Webmaster Geschrieben 16. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 16. Oktober 2009 Vücudumuz yaklaþýk 100 milyon hücreden oluþmuþtur... Bu hücreler, çýplak gözle görülmedikleri gibi, içlerinde birçok ufak organcýklar da barýndýrmaktadýrlar. Lizozomlar da, bu organcýk çeþitlerinden biridir. Zarla kapli yapýlarýnýn içersinde 40 çeþit sindirim enzimi bulundururlar. Bu enzimleri, gerekli yerlerde, gerekli miktarda kullanarak, kimi hücrelerin içerisinde sindirim yaparlar, kimisinin içersinde iþlevini yitirmiþ organcýklarý yok ederler, kimisinin de içerisine girmiþ olan yabancý ve de zararlý mikro organizmalarý yok ederler. Daha da çarpýcý bir bilgi vermek gerekirse, Lizozomlar olmasaydý, biz insanlar da dahil, yeryüzünde birçok canlý türü olmayacaktý! Çünkü bu organcýklar, ayný zamanda canlýlarýn üremesinde hayati görev alýrlar! Þöyle ki, spermin uç bölgesinde bulunan lizozom, spermin diþi yumurtayý döllemek için yumurta zarýný delip içeri girmesini saðlayacak enzimleri içerisinde barýndýrýr! Bu ufacýk organcýk, baþka bir canlýda aþmasý gereken bir engel olduðunu nasýl bilebilir? Bilse bile, bu engeli aþmak için hangi enzimleri üretmesi gerektiðini ve bu enzimleri ne miktarda kullanacaklarýný nasýl bilebilir? Gözü, kulaðý olmayan bu organcýk, hangi mikro organizmalarýn düþman olduðunu ve yokedilmesi gerektiðini nerden bilir? Onlarý yok ederken neden içersinde bulunduðu hücreyi yok etmez? Üzerinde düþünmesi gereken bu sorular, ayný zamanda, Yüce Yaratýcý Allah-u Teala'yý, hakkýyla takdir etmemiz için birer vesiledir... Kur'an - Ali Ýmran Suresi, 191- Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ý zikrederler ve göklerin ve yerin yaratýlýþý konusunda düþünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boþuna yaratmadýn. Sen pek yücesin, bizi ateþin azabýndan koru." Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 17. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 17. Oktober 2009 Her ne kadar temiz ortamlarda bulunsak da yaþadýðýmýz yerleri birçok mikroorganizmayla paylaþýrýz. Þu anda oturduðunuz odayý bir mikroskopla inceleme imkanýnýz olsaydý, beraber yaþadýðýnýz milyonlarca canlýyý rahatlýkla görebilirdiniz. Bu durumda insan bir anlamda "kuþatýlmýþ bir kale" konumundadýr. Kuþkusuz etrafý sayýsýz düþmanla sarýlmýþ bir kalenin korunmasý da eksiksiz ve planlý olmalýdýr. Ýnsan, ihtiyacý olan bu mükemmel korumayla beraber yaratýlmýþtýr, yani söz konusu düþmanlara karþý savunmasýz deðildir. Yüce Rabbimiz'in insan vücudunda yarattýðý "mikro" korumalar, insanlarý her türlü zararlý organizmalardan korur ve birçok cephede savaþýrlar. Vücudu ele geçirmek isteyen düþman hücreleri, öncelikle kendilerini bekleyen ön cepheleri geçmek zorundadýrlar. Bu cephelerde kimi zaman zorlu anlar yaþansa da düþmana kolay kolay geçit verilmez. Düþmanýn aþmasý gereken ilk cephe derimizdir. Bir kýlýf þeklinde tüm bedeni saran deri pek çok özelliðe sahiptir. Bu mucizevi ambalajýn hayati özelliklerinden biri de, vücudu, hastalýk yapan mikro düþmanlardan korumasýdýr. Eðer vücut düþmanlarla kuþatýlmýþ bir kale olarak kabul edilirse, derinin de, dýþ bölümünü oluþturan ölü hücre katmanlarý ve üzerindeki canlýlar ile bu kalenin saðlam surlarýný oluþturduðu söylenebilir. Mikroorganizmalarýn bize ulaþmak için kullandýklarý yollardan biri de solunum yollarýdýr. Her an soluduðumuz havada bulunan yüzlerce çeþit ve özellikteki mikroplar bu yolla bedenimize girmeye çalýþýrlar. Ancak burnun içinde onlarý bir bekçi gibi bekleyen engelden habersizdirler. Burun mukozasýndaki özel bir salgý, doðrudan veya tozlar, damlacýklar ve diðer maddeler ile birlikte solunum sistemine giren mikroorganizmalarýn yaklaþýk % 80-90'ýný tutarak dýþarý atar. Mikroplarýn vücuda bir diðer giriþ yollarý da yiyeceklerimizdir. Ancak onlarýn kullandýðý bu yoldan da haberdar olan vücudumuzun korumalarý, yiyeceklerin ulaþtýðý bölgede, yani midede, onlarý beklemektedir. Mide asidi sayesinde, tüm engelleri aþarak mideye kadar gelmeyi baþarmýþ mikroplarýn tamamý olmasa da büyük bir çoðunluðu yok olur. Hala yaþayan mikroplarsa ince baðýrsakta üretilen sindirim enzimleri tarafýndan yok edilir. Tüm bu gerçekler karþýsýnda sorulmasý gereken önemli bazý sorular vardýr. Dýþarýdaki mikroplarýn yiyecekler yoluyla bedenimize girmek isteyeceklerini, yiyeceklerin güzergahýný, mikroplarýn ne çeþit bir sistemle yok olabileceklerini, bu engelden kurtulduklarý takdirde nereye gideceklerini, daha güçlü ne gibi bir madde ile karþýlarýna çýkýlmasý gerektiðini kim belirlemiþtir? Ya da daha önce hiç vücut dýþýna çýkmamýþ, dolayýsýyla dýþarýdaki mikroplarýn hiçbirinin kimyasal yapýsýný inceleme olanaðý olmayan, ayrýca kimya eðitimi görmemiþ vücut hücreleri mikroplarý yok edecek maddeleri nereden bilmektedir? Kuþkusuz uyumadan çalýþan ve kuþatýlmýþ bir kale gibi mikroplarla sarýlmýþ olan insan vücudunu koruyan böyle bir savunma sistemini, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah var etmiþtir. Bir ayette Allah'ýn mükemmel yaratma ilmi þöyle bildirilmiþtir: "O Allah ki, yaratandýr, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'þekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlarýn tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haþr Suresi, 24) Unutulmamalýdýr ki insanýn 24 saat boyunca mikroplara açýk bir bedeninin olmasý gerçekte büyük bir acizliktir. Þu an bile, çevrenizdeki mikroplardan etkilenmeden bu yazýyý rahatça okuyabilmenizi Yüce Rabbimiz'in ilhamý ile hareket eden savunma sisteminize borçlusunuz. Bu nedenle küçücük yapýlarýyla, kendilerinden milyonlarca kat büyük olan insan bedenini hastalýða, bazen de ölüme dahi sürükleyebilen virüslerin, mikroplarýn insanlara acizliklerini hatýrlatmak için Allah'ýn yarattýðý özel varlýklar olduðunu unutmamak gerekir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 17. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 17. Oktober 2009 Amerikan Saðlýk Araþtýrmalarý Ulusal Merkezi'nden David B. Larson ve ekibi tarafýndan derlenen araþtýrma sonuçlarýna göre, Amerikalýlar arasýnda dindar ve inançsýz kiþiler arasýnda yapýlan karþýlaþtýrmalar çok þaþýrtýcý sonuçlar vermiþtir. Örneðin dindarlarýn, dini yönü zayýf olan veya hiç olmayan kiþilere göre, kalp hastalýklarýna %60 daha az yakalandýklarý; intihar oranýnýn %100 daha düþük olduðu; tansiyon bozukluðuna çok daha düþük oranlarda yakalandýklarý; sigara içenler arasýnda bu oranýn 7'ye 1 olduðu gibi sonuçlar ortaya çýkmýþtýr.(Danny Elder, John Pernetta, Oceans, Mitchell Beazley Publishers, London, 1991, s. 27.) Týp dünyasýndaki önemli bilimsel kaynaklardan, Týpta Uluslararasý Psikiyatri dergisinin yayýnladýðý bir araþtýrmada ise, kendilerini inançsýz olarak tanýmlayan kimselerin hem hastalýklarla daha fazla uðraþtýklarý, hem de kýsa bir ömür sürdükleri bildirilmektedir. Araþtýrmanýn sonuçlarýna göre inançsýz kiþilerin, mide-baðýrsak hastalýklarýna yakalanma ihtimalleri inançlý insanlara göre iki kat daha fazla, solunum hastalýklarýndan ölme oranlarýnýn ise %66 daha fazla olduðu ortaya çýkmýþtýr. Seküler psikologlar genellikle buna benzer sonuçlarý "psikolojik etki" olarak açýklarlar. Bunun anlamý, inancýn insanlarýn moralini yükselttiði ve moralin de saðlýða katký saðladýðýdýr. Bu açýklamanýn haklý bir yönü olabilir, ancak konu incelendiðinde daha da dikkat çekici bir sonuç ortaya çýkmaktadýr. Allah'a olan inanç, baþka herhangi bir moral etkiden çok daha güçlüdür. Harvard Týp Fakültesi'nden Dr. Herbert Benson'ýn dini inanç ve bedensel saðlýk arasýndaki iliþkiyi inceleyen kapsamlý araþtýrmalarý, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiþtir. Benson, inançsýz bir kiþi olmasýna raðmen, Allah'a olan inancýn ve ibadetlerin insan saðlýðý üzerinde baþka hiçbir þeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiði sonucuna varmýþtýr. Benson, "diðer hiçbir inancýn, Allah'a olan inanç gibi zihne huzur vermediði sonucuna" vardýðýný açýklamaktadýr.(M. Grant Gross, Oceanography, A View of Earth, 6. baský, Englewood Cliffs, Prentice- Hall Inc., 1993, s. 205) Peki neden iman ile insan ruhu ve bedeni arasýnda böyle özel bir iliþki vardýr?... Seküler bir araþtýrmacý olan Benson'ýn vardýðý sonuç, kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin "Allah'a iman etmeye göre ayarlý" olduðudur. Týp dünyasýnýn yavaþ yavaþ fark etmeye baþladýðý bu gerçek, Kuran'da "... Haberiniz olsun; kalpler yalnýzca Allah'ýn zikriyle mutmain olur"(Rad Suresi, 28) ayetiyle haber verilen bir sýrdýr. Allah'a inanan, O'na dua eden, O'na güvenen insanlarýn diðerlerinden hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha saðlýklý olmalarýnýn nedeni, yaratýlýþlarýna uygun davranmalarýdýr. Ýnsanýn yaratýlýþýna aykýrý olan felsefe ve sistemler, insanlara hep acý, hüzün, sýkýntý ve bunalým getirmektedir. Modern týp, yukarýda kýsaca belirttiðimiz bulgular ýþýðýnda bu gerçeðin farkýna varma yolundadýr. Patrick Glynn'in ifadesiyle, "çaðdaþ týp, tedavinin salt maddesel yöntemler dýþýnda da boyutlarý olduðu gerçeðini kabul etme yolunda ilerlemektedir." Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 18. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 18. Oktober 2009 20. yüzyýlýn ortalarýna dek hakim olan görüþ, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduðu, sonsuzdan beri var olduðu ve sonsuza kadar da var olacaðý þeklindeydi. "Statik (duraðan) evren modeli" adý verilen bu anlayýþa göre, evren için herhangi bir baþlangýç veya son söz konusu deðildi. Materyalist felsefenin de temelini oluþturan bu görüþ, evreni sabit, duraðan ve deðiþmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratýcýnýn varlýðýný da reddediyordu. Oysa 20. yüzyýlda geliþen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin saðlayan duraðan evren modeli gibi ilkel anlayýþlarý kökünden yýkmýþtýr. 21. yüzyýlýn baþlarýnda olduðumuz þu dönemde, evrenin bir baþlangýcý olduðu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduðu modern fizik tarafýndan pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmýþ durumdadýr. Ayrýca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve duraðan olmadýðý, tam tersine sürekli bir hareket ve deðiþim içinde olduðu, geniþlediði de saptanmýþtýr. Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyasý tarafýndan kabul edilmektedir. Kuran-ý Kerim'de evrenin ortaya çýkýþý þöyle açýklanýr: O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (Enam Suresi, 101) Kuran'da verilen bu bilgi, çaðdaþ bilimin bulgularýyla tam bir uyum içindedir. Baþta da belirttiðimiz gibi astrofiziðin ulaþtýðý kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarýyla birlikte, bir sýfýr anýnda, büyük bir patlamayla var olduðudur. "Büyük Patlama", orijinal adýyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaþýk 15 milyar yýl önce tek bir noktanýn patlamasýyla yokluktan meydana geldiðini kanýtlamýþtýr. Big Bang'den önce madde diye bir þey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanýn dahi bulunmadýðý, tamamen metafizik olarak tanýmlanabilecek bir yokluk ortamýnda, madde, enerji ve zaman bir anda yaratýlmýþtýr. Modern fiziðin ortaya koyduðu bu büyük gerçek, Kuran'da bize 1400 yýl önceden haber verilmektedir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 19. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 19. Oktober 2009 Farklý hücre tiplerine dönüþebilme ve kendisini yenileyebilme özelliklerine sahip olan hücreler "kök hücre" olarak adlandýrýlmaktadýr. Vücudumuzdaki kas, cilt, karaciðer hücreleri gibi hücrelerin belli birer hedefi vardýr ve bu hücreler bölündükleri zaman kendileri gibi bir hücre oluþturmaktadýrlar. Yani karaciðer hücresi bölününce yeni bir karaciðer hücresi, kas hücresi bölününce yeni bir kas hücresi oluþmaktadýr. Bundan farklý olarak kök hücrelerin belirlenmiþ, sabit bir görevleri yoktur. Aldýklarý sinyale göre farklý hücre türlerine dönüþebilmektedirler. Vücudumuzdaki kök hücrelerin bu dönüþümünü kontrol edenlerse genlerdir. Bir kök hücresinin hangi hücreye dönüþeceðini hücre çekirdeðinde bulunan genler belirlemektedir. Vücudumuzdaki herhangi bir hücre ölünce veya hasar görünce, kök hücreleri, hangi hücre türüne ihtiyaç varsa o hücreye dönüþmektedirler. Bu iþlem sýrasýnda da bazý genler daha aktif hale gelirken, bazýlarý da baskýlanmaktadýrlar. Kýsacasý kendilerini yenileme gücüne sahip olan kök hücreleri, bir bakýma diðer hücre türleri için tükenmez birer kaynak görevi üstlenmektedirler. Þüphesiz kök hücreleri bu dönüþüm özelliklerini tesadüfler sonucu kazanmýþ ya da vücudun ihtiyacý olan hücrelerini yeniden oluþturmayý kendileri akletmiþ olamazlar. Çünkü kök hücreleri de diðer tüm hücreler gibi þuursuz atomlardan meydana gelmektedirler. Elbette ki þuuru bulunmayan bir hücrenin þuur gerektiren planlamalarý yapmaya karar vermesi mümkün deðildir. Bu nedenle tüm bunlar bizlere, kök hücrelerinin de herþeyi önceden ve en ince ayrýntýsýna kadar planlamýþ olan üstün bir Aklýn eseri olduðunu ispatlamaktadýr. Bu benzersiz aklýn sahibi Allah'týr. "Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artýk öðüt alýp-düþünmez misiniz? Eðer Allah'ýn nimetini saymaya kalkýþacak olursanýz, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsýnýz. Gerçekten Allah, baðýþlayandýr, esirgeyendir." (Kur'an - Nahl Suresi, 17-18) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 23. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 23. Oktober 2009 Yeryüzünde bulunup mucizevi özelliklere sahip olan canlýlardan birisi de KOALA' dýr. Sadece Okaliptüs aðacýnýn yapraklarý ile beslenen koalalar, aðaç üzerinde rahat bir yaþam sürmelerini saðlayan fiziksel donanýma sahip olarak yaratýlmýþlardýr. Örneðin kol ve pençeleri geniþ gövdeli okaliptüslere kolaylýkla týrmanmalarýný saðlar, ön ayaklarýndaki ilk iki parmaklarý ise diðer üç taneden ayrýktýr. Kendi elimizi düþünürsek, iki tane baþ parmaklarýnýn olduðu söylenebilir. Arka ayaklardaki baþ parmaklar daha küçük dallara tutunmayý saðlar. Dört ayaðý da, týpký bizim bir sopayý kavramamýz gibi aðaç dallarýný rahatlýkla kavrayabilir ve dallara sarýlarak týrmanmasýný saðlar. Özellikleri bununla sýnýrlý deðildir. Okaliptüs yapraklarýnda birçok memeli için yenilemez hatta zehirli olan siyanür niteliðinde maddeler bulunur. Baþka hayvanlar için zararlý olan bu maddeler koalanýn vücudunda zehir etkisini kaybeder. Çünkü koala, çok özel bir sindirim sistemine sahiptir. Týpký diðer otçul memeliler gibi koala da okaliptüslerin ana maddesi olan selülozu sindiremez. Ancak bu iþlemi, onun için selülozu sindirebilen ve koalanýn körbaðýrsaðýnda yaþayan mikro organizmalar yaparlar. Bu ise hayvanýn karbonhidrat gereksinimini tümüyle mikro organizmalarýn selülozu sindirmesiyle karþýlamasý demektir. Bu durum, mikro organizmalar olmadan koalalarýn yaþamasýnýn mümkün olamayacaðýný açýkça göstermektedir. Bu iki canlýyý birbiriyle uyumlu yaratan þüphesiz Yüce Allah'týr. Allah yarattýðý bütün varlýklarýn tüm ihtiyaçlarýndan haberdardýr ve eksiksiz yaratandýr. Bu gibi örnekler Allah'ýn sonsuz gücünü bize kanýtlar. Aklýný kullanan insanlarýn bu gerçeði anlayabilecekleri bir ayette þöyle haber verilmektedir: Eðer aklýnýzý kullanabiliyorsanýz, O, doðunun da, batýnýn da ve bunlar arasýnda olan herþeyin de Rabbidir... (Þuara Suresi, 28) Koalalarýn hem besin hem de su ihtiyacýný karþýlayan okaliptüs yapraklarýnýn su içeriði % 40 ile % 65 arasýnda deðiþir. Koalada son derece kusursuz tasarlanmýþ bir "su kaybý kontrol sistemi" vardýr. Koalalardaki su kaybý böbrekler tarafýndan kontrol edilir. Ancak daha önemli olan koalanýn sindirim sisteminin su tutma özelliðinin olmasýdýr. Bu sayede koalanýn vücuduna aldýðý suyun oldukça az bir kýsmý dýþarý atýlýr. Koala, sindirim sistemindeki su tutma özelliði sayesinde, çok fazla su içermeyen fakat bol bulunan okaliptüs yapraklarý ile rahatlýkla idare edebilmektedir. Eðer koalanýn sindirim sistemi bu özellikte olmasaydý, hayvan sürekli yere inip su aramak zorunda kalacaktý. Bu da yerde yaþamak için uygun özelliklere sahip olmayan bu canlýnýn birçok tehlikeyle karþý karþýya kalmasýna neden olacaktý Koalanýn Koruyucu Kürkü onun vücut ýsýsýný belirleyen ana unsurdur. Kuzey kutbunda yaþayan hayvanlarda tespit edilen deðerlere oldukça yakýn yalýtým deðerine sahip olan kürkü onu soðuktan korur ve rüzgarýn etkisini azaltýr. Ayrýca rengi koyu olan kalýn sýrt kürkü sayesinde güneþin ýsýsýný toplayarak, ýsýyý yalýtabilir. Þimdi düþünelim.... Koala için bu kadar önemli olan bu özellikler evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfen ortaya çýkmýþ olabilir mi? Bu soruya önyargýsýz ve objektif düþünen her akýl sahibi insan tek bir cevap verecektir. Elbette ki hayýr. Koalayý kusursuz özellikleriyle birlikte yaratan üstün güç sahibi Yüce Allah'týr. Allah, yarattýðý tüm canlýlara verdiði bu gibi özelliklerle sýnýrsýz þefkat ve merhametini göstermektedir. Yüce Rabbimiz yarattýðý canlýlardaki mucizeleri þöyle bildirmektedir: Sizin yaratýlýþýnýzda ve türetip-yaydýðý canlýlarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardýr. (Casiye Suresi, 4) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 23. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 23. Oktober 2009 Bilimadamlarý, yeryüzüne yaðan yaðmur miktarýnýn, belli bir ölçüyle olduðunu belirlediler! Yapýlan ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaþmaktadýr. Bu miktar bir yýlda 505 trilyon ton (505.000 km3) demektir. Bu miktar, ayný zamanda bir yýlda Dünya'ya yaðan yaðmur miktarýdýr! (KAYNAK: ttp://en.wikipedia.org/wiki/Water_cycle) Diðer bir deyiþle, ''su'', sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadýr. Yeryüzündeki hayatýn devamý da, bu su döngüsü sayesinde saðlanýr. Ýnsan sahip olduðu tüm teknolojik imkanlarý kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleþtiremez. Eðer bu miktarda çok küçük bir deðiþiklik olsa bile, kýsa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çýkacak ve bu da hayatýn sonunu getirecektir. Kuran'da yaðmur hakkýnda verilen bir diðer bilgi ise, yaðmurun belli bir ölçü ile indirildiðidir. Zuhruf Suresi'nde þöyle buyrulur: Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi 'diriltti (ve her yanýna hayat) yaydý'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çýkarýlacaksýnýz. (Zuhruf Suresi, 11) Görüldüðü gibi Kuran'da, yaðmurun indiriliþi ile ilgili, 1400 sene önce bilinmesi mümkün olmayan hassas bir ayara dikkat çekilmektedir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 23. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 23. Oktober 2009 Gözümüzde mükemmel bir "gözyaþý" üretim ve boþaltým sistemi vardýr. Göz çukurunda kayganlýðý saðlayan, bazý bakteri türlerini parçalayýcý enzimler içeren gözyaþý olmasaydý, gözlerimiz görme fonksiyonunu yerine getiremezdi! Biz farkýnda olmasak bile her göz kýrpýþýmýzda, göz yüzeyindeki gözyaþý filmi otomatik olarak yenilenir. Bu iþlem her altý saniyede bir tekrarlanýr. Yani bu, 60 yýl yaþayan bir insanýn, uykuda geçen zamanlarý dýþýnda, tüm ömrü boyunca yaklaþýk 200 milyondan fazla göz kýrptýðý anlamýna gelir! % 98.2'si su olan ve geri kalan kýsýmda ise üre, glikoz, tuzlar ve organik maddeler bulunan gözyaþý, tam olmasý gereken yerde, olmasý gerektiði miktarda, - Yüce Allah ilk insan Hz Adem'i yarattýðý andan beri- üretilir... Kur'an - Fatýr Suresi, 40: De ki: "Siz, Allah'ýn dýþýnda taptýðýnýz ortaklarýnýzý gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmýþlardýr? Ya da onlarýn göklerde bir ortaklýðý mý var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermiþiz de onlar bundan (dolayý) apaçýk bir belge üzerinde midirler? Hayýr, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan baþkasýný vadetmiyorlar. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 23. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 23. Oktober 2009 Kuran'da geçen bazý kavramlar, 21. yüzyýlýn bilimsel verileriyle araþtýrýldýðýnda karþýmýza bir Kuran mucizesi olarak çýkmaktadýrlar. Bunlardan biri, Necm Suresi'nin 49. ayetinde geçen Sirius yýldýzýdýr: Doðrusu, 'Þi'ra (yýldýzý)nýn' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49) Arapça karþýlýðý "Þi'ra" olan Sirius yýldýzýnýn, sadece "yýldýz" anlamýna gelen Necm Suresi'nin 49. ayetinde geçmesi son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamlarý geceleri gökyüzünün en parlak yýldýzý olan, Sirius yýldýzýnýn hareketlerindeki düzensizliklerden yola çýkarak, onun bir çift yýldýz olduðunu keþfettiler. Dolayýsýyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yýldýzdan oluþan bir takým yýldýzdýr. Bunlardan daha büyük olan Sirius A, Sirius B'den Dünya'ya daha yakýndýr ve özelliði çýplak gözle görülebilen en parlak yýldýz olmasýdýr. Sirius B yýldýzýnýn özelliði ise teleskopsuz görülememesidir. Sirius takým yýldýzlarý, birbirlerine doðru yay þeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yýlda bir birbirlerine yaklaþarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri'nin astronomi bölümlerinin fikir birliðiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir.54 Bazý kaynaklarda bu bilgiler þöyle aktarýlýr: En parlak yýldýz Sirius gerçekte bir çift yýldýzdýr... Dolaným periyodu 49.9 yýldýr. (Exposes Astronomiques, La troisième loi de KEPLER, http://www.astrosurf.com/eratosthene/HTML/exposetheoastro.htm) Bilindiði gibi, Sirius-A ve Sirius-B yýldýzlarý birbirleri çevresinde her 49,9 yýlda bir çift yay çizerek dolanýrlar. (http://www.dharma. com.tr/dkm/article.php?sid=87) Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, iki yýldýzýn birbirleri etrafýnda dolanýrken yay þeklinde iki adet yörünge çizdikleridir. Ancak 20. yüzyýlýn sonlarýna doðru anlaþýlabilmiþ bu bilimsel gerçeðe, mucizevi bir þekilde bundan 14 asýr önce Kuran'da iþaret edilmiþtir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduðunda bu mucize karþýmýza çýkmaktadýr: Doðrusu, 'Þi'ra (yýldýzý)nýn' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49) Nitekim (ikisi arasýndaki uzaklýk) iki yay kadar (oldu) veya daha yakýnlaþtý. (Necm Suresi, 9) Necm Suresi'nin 9. ayetinden anlaþýlan "ikisi arasýndaki uzaklýk" anlatýmý bizlere bu iki yýldýzýn çizdiði yörüngede birbirlerine yaklaþtýðýný ifade etmektedir. (En doðrusunu Allah bilir.) Kuran'ýn vahyedildiði dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ýn Yüce Rabbimiz'in bir sözü olduðu gerçeðini bir kez daha kanýtlamaktadýr. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 25. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 25. Oktober 2009 Vücut sistemleri yalnýzca suda yaþamaya uygun þekilde yaratýlmýþ olan ve uzun süre suyun dýþýnda yaþayamayan bir balýk, neden yumurtlamak için karayý tercih eder? Bilim adamlarýný bile hayrete düþüren "Aterina" balýklarý, diðer balýklardan farklý olarak yumurtalarýný karada topraðýn içine gömerler!!! Aterinalar için karaya kýsa süreliðine bile çýkmak ölüm demektir... Bir yandan kumun üzerinde çýrpýnarak ilerlemek ve soluyamamak, bir yandan seni avlamak için kýyýda bekleyen yengeç, martý ve tilki gibi düþmanlar... Ancak bu risklere raðmen, Aterinalar yumurtlamak için karaya çýkarlar... çünkü eðer bunu yapmazlarsa nesillerini devam ettiremeyeceklerdir! Yumurtlama dönemi geldiðinde, binlerce Aterina balýðý yumurtalarýný kumsala býrakmak için kusursuz bir zamanlama ile ayný anda harekete geçerler. Karaya çýkmak için son derece pratik bir yöntem bulmuþlardýr. Bunun için, dolunayýn çekim gücüyle gerçekleþen gel-git olayýný beklerler. Gel-git sebebi ile kabaran denizin en yüksek anýný kollayan balýklar, kýyýya vuran büyük dalgalarla kendilerini karaya atarlar! Karaya bu yolla çýkmayý baþaran diþi Aterina, suyun dýþýnda kaldýðý kýsa zaman aralýðýnda, ustaca kývrýlýp bükülerek kuma gömülür ve 5-10 cm. derinliðe yumurtalarýný býrakýr. Çünkü bu yumurtalarýn, çatlamalarýna sebep olan akýntýlý sular yerine, 15 gün boyunca sarsýntýsýz ve güvenli kumun içersinde olmalarý gerekmektedir. Þimdi biraz düþünelim... Akýl sahibi olmayan bir balýk, yumurtalarýn hangi þartlar altýnda kýrýlacaðýný veya saðlam kalacaðýný nasýl akýl eder? Þuuru olmayan ve suda yaþayan bu balýk, ayýn çekim gücü olduðunu ve gel git zamanlarýný nereden bilir? Tabiki, bu balýklarýn yaptýklarý ve yapacaklarý her hareketi, herþeyin Yaratýcý'sý Yüce Allah ilham etmektedir! "... Þüphesiz benim Rabbim, dilediðini pek ince düzenleyip tedbir edendir. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur." (Yusuf Suresi, 100) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 26. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 26. Oktober 2009 California Üniversitesi nörofizyologlarýndan Prof. Benjamin Libet, 1973 yýlýnda yaptýðý deneyler sonucunda tüm kararlarýmýzýn, seçimlerimizin önceden belirlendiðini, bilincin ise herþey olup bittikten yarým saniye sonra devreye girdiðini ortaya koymuþtur. Bu durum diðer nörofizyologlarca da, hep geçmiþte yaþadýðýmýz ve bilincimizin tüm yaþananlarý yarým saniye sonra gösteren bir "monitör" gibi olduðu þeklinde yorumlanmaktadýr.47 Dolayýsýyla algýladýðýmýz deneyimlerin hiçbiri gerçek zamanda deðildir, fakat gerçek olaylardan yarým saniye kadar gecikmelidir. Benjamin Libet, çalýþmalarýný beyin ameliyatlarýnýn narkoz verilmeden, yani hastanýn bilinci tamamen yerindeyken yapýlabilmesinden yararlanarak gerçekleþtirmiþtir. Libet, deneklerin beyinlerini düþük elektrik akýmlarýyla uyararak, ellerine dokunulduðu algýsý oluþtururken, denekler bu "dokunuþu" neredeyse yarým saniye önce hissettiklerini söylüyorlar. Benjamin Libet yaptýðý ölçümler sonucunda þöyle bir sonuca varmýþtýr: Normalde tüm algýlar beyne iletiliyor. Burada bilinçaltýnda deðerlendirilip yorumlanýrken, ben(lik) hiçbir þeyin farkýnda deðil. Zihnimizde canlanan, yani farkýna varabildiðimiz bilgilerse epeyce uzun bir gecikmeden sonra, kortekse -bilincin bulunduðu bölgeye- gönderiliyor.48 Ortaya çýkan sonucu þöyle özetlemek mümkündür: Bir kas hareketini gerçekleþtirme kararý, bu kararýn þuuruna varmadan önce gerçekleþir. Her zaman nörolojik ya da algýsal bir süreç ile, bizim onu temsil eden düþüncenin, hissin, algýnýn ya da hareketin þuurunda olmamýz arasýnda bir gecikme vardýr. Diðer bir deyiþle, biz ancak bir karar zaten alýndýktan sonra o kararýn þuurunda olabiliriz. Prof. Benjamin Libet'in deneylerinde bu gecikme 350 milisaniye ile 500 milisaniye arasýnda deðiþmektedir, fakat ortaya çýkan sonuç bu rakamlardaki kesinliðe baðlý deðildir. Çünkü Libet'e göre bu gecikme olduðu sürece -ne kadar büyük ya da küçük olursa olsun, bir saat ya da bir mikro saniye olmasý fark etmeksizin- bizim maddesel olan þu aný yaþamamýz, her zaman geçmiþtedir. Bu her düþüncenin, duygunun, algýnýn ya da hareketin, biz þuuruna varmadan önce gerçekleþtiðini gösterir ki, bu da geleceðin tamamýyla bizim kontrolümüz dýþýnda olduðunu ispatlamaktadýr.49 Prof. Benjamin Libet, diðer bazý deneylerinde parmaklarýný ne zaman hareket ettireceklerinin seçimini deneklere býrakmýþtýr. Parmaklarýný hareket ettirme aný beyinlerinden izlenen deneklerin bu kararý almadan evvel, ilgili beyin hücrelerinin faaliyete geçtiði görülmüþtür. Diðer bir deyiþle kiþiye "yap" emri gelmekte, hareketi yapmak üzere beyin hazýrlanmaktadýr; kiþi ise ancak 0,5 saniye sonra bunun bilincine varmaktadýr. Bir hareketi yapmaya karar verip de sonra yapmakta deðildir, kendisi için önceden belirlenen hareketleri yapmaktadýr. Fakat beyin, bir zaman ayarlamasý yaparak insanýn aslýnda geçmiþte yaþadýðý hissini ortadan kaldýrmaktadýr. Dolayýsýyla þu an dediðimizde, geçmiþte belirlenmiþ bir olayý yaþýyoruz. Görüldüðü gibi bu çalýþmalar, Ýnsan Suresi'nin 30. ayetinde bildirildiði gibi, herþeyin Allah'ýn dilemesiyle gerçekleþtiðini tasdik etmektedir. (Detaylý bilgi için bkz. Harun Yahya, Zamansýzlýk ve Kader Gerçeði, Araþtýrma Yayýncýlýk) Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Ýnsan Suresi, 30) 47. Benjamin Libet, "Unconscious cerebral initiative and the role of conscious will in voluntary action", The Behavioral and Brain Sciences, 1985, ss. 529-566. 48. http://www.genetikbilimi.com/genbilim/bilincbeyninkuklasi.htm 49.http://faculty.virginia.edu/consciousness/ new_page_8.htm#5.10.%20Free%20will%20as%20the%20possibility%20of %20alternative%20action Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 30. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 30. Oktober 2009 Evrendeki bütün protonlar 1,6 x 10 19 deðerinde pozitif yüke sahiptirler. Bu, atomlardaki çeþitli protonlarýn birbirlerini itmelerini saðlar. Ama aradaki çekim, itmeden 100 kez daha güçlü olduðu için protonlar birbirlerinden ayrýlmazlar. Protonun kütlesi elektronunkinden 1836 kez daha fazladýr. Ama buna karþýn, bilinmeyen bir nedenden ötürü elektronun yükü protonunkiyle aynýdýr: 1,6 x 10 19 Protonun yükü gerçekte olduðundan biraz daha az olsaydý protonlar arasý çekim þu an bildiðimizden çok daha güçlü olurdu ve bunlar daha sýký bir biçimde bir araya gelirlerdi. Böyle bir durumda evrenimiz nasýl bir halde olurdu? Eðer protonun yükü gerçekte olduðundan biraz daha az olsaydý, yýldýzlar çekirdeklerindeki yakýtlarýný hýzlýca yakacak ve 100 milyon yýl içinde öleceklerdi. Böyle bir durumda ne gezegenimizin ne de evrenin bugünkü gibi olmayacaðý ve canlýlýktan bahis dahi edilemeyeceði çok açýktýr. Sonsuz akýl sahibi olan Rabbimiz, bu deðeri tam olmasý gerektiði gibi, yani 1,6 x 10 19 olarak belirlemiþtir. Allah herþeyden haberdar olandýr, üstün güç sahibidir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 30. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 30. Oktober 2009 Bilimadamlarý, sinek gözlerindeki bal peteðine benzer yapýlarýn, özellikle eðik gelen açýlardaki ýþýðý çok daha iyi algýladýklarýný fark etmiþler. Sadece sineklerin gözlerindeki bu özelliði keþfetmeleri sayesinde, uzaydaki uydu cihazlarýnda enerji üretmek için kullanýlan güneþ panellerinden çok daha fazla ýþýk ve dolayýsýyle ýsý elde etme imkaný saðlamýþlardýr. Çünkü güneþ panellerinde en çok verim, paneller ýsý ve ýþýk dalgalarýný hiç yansýtmadýðýnda alýnabilmektedir. Ayrýca, incelemelere devam eden bilimadamlarý, sineðin korneasýnda yeni bir anti-reflektör maddenin varlýðýný da keþfetmiþlerdir. Iþýðýn yansýmasýný engelleyen bu madde, güneþ panelleri için çok uygun yapýya sahiptir ve üstelik bu panelleri sürekli olarak güneþe doðru çevirmeye yarayan pahalý ekipmanlarýn da gerekliliðini ortadan kaldýrmýþtýr.1 Uzay teknolojisi bu tasarýmý yeni yeni keþfedip kopyalarken, sinek bu özelliðe milyonlarca yýldýr sahiptir. Bu benzersiz tasarým, sineðin ne derece üstün bir yaratýlýþ örneði olduðunu gösterir. Bu tip örnekler, sadece aklýný kullanabilen ve yaratýlan her varlýðýn Allah'ýn kontrolünde olduðunu anlayabilen insanlar için geçerlidir. Kur'an - Bakara Suresi, 26- Þüphesiz Allah, bir sivrisineði de, ondan üstün olaný da, (herhangi bir þeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuþkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduðunu bilirler; inkar edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamýþ?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoðunu saptýrýr, birçoðunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasýklardan baþkasýný saptýrmaz. 1- http://www. rdg. ac. uk/Biomim/00parker.htm [Parker, A.R. , Light- reflection strategies, American Scientist (1999a) 87 (3), 248-255. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 30. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 30. Oktober 2009 Bilgisayar sistemlerini virüslerden korumak için yazýlým geliþtirme çalýþmalarýna milyonlarca dolarlar harcanmaktadýr. Bu çalýþmalarý sürdüren merkezlerden biri de New York'ta bulunan, IBM'in Watson Araþtýrma Merkezi'ndeki virüs yalýtým laboratuvarýdýr. Burada, þimdiye kadar tanýmlanmýþ binlerce bilgisayar virüsünü teþhis edebilecek, ayný zamanda virüsü güvenli bir þekilde bilgisayarlardan izole ve yok edebilecek programlar üretilmektedir. Firma yetkililerinden biri olan Steve White, virüslere karþý mücadelede insan vücudundaki gibi bir baðýþýklýk sisteminin kurulmasý gerektiðini þöyle ifade etmektedir: Ýnsan ýrkýnýn varlýðýný devam ettirebilmesinin tek sebebi, sahip olduðu baðýþýklýk sistemidir. Siber-alemin devamý için de bir baðýþýklýk sistemine sahip olmasý þarttýr.1 Herþeyden once, bilgisayar virüslerinin de suni bir hayatý vardýr ve týpký doðadaki biyolojik virüsler gibi, içinde bulunduklarý sistemi kendilerini çoðaltmak için kullanýrlar. Araþtýrmacýlar bu benzerlikten yola çýkarak insanýn baðýþýklýk sisteminin insan vücudunu nasýl koruduðunu incelemiþlerdir: Vücut, yabancý bir organizmayla karþýlaþtýðýnda hemen istilacýyý tanýyýp etkisiz hale getirecek bir antikor oluþturmaya baþlar. Baðýþýklýk sistemi hastalýða yol açabilecek hücrenin bütününü analiz etmek durumunda da deðildir. Ýlk enfeksiyon yatýþtýrýldýðýnda, vücut ileriki bir enfeksiyonda daha hýzlý karþýlýk verebilmek için bu antikorlardan bir kýsmýný hazýr tutar. Ýþte bu hazýr tutulan antikorlar sayesinde hücrenin tümünün incelenmesine gerek kalmaz. Nitekim mevcut anti-virüs programlarý da bütün virüsü deðil ama virüsün imzasýný tanýyacak bir antikor içerirler. Görüldüðü gibi insanlarý teknolojik alanda çaresiz býrakan konularýn çözümleri dahi doðada mevcuttur. Her detayýn düþünülmüþ olduðu kusursuz bir iþleyiþe sahip savunma sistemimiz, daha biz doðmadan - bizi korumak göreviyle- hazýr olarak yaratýlýmýþtýr. Rabbimiz herþeyi koruyan ve gözetendir. 1- http://www. newscientist. com/hottopics/ai/strikesback. jsp Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 31. Oktober 2009 Autor Teilen Geschrieben 31. Oktober 2009 Gözlerimiz, vücüdumuzun en hassas organlarýndandýr. Bu nedenle mükemmel korunma sistemleriyle donatýlmýþlardýr. Bu sistemlerden bir tanesi gözdeki erken uyarý sistemidir. Göze yönelik herhangi bir tehdit karþýsýnda göz kapaðýný çalýþtýran kaslar, gözlerin etrafýndaki sinirler tarafýndan saniyenin binde biri gibi kýsa bir sürede uyarýlýrlar. Bu þekilde göze yaklaþmakta olan ve göze zarar verebilecek bir cisim farkedildiði anda göz kapaðý çok kýsa bir süre içerisinde kapanarak gözü korumaya alabilir. Görünmeyen tehlikeler, yani hastalýk yapýcý bakteriler ise gözyaþý sayesinde yok edilirler. Gözyaþý, göz üstünde kullanýlabilecek diðer hiçbir dezenfektan maddenin yerini tutamadýðý çok özel bir karýþýmdýr. Göze toz veya baþka bir yabancý madde kaçtýðýnda gözyaþý üretimi de otomatik olarak artar ve gözün temizlenmesini hýzlandýrýr. Ayný zamanda gözlerimizde bir yaðlama mekanizmasý da bulunur. Göz küresinde bulunan konjonktiva tabakasý mukoza salgýsý üreten bezeler içerir. Mukoza salgýsý gözyaþýyla birleþerek gözdeki yaðlama iþlemini gerçekleþtirir. Bu yaðlama mekanizmasý sayesinde acý çekmeden gözümüzü hareket ettirebiliriz. Eðer bu yaðlama mekanizmasý bulunmasaydý, bir günde yaklaþýk yüzbin hareket yapan gözümüz çok kýsa bir süre içerisinde yýpranýrdý. Gözdeki koruma ayný zamanda son derece estetik bir görünüm içerisinde saðlanýr. Göz kapaklarý, kaþlar ve kirpikler oldukça estetik ve simetrik bir görünüm meydana getirirler. Bu, Allah'ýn yaratmasýndaki güzelliðin eþsiz bir örneðidir. Kirpikler gözü toz ve yabancý maddelerden korurken, kaþlarýmýz da hem alnýmýzdan akan terin gözlerimize ulaþmasýný hem de güneþ ýþýðýný kýrarak gözümüze direk girmesini engeller. Bu yapýlar ayný zamanda son derece estetiktirler. O Allah ki, yaratandýr, (en güzel bir biçimde) kusursuzca varedendir, "þekil ve suret" verendir... (Haþr Suresi, 24) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Gast Geschrieben 31. Oktober 2009 Teilen Geschrieben 31. Oktober 2009 Subhanallah! Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 6. November 2009 Autor Teilen Geschrieben 6. November 2009 Ýnsan hücrelerinde üretilen proteinlerin müthiþ bir iþlem hýzýna sahip olmasý, bilim adamlarýnýn on yýllardýr ilgisini çekiyor. Son yapýlan bir çalýþmada, protein katlanmasýný sanal ortamda inceleyebilmeyi hedefleyen bilim adamlarý, bu katlanmayý aþama aþama modellediler ve iþlemleri gerçekleþtirecek bir bilgisayar aðý kurdular. Ancak protein katlanmasýnda gerçekleþen iþlemler o kadar fazlaydý ki, bunu tam anlamýyla simülasyona yansýtabilmek için tam 30.000 bilgisayar gerekli oldu! Bir protein, hücre içinde belli aminoasit türlerinin belli sýrayla ucuca eklenmesiyle oluþur. Aminoasitler bir zinciri meydana getiren halkalar gibidir. Ancak ortaya çýkan protein basit bir zincir gibi deðildir, çünkü aminoasitler 20 farklý çeþitte bulunur. Belli bir proteinin oluþmasý için belli türdeki aminoasitler, belli bir sýrayla dizilmelidir. Bir proteindeki aminoasit sayýsý 5 ila 2000 arasýnda deðiþir. Sonuçta ortaya çýkan aminoasit zincirleri, yani proteinler, üç boyutlu ortamda kendilerine has bir þekilde forma girerler. Bu biyolojik olaya protein katlanmasý adý verilir. Ýnsan vücudunda yaklaþýk 10.000 tür protein bulunur ve bunlarýn her birinin formu farklý þekildedir. Bir protein ancak sahip olduðu form sayesinde iþlevini görebilir. Bu yüzden aminoasit dizilimindeki en ufak bir hata, önemli hastalýklara hatta ölüme yol açabilir. "...Göklerde ve yerde zerre aðýrlýðýnca hiçbir þey O'ndan uzak (saklý) kalmaz. Bundan daha küçük olaný da, daha büyük olaný da, istisnasýz, mutlaka apaçýk bir kitapta (yazýlý)dýr." (Sebe Suresi, 3) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 6. November 2009 Autor Teilen Geschrieben 6. November 2009 Nötronlar 1,67 x10 üzeri - 24 gram deðerinde sabit bir kütleye sahiptirler. Eðer nötronun kütlesi bugün olduðundan % 2 daha fazla olsaydý nötronlar kýsa süre içinde bozunuma uðrar ve atomlar kararsýz bir yapýya sahip olurdu. Bu durumda yaþam için gerekli hiçbir element var olamaz, evrendeki tek element sadece hidrojen olurdu. Diðer yandan, nötronun kütlesi normalde olduðundan çok daha az hafif olsaydý, bu sefer protonlar istikrarsýz bir yapýya sahip olurlardý. Bu durumda protonlarýn kütlesi çekirdek içindeki nötronlarýn kütlesinden daha fazla olurdu ve protonlar bozunuma uðrayarak nötronlara dönüþürlerdi. Fizikçiler, nötronun kütlesini þimdi olduðundan binde 2 oranýnda az olmasý durumunda, bugünkü yapýda atomlarýn var olmasýnýn imkansýz olacaðýný söylemektedirler.Kýsacasý böyle bir durumda hayat diye bir þey de olmayacaktý. "Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artýk öðüt alýp-düþünmez misiniz? Eðer Allah'ýn nimetini saymaya kalkýþacak olursanýz, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsýnýz. Gerçekten Allah, baðýþlayandýr, esirgeyendir." (Kur'an - Nahl Suresi, 17-18) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 16. Oktober 2010 Autor Teilen Geschrieben 16. Oktober 2010 Kelebek ve güve gibi canlýlarýn göçü önemsiz gibi gözükür, ama göç eden kümeler kimi zaman milyonlardan oluþabilirler ve bazý durumlarda göç döngüsünün tamamlanmasý birkaç nesil sürer. Ilýman iklimlerdeki kelebekler daha çok beslenme alanlarý bulmak için göç ederlerken Monarklar gibi tropikal alanlardaki kelebekler yaþamalarý için uygun olan yaðmurlu bölgelere doðru göç ederler. Çoðu ýlýman iklim kelebeðinin ortalama ömrü 3-4 haftadýr. Bu kýsa yaþamlarý sýrasýnda bazen ülkeden ülkeye hareket ederlerken bazen de ancak diðer nesiller tarafýndan tamamlanabilen kýtalar arasý göçler gerçekleþtirirler. Göç kümeleri milyonlarca kelebekten oluþabilir. Rengarenk ve birbirinden farklý kanatlarýyla bu güzel canlýlar yaþamlarýnýn doðal bir parçasý olan seyahatleri sýrasýnda yollarýný bulmak için çok dikkat çekici bir yöntem kullanýrlar. Kelebekler Yönlerini Nasýl Belirliyorlar? Ilýman kuþaktaki bölgelerde kelebeklerin beslenebilecekleri çiçekli alanlar azdýr. Dolayýsýyla bu küçük canlýlar zengin beslenme alanlarýna ulaþmak için göç etmek durumundadýrlar. Düz bir çizgi halinde uçarak bir çiçek tarlasýna ulaþtýklarýnda bu uçuþ stillerini býrakýp uzun zamandýr orada yaþýyormuþ gibi davranmaya baþlarlar. Çiçeklerden beslenir, çiftleþirler ve diþiler buraya yumurtalarýný býrakýr. Fakat bu tarladaki yaþam da kýsa sürecek ve birkaç dakika veya birkaç gün içinde kelebekler tarlayý terk edeceklerdir. Kelebekler yalnýzca günün en sýcak kýsmýnda ve yalnýzca Güneþ parlýyorsa göç ederler. Güneþ’in en parlak olduðu anda ufuk çizgisiyle kendi aralarýnda bir açý belirlerler. Güneþ’in açýsý deðiþtikçe ufuk çizgisiyle aralarýndaki açýyý korurlar. Böylece bu açý sabit kalýrken coðrafik yönlenmeleri saatte yaklaþýk 15 derece deðiþir. Tropikal kelebekler, ýlýmlý türlerden farklý olarak gün boyunca göç yönlerini deðiþtirmezler. Sabahleyin doðuya uçan bir birey akþamüstünün sonlarýna doðru hala doðuya uçuyordur. Yolculuðuna baþlarken Güneþ’e göre yönünü belirleyip sonrasýnda da Güneþ’in yer deðiþikliðinden etkilenmeden konumunu korur. Bunun için kelebeðin, Güneþ’in yer deðiþtirdiðini, yer deðiþikliðine göre konumunu deðiþtirirse yanlýþ yere gideceðini, kendisi için doðru ve yanlýþ yerin neresi olduðunu, doðru yerin kendisine göre hangi yönde olduðunu bilmesi gerekir. Tüm bu bilgilere her birey sahiptir. Aslýnda bu bilgilere sahip olmak da tek baþýna yeterli deðildir. Her kelebeðin bunlarý bilip, kendi bulunduðu yere göre deðerlendirmesi ve karar vermesi gerekir. Bütün bunlarý da küçük bir kelebeðin muhakeme kabiliyetine baðlamak elbette akýlcý deðildir. Gerçek olan, bu hayvanlarýn yaþamlarýný sürdürebilmeleri için bu özelliklere ihtiyaçlarýnýn olduðu, Allah’ýn da onlarý bu özelliklerle donatarak yarattýðýdýr. Düþünün ki, en dayanýklý pusulalar dahi elektromanyetik etkinin yaný sýra, zamanýn aþýndýrýcý etkisi nedeniyle de bir süre sonra hassasiyetlerini kaybederler. Oysa bu küçük canlýlarýn yaþamlarý için çok önemli olan bu yön bulma kabiliyetleri hiçbir dýþ etkiyle bozulmaz, onlarý yarý yolda býrakmaz. Allah yarattýðý her varlýðý kusursuz bir þekilde yaratmýþtýr. Allah canlýlarýn yaratýlýþýyla ilgili olarak bir ayette þöyle buyurmaktadýr: Allah, her canlýyý sudan yarattý. Ýþte bunlardan kimi karný üzerinde yürümekte, kimi iki ayaðý üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayaðý) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediðini yaratýr. Hiç þüphesiz Allah, herþeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45) Monark Kelebeklerinin Dört Nesilde Bir Gerçekleþen Göçleri Monarklar hayatlarýnýn farklý dönemlerinde farklý vücut yapýlarýna sahiptirler. Monark kelebeði, larva, pupa ve ergin dönemlerinde yapý, büyüklük, renk, yaþam alaný, davranýþ biçimi ve biyolojik sistemler açýsýndan büyük bir çeþitlilik gösterir. Monark kelebeklerini diðer kelebek türlerinden ayýran çok ilginç bir özellikleri vardýr. Bir yýl içinde tam dört ayrý monark nesli yaþar. Bu nesillerin ilk üçünün, ortalama ömrü 5-6 haftadýr. Ancak dördüncü nesil çok farklýdýr. Çünkü bu nesil, yaklaþýk 8 ay sürecek bir yolculuða çýkacak ve bu yolculuðu tamamlayana kadar hayatta kalacaktýr. Monarklarýn yaþamý, anne monarkýn bir bitkinin üzerine yumurtalarýný býrakmasýyla baþlar. Yumurtadan çýkan küçük larvalar, bir süre yapraklarla beslenir ve hýzla geliþirler. Larva evresindeki geliþimi süresince toplam beþ defa derisi deðiþen týrtýllarýn son deri deðiþimi ile böcekler pupa evresine geçerler. Kendilerine “koza” adý verilen ince ancak çok saðlam bir baðlantýyla aðaç dalýna baðlý olan kapalý bir yuva yaparlar. Bu kozanýn içinde dönüþüm geçiren týrtýl, bir süre sonra yavaþ yavaþ dýþarý çýkar. Yeni bir yaratýlýþla, mükemmel bir kelebek haline gelmiþtir. Önce sönük olan kanatlarý, pompalanan kan benzeri sývý (hemolenf) tarafýndan doldurulur. Monark artýk uçmaya hazýrdýr. Yolculuk, Güney Kanada’daki farklý monark merkezlerinden baþlar ve güneye doðru ilerler. Bir grup Kalifornia’ya, bir grup da daha güneye inerek Meksika’ya varýr. Bu farklý monark gruplarý, tek bir merkezden emir almýþ gibi yolun ortasýnda buluþur ve göçe birlikte devam ederler. Kelebekler herhangi bir zamanda deðil, tam sonbaharda gecenin gündüze eþitlendiði zaman yola çýkarlar. 2 ay boyunca uçtuktan sonra, güneydeki sýcak ormanlara ulaþýrlar. Aðaçlar, milyonlarca monark kelebeði tarafýndan kaplanýr. Monarklar burada Aralýk’tan Mart’a kadar 4 ay boyunca hiçbir þey yemezler. Yaþamlarýný vücutlarýnda depoladýklarý yaðlarla sürdürürken, yalnýzca su içerler. Ýlkbaharda açmaya baþlayan çiçekler monarklar için önemlidir. Bu sayede 4 aylýk bir bekleyiþten sonra ilk defa bal özüyle beslenirler. Artýk Kuzey Amerika’ya dönüþ için gerekli enerjiyi depolamýþlardýr. Tam gece ile gündüzün eþitlendiði gün koloni kuzeye uçmaya baþlar. Yolculuklarýný tamamlar ve soylarýnýn devamý için gerekli olan kuþaðý dünyaya getirirler. Yeni doðan kuþak, yýlýn ilk neslidir ve yaklaþýk bir buçuk ay yaþayacaktýr. Daha sonra ikinci ve üçüncü kuþaklar... Dördüncü kuþaða gelindiðinde yolculuk yine baþlayacak, bu kuþak yine diðerlerinden altý ay daha fazla yaþayacak ve zincir böyle sürüp gidecektir... Þimdi bu harika yolculuk hakkýnda biraz düþünelim: Nasýl olmaktadýr da, her dört nesilden biri altý ay daha uzun yaþayacak özelliklerde doðmaktadýr? Bu uzun yaþayan neslin doðumu, nasýl hep kýþ aylarýna denk gelmektedir? Nasýl olmaktadýr da, kelebekler yolculuklarýna yani göçe tam gece ile gündüzün eþit olduðu günde baþlamakta ve bu ince hesabý baþarabilmektedirler? Yeni doðan monark nesli, daha önce hiç uçmadýðý yollarý nereden bilmektedir? Tüm bunlar, monarklarýn kusursuz bir göç planýna göre yaratýldýklarýný ve plana harfiyen uyduklarýný göstermektedir. Eðer bu canlýlar ilk var olduklarý andan bu yana planda en ufak bir hata olsaydý, monarklar göçü tamamlayamazlardý. O zaman da bütün kelebekler o kýþ içinde ölürdü ve monarklarýn nesli tükenirdi. Elbette bu canlýlar özel olarak yaratýlmýþ ve her yýl gerçekleþtirdikleri olaðanüstü göç onlara öðretilmiþtir. Bu muhteþem yaratýlýþýn sahibi ise, tüm varlýklarýn Yaratýcýsý ve Hakimi olan Yüce Allah’týr. Kuran’da Allah’ýn yaratma ilmi üzerinde düþünmenin önemi þöyle bildirilmiþtir: “Ýþte bu örnekler; Biz bunlarý insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden baþkasý bunlara akýl erdirmez. Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattý. Þüphesiz, bunda iman edenler için bir ayet vardýr.” (Ankebut Suresi, 43-44) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 22. Oktober 2010 Autor Teilen Geschrieben 22. Oktober 2010 Güney Amerika'da yaşayan bir çeşit papağan türü, zehirli olan tohumlarla beslenmeyi başarır. Papağanın bu davranışı çok hayret vericidir. Çünkü diğer canlılar söz konusu tohumlara yaklaşamazken ısrarla zehirli tohumları yiyen bu kuşlara hiçbir şey olmamaktadır. Macaw adı verilen bu papağanlar besleyici değeri yüksek olan bu zehirli tohumları yedikten hemen sonra bir kayalığa doğru uçarlar. Oraya vardıklarında burada bulunan bazı killi kaya parçalarını kemirip yutarlar. Bu, rastgele yapılan bir hareket değildir. Killi kaya parçalarının özelliği, tohumların içindeki zehri emmeleridir. İşte bu sayede kuş, herhangi bir rahatsızlık hissetmeden tohumları sindirebilmektedir. Bu hayvan, tohumun zehirleyici etkisini teşhis edecek tıp bilgisine nasıl sahip olmuştur? Peki bu etkiyi nasıl ortadan kaldıracağını nereden bilmektedir? Zehri etkisiz hale getirecek bir maddenin killi kayaların içinde bulunduğunu bilmesini sağlayacak kadar eczacılık eğitimi almış olabilir mi? Elbette ki bunların hiçbiri olamaz. Bir insan tohumların zehirli olup olmadığını bakarak anlayamaz. Tohumun zehrini nasıl etkisiz hale getireceğini ise tahmin bile edemez. Bunun için ya bir eğitim almış olması ya da bilen birilerine danışmış olması şarttır. Bu durumda hiçbir akla ve şuura sahip olmayan bir kuşun, uzun kimyasal tahlil ve incelemeler sonucunda böyle bir şeyi keşfettiği elbette ki söylenemez. İnsanların uzun süren bir uzmanlık eğitiminden sonra ulaştığı bilgilere, Macawların tesadüfen ulaşması da imkânsızdır. Bu bilgiyi Macawlara herşeyi kusursuz olarak yaratan ve herşeyi bilen Allah öğretmiştir. Bu tür örnekler üzerinde derinlemesine düşünmek canlıların davranışlarının tesadüfen ortaya çıkamayacağını anlamak için yeterlidir. Bütün canlılar ihtiyaçları olan bilgilere Allah'ın kendilerine ilham etmesi, öğretmesi sayesinde kavuşurlar. Hiçbir canlı başıboş, sahipsiz ve sözde tesadüflerin akışına bırakılmamıştır. Bir Kuran ayetinde Allah'ın tüm canlılar üzerindeki mutlak kontrol ve hakimiyeti şöyle haber verilir: Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir. (Hud Suresi, 56) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 22. Oktober 2010 Autor Teilen Geschrieben 22. Oktober 2010 Burnun solunum sistemi ile ilgili olarak, nefes alındığında havanın ısıtılması ve nemlendirilmesi gibi iki önemli görevi vardır. Burnun iç yüzeyini kaplayan mukus tabaka, su buharı salgılayarak giren havayı nemlendirir. Mukus tabakanın hemen altında yer alan çok sayıdaki kılcal damar da geçiş sırasında havanın ısınmasını sağlar. Böylece hava, akciğerlerin hassas yapısı için en uygun hale gelir. Normal iklim koşullarında burun bu çalışma mekanizmasında herhangi bir sorunla karşılaşmazken çöl gibi sıcak ve kuru bir ortamda ciğerlere gidecek havanın ısısını ve nemini çok iyi kontrol etmesi gerekir. İşte deve burnu da bu zor koşullarda tıpkı binaların sıcaklık ve nem ortamını düzenleyen gelişmiş bir klima sistemi gibi çalışarak, bu canlının solunumu için gerekli havayı düzenler. Devenin burnu çok sayıda köklere ayrılmış kanallardan oluşur. Yaşadığı sıcak bölgelerde havadaki nem miktarı oldukça azdır. Bu nedenle soluduğu havadaki suyu kaybetmemesi gerekir. İşte bu nedenle devenin burnu çok büyük, kıvrımlı, süngerimsi bir dokuyla kaplıdır. Deve kıvrımlı süngerimsi burun mukozası sayesinde, havadaki nemin % 66'sını tutabilmektedir. Burnun nemi emme özelliği sayesinde nefes aldığında çölün 40oC'yi aşan ısısını, 20oC'ye düşürerek akciğerlere yollamaktadır. Deve burnunun bir diğer özelliği ise şiddetli kum fırtınalarına karşı kum girmesini engellemek için tıpkı gözlerini kapatır gibi burun deliklerini de kapatabilmesidir. Yüce Allah burnu gibi daha pek çok olağanüstü özellikleriyle birlikte yarattığı bu hayvana "Bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yaratıldı?" (Gaşiye Suresi, 17) ayeti ile dikkat çekmiştir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 22. Oktober 2010 Autor Teilen Geschrieben 22. Oktober 2010 Vallisnerya bir su bitkisidir. Erkek vallisnerya'nın çiçekleri, bitkinin su içinde kalan bölümlerinde oluşur. Su içindeyken, taç yaprakları portakal kabuğu gibi çiçeğin etrafını sarar. Bu sayede suyun içeri girerek polenleri bozması önlenmiş olur. Çiçekler yüzeye çıktığında kapalı olan taç yapraklar açılarak su yüzeyine yayılır. Polenleri taşıyan erkek organlar taç yaprakların üzerinde yükselerek adeta bir bir yelken işlevi görürler. Dişi bitkinin çiçekleri ise, farklı bir yerde uzun bir sapın ucunda ve su yüzeyinde yer alırlar. Dişi çiçeğin yaprakları, su yüzeyinde ve suda hafif bir çöküntü yaratacak biçimde açılmıştır. Bu çöküntü erkek çiçeğin kendisine yaklaşmasını sağlayan bir çekim oluşturur. Erkek çiçek dişi çiçeğin yanından geçerken bu çekime kapılır. Böylece çiçekler birleşir, polenler dişi çiçeğin üreme organına ulaşır ve döllenme gerçekleşir. Yeryüzündeki ilk vallisnerya'nın tek şansı vardır ve ancak ilk denemede tam anlamıyla başarılı olursa, bu özelliklerini bir sonraki nesle aktarabilir. Bu üreme sisteminin eksik çalışması durumunda erkek çiçek dişi çiçeği dölleyemeyecek, bu bitki yer yüzünden yok olup gidecekti. Bundan dolayı evrimcilerin iddia ettiği gibi bu döllenme sisteminin aşamalı olarak ortaya çıkması imkansızdır. Bu bitki, Allah'ın sonsuz aklını ve örneksiz yaratma gücünü göstermektedir. Bu düşünen ve akleden için bir insan büyük bir delildir. Uzay mekiğinin, uzay istasyonu ile kenetlenmesi, Vallisnerya'nın erkek çiçeklerinin dişileriyle buluşması ile kıyaslanabilir. Hatta Vallisnerya'nın sisteminin daha üstün olduğu bile söylenebilir. Uzay mekiğinin kenetleneceği noktaya kadar kontrol edilmesi gerektiği halde, erkek vallisnerya'nın dişisinin yanına yakınlaşması yetmektedir Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 22. Oktober 2010 Autor Teilen Geschrieben 22. Oktober 2010 Kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini iddia eden evrim teorisi, bu iki ayrı canlı sınıfı arasındaki dev farkları asla açıklayamamaktadır. Kuşlar; içi boş hafif kemiklerden oluşan iskelet yapıları, kendilerine özgü akciğer sistemleri, sıcakkanlı metabolizmaları gibi özellikleriyle sürüngenlerden çok farklıdır. Kuşlarla sürüngenlerin arasına aşılmaz bir uçurum koyan bir başka özellik ise, tamamen kuşlara has bir yapı olan tüylerdir. Tüyler kuşları bu kadar ilginç kılan estetik unsurlardan en önemlisidir. "Tüy gibi hafif" sözü tüyün o zarif yapısındaki mükemmelliği açıklar niteliktedir. Temelde protein yapısına sahip olan tüyler keratin adı verilen bir maddeden yapılmıştır. Keratin, derinin alt tabakalarındaki yaşlı hücrelerin besin ve oksijen kaynaklarından uzaklaşarak ölmesi ve yerlerini genç hücrelere terk etmesi sonucu oluşan sert ve dayanıklı bir maddedir. Kuş tüylerindeki tasarım hiçbir evrimsel süreçle açıklanamayacak kadar komplekstir. Ünlü kuş bilimci Alan Feduccia, "tüylerin her özelliği aerodinamik fonksiyona sahiptir. Hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler" der. Feduccia, evrim teorisinin çaresizliğini ise şöyle kabul eder: Uçmak için böylesine tasarlanmış bir organın, nasıl olup da ilk başta başka bir amaca yönelik olarak ortaya çıktığını anlayamıyorum. 1 Tüylerdeki bu tasarım, Charles Darwin'i de çok düşündürmüş, hatta tavus kuşu tüylerindeki mükemmel estetik kendi ifadesiyle Darwin'i "hasta etmiş"ti. Darwin, arkadaşı Asa Gray'e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta "gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım" dedikten sonra şöyle devam ediyordu: Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavus kuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor. 2 1. Douglas Palmer, "Learning to Fly" (Review of The Origin of and Evolution of Birds by Alan Feduccia, Yale University Press, 1996), New Scientist, sayı 153, Mart 1997, s. 44 2. Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Boston, Gambit, 1971, s. 101. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 22. Oktober 2010 Autor Teilen Geschrieben 22. Oktober 2010 BİLİM DARWİNİZM'İN DÜŞMANIDIR. BİLİM, ATEİZMİN KARŞISINDADIR. BİLİM ANTİ-KOMÜNİSTTİR, ANTİ-MARKSİSTİR. BİLİM; MARKSİST, ATEİST VE DARWİNİST DÜŞÜNCEYİ PARAMPARÇA EDEN BİR YAPIDIR. Bilim ile Darwinist aldatmaca yıkılmıştır. Bilim ile Darwinist propaganda en büyük darbesini almıştır. Bilim, kitlelere yıllarca telkin edilen evrim sahtekarlığını bozguna uğratmıştır. Bilim, ateist felsefenin temellerini yıkmıştır. Bilim, nereye gitse, nerede gündeme gelse, nerede kendini gösterse Darwinizm'i parçalar, yok eder. Dolayısıyla BİLİM, ANTİ-PAGANDIR. Bilim; putperest düşünceleri, batıl dinleri, sahte ideolojileri ortadan kaldırır. İşte bu nedenle BİLİM, DARWİNİSTLERİN EN BÜYÜK ACILARINDAN BİRİDİR. Darwinizm'i bilim gibi göstermek, tüm dünya üzerinde oynanan çirkin bir oyunun bir parçasıdır. Allah inancını yeryüzünden kaldırabilmek için (Allah'ı tenzih ederiz) yeni bir dine ihtiyaç duyan deccali sistem, yıllar önce en etkili hipnoz yöntemini tespit etmiş ve hemen bilime sarılmıştır. Bilimi kullanarak insanları aldatabileceğini, tüm dünyaya ulaşabileceğini ve en kilit yerleri eline geçirebileceğini, bilim adı altında tüm sahtekarlıkları rahatça gerçekleştirebileceğini fark etmiştir. Deccal sisteminin dünya çapında gerçekleştirdiği kitle hipnozu bilim adı altında yaygınlaştırılmıştır. Dost bildikleri bilim Darwinistleri yıkıp darmadağın etmiştir Darwinistler, bilimsellik sahtekarlığını pervasızca uygularken, bilimin kendilerine bu kadar büyük acılar çektireceğini hiç tahmin etmemişlerdi. Bilimin yalnızca dine hizmet ettiğini görünce şoka girdiler. Tarihin en büyük bilim adamlarının Allah'a iman ettikleri tüm dünyaya ilan edilince dehşete kapıldılar. Bilimsellik safsatasına tekrar sarılmaya çalıştılar fakat tutunamadılar. Çaresizce, seslerini iyice kıstılar. Bilimin ateizmi, Darwinizm'i, Marksizm'i, komünizmi, materyalizmi ve diğer tüm batıl ideolojileri boğup yerle bir ettiğini kendi gözleriyle gördüler. Darwinistler, bilim karşısında en büyük yenilgilerini aldılar. Dost bildikleri bilim, onları yıkıp darmadağın etti. Bilimin gelişmesi ile 21. yüzyılda ortaya çıkan en büyük gerçeklerden biri şudur: Bilim Allah'a iman edenler içindir. Bilim samimi dindarlara fayda getirir. Allah Kuran'da sivrisineğe (Bakara Suresi, 26), bal arısına (Nahl Suresi, 68) dikkat çeker. Bir yörünge üzerinde hareket eden yıldızlara (Zariyat Suresi, 7), suyun yüzünde gezen gemilere (Hac Suresi, 65) dikkat çeker. Allah Kuran'da, yeşeren yapraklara (Enam Suresi, 59), yedi kat gökyüzüne (İsra Suresi, 44) dikkat çeker. Allah, Kuran'da iman edenlerin bu iman delillerine karşı dikkatli olmalarını ister. İnsan, bilim ile araştırdıkça bu dikkat çeken yapıların derinliklerini keşfeder. Bir sivrisineğin borusunu nasıl bir anestezi yöntemi ile yerleştirdiğini, o lokal anestezinin meydana geldiği yerdeki maddenin moleküler yapısını bize bilim verir. Yeşil yaprağın gerçekleştirdiği fotosentez mucizesi, gemileri yüzdüren sularda var olan fizik kanunları, gökte asılı duran ve -Allah'ın dilemesi dışında- asla dengesini bozmayan devasa gök cisimleri bilimin bize gösterdiği gerçeklerdir. Kuran'da haber verilen her şeyi bilim bize kanıtlar. Dolayısıyla vicdanıyla ve aklıyla düşünebilen bir insan, Kuran'daki tek bir örnekten, Allah'ın Yüce Varlığını hemen kavrar. İşte bu sebeple Kuran'da örnek verilen tek bir sivrisinek, Yüce Rabbimiz'e iman etmek için yeterlidir. Allah ayetlerinde şöyle bildirir: "Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkar edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz." (Bakara Suresi, 26) "Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de." (Hac Suresi, 73) İman hakikatleri, bilimin bize gösterdiği hediyelerdir. Allah'ın muhteşem bir nimetidir. Allah, üstünlüğünü, büyüklüğünü, yüceliğini göstermek için bilimi vesile eder. Bilimi de, bilimin keşfettiklerini de yaratan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Darwinistler şu anda dehşet içindeler. Bilimin anti-pagan, anti-Darwinist olduğunu hayretle fark ettiler. Bu acı, Darwinistlerin 150 yıldır yaşadığı en büyük acıların başındadır. Bilimi anlayanların, bilimin içinde olanların Darwinizm'i kitleler halinde terk etmesi bu acıyı artırmıştır. Bilimin İslam'a hizmet etmesi, bu acıyı katlamıştır. Öyle ki Darwinistler utanç içinde uzaylıları kurtarıcı ilan etmişlerdir. İşte, 150 yıldır kitle hipnozu yapan deccal sisteminin son olarak düştüğü durum budur. Bilim, her dalıyla Allah'ın Yüce Varlığını göstermektedir. 21. Yüzyıl bu keşfin ve dehşetli Darwinist yenilginin yüzyılı olacaktır. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 22. Oktober 2010 Autor Teilen Geschrieben 22. Oktober 2010 Science dergisinin 13 Şubat 2004 tarihli sayısında "Cansız Maddeden Canlı Maddeye Geçişler" başlıklı bir yazı yayınlandı. (Steen Rasmussen et. al, "Transitions from Nonliving to Living Matter", Science, Vol 303, Issue 5660, sf. 963-965 , 13 Şubat 2004) Los Alamos Ulusal Laboratuvarında görevli olan Steen Rasmussen ve arkadaşlarınca birlikte kaleme alınan yazıda, iki uluslararası sempozyumda ele alınan suni yaşam formlarıyla ilgili çalışmalarla ilgili tezler konu ediliyordu. Laboratuvarda sentezlenebilecek bir yaşam formunun muhtemelen bir bakteriden çok daha küçük olacağı ve yaşayan veya soyu tükenmiş hiçbir hücreye benzemeyeceği belirtiliyor, bu amaçla sürdürülen çalışmalar ve izlenen yöntemler hakkında bilgiler veriliyordu. Bu tür çalışmaların yaşamın rastlantısal olarak başladığı iddiasına hiçbir dayanak sağlamadığı bilinmelidir. Tam aksine, bu tür çalışmalar, yaşamın rastlantısal olarak değil, bilinçli tasarımla ortaya çıktığını savunan yaratılışçı görüşe destek oluşturur. Biyoloji profesörü William D. Stansfield'in şu sözleri bu durumu iyi açıklamaktadır: "Yaratılışçılar, bilimin basit kimyasallardan gerçekten canlı meydana getirebileceği günü iple çekmişlerdir. İddia etmektedirler, ve bunda haklıdırlar ki, böyle insan yapımı bir yaşam-formu üretilebilse bile bu, doğal yaşam formlarının benzer kimyasal evrimsel süreçlerle geliştiğini kanıtlayamayacaktır. Bilim adamı bunu anlar ve teorileri test etmeyi ağırdan alır ." (William D. Stansfield, Professor of Biological Sciences, California Polytechnic State University, "The Science of Evolution," [1977], Macmillan: New York NY, 1983, Eighth Printing, pp10-11) Laboratuvarda hücre sentezleme çalışmalarında tesadüfler değil, özel olarak tasarlanmış deney ortamı, bu amaçla yola çıkmış bilgili uzmanlar ve uygun şartları muhafaza etmeyi sağlayan teknolojik cihazların hepsi, bilinçli olarak planlanan ve sürdürülen bir sürece katkıda bulunur. Dolayısıyla bu çalışmaların başarıya ulaşması durumunda öngörüleri doğrulanacak olan, yaşamın rastlantısal olarak ortay açıktığı ve doğal sebeplere bağlı olarak geliştiğini iddia eden evrim teorisi değil, bilinçli tasarımdır. Yaşam formları sentezleme çalışmaları değerlendilirken bu önemli nokta akılda tutulmalıdır. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.