksiyon gösterilen konulardan birisi gibi görülüyordu.” dedi.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=2]97 STK'dan hükümete tam destek bildirisi[/h]

Aralarında cemaat, vakıf ve iş dünyasının bulunduğu 97 STK'dan dershane tartışmaları ile AK Parti'ye haksızlık yapıldığını vurgulayan bir bildiri yayınladılar.

Türkiye'nin önde gelen dini cemaat, vakıf ve dernekleri dershane gündemiyle başlayan tartışmalarda AK Parti Hükumetlerinin hedef gösterilmesine, karşı bildiri ile tepki gösterdi. Aralarında İsmailağa, Menzil, Erenköy cemaatleri ile Akabe Vakfı ve Safa Vakfı gibi önemli referans merkezlerinin yanı sıra ASKON, ÖNDER ve İHH gibi STK'ların da imza attığı bildiri gazetelerde ilan olarak yayınlandı.

Türkiye'nin en önemli Sivil Toplum Kuruluşları (STK), dershane gündemiyle başlayan tartışmalarda 11 yıllık AK Parti iktidarına haksızlık yapıldığının vurgulandığı ortak bir bildiri yayınladı. Anadolu Platformu adı altında birçok dini cemaat, vakıf ve derneğin imza koyduğu bildiride, bir grubun kaygı ve menfaatlerinin demokrasi mücadelesinin önüne geçmemesi istendi. 28 Şubat postmodern darbe süreci işaret edilerek 'Bin Yıl Sürecek Denmişti...' başlığının atıldığı bildiride şu ifadelere yer verildi: 'Milleti için başarıyla hak mücadelesi verenlere karşı haksızlık yapılmamalı, yeni vesayetler tesis edilmemeli; Şahsi, zümrevi kaygılar ve menfaatler milletin ülkenin ve demokrasi mücadelesinin önüne geçilmemelidir.'

STK'LARDAN TAM DESTEK

İlana destek veren 97 Sivil Toplum Kuruluşu'nun arasında; İsmailağa Cemaati, Menzil Cemaati, Erenköy Cemaati, Akabe Vakfı, Hüdayi Vakfı, Safa Vakfı, Sami Efendi Vakfı ve Barla Platformu gibi referans kuruluşların yanı sıra İHH, Yardımeli, Verenel, Türkiye Beyazay Derneği, Deniz Feneri gibi yardım kuruluşları da yer aldı. MÜSİAD, ASKON, TÜMSİAD gibi sanayici ve işadamları dernekleriyle birlikte, Bilim ve Sanat Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, Türkiye Yazarlar Birliği, ÖNDER, Ensar Vakfı ile Akademi gibi eğitim kurumları da bildiriye destek verdi.

HAKKI TESLİM AHDE VEFADIR

İlanda 11 yıldır başarıyla hizmet eden hükümetin destekçi ve duacı olunduğu ifade edildi. Yapılanlara karşı ahde vefa göstermek gerektiği ifade edilen ilanda şunlar ifade edildi: 'Biz aşağıda imzası olanlar milli iradenin gücüne yürekten inanıyor; her meselenin milletin arzusu istikametinde meşruiyet dairesinde çözümünü savunuyoruz. Türkiye'nin her meselesi kendi mecrasında tartışılmalı garimeşru zeminlere çekilmemelidir. Milletiçin başarıyla hak mücadelesi verenlere karşı haksızlık yapılmamalı yeni vesayet tesis edilmemeli; Şahsi zümrevi kaygılar ve menfaatler milletin, ülkenin ve demokrasi mücadelesinin önüne geçmemelidir. Bin yıl sürmesi beklenen projei 11 yıldır sabır ve metanetle boşa çıkaranlara şükranlarımızı ifad ediyor, bu mücadelenin şahidi olduğumuz kadar, gelecekte de destekçisi ve duacısı olacağımızı ilan ediyoruz'

 

http://image.haber7.com/haber/haber7/archive/46jpg_h570.jpg

 

BİLDİRİDE İMZASI OLAN VAKIF VE DERNEKLER;

 

ABV eğitim ve kültür vakfı

Ahi vakfı

AKABE kültür ve eğitim vakfı

Akademi lisans ve ilmi araştırma vakfı

AKDAV eğitim vakfı

Anadolu eğitim platformu

Artbinliler vakfı

ASDER vakfı

ASKON işadamları derneği

AYDER vakfı

Hüdayi vakfı

Babı-ı Alem

Barla Platformu

Beyoğlu Eğitim ve kültür vakfı

Bilim ve Sanat vakfı

Bilişim Teknolojileri derneği

Birlik vakfı

Boğaziçi vakfı

Bura vakfı

Burak eğitim ve kültür derneği

Bülbülzade eğitim sağlık ve dayanışma vakfı

Büyük Selçuklular kültür ve eğitim vakfı

İhannüma vakfı

Dayanışma vakfı

Deniz Feneri Derneği

Divan Araştırma ve Eğitim derneği

EBSAD vakfı

Ebu İshak Kültür ve Hizmet vakfı

Eğitim politikaları derneği

Erzurum kültür ve eğitim vakfı

Emin eğitim ve kültür sanat derneği

Ensar vakfı

Genç siyasetçiler ve girişimciler derneği

Gürcistan dostluk derneği

Hak-iş

Hayrat vakfı

HEY-DER

İGEDER

İHH İnsani yardım vakfı

İhlas Vakfı

İlim irfan derneği

İlim yayma cemiyeti

İlim yayma vakfı

İmdat vakfı

İnsanlığa Hizmet vakfı

İslam dünyası STK'ları vakfı

İsmailağa camii ilim ve hizmet vakfı

İstanbul ilim ve kültür vakfı

İstanbul stratejik düşünve ve araştırma merkezi

İstanbul vefa vakfı

İstanbul Tokat derneği federasyonu

Kadın ve demekrosi derneği

Kasımpaşalı Kemal efendi vakfı

Klasik Türk sanatları vakfı

Mavi haliç gençlik ve spor kulübü derneği

Medeniyet gençliği vakfı

Memur-sen

Merkez Selçuklu hizmet ve eğitim vakfı

Merve Vakfı

Milli Türk talebe birliği

Muradiye kültür vakfı

MUSİAD

Nur ilim ve eğitim vakfı

Osmanlı Araştırma vakfı

Önder Vakfı

Reyhan Kültür Vakfı

Konya Ribat Eğitim Vakfı

Sadakataşı Derneği

Safa Vakfı

Sami Efendi Vakfı

Sivil Daynışma Platformu

Semerkand

Sıcak Yuva Vakfı

Sim Vakfı

Siyasal Vakfı

TDED Vakfı

Türkiye Gönüllüler Teşekkür Vakfı

Türkiye HabiyazTetriztane Yardım Edenler Derneği Federasyonu

Türkiye İmam Hatipler Vakfı

TİYEM-DER Vakfı

Türkiye Gençler Cemiyeti

TÜMSİAD Vakfı

Türkiye Beyazay Derneği

Türkiye Yazarlar Birliği

Türkistanlılar Vakfı

UTESAV Vakfı

Verenel Derneği

Yardım Eli vakfı

Yiğit Başı vakfı

İstanbul Eğitim vakfı

TÜRGEV

 

 

 

Haber7, 05.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Akgündüz'den cemaate oy uyarısı![/h][h=2]Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, cemaate oy uyarısında bulundu, 'İstanbul için tehlike var' diye konuştu.[/h]

 

 

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Erdoğan'ın hizmet hareketiyle ilgili tavrının net olduğunu husumet içinde olmadığını iddia etti.

 

Kazakistan ziyareti öncesi Erdoğan'ın kendisiyle Rusya'daki okulların durumunu paylaştığını ve bu konuda mücadele ettiğini anlatan Akgündüz, seçimler için hem hükümete hem de cemaate vebal uyarısında bulundu.

 

Nur talebesi Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, ahaber'de yayınlanan Deşifre'ye konuk oldu, AK Parti- Cemaat arasındaki dershane tartışmasını değerlendirdi. Ülkede gerginlik bulunduğunu söyleyen Akgündüz, hem hükümeti hem de cemaati uyardı. Risaleyi Nur'dan örnekler veren Akgündüz, iki büyük dağı aynı kefeye koysanız, dengeyi birileri rahatlıkla bozabilir diyerek yerel seçimlerde İstanbul için tehlike çanlarının çaldığını iddia etti.

 

İSTANBUL KAYBEDİLEBİLİR

 

Mehmet Ali Önal'ın İstanbul'da cemaat CHP'ye mi destek verecek sorusu üzerine Akgündüz, cemaatin tabanının CHP'ye oy vermeyeceğini iddia etti. Israrla cemaat içerisindeki belli bir kesimin böyle düşünebileceğini anlatan Akgündüz, "CHP'nin belli bir oyu vardır. MHP'nin seçmeni de destek verir ve cemaatte buna alet olursa işte o zaman İstanbul kaybedilebilir. Bunun vebalini kimse veremez" diye konuştu. Akgündüz şöyle konuştu:

"Yanlışlıkla cezalandıralım diye yapılmasın. Tayyip Bey için özel sohbetlerde çok yanlış vasıflandırmalar var. Yüzde 5 gibi bir kayma olursa bunun vebalini hizmette, onlara hükümet içindeki karşı olan kişiler vebal altındadır. Ne hükümet ne de Cumhurbaşkanı hiçbir çemaate karşı değildir. Sivrisinek için yılanın kucağına düşmenin bir anlamı yoktur."

 

"GÜLEN'E HIYANET EDENLER VAR"

ABD'de bulunanan Fethullah Gülen'in etrafındaki kişilerin bir kısmının hıyanet içinde olduğunu, hükümetteki bazı isimlerin de cinayet işlediğini söyleyen Akgündüz, Hakkari örneğini anlattı:

"Hakkari'de iyi biliyorum ki devlet hakimiyetini bir kaç sene önce kaybetmişti. Emniyeti valisi, şunu bunu kendisini korumakla meşgüldü. Aklı başında bir Vali Hakkari'de hizmetin içinden birisini tayin etti. O Milli Eğitim Müdürü, halkla ilişki kurarak, kısa sürede Hakkari'de devlet hakimiyeti kurdu. Ne yazıkki o Vali gittikten sonra eski Refah zihniyetinde, yine 5 vakit namaz kılan bir isim geldi. Ama ilk işi o Milli Eğitim Müdürü'nü, sırf Hocaefendi'ye yakın diye görevden aldı. Sonrasında tekrar tüm okullarda PKK yeniden aktif olarak görev aldı. Allah'tan bu vali tekrar görevden alındı ama oradaki tamir bir yıl sürdü.

 

ZAMAN'IN KOÇ MANŞETİ

Gezi olaylarında Koç'un maddi anlamda aktif rol üstlendiğini ve üniversitesinde de aylar öncesinden hazırlık yapıldığını iddia eden Akgündüz, Zaman'ın manşetine de karşı çıktı. İşte o sözler;

 

"Gezi olaylarında Türkiye'de o rolü Koç'a veridiğini bilmeyen yok. Koç Üniversitesi bir ay önce hazırlık yaptığını da bilmeyen yok. Bunu devlet kurumları da biliyor. Siz eğer Zaman gazetesinde Koç'a destek olan bir manşet atarsanız buna insanlar karşı çıkar.

 

ERDOĞAN HİZMET İÇİN RUSYA'DA

Başbakan Erdoğan'ın ne cemaate he de kurumlarına karşı olmadığını söyleyen Akgündüz, bu konuda Erdoğan ile istişare ettiğini söyledi. Başbakan'ın uluslararası arenada da hizmetin kurumlarını korumak için aktif rol üstlendiğini anlatan Akgündüz, Rusya devlet başkanıyla o ülkede baskı altındaki hizmet okulları için görüştüğünü söyledi.

 

Internethaber, 06.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Muhterem Arkadaşlar!

 

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

 

A Haber'deki Deşifre programında bütün hakikatleri açıklamamıza rağmen, hala Dersanelere neden karşı olduğumuzu soranlar var. Merhamet ediniz; ben asla karşı olmadım. Benim karşı olduğum hem Hükümet canibinden Hizmete ve hem de Hizmet canibinden Hükümete yönelik aşırı ve gerginliği arttıracak beyanlardır. Hocaefendi'nin bazı içtihadlarına hatalı demem ona olan hürmetimi zedelemez ve belki de gerçek sevgi odur.

 

Keşke Bediüzzaman'ın Kur'an'dan aldığı şu düsturu unutmasak:

 

Bundan kırk sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (Rahmetullahi Aleyh) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum:

 

O merhum kardeşim, evliya-i azîmeden Hazret-i Ziyaeddin'in (Kuddise Sırruhu) has müridi idi. Ehl-i tarîkatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için o merhum kardeşim dedi ki: "Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u a'zam gibi her şeye ıttılaı var." Beni, onunla rabtetmek için hârika makamlarını beyan etti.

 

Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalağa ediyorsun. Ben onu görsem, çok mes'elelerde onu ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar hakikî onu sevmiyorsun. Çünki kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u a'zam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin'i seversin; yani o ünvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa, hakikatı görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtte birisine iner. Fakat ben o zât-ı mübareki, senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünki sünnet-i seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana hâlis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı görülse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bilakis daha ziyade hürmet ve takdir ile bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin."

 

Benim o kardeşim insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etti. Tarihçe-i Hayat (289-290 )

 

 

Ahmed Akgündüz, 07.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Spor olsun diye mi fişledin

 

“Türkiye’deki Nurcular ve Fethullah Gülen Grubu”na yönelik psikolojik harp dâhil, devletin bütün imkânlarını kullanarak yok etme muhtevalı 2004 MGK belgesini haber yapmak, Başbakan Tayyip Erdoğan’a göre “devletin mahremini açıklamak” ve “vatan hainliği”. Başta şunu söyleyeyim; o belgeler devletin mahremi olduğu için değil, Tayyip Erdoğan’ın mahremi olduğu için bu denli öfkeli. Yargıya emir vermesinin, kimyasının bozulmasının nedeni de bu.

 

Başbakan’ın, işine gelen çok daha gizli belgeleri yayınladığımda hiç de öyle devlet mahremi gibi kaygıları yoktu. Aksine, güdümündeki gazetelerde çarşaf çarşaf kullandırıyordu o belgeleri. Erdoğan’ın topluma ve muhafazakâr camiaya karşı işlediği günahlar deşifre oluyor. Devletin mahremine bir şey olduğu yok. 2013 Türkiye’sinde kurban bağışladı diye fişlenenler olduğunun deşifre olması devletin mahreminin değil, devletin ayıplarının ve suçlarının ifşasıdır. Yıllarca Erbakan’ı dik duramamakla eleştirip, hareketini bu eksen üzerine oturtan, Erbakan’ın 28 Şubat MGK’sında attığı imzaları eleştiren Erdoğan, askerlerin en zayıf MGK’sında bile direnememiş. Ortaya çıkan bu... Zayıf diyorum çünkü, Ayışığı, Sarıkız, Eldiven gibi birkaç darbe planının kilit ismi Orgeneral Şener Eruygur, 2004 Yılı Yüksek Askerî Şûrası’nda 5 Ağustos’ta emekliye sevkedildi. 25 Ağustos’taki MGK’da vardı ama odasını bile toplamış hâlde sembolik olarak oradaydı. Orgeneral Aytaç Yalman da aynı şekilde emekliye sevkedilmişti. Çetin Doğan ise bir yıl önce zaten emekli edilmişti.

 

Tek başına iktidar olan, Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa sahip Erdoğan, karşısında emekli durumdaki Eruygur’a direnmeden, Gülen’i Bitirme Planı’na imza atmış. Düşünüyorum da Erbakan gibi koalisyon hükümeti, zar zor bulunmuş Meclis çoğunluğu ve karşısında Karadayı, Çevik Bir gibi komutanlar olsa Başbakan neler imzalarmış neler. Beni asıl rahatsız eden şey ise pişkinlik. Kamuoyunun önüne çıkıp “o zaman iktidardık ama muktedir değildik, askerler güçlüydüler ve çok bastırdılar, direnemedik, imzaladım ama özür dilerim” diyebilirdi. Onun yerine, “devletin mahremi” diye ayıbını örtmeye çalışıp, üzerimize TMK ve TCK’nın hükümlerini salıyorlar. Uygulamadık dediğiniz planın 2013’te bile yürürlükte olduğunu, Süleymanefendi mensuplarının, Nur cemaatlerinin, Nakşibendî tarikatlarının fişlendiğini belgeleriyle ortaya koyuyorum. Parti sözcünüz Hüseyin Çelik, “O fişler MİT’in dışına çıkmadı” diyor. Soruyorum şimdi sizlere; Spor olsun diye mi fişlediniz? MİT’in personeli gidip bir kaymakamın kurbanını nereye bağışladığını niye araştırır? Meraktan mı? MİT’in saha elemanlarına bu görev verilmezse böylesi fişler de ortaya çıkmaz. Sahi benim, Ahmet Altan’ın, Mehmet Altan’ın ve pek çok Taraf yöneticisinin telefonlarını casusluk kapsamına sokup uyduruk yabancı isimlerle dinleyen, beni fiziki takibe alan MİT personelleri bunları meraktan mı yaptı? Yoksa Tayyip Bey mi emir verdi? İşin ucunun gelip size dayanacağından korktuğunuz için mi dinleyen ve izleyen MİT personelinin yargılanmasına izin vermediniz? Madem adil biri olduğunuzu söylüyorsunuz, talimatı siz vermediyseniz, bırakın yargılama yapılıp akla kara ortaya çıksın. Ama gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyorsunuz. Çünkü; tıpkı 2004 MGK kararlarının ortaya çıkmasını istemediğiniz gibi. Fotoğrafınızı Menderes’in, Özal’ın yanına koyarak, onların seviyesine çıkamazsınız. İkisi de millet için canını verdi. Siz, koltuğum az sarsılabilir diye Türkiye’nin demokratikleşmesi için canla başla çalışan kesimleri, askerlerle, MİT ile bir olup sırtından hançerlediniz. “Vatana ihanet”ten bahsediyorsunuz, bir ihanet varsa burada. Erbakan’a da yaptınız aynısını, Cemaat’e de yapıyorsunuz.

 

Beni vatan hainliğiyle suçlayıp, oyuncağa çevirdiğiniz devletin mekanizmalarıyla linç edebilirsin belki ama o imzayı attığınız, dindarları fişlediğiniz, MİT eliyle yasadışı dinlemeler yaptırdığınız gerçeğini değiştirmeyecek bunların hiçbiri.

 

Mehmet Baransu, Taraf, 09.12,2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Yeni Sıffinlere kapı aralamayın![/h]

Mehmet Ali Bulut

Dershanelerin kapatılmak istenmesiyle başlayan şu meselede, benim en korktuğum şey, işin sonunda gidip kişilerin imanlarının, maneviyatlarının tartışıldığı bir mertebeye varmasıydı. Yazık ki o da görülmeye başlandı…

Cenab-ı Hak, "Siz müşriklerin ilahlarına sövmeyin ki onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah'a sövmesinler! Böylece her ümmete (topluluğa) yaptıklarını süslü gösterdik, (yaptıklarının iyi bir şey olduğunu sanıyorlar ama). Sonra dönüşleri ancak Rablerinedir. O, yapmakta olduklarını (ne kadar çirkin olduğunu) kendilerine bildirecektir." diyerek inananları müşriklere karşı bile insafla haraket etmelerini tavsiye ederken, müminlerin kendi ayıplarını ortaya döküp birbirlerini karalamaları kabul edilebilir bir şey değildir!

Bir cemaatin hallerini tartışmak başkadır, ‘imamı'nın imanını ve halini tartışmak başkadır… Bir iktidarın yaptıklarını eleştirmek başkadır, o iktidarın başındaki mümin insanın, siyaset içinde meşru sayılabilecek bir halini, gayrı meşru bir zemine çekerek ondan imalar çıkartmaya çalışmak başkadır!

Bu meseleye dikkat kesilmeme sebep Ahmet Taşgetiren'in bir yazısı oldu. Ben Ahmet Taşgetiren'i, 1975'lerden beri tanırım. Altı yıl boyunca da diz dize çalıştık, Tercüman'da. Hadiseleri ölçmede o kadar hassas bir terazisi, müminlere karşı o kadar rikkatli ve müşfik bir kalbi var ki, bana "bu zamanda müstakim ve huşyar bir mümin gösterin" deseler ilk sırada aklıma gelecekler içindedir o da vardır! Onun ölçüsü ‘iman etmiş olmaktır'. O mümini sever. Her haliyle. Elbette o da insandır ve mümkündür ki hata etsin! Fakat İslam'a ve mümine ihanet asla ona yakıştırılacak bir şey değil. Benim meşrebimden değil ama duruşu, yaklaşımı ve hayatının tam bir mümin hayatı olduğuna hayatımı koyarım! Mütevazı ve yumuşaktır ama granitten bir Müslümandır!

Gel gör ki birileri, ona bile -tahmin ediyorum ki tarafları itidale çağırdığı için- "sen pirincin içindeki taşsın"diyebildi. Oysa o her zaman, cemaate yakın durdu -aynı meşrepten olmamasına rağmen-, şefkatli davrandı, onların mecralarında görünmekten sakınmadı. Hatta Zaman'ın, Hizmet Grubuna (1980'lenih sonu) geçmesinden sonra, gazetenin, yeni sahiplerinin kimliğini kazanması için fedakârlık üstlenen insanların en başında o gelir. Biz o zaman Tercüman Gazetesi'nin gece baskılarını hazırlıyorduk. Başımızda o vardı. Yedi sekiz ay kadar büyük bir meşakkati de göze alarak, gündüzleri Zaman'ı çıkarırdık. Bir mevkutenin, bir cemaatin halet-i ruhiyesine uygun hal alması, kolay bir iş mi sanıyorsunuz? İşte Ahmet Taşgetiren, Zaman'ın Hoca Efendi'nin arzu ettiği bir gazete olmasını sağlayan ekibin başında idi… Sonraki zamanların çoğunda hep onların yanında yer aldı. Ama pekâlâ kendini bilmez biri çıkıp onu "pirincin içindeki taş" diye niteleyebiliyor.

İktidar ile cemaat arasında vukuu bulacağını hissettiğim şu halin olmaması için, dört yıl çabaladım. Çoğu ikaz yazılarımı, Haber7, "fitne uyanmasın" diye yayınlamadı. Oysa onlar tam da zamanında yapılacak ikazlardı. O yazılarda hep, iktidarı sorumlu davranmaya çağırdım. "Haksız da olsalar siz cemaati tolere edin, buna mecbursunuz. Çünkü milletin istikrara, iktidarın da istikrar için oya ihtiyacı var" dedim, diyorum, diyeceğim.

Çünkü cemaatler esastır, iktidarlar geçici. Elbette siyaset sahnesine çıkanlar eleştirilir. Çünkü siyaset işi, dünya rantının paylaşılmasıdır. O yüzden de siyaseten farklı düşünmek, itikat bakımından da farklı olmak anlamına gelmez. Yıllarca Nurcular ve Süleymancılar -bu tanımlamaları bilinirlik açısından kullanıyorum- Milli Görüşçülere oy vermediler. Onların imanını mı sorguladılar? Hayır! Siyaset ediş üsluplarını beğenmediler. Çünkü onların insanları siyasete davet ediş şeklini, doğru bulmuyorlardı. Zira insanları dine çağırmak ile bir partiye oy vermeye çağırmak aynı şey değildir. Siz o ikisini karıştırırsanız, sonunda belayı başınıza çekmiş olursunuz. Size oy vermeyenlerin dinini, patates dini diye nitelerseniz, cihad ile siyasi propagandayı birbirine karıştırırsınız. Öyle de oldu zaten.

Evet, din siyasetin tabanına çekildiğinde, tarafların birbiri hakkında insafsızlık yapmaları nerede ise "meşru"(!) sayılıyor… Cemel ve Sıffin vakalarının o kadar kanlı geçmelerinin sebebi de budur. İktidar olma hırsını dine hizmet sandılar. Oysa zaman gösterdi ki, saltanat usulleri ile dini tebliğ usulleri birbirinden farklıdır... Dinin iktidar olma malzemesi kılınması, tarih içinde başımıza çok belalar açtı.

Evlad-ı Resulun, siyaset içinde hunharca doğranmalarının -manevi başka sebepleri yanında- asıl sebebi de bu idi. İktidar olmak hırslarını din/hakka hizmet gibi gösterdiler. Onlara muhalefet etmeyi de dine muhalefet saydılar. Rahmetli Erbakan da öyle yaptı. Bu iktidarın da -iddiası farklı da olsa- zaman zaman o üsluba meylettiğini görebiliyoruz.

Evet, zaman gösterdi ki, Cenab-ı Hak, ehli beytin, ümmetin manevi sultanları kalmasını murad etmiş. O yüzden de onları dünya siyasetinden ve rant işine dalmaktan uzak tuttu. Evlad-ı Resul, ne zaman ellerini dünya yönetimine uzatmışlarsa başlarına elim belalar geldi ve nihayet onlar dünyadan küsüp yüzlerini Allah'a ve bu dinin bekasını sağlama işine çevirdiler.

Eğer en başta o elim hadiseler yaşanmasaydı; Hz. Ali ve evlatları dünya rantına ve işlerine dalsalardı, -Allah en doğrusunu bilir- İslam en fazla 200 yıl salimen gelir, sonra dejenere olurdu. Nitekim de İslam'ın siyaseten zaafa düştüğü çok kereler, ehli beytin içinden çıkan müceddid ve müçtehidlerin imdadıyla yeniden ayağa kalkabilmiştir…

Risale-i Nur dahi, -Cemaatte ona kendini dayandırdığı için onu andım- öyle bir çıkıştır. Dinin bittiği sanıldığı bir anda ortaya çıkıp, Kuran'ın söndürülemez olduğunu isbat eden Bediuzzaman, asrın tüm deccallerine, firavunlarına ve iktidar sahiplerine karşı durdu. Tam bir müsbet hareketle, onlarla kavga de etmeden, sadece dik bir duruşla, kendi halini muhafaza ederek, insanların önünde imana ve İslam'a rehberlik eden bir kahraman oldu. Onu imha etmek isteyenler kendileri unutulacak hale geldiler ama onun davası giderek daha da parıldıyor. Dine ve imana hizmet böyle bir şeydir. Cemaat de ömrünü uzatmak istiyorsa öyle hareket etmeli. Bu benim kanaatim!

Şimdi iktidar, cemaati, siyasete karışmakla suçluyor. "Ben senin her istediğini yaptım, her istediğini verdim, e artık müsaade et bazı şeyleri de ben yapayım!" demeye getiriyor. Cemaat ise "sen beni mağdur ediyorsun, şimdi de tasfiye etmeye çalışıyorsun!" diyor. Kim haklı kim haksız onun yazısı, Rabbimin katındadır.

Ben ise bu çekişmenin inanlara ve zor da olsa var edilmiş huzur ortamına zarar verdiği inancındayım. Evet kalbim Hoca Efendi'nin yanında duruyor. Cemaat demedim özellikle! Çünkü eminim ki Hoca Efendi de cemaatin ve mensuplarının tüm faaliyet ve niyetlerinin kefili değildir. Olamaz. Onların hatalarını sineye çeker elbet.Resullulahın münafıkları deşifre etmediği gibi, o da hata yapanları ele vermez ama bu cemaatin yanlış yapmadığını da göstermez.

Tarihten bir örnek vereceğim. Malum, Cemel Vakası, başını Hz. Aişe (ra) validemizin çektiği -içinde dünyada iken cennetle müjdelenmiş- Zübeyir bin Avvam -ki o orduya komutanlık etmektedir- ve Talha bin Ubeydullah gibi sahabelerine de bulunduğu bir ordu ile Hz. Ali (ra) başında bulunduğu ordunun arasında çıkmış bir savaştır. Evet, o ordu güya Hz. Ali'yi barış yapmaya zorlamak istemişti. Fakat Hz. Ali onları ‘yanlış tarafta' olduklarına ikna etti. Hatta Zübeyir bin Avvam, elindeki kılıcı da atarak, ben buradan gidiyorum dedi ve hakikaten de atına atlayıp gitti. Hz. Aişe de anlamıştı yanlış tarafta olduklarını. Sulha varılmak için çare aranıyordu ki, birileri -kim oldukları hala bilinmez- Hz. Ali'nin ordusuna oklar yağdırmaya başladı. 30 kırk bin sahabi şehid oldu. Daha da elimi, bir ahmak, Hz. Ali'nin gözüne girmek için, gizlice peşine düştüğü Zübeyir bin Avvam'ı yakalayıp başını keserek şehit etmişti. Mübarek başını da getirip Hz. Ali'nin önüne atmıştı! Hz. Ali onu bir kılıç darbesiyle indirebilirdi. Ama yapmadı. Ona "Sen duymadın mı Resullah, ‘Safiye'nin oğlunu öldüren cehennemliktir' dediğini" deyip onu yanından kovdu.

İşte size iki örnek! Hz. Ali'nin yanında Zübeyir bin Avvam gibi cennetle müjdelenmiş bir insanı hunharca öldürecek kadar gözü dönmüş ahmaklar olduğu gibi, Hz. Aişe validemizin yanında da içindeki fitne arzusundan dolayı "Barışı Baltalayan", taraflar bir an önce savaşa tutuşsun diye karşı tarafa ok atmaya teşne münafıklar ve ahmaklar vardı.

Böyle geniş çaplı meselelerde, bir fitneci bir kıyamete sebebiyet verebilir ve hem de vermiştir. Ahmet Taşgetiren'e o ithamı yapanlar ile Bugün Gazetesi'nin, bir kadıncağızın, bir şehre belediye başkan adayı gösterilmesi seremonisinde, toplu çekilen bir fotoğrafın içinden, Başbakan ile aday olan hanımı arasında farklı bir ilişki varmış gibi imalara sebep olacak bir resmi alıp kullananlar aynıdır! Hz. Ali'nin gözüne girmek için Zübeyir Bin Avvam'ı öldürmek veya güya Hz. Aişe'den yana samimiyetini göstermek için, karşı tarafa ok atmak aynı ahmaklık ahmaklık olduğu gibi… Zaten korktuklarımız bu tür davranışlar değil mi?

Yoksa ne Hoca Efendinin izanı ve imanı fitneye müsaade eder, ne de Başbakan'ın!.

Birbirinin mütemmim cüzü olduklarını her ikisi de müdriktir. Benim gibi bir ahmak biliyor da her biri büyük bir hizmetin altına girmeye ehil şu iki insan mı bilmeyecek yapılanların yanlış olduğunu!

Ama işte öyle bir hal zuhur eder ki, ne o dönebilir ne bu. Ne berideki geri adım atabilir ne ötedeki!

Bizi sahili selamete ulaştıracaklar diye üzerlerine titrediğimiz şu birlikteliklerin, ayrışmaya ve fitneye sebep olması, inanın Gadab-ı ilahiyi üzerimize çeker. Öyleyse Her iki tarafın da, ortada boydak dolaşan ve kraldan ziyade kralcılık yapan haytaları ortadan çekmeleri gerekiyor.

……

Bu arada diğer İslami cemaatlere de Kur'an bir görev yüklüyor:

"Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever" (Hucurat, 9)

Artık bu mesele uyutulmalı.

Elbette kalplerin içindeki izler hemen tedavi olmaz, ama nefsin gayzını yatıştırabiliriz. Müminin temel vasfı,"affetmek ve öfkesini yutmak!" (Âl-i İmran, 134) olduğuna göre bu işin çözümü kalptedir. Kalp de Allah'ın tasarrufu altındadır.

Demek ki bizim öncelikle fiillerimizi acilen rıza-yi ilahi çizgisine çekmemiz gerekiyor. Böyle zamanlarda ‘niyetin iyi olması' yetmez, fiillerin de Allahın rızasına uygun olması gerekiyor. Herkesin kendi hareketlerini artık düzeltmesi gerekiyor. Yoksa size haber vereyim… Nasıl ki Cemal Vakası, arkasından yetmiş veya yüz bin müminin şehit oluğu Sıffin Savaşı'nı sürükleyip getirdi ve o dahi İslam'ın belini kırdı. Siz de artık bir yerde durun da yeni Sıffinlere kapı aralamayın!

Mehmet Ali Bulut - Haber 7, 10.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

09 Aralık 2013 Pazartesi 16:40

[h=1]Bediüzzaman'ın ızdırabını taşıyorum[/h]

Yeni Şafak gazetesi yazarı Selvi, son günlerin tartışmasını Bediüzzaman Hazretlerinin sözleri ile değerlendirdi

Risale Haber-Haber Merkezi

Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, son günlerin tartışmasını Bediüzzaman Hazretlerinin sözleri ile değerlendirdi.

Selvi, Bediüzzaman Hazretlerinin Eşref Edip'e söylediği sözleri aktardı:

"Bana ızdırap veren. Yalnız İslam'ın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi, mukavemet güçleşti. Korkarım ki, cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder" diyen Bediüzzaman'ın ızdırabını taşıyorum.

Dershane tartışmasının başladığı andan itibaren, İslami kaygı taşıyanların benden daha ızdıraplı olduğunu gördüm. Öğrendim ki Hocam, sizin de ağlamaktan gözleriniz şişmiş. Bilin ki sizde gözyaşları, bizde kalbimize damlayan kan damlaları oldu. İçinden çıkamadık hocam.

"Mevlana'nın gönül dili yerine Ergenekon'un tehdit dilini kullanır olduk. Kur'an'dan ayetlerle, Peygamberimiz'in hadisleriyle, Sahabe-i Kiram'ın nakilleriyle, İmam-ı Rabbani'nin, Gazali'nin, Şahı Nakşi Bendi'nin, Mevlana Celalettin-i Rumi'nin, diliyle konuşurduk biz. Onun yerini en hafifinden beddualar, tehditler, kasetler, dinlemeler, takipler aldı. Bugün kirli metotlarla ve kirli ittifaklarla karşı karşıyayız.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Bülent Arınç: Fişleme çirkindir, suçtur, ahlaksızlıktır[/h]

11 Ara 2013 22:23 Samanyolu Haber[h=2]Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: Fişleme çirkindir, suçtur, ahlaksızlıktır...[/h]

 

 

 

 

 

  • Bülent Arınç , basına yansıyan MİT fişleme leri konusunda Meclis'te konuştu.
  • Taraf gazetesi ve Mehmet Baransu hakkında yapılan suç duyurusuyla ilgili: "Gazetecilik başarısı suçu ortadan kaldırmaz."
  • MGK 204 kararları için: "Bize 'o kararları aldınız, filanları bitirmek için şunları yapıyorsunuz' diyecek birisi yoktur."
  • "Fişleme fevkalade çirkindir, suçtur, ahlaki noktadan bakarsak ahlaksızlığın ta kendisidir."

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu'nda 2014 yılı bütçe tasarısı görüşülmeye başlandı. Soru ve eleştirilere cevap veren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "mahkeme kadıya mülk değil" diyerek yeni Başbakanlık binasının kendileri için değil gelecekte iktidar olacaklar için de yapılacağını kaydetti.

2004 MGK kararlarının yayınlanmasıyla ilgili gazetecilik başarısının suçu ortadan kaldırmayacağını belirten Arınç, "MGK Genel Sekreterliği Kanunu diyor ki, 'görüşmeler ve zabıtlar kesinlikle açıklanamaz, kararlar MGK'nın kararı ile açıklanır.' Benim dönemimde bir mahkemenin istediği kararı biz altını imzalayarak mahkemeye bildirdik, dolayısıyla aleniyet kazandı. Devletin gizli kalması gereken bir belgesini iki yoldan biriyle, ya girmiştir oraya bizzat kendisi almıştır ya da içeriden herhangi bir görevli tarafından servis yapılmıştır. Bu Türkiye'de ilk defa olmuyor. Bunun bir sonucu var, bunu yapan, gazetecilik başarısı gösteren bir insanın bunu yapmanın suç olduğunu bilmesi gerekir diye düşünüyorum.Söylediğim sadece kanundaki maddelerdir. Bundan sonrası yargının işidir. Ağustos 2004'deki MGK kararının açıklanmasından dolayı bir kızgınlık içinde bunu söylemiyorum. Eğer bu belge böyle bir konu ile ilgili değil de, Türkiye'ye yöneltilen iç ve dış tehditlerin belli ülkelerin ismi geçirilmek suretiyle yayınlanmış olsaydı veya Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren şu veya bu kişilerin isimleri bir şekilde açıklanmış olsaydı, bunların içinde farklı devlet başkanları ve bakanların ismi olsaydı, Türkiye'nin dış politikada karşılaşabileceği en kötü durumun ne olduğunu taktir edersiniz. Bu karar farklı bir karar da olabilirdi. 2004'te alınan kararın Başbakanlık tarafından nasıl bir işleme tabi tutulduğunu, bunun üzerine neler yapılıp yapılmadığını 15 günden beri söylüyoruz, anlayan anladı." diye konuştu.

"SOMUN PEHLİVANLIĞINA GEREK YOK"

Gazetecilik sıfatının kanunlarda yazılı suçların işlenmesi bakamından bir imtiyaz ve ayrıcalık doğurmadığına dikkat çeken Arınç, gazetecinin bir ceza ile muhatap olabileceğini düşünmesi ve bunu görerek cesaretle bu işi yapması gerektiğini vurguladı. "Somun pehlivanlığına gerek yok. 'Ben bu işi bilerek yaptım, sonucuna razıyım, bu bir gazeteciliktir' derseniz, kanun ceza veriyorsa bunu da göğüslersiniz." diyen Arınç, şöyle devam etti:

"Mustafa Balbay kadar olmasa bile, herhalde 4,5-5 yılı hiç kimse göze almıyor ama kahramanlık budur. 'Ben bunu ülkem için yaptım, bana yüklenecek suçları da karşılayacağım' diyebiliyorsanız o zaman bunları yapacaksınız."

Bu sözler üzerine muhalefet sıralarından "Gazetecileri tehdit ediyorsunuz" açıklaması üzerine Arınç, gazetecileri tehdit etmediğini, kanunda yazılanları söylediğini, kendinden korkmayacaklarını kaydetti.

"Öyle afaki işler değil bunlar, devletin gizli belgesini açıklayacaksın ama bunun suç olduğunu bilmeyeceksin." şeklinde konuştu. Muhalefet sıralarından gelen tepkilere "Bunlar boş sözler, boş sözler konusunda sizinle yarışamam." diyerek karşılık verdi.

"BİZE 'O KARARLARI ALDINIZ, FİLANLARI BİTİRMEK İÇİN ŞUNLARI YAPIYORSUNUZ' DİYECEK BİRİSİ YOKTUR"

2004'te alınan kararlara Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin nasıl bir davranış içinde olduğunu bildiklerini dile getiren Arınç, "Laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmak iddiasıyla 2008 yılında hakkında kapatma davası açılan ve para cezasıyla paçamızı zor kurtardığımız davaya bakarsanız biz 2004'de alınan kararların hiç birisini yerine getirmemişiz. Dolayısıyla bize 'o kararları aldınız, filanları bitirmek için şunları yapıyorsunuz' diyecek birisi yoktur. İnanç özgürlüğünün de, farklı düşüncelerin de, farklı inançların da özgürlük içinde rahat bir şekilde yaşanmasını istiyoruz. İç tehditler konusunda Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin eski tabir ile Kırmızı Kitap'ın ne olduğunu bilenlerdenim. 2006 yılının 23 Nisan'ında şu kürsüden yaptığım konuşmayı Sayın Baykal yerinden dinledikten sonra 'İran'da bir Ahmedinejat var, bizim de bir Bülentnejatımız oldu demişti. O konuşmalara arşivden bir bakın, orada bu Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne diyorum ki, 'bu nedir, nerde yapılıyor, bu tehditleri kim koymuştur, bunların tartışılması gerekir' diyorum. Rahmetli Erbakan Hoca 1996 yılında Başbakan oldu, birisi önüne bir kitap getirdi, Kırmızı Kitap'tı, Kırmızı Kitap'ta iç tehdit irticaydı, irticanın başı olarak ta önüne kitap getirilen Başbakan gösteriliyordu. Çok şükür ne Kırmızı Kitap, ne iç tehdit, ne irtica, ne inanç, ne inançlara saygı bugün yok, elhamdülillah, Milli Güvenlik siyaset Belgesi de tam yerini bulmuş oldu." dedi.

MHP sıralarından gelen tepkilere cevap veren Arınç, "Ben ülkücü geçinenleri de, ülkücü olanları da, hayatını ülkücülüğe feda edenleri de sizden iyi biliyorum. Hiç oturduğun yerde ağzını açma. Birileri ülkücülük adına idam sehpalarına giderken, başkaları Anavatan Partisi'nin, DYP'nin kapısında iptal peşindeydi."

CİHAN

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP (1)

 

İhsan Atasoy

 

SAYIN BAŞBAKANIM!

 

İstanbul’un Çarşamba semtinde yaklaşık 50 yıl eskiye dayanan okul arkadaşlığımızın hatırına, içten gelen samimi birkaç düşünce ve hissiyatımı sizinle paylaşmak istiyorum. Sürç-ü kalem etmişsek peşinen affola!

Dershaneler meselesi maalesef inananlar arasında bir fitneye dönüştüğü malumunuzdur. Siz de bilirsiniz ki, Kur’an ‘Fitne katilden eşeddir’ buyuruyor. Ama nedense taraflar bu fitne ateşine severek atılıyor. Bu konunun bir fitne olduğunda herkes hemfikirdir. Fakat, nasıl söndürüleceğine dair fikir beyan eden yok. Maalesef yangına körükle gidiliyor. İyilik yaptığını sananlar maalesef kötülük yapıyor. Hazret-i Üstad Bediüzzaman, ‘Haklı da olsa, haksız da olsa bu zamanda tefrikaya sebep olan haksızdır’ diyor. İş, kimin haklı, kimin haksız olduğunu çoktan aştı. Artık bu yangını söndürmek için bir şeyler yapmak lazım.

 

Sayın Başbakanım,

Milli Eğitimin olmazsa olmaz, ertelenemez yegane problemi elbette dershaneler değildir. Belki de dershaneler, eğitimde ki sorunların tabii bir sonucudur. Bu yüzden onları kapatmakla sorun çözülmüş olmayacak, üstelik atılan taş, ürkütülen kurbağaya değmeyecek. Hele mümin kardeşliğine zarar veren bir kavganın derinleşmesine hiç değmeyecek. Evet, son derece hikmetsiz bu kavgaya milletin selameti adına son vermek lazım.

Diyelim ki, haklı haksız gerekçelerle dershaneleri kapattık, kardeşliğe zarar veren fitnenin sönmesine mi, derinleşmesine mi yarayacak? Oysa asıl zarar, fitnenin devamındadır. Bir adım atılırken, getireceği ile götüreceği hesap edilmelidir. Dershanelerin kapatılmasının getireceği fayda bir ise, fitnenin dillerden kalplere inmesine ve kökleşmesine sebep olmakla vereceği zarar yüzdür.

 

Sayın Başbakanım!

Hele içki ve uyuşturucu gibi alışkanlıkların gençler arasında çok aşağı yaş düzeylerine indiği ve gençliğin ahlak ve maneviyatını kemirdiği bir dönemde, dershanelerin önemli bir kısmı, gençleri bu gibi kötü alışkanlıklardan koruma misyonunu yerine getirerek, maneviyata kuvvet verdiği düşünülecek olursa, bu adımın, baştan beri takip ettiğiniz temel değerlerle ve güzel politikalarla çeliştiğini söylemek hiç de mantık dışı değildir. Hele sosyeteden insanların bile çocuklarını bu yuvalara teslim ederken, bir yandan dünyevi geleceklerine ait bilgilerle donanmalarını, öte yandan, milli eğitimin boş bıraktığı kötü ahlak ve alışkanlıklardan korunmalarını istemeleri düşünülecek olursa, bu müesseselerin kapatılması, binilen dalı kesmek olacağı aşikardır. Bu durum, en başta sizin, milletimizin ve maneviyatımızın düşmanlarını sevindirecektir, sevindirdi de… Sizin partiniz gibi, milli ve manevi değerleri korumayı gaye edinmiş muhafazakar ve demokrat bir siyasi teşekkül için böyle bir adım pek büyük bir talihsizlik olacaktır. Bunun zararı en başta size, davanıza, inancınıza, siyasi gayenize ve bu millete olacaktır. Bunları düşündükçe kendimizi endişe etmekten alıkoyamıyoruz.

 

Sayın Başbakanım!

Kur’an, ‘Bir kavme olan düşmanlığınız, sizi adaletsizliğe sevk etmesin!’ buyuruyor. Yıllar önce yola çıktığınızda hareketin ilk kelimesini “Adalet” olarak seçmeniz kadar isabetli bir şey olamazdı. Zira her türlü kalkınmanın da, başarının da temelinde adalet olduğuna şüphe yoktur. Çünkü ‘Adalet mülkün temelidir’ Mülkün yani aynı zamanda Malik olmanın, hüküm sürmenin temelidir. Başkasının adaletsizliği, adaletsiz davranmamıza sened-i özür olamaz. Kin, haset ve tarafgirlik rüzgarlarının estiği bir zeminde adalet ve hakkaniyeti, birlik ve beraberliği korumak elbette zordur. Ama kesintisiz yola devam edebilmenin şartı da bu zoru başarmaktan geçiyor. Hepimiz buna mecbur, hatta mahkum ve mükellefiz.

 

Sayın Başbakanım!

Bu konuda en büyük ve tarihi görev, elbette hüküm mevkiinde bulunan zat-ı alinize düşüyor. Sizi de hizmeti de seven insanların kalplerini arasatta bırakmayınız. Tartışmayı tırmandıran, alevlendiren bütün odakları bir anda susturabilir, gerilimi giderip tansiyonu düşürebilir, düşmanlıkları dostluklara çevirebilirsiniz. Evet, ağzınızdan çıkacak tek bir cümle bu yangını söndürebilir. Bunun için:

‘Beyler! dershaneleri kapatmaktan vazgeçiyorum!’ demeniz kafidir.

Yıllardan beri devam eden şekliyle eğitim yine sürüp gider. Ama kırılan cam parçaları nasıl bir daha eski haline getirilemezse, kırılan kalpler, açılan yaralar ve bozulan ittifaklar kolay kolay eski haline getirilemez!

 

Sayın Başbakanım!

Ayrıca siz, devletin başında bulunmakla al-i cenap bir baba rolündesiniz. Tebaanız olan evlatlarınız arasında taraf olamazsınız. Hepsine eşit konumda bulunmalısınız. Onların yanlışları, haylazlıkları, ifrat tutumları veya fitnecilere alet olanları olabilir. Her şeye rağmen siz baba olarak onları kucaklamak, şefkat kanatlarınız altına almak ve olumsuzlukları izale etmek durumundasınız. Babalığın gereği budur.

Eski bir arkadaşınız ve sizi sırf Hak için seven ve başarılarınızı alkışlayıp dua eden samimi bir dostunuz olarak size Şeyh Edebali’nin nasihatını tekrarlamak istiyorum.

Ben de onun gibi , ‘Ey oğul, yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı’ diyorum. Nemrut ateşlerinden, Firavunların tufanlı denizlerinden geçip geldin, derelerde boğulmayasın….

 

*****

 

BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP (2)

 

İhsan Atasoy

 

GÜCENMEK BİZE, GÖNÜL ALMAK SANA!’

 

Sayın Başbakanım!

 

Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatlarının manasını en iyi siz takdir edersiniz. Bugüne kadar sizi arkanızda ki yüzde ellilik rakamsal destekten ziyade, rakiplerine karşı başarılı ve üstün kılan ve ters gidecekken her defasında bahtınızı yoluna koyan güç kaynağınız, arkanızdaki milletin külli dualarıdır.. Onların meydana getirdiği kuvve-i maneviyenin işinizi kolaylaştırdığını, göz ardı edemezsiniz. Eğer bu dualar bir takım arızalarla külliliğini kaybedecek olsa, o zaman korkarım ki, rakamsal destekler pek bir işe yaramayacaktır. Bu da nereden çıktı diye hiç hesap etmediğiniz engellerle karşılaşacak, o zaman tökezlemeden yolunuza devam etmeniz -Allah korusun- güçleşecektir!

 

İşte bu gerçek için, her zamankinden çok, bugün o büyük şeyhin nasihatlerine kulak verme zamanıdır. İnsan, dalgalı zeminlerde deniz fenerleri gibi yolu aydınlatan bu gibi manevi rehberlerin nasihatlerine çok daha muhtaçtır. Sizi onun, Osmanlıyı ‘devlet-i ebed müddet’ kılan sözleriyle baş başa bırakırken, sevgi ve saygılarımı sunuyor, hak ve hayırlı hizmetlerinizde başarılarınızın devamını Cenab-ı Haktan niyaz ediyorum…

 

Muhabbet ve hürmetlerimle.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Asil bir 'sulh' çağrısı[/h]İslâm dünyası, son 200 yıldır, İslâm tarihinde karşı karşıya kaldığımız en büyük krizi yaşıyor: Bizi İslâm tarihinde ilk defa fetret döneminin eşiğine fırlatan, algı kapılarımızı kapatan, hem İslâm'la hem de dünyayla irtibatlarımızı sakatlayan çok katmanlı bir varoluşsal bir kriz, sarsıcı bir medeniyet buhranı bu.

Modernliğin meydan okuması karşısında, bütün medeniyetler tarihten sürgün edildi. İslâm'ın dışındaki bütün dinlerin, kültürlerin, medeniyetlerin çocukları modernliğin çözücü meydan okuması karşısında bütün direnç noktalarını yitirdiler ve gelinen noktada seküler-kapitalist Batı uygarlığının bu yokedici saldırısı karşısında teslim bayrağı çektiler.

Oysa Müslümanlar, büyük bir sarsıntı geçirmelerine rağmen varoluşsal kaynaklarının muhkemliği nedeniyle seküler-kapitalist modern meydan okumaya karşı muazzam bir direniş ortaya koydular.

YÜZYILLIK YENİ STRATEJİ: MÜSLÜMANLARIN BİRBİRİNE DÜŞÜRÜLMESİ

Son iki yüzyıl boyunca büyük ölçüde Batı'yla mücadele ettik. Ama küresel sisteme hâlâ çeki düzen veren Batılılar, önemli bir strateji değişikliğine giderek, bu kez, Müslümanların birbirleriyle 'boğuşmalarını' sağlayacak 'İslâm'a karşı İslâm' stratejisini hayata geçirmeye başladılar.

Şunu unutmayalım: Önümüzdeki yüzyıl boyunca makro-düzlemde Ehl-i Sünnet omurganın çökertilmesi en büyük projesi Batılıların.

Müslümanların zaaflarını çok iyi analiz eden Batılılar, önümüzdeki süreçte, makro düzlemde, Müslümanları birbirleriyle kapıştıracaklar. İran'ın ve selefilerin önünün açılmasının en temel nedeni bu.

Mikro düzlemde ise, Müslüman toplumlardaki cemaatler, İslâmî oluşumlar, birbirlerine düşürülecek. Ne yazık ki, İslâm dünyasında Müslüman toplumlardaki cemaatler, İslâmî oluşumlar, bu tuzağa düşebilecek büyük zaaflarla maluller.

BÜTÜN MÜSLÜMANLARI BAĞLAYACAK KARARLAR ALACAK MERCİLER NEDEN YOK?

Temel varoluşsal meselemiz şu: Hem makro düzlemde, hem de mikro düzlemde Müslümanların birbirleriyle yaşadıkları büyük sorunları hâl yoluna koyacak meşru, bütün Müslümanları bağlayan kararlar alabilecek mercilerimiz / kurumlarımız yok.

Eğer bu durum böyle giderse, önümüzdeki süreçte içinden çıkılması çok büyük sorunlarla karşı karşıya kalabilir ve -Allah korusun- bu sorunların, anlaşmazlıkların Müslümanların arasında fitne ve nifak tohumları ekmesinin, Müslümanların birbirleriyle 'boğuşmasının' önüne geçemeyiz.

KRİZİ İMKÂNA DÖNÜŞTÜRMEK...

Bugün Türkiye'de 200 yıllık fetret tarihimiz boyunca, ilk defa, iki İslâmî oluşum, karşı karşıya geldi: Asıl mesele/miz, bu tür anlaşmazlık hâllerini nasıl çözümleyebileceğimiz, bunu rahmet, yardımlaşma, kardeşlik ve geleceğe daha 'güçlenerek' yürüyebilme imkânına nasıl dönüştürebileceğimiz meselesidir.

Bugünkü yazıda, ülkemizde ufuk ve çığır açıcı İslâmî bir eğitim modelinin temellerini atan, genç ve parlak bir ilim ve tefekkür adamımızın, İhsan Şenocak kardeşimin, bu anlaşmazlığı İslâmî yöntemlerle hâl yoluna koyacak hayatî bir çağrısını sizlerle -ve tabiî ilgili taraflarla- paylaşmak istiyorum.

İhsan Şenocak Hoca'nın Müslümanca bir kaygıyla ve duyarlıkla yaptığı bu çağrıyı herkesin dikkatle okumasını ve dikkate alarak gereğini yapmasını istirham ederek, sizi İhsan Hoca'nın bu asil ve hayatî çağrısıyla başbaşa bırakıyorum:

İHSAN ŞENOCAK HOCA'DAN ASİL BİR ÇAĞRI

'Madem ki aynı safta duruyor, aynı kıbleye yöneliyor, aynı dua cümlelerini terkib edip niyazda bulunuyoruz. Madem ki, bizi yek vücut yapan onlarca, yüzlerce müşterek değerimiz var. Madem ki, hepimiz 'Ehl-i Sünnet' akidesine temessük noktasında müttefikiz. Madem ki, hepimiz sahabeye, müctehid imamlara, Ahmed Faruk es-Serhendi'ye, ihtiramda bulunuyor, Gazzali'yi, Mevlana Halid'i 'ulu hocalarımız' olarak ilan ediyoruz.

O halde neden Türkiye'nin Âlem-i İslam için umut olduğu; Ehl-i Sünnet omurganın hariçte küresel güçler, dahilde de Şii ve selefi oluşumlar tarafından kuşatılıp çökertilmeye çalışıldığı bir zamanda, ümmete ait meseleleri ulemadan oluşan bir sulh heyetine havale etme yerine gazeteciler üzerinden milletle paylaşıyoruz?

Gittikçe sertleşen, sertleştikçe de irfanî dayanışmamızı sarsan bu 'beyanat musabakası'na niçin son vermiyoruz?

Alimlerimiz, neden ilgili mercilerle görüşüp, 'Bütün gazeteciler susmalı, ulema inisiyatif almalı,' demiyor?

Milletimiz, kardeşliğimiz daha fazla tahrip olmadan bir alimin ya da muhterem Fethullah Gülen'in, ilmî ve irfanî derinlikleri kendisince de malum olan Muhterem Mahmud Efendi, Emin Saraç, Lütfi Doğan, Halil Günenç, Mehmed Savaş, Mehmed Kırkıncı, Molla Burhaneddin Hocaefendiler gibi alimleri arayıp, dershane mevzusunu İslami esaslar çerçevesinde bir sulh meclisinde görüşüp karara bağlamak istiyoruz, 'lütfeder misiniz' diye davet etmesini bekliyor.

Bu yapılana kadar da İslamî hassasiyeti olan fakat mevzuyu siyasi bağlamda değerlendiren bütün gazetecilerden Allah rızası için susmaları rica edilmelidir. Hem tarihi sorumluluğumuz hem de 'taraflar arasında sulh yapınız.' (Hucurât: 9); 'Sulhta hayır vardır.' (Nisa: 128) şeklindeki ilahî talimatlar bizlere bunu emrediyor.

Kışkırtıcı ve aşağılayıcı olmanın dışında hiçbir mana taşımayan, 'İmam-Hatipler artık bir nostaljidir.' gibi ifadelere bir kıymet arz edip, makale diye gazetede yayımlamak meseleyi daha karmaşık hale getireceği gibi, İslam adına yapılanları da bir 'nankör zaviyesi'ne mahkum etmek olacaktır.

Bütün kardeşlerimiz -Allah rızası için- ümmetin onlarca yıllık 'a'malı salihası'nı zayi edecek her iki tarafı da itham eden beyanlardan uzak durmalıdır.

Tarihi sorumluluk ve maşeri vicdan, alimleri inisiyatif almaya, bizleri de her şeye rağmen kardeşlik akdine sadakat göstermeye davet ediyor.

Asıl vazife, rıza-i ilahiyye'ye göre ubudiyet-i külliyedir. Bunun dışında her şey, bu maksad-ı â'lâya vesiledir.

Vesilelerin de, neticenin tahakkukunda bir şart-ı âdi olma dışında hiç bir tesiri olmadığına göre, neticeyi Allah Azze ve Celle'ye havale etmek, müminin tevekkülünün îcabıdır.'

 

Yusuf Kaplan, Yeni Safak, 06.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Webmaster änderte den Titel in Fetö ve Ak Parti (Fethullah Gülen, Tayyip Erdogan)

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.


×
×
  • Neu erstellen...