Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Konulara degisik perspektiflerden bakan ve birtakim bahisleri ele alarak inceleyen bircok arastirmalar var.

Mesela: http://www.nesilyayinlari.com/kategori.php?bl=3&sno=1 gibi kitaplar

 

Prof. Dr. Alaadin Basar, Mehmet Kirkinci Hocaefendi, Doc. Dr. Sadi Eren, Prof. Dr. Bünyamin Duran gibi isimler izah edenlerin önde gelenlerinden bikac tanesi, ama mesela Fethullah Gülen dahi bircok kitapinda Risalelerdeki konulari izah etmis.

 

Sorularlarisale sayfasi ve benzerleri dahi izah sayilabilir.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Antworten 183
  • Erstellt
  • Letzte Antwort

Top-Benutzer in diesem Thema

Hayirli geceler,

 

 

ben serh misali bir izah demek istedim. Yani kitabin bir yerinde izahda bulunmus olabilir birisi. Su sekilde bi rkitab yokmu tanidigin, yani sayfa sayfa izahda bulunan ve aciklayan, aynen derslerde yaptiklari gibi. Aciklik getiren konusmaci oluyor derslerde. Mesela eskiden alimlerin kitabi yukarida bahsedildigi gibi izah ediliyordu ve aciklaniyordu, bu sadelestirmekle alakasi yok, sadece o hakiki manasini acikliyorlar ve manasini insanlara iletmeleri icin kitablari acikliyorlar.

 

Isimleri yazdigin icin sagol. Zamanim oldukca bir bakarim ne cesit kitablar yazmislar.

 

Tskler, o linkdede bir kac kitab var izah edilmis galiba.

 

 

Selâmetle

Bearbeitet von Sunnit
Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Su kitab enteressant:

 

http://www.nesilyayinlari.com/urun_detay.php?uid=1049

 

Risaledeki ayet ve hadislerin tümü:

 

http://www.nesilyayinlari.com/urun_detay.php?uid=76

 

Buda cok hos.

 

Burdakide, felsefe hakkinda:

 

http://www.nesilyayinlari.com/urun_detay.php?uid=1626

 

Digerleri o kadar ilgimi cekmedi.

 

 

Tskler!

Bearbeitet von Sunnit
Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Wochen später...
"Külliyati üc defa okumadan lügate bakmaya lüzum yok. Sen lügat ögrenmiyorsun ki, Risale okuyorsun... Evvele Risale-i Nur´un üslubuna asina ol, sonradan lügate bak. Evvela benimseyeceksin. Risale-i Nur´u ve Üstadi nekadar benimsersen o kadar istifade edersin"

 

Yani Gazete gibi okuma demek istiyor. Anlayarak ve üzerine düserek oku demek istiyor.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Aslinda tam tersi, giris olarak asinalik kazanmak icin düz oku gec diyor, sonucta cince degil. Cogu kelimeler bir yerde mutlaka kendini aciyor, bazi kelimeler lugati ile pes pese yazilmis ve ayni anlama geliyor.

Bu her dil ve kültür bilimlerinde böyledir, "fachchinesisch" asinaliktan geliyor.

 

Ama ömür boyu bu taktigi uygulamak tabii ki cok mantiksiz, aliskanliktan sonra derine inmek varken.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Aslinda tam tersi, giris olarak asinalik kazanmak icin düz oku gec diyor, sonucta cince degil.

 

Okumaya tesvikdir, ama gaye bu degildir. Bir Insan birseyi okudug zaman anlamasi gerekir, yoksa orda gercek anlamda bir asinalik yokdur. Anlayanlar asina olmustur. Yoksa sadece anlamaksiz okumakla asina olacagina sananlar yanilir. Bu benim görüsüm. Bu sadece olsa olsa kurani kerime ve Sünnete öz bir tavirdir bana göre. Kuran okumakla insanin kalbi temizlenir, cünkü kurandakiler hepisi bir ayettir. Yani Elif Lam Mim bile. Harfler bile. Kurana iman ederiz. Sadece bu yüzden kiyaslanmasi mümkün degildir. Vahyi ile ilhamin kiyasi olmadigi gibi. Vahyi ilham gibi degildir. Vahyi Peygamberelere gelir ve hata olmaz. Ayetler delil olarak kullanilir. Ilham ise delil degildir vahyi gibi, hata olabilir, yanilma olabilir, yanlis anlama mevcut olabilir.

 

 

Bu her dil ve kültür bilimlerinde böyledir, "fachchinesisch" asinaliktan geliyor.

 

Ne demek istedigini anlamadim. Bazi kelimelerin ne anlama geldigini anlarsin tabiki, ama bilmek ve ihtimal vermek baska birseydir, veyahut zan etmek. Ehliyetsiz emniyet olmaz. Bu yüzden sözlük ile okumak, ve taleblerine irtibati yitirmemek önemlidir.

 

Ama ömür boyu bu taktigi uygulamak tabii ki cok mantiksiz, aliskanliktan sonra derine inmek varken.

 

Gaye anlamak ve hayatinda tatbik etmek. Yasa ve Basa uygun kitablar okumak gerekir. Bu benim kanaatim. Ve baska kitablarda varken, kendini egitmek varken, gelistirmek varken, kendine engel koymamak gerekir.

Bearbeitet von Sunnit
Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Said Nursi’nin talebelerinden Gülen’e mektup

 

16 Mart 2012 / 10:02

Mektupta sadeleştirilme çalışmalarının durdurulması istendi

Abdurrahman Iraz’ın haberi:

 

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi ile ilgili daha önce kamuoyuna açıklama yapan Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri konuyla ilgili Fethullah Gülen’e de bir mektup gönderdi.

Mektupta sadeleştirilme çalışmalarının durdurulması istendi.

 

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin vâris, nâşir ve talebesi olan altı kişinin imzasıyla yapılan açıklama ve Fethullah Gülen’e hitaben yazılan mektup şöyle:

 

Risale-i Nur’ların ‘sadeleştirme’ adı altında tahrif edilerek neşredilmeye başlaması üzerine, Risale-i Nur Külliyatı Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş olan talebe ve vârisleri olarak, bu mevzudaki görüşlerimizi kamuoyuna açıklamıştık.

 

Alenî olarak ve neşir yoluyla yürütülen bu faaliyete karşı bir taraftan Üstadımızın böyle bir tasarrufa asla müsaadesinin bulunmadığını umumî olarak açıklarken, bir taraftan da, bu teşebbüsü yürüten cemaatin Hocaefendi olarak tanıyıp hürmet ettiği muhterem M. Fethullah Gülen’e de ulaşmak ve görüşlerimizi yazılı olarak kendisine bildirmek istedik. Bu maksatla bir mektup kaleme aldık ve bir kardeşimizi elçi olarak tayin edip kendisiyle görüşmek ve mektubu takdim etmek üzere vazifelendirdik. Fakat bize ulaştırılan cevap, ‘Mektubu İstanbul’daki filân kişiye bırakın’ şeklinde oldu.

Bu durumda, biz de, bahis mevzuu mektubu, efkâr-ı umumiyeye tevdi ederek bu suretle kendilerine ulaştırmayı kararlaştırmış bulunuyoruz. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebe, hizmetkâr ve vârisleri olarak M. Fethullah Gülen’e hitaben kaleme aldığımız mektup aynen şöyledir:

 

Muhterem Fethullah Hoca Efendi,

 

Evvelâ; selam ile sıhhat ve afiyetinizi Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz.

 

Saniyen; Ufuk Yayınları namı altında Bediüzzaman Hazretlerinin Lem’alar Risalesi kelimeleri değiştirilerek güya sadeleştirme nâmı altında tahrib edilerek basılmıştır.

Bediüzzaman Hazretlerinin vâris, talebe ve naşirlerinden 6 kişinin imzası ile Lem’aların bu şekilde asliyeti bozularak neşredilmesinin karşısındayız. Kat’iyyen tasvib etmiyoruz. Risale-i Nurları tahriftir ve tahriptir diye beyanat verdiğimiz halde, bu beyanatımızı görüp okudukları halde, mezkûr yayınevi bu ikazımıza hiçbir değer vermeden neşriyatlarına devam etmekte ve reklamlarını her tarafta ilan etmektedirler. Onların bu tavrı Bediüzzaman Hazretlerinin vâris ve talebelerini ciddi bir surette rahatsız etmiştir. Kendi kitapları olmadığı, vâris ve naşirlerinden izin alınmadığı, ve şer’an da caiz olmadığı halde sırf kanunî boşluktan istifade ederek bu neşriyata madde ve nam için İslâmî hak ve hukuku çiğneyerek pervasızca devam etmeleri hayret ve ibretle takip edilmektedir.

 

Muhterem Hoca Efendi, Lem’aları tahrip ederek basan bu Ufuk Yayınlarının sizin camiaya dahil olduklarını duymaktayız. Sizin bu tahribattan haberdar olup olmadığınızı bilmiyoruz. Eğer haberdar değilseniz lütfen size haber veriyoruz. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin vâris, naşir ve talebeleri bu neşriyattan ciddi surette rahatsızdırlar. Derhal bunları durdurmanızı ve o şekil neşriyata son vermelerini rica ediyoruz. Bu hususta bizim bu mektubumuza da cevap vermenizi hemen rica ediyoruz.

 

Mustafa Sungur, Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Ahmed Aytimur, Salih Özcan, M. Said Özdemir

 

http://www.risalehaber.com/images/other/saidnursi_talebe_mektup.jpg

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

EVET HAKKIN HATIRI İÇİN

 

22 Ocak 1990 tarihli Zaman Gazetesinde ‘’ Hakkın hatırı için mi?’’ başlığı altında ve Şemseddin Nuri müstear ismiyle neşredilen yazıda, Risale-i Nurun sadeleştirilmesinin gerekliliği iddiası ileri sürülmüştür.Buna delil olarak da el yazma Kastamonu Lahikasından alınma ve yeni yazıda neşredilmemiş olan bir-iki satır yazı gösteriliyor.Hem Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine mani oldukları iddiasıyla Nur hizmetiyle bizzat meşgul olan fedakar hadimleri de itham edilmektedir.

 

Hz.Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin ve bütün Nur Talebelerinin ve bilhassa Risale-i Nurun külli hukuku namına, hem bundan böyle ta kıyamete kadar gelip geçecek nesl-i âtinin de bu mucize-i Kuraniyeden feyiz ve ışık alarak Nur’a talebe olma namzedlikleri itibarı ile o milyonlar masumların da hukuk-u maneviyeleri namına Hz.Üstad’a sadakat borcumuz olarak deriz ki:

 

Şimdiye kadar böyle gazete lisanıyla, Risale-i Nurun asliyetini değiştirme tarzıyla ve adeta meydan okuma edasıyla böyle bir itiraz yapılmamıştı. Yazıda Risale-i Nurun sadeleştirilmesine delil olarak gösterilen ve el yazma Kastamonu Lahikasından alınan o iki cümleyi Hz.Üstad Kastamonu Lahikasının yeni yazıyla neşre hazırlanışında kaldırmıştır.Elimizdeki orijinal nüshalarda bu husus mevcuttur.Mezkur cümlenin geçtiği paragrafın tamamı ise şöyledir:

 

‘’Saniyen: Burada, Lise mektebine tesirli bir nur girdi. O da Otuz İkinci Söz'ün Birinci Mevkıfı, Otuzuncu Lem'a'nın ism-i Adl ve Hakem Nükteleri, Tabiat Lem'ası hâtimesine kadar, Âyetü'l-Kübrânın, "Evet, bu dünya memleketine ve misafirhanesine giren herbir misafir..." diye başlayan Birinci Makamın başından ilham, vahiy mertebeleri hariç kalıp, ta On Sekizinci Mertebe olan kâinatın hudus hakikatı, ta imkâna kadar, yeni hurufla, bir ihtar-ı maneviyle izin verdik. Daktilo (el makinası) ile kendilerine yazdılar. Siz de bu dört parçayı birden cilt yapıp yeni hurufla ehl-i inkâra on ikilik top güllesi gibi atabilirsiniz.’’

 

İşte gazetede sadeleştirmeye delil olarak gösterilen o iki cümle bu parçanın devamı idi.Kastamonu hayatında yazdığı bu cümleyi şimdi ele alarak mana ve makamını nazara almadan külli bir sadeleştirmeye delil getirmek hatadır.Çünki böyle bir yanlış anlayışa meydan vermemek için Hz.Üstad yeni yazı neşirde bu cümleyi çıkarmıştır.Zira o cümlenin mana ve makamı :Kendi tasarruf ve nezareti altındaki o cüz’i hadiseye münhasırdır ve hem bundan sonraki hayatı ve neşir hususundaki tatbikatı bizce yakinen biliniyor ki ; bu cümleden anlaşılmak istenen mana gibi değildir.

 

Eğer böyle bir sadeleştirme müellifce gerekli görülseydi 1940’tan 1960’a kadarki neşriyat devresinde fiilen tatbik eder veya ettirirdi.Halbuki sadeleştirme ihtiyacı yani dilin değişmesi 1940’tan sonra daha da artmıştı.Bu kadar açık bir mantık tenakuzunu anlamamak nedendir?

 

Kastamonu hayatından sonra Denizli Hapsinde 10 ay hapis ve beraetten sonra ve Emirdağında ikameti sırasında ; Afyon Hapsinden evvel Isparta ve İnebolu’da teksir edilen Zülfikar, Siracünnur, Tılsımlar, Asa-yı Musa, Sikke-i Tasdik-ı Gaybi eserlerini defalarca müellif-i muhterem kendisi bizzat okuyup tashih ettiği gibi 1956’dan sonra Ankara ve İstanbul’da yeni yazıyla neşrine izin verdiği teşvik ve takip ettiği Sözler, Mektubat,Lem’alar, İşarat’ül İ’caz, A’sa-yı Musa, Mesnevi-i Nuriye , Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, Gençlik Rehberi ve sair diğer küçük eserleri bizzat Hz.Üstad tarafından yanındaki talebeleriyle beraber okunmuş efkar-ı ammeye ve istikbal nesillerine arz edilmiştir.

 

Risale-i Nur’un neden sadeleştirilemeyeceğinin çeşitli hikmetlerini anlatan Hz.Bediüzzaman’ın ve yakın talebelerinin bir çok ifade ve beyanları vardır.Numune olarak bunlardan birkaçını zikrediyoruz:

 

Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeyi, hattâ en muannide karşı dahi parlak bir surette ispatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inâyet-i İlâhiyedir. Çünkü hakaik-i imaniye ve Kur'âniye içinde öyleleri var ki, en büyük bir dâhi telâkki edilen İbni Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, "Akıl buna yol bulamaz" demiş. Onuncu Söz risalesi, o zâtın dehâsıyla yetişemediği hakaiki, avamlara da, çocuklara da bildiriyor. Mektubat 372

 

Elli altmış risaleler öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki, değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tetkike vakit bulamayan bir insanın, belki büyük zekâlardan mürekkep bir ehl-i tetkikin sa'y ve gayretiyle yapılmayan bir tarzda telifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inâyet olduklarını gösteriyor. Çünkü bütün bu risalelerde bütün derin hakaik, temsilât vasıtasıyla, en âmi ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikin çoğunu, büyük âlimler "Tefhim edilmez" deyip, değil avâma, belki havassa da bildiremiyorlar.

 

İşte, en uzak hakikatleri en yakın bir tarzda, en âmi bir adama ders verecek derecede, benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlâk, çoğu anlaşılmaz ve "Zâhir hakikatleri dahi müşkülleştiriyor" diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o sû-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu harika teshilât ve suhulet-i beyan, elbette, bilâşüphe, bir eser-i inâyettir ve onun hüneri olamaz ve Kur'ân-ı Kerîmin i'câz-ı mânevîsinin bir cilvesidir ve temsilât-ı Kur'âniyenin bir temessülüdür ve in'ikâsıdır. ( Mektubat 383)

 

‘’Kur'ân'ın bir nevi tefsiri olan Sözlerdeki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil, belki muntazam, güzel hakaik-i Kur'âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûp libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki öyle ister; ve bir dest-i gaybîdir ki o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.’’ (Mektubat sh 383)

 

Lütfen geçen cümleye dikkat edilsin. Yani yazarın ‘’ Risaleler ifadeler ve üslup bakımından tekrar gözden geçirilmelidir’’ iddiasına karşı Hz.Üstad’ın bir nevi cevabına bakınız: ‘’Muntazam, güzel hakaik-i Kur'âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûp libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki öyle ister; ve bir dest-i gaybîdir ki o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.’’

 

Hz.Bediüzzamanın alim, fazıl, ve edip talebelerinden merhum Ahmed Feyzi, Risale-i Nur’un tarz-ı beyanının ulviyetini şöyle ifade ediyor:

 

‘’Tahsil hayatı üç aydan başka mevcut olmadığı halde bu kadar feyz-i ilim neşreden ve ilmin harikalarıyla en müntehâ mesâil-i ilmiye ve âliyede en yüksek mütefekkirleri dahi hayrette bırakacak bir mantık ulviyeti ibraz eden ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanla bu kadar cazibedar bir tarz-ı beyan ve sürükleyici bir hareket izhar eden ve gayet feyyâz bir aşk ve heyecan terennüm eden bir derya-yı İmân ve bir hazine-i tevhid ve bir umman-ı hikmet halinde coşan bir ikinci Bediüzzaman gösterebilir misiniz?.. ‘’ (Şualar sh 564)

 

Risale-i Nur’un çok eski, çok sadık ve çok fedakar bir talebesi merhum Halil İbrahim’in lahikadaki fıkrasından bir parça: “Risale-i Nur Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın قَوْمِهِ بِلِسَانِ اِلاَّ رَسُولٍ مِنْ اَرْسَلْنَا وَمَا kavl-i şerifinin îma ve işaratından şu devrede Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, “Risale-i Nur”, Türkçe'de, lisan üzerinde de imam olacağına; yani yarın hâlis Türkçe olan Risale-i Nur'un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terkedeceklerine dair işaret-i Kur'aniyedendir demiş olsam hata etmemiş olurum zannederim.» (Emirdağ Lahikası-1- sh:99)

 

(Mekteb-i Fünunda ve ulum-u İslamiyyede gayet müdakkik ve kıdemli muallimlerden Hasan Feyzi’nin ehemmiyetli ve çok uzun bir mektubudur.Fakat bir kısmı tayyedildi; neşrine lüzum görülmedi.)

 

“Ey Risale-i Nur! Senin Kur'an-ı Kerim'in nurlarından ve mu'cizelerinden geldiğine, Hakk'ın ilhamı, Hakk'ın dili olup onun emri ve onun izni ile yazıldığına ve yazdırıldığına, artık şek şübhe yok. Fakat acaba senin bir mislin daha yazılmış mıdır?

 

Türkçe olarak te'lif ve tertib ve tanzim olunan, müzeyyen ve mükemmel, fasih ve belig nüshalarının şimdiye kadar bir eşi ve bir benzeri görülmüş müdür? Yüzündeki fesahat ve özündeki belâgat ve sendeki halâvet başka eserlerde görünmüyor. Ehil ve erbabına malûm olduğu üzere âyât-ı beyyinat-ı İlahiyenin türlü kıraat ile hikmet ve hakikat ve marifet ilimlerini ve daha bir çok rumuz ve esrar ve işaret ve ulûm-u Arabiyeyi hâmil olduğu gibi, sen dahi bir çok yücelikler sahife ve satırlarında, hattâ kelime ve harflerinde, talebelerini hayret ve dehşetlere düşüren birçok esrar ve ledünniyat taşıyorsun. İşte bu hal senin bir mu'cize-i Kur'an olduğunu isbat ediyor. Öyle yazılmış ve öyle dizilmişsin ki; insanın baktıkça bakacağı, okudukça okuyacağı geliyor. En âlî bir taleben senden feyiz ve ilm ü irfan aşkı aldığı gibi, en avam bir taleben de yine senden ders duygusunu alıyor. Sen ne büyük bir eser, ne tatlı bir kevsersin.

 

Bu hâlin Türkçemize büyük bir kıymet ve tükenmez bir meziyet bahşediyor. Senin ulviyet ve kerametin Türk dilini bütün diller içinde yükseltiyor. Kur'andan maada hiçbir kitaba ve hiçbir kavmin lisanına sığmayan bu kadar yüksek asalet ve fesahatı seninle dilimizde görüyoruz. Fesahat ve belâgatın son haddine çıktığı bir devirde Kur'an-ı Kerim'in nâzil olmağa başlamasıyla, Kur'an nuru karşısında üdeba ve bülegânın kıymetten düşüp sönen âsârı gibi, senin de o hududsuz ve nihayetsiz ve emansız fesahat ve belâgatın hutebayı hayretlere düşürmüştür. Sen bir şiir-i destanî değilsin. Fakat o kadar fasih ve belig ve edalı ve sadâlı ve nağmeli yazılmış ve bütün harflerin birbirine dayanarak kelime ve kelâmların siyak u sibak, intizam ve insicam ile dizilmiş ve bunlar birbirine o kadar kuvvet ve kudret ve metanet vermiş ki; mensur ve Türkî ibareli olduğun halde, yine mislin getirilemez. Senin gibi parlak bir eser bir daha kimseye nasib olmaz.

 

İslâmiyet güneşinin doğuşundan tam ondört asır sonra, senin gibi ulvî ve İlahî ve arşî bir Nur'un, tekrar ve yeniden, bahusus bu son asırda hem Türk elinde ve hem de Türk dilinde doğması acaba kimin hatır u hayalinden geçerdi? Bu ne büyük nimet, bizler ve bu asır halkı için ne bahtiyarlık ya Rabbî!

 

Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır. Garb dillerinin herbirisine tercüme ve nakil olunan Mevlâna Câmî ve Mevlâna Celaleddin'in ve Hazret-i Mısrî ve Bedreddin'lerin âsâr-ı mübarekeleri sana bakıp "Bârekâllah, zehî saadet sana ey Risale-i Nur, hepimize baştacı oldun!" diye tebrik ve tehniyelerini sunmaya ve rûy-i zeminin insanla beraber bütün zîhayat mahlukatı dahi seni kabule hazırlanıyorlar…

 

Hele o güzel teşbih ve tabirlerin bir misli, bir daha bulunup söylenemez. Sendeki mukayese ve muhakemelerin, vak'a ve temsillerin bir benzeri ve bir naziri bir daha getirilemez.

 

Kur'an-ı Arabî'den Türkçe Sözler'e akan ve bugün öz Türkçeden fışkıran bu feyz ve bu nurlar, kalblerde senin bir nümune-i kudret ve nişane-i rahmet olduğuna hiç bir rayb ve güman bırakmıyor. Sen âyine-i idrake cilâ ve âlem-i kalbe safa ve ruh-u revana gıdasın.

 

Allah Allah! Türk milleti seninle ne kadar iftihar etse yine azdır. Gözleri nurlandırıp, gönülleri sürurlandıran bu hüccetler ve tabiratın ve bu kelimat ve teşbihatın arş-ı a'zamdan inen Kur'an-ı Hakîm'in delil, hüccet ve bürhanları olduğu muhakkaktır. Çünki kederleri gidererek insana neş'e ve neşat veriyor. Okunurken hiçbir itiraz sesi ve hiçbir inkâr kokusu duyulmuyor. O zaman akıl ve mantık duruyor, nefs-i insanî safileşiyor, hem duruluyor. Sanki senin bütün hakikatların, evvelâ Rabbanî ve Rahmanî fabrikaların ulvî ve Samedanî tezgâhlarında işlenerek, sonra Nur-u İlahî deryasında yıkanıp çıkarıldıktan sonra gülyağı fabrikasına verilmiş, orada yedi defa gülyağlarına batırıldıktan sonra hâlis öd ağacı ile buhurlanmış ve bunlar ile yazılmışsın. Bütün mes'ele ve maddelerin hep sayılı ve saygılıdır. O muntazam ve mükemmel, müzeyyen ve münevver sözlerin şimdiye kadar yazılan ihtilaflı eserleri büküp hepsini bir yana bırakmış ancak kendini nazargâh-ı enama arzeylemiştir.» (Konferans sh:83)

 

1950 öncesi Mehmed Feyzi ağabeyin “Asa-yı Musa” mecmuası için hazırladığı lügatçenin başına yazdığı ve Hazret-i Üstadımızın da münteşir Emirdağ Lahikası-1 sh:224’de tahsin ettiği bir fıkrasını sualiniz münasebetiyle dercediyoruz:

 

«Bedî-ül beyan olan Risale-i Nur’un müellifi, üstadımız, Allame-i Said-ün Nursi Hazretleri evvela mücahede-i nefsaniyeyi herşeye takdim ve sıfat-ı mezmumeyi mahv.. alaik-ı dünyeviyeden inkıta’.. hakikat-ı himmetle Cenab-ı Hakka teveccüh ettiğinden kalb-i münevverinden hicab-ı zulümat, inayet-i Hakla inkişaf ve Rahmet-i İlahiyye feyezan ve Nur-u Samedani lemaan edip

 

 

 

رَبِّهِ مِنْ نُورٍىعَلَفَهُوَ لِْلاِسْلاَمِ صَدْرَهُ اللّهُ شَرَحَ اَفَمَنْ

 

sırrına mazhariyetle sadr-ı şerifi müşerih olup, Rahmet-i Sübhaniye ile sırr-ı melekût mir’at-ı kalbine münkeşif ve hakaik-ı imaniye ve Kur’aniye tele’lü ettiğinden...

 

Şüphesiz Risale-i Nur, doğrudan doğruya ilham-ı İlahi ve İhsan-ı Rahmanî, İkram-ı Rabbanî, feyz-i samedanî, İntak-ı Sübhanî, hem i’caz-ı manevi-i Kur’ani... hem makbul-u şah-ı Risalet (asm)hem memduh-u şah-ı Velayet (RA)... hem mergûb-u Şah-ı Geylani(KS). . . hem Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın sema-i manevisinde parlayan hidayet ve tevfik güneşlerinin, nurlarının in’ikası... hem sırr-ı veraset-i kamile-i Nebeviyye(ASM) cihetiyle Resul-i Ekrem’e (ASM) ihsan olunan cevami-ül kelimn gibi, Üstadımıza dahi kalil-ül lafz, kesir-ül mana, kelimat-ı camia ikram olunması...

 

Hem Üstadımız, Esma-i Hüsnadan İsm-i Bedi’a mazhariyetten, telifi olan Risale-i Nur, kelimat-ı bedîa ve tabirat-ı garibe ile müzeyyen olması... hem tercüme olunacak kelimat-ı arabiyede Üstadımız yalnız lügatçe sathî manaları düşünmeyip belki gayet geniş ve pek kudsî olan iman ve Kur’an hakikatlarını nazara alarak gayet harika deliller, zahir bürhanlar, kat’i hüccetler isbat ve beyan ettiğinden o kelimet, ifade edip baktıkları külli hakikatlardan, kudsi manalardan birer ulviyyet, birer külliyet kesbetmesi... hem Üstadımız eskiden beri fesahat-ı aliye ve belagat-ı fevkalade sahibi olduğüundan, Risale-i Nur belagat ve edebiyetçe pek yüksek bir mevkide bulunması gösteriyor ki, o nurlu kelimatı tercüme etmek imkansızdır.

 

Muhterem Mehmed Feyzi Efendi muhakkik ve müdakkik bir alim olması, sekiz sene Hazret-i Üstadımızın hizmetinde ve katibliğinde bulunması, Üstadımızdan da ders alması gibi çok mazhariyetleriyle, Risale-i Nur’un üslubu ve ifadesi ve kelam ve kelimeleri hakkında kanaat beyan etme hususunda alimler ve talebeler içinde en salahiyetdar şahsiyetlerden birisi olması noktasından, bu parça çok ehemmiyetli ve merhum ağabeyin Risale-i Nur’u nasıl anladığının parlak bir misalidir.

 

Abdülkadir Badıllı naklediyor: «1969’da Arabi Mesneviyi tab’etmek için teşebbüse geçtiğimizde;aslen Arabça olan Mesnevinin içinde geçen bazı Türkçe kelimelerin Arapçaya tercümesi lazımdır, çünkü bu kitab Arapçadır ve Arabların içinde neşredilecektir, diye merhum Zübeyir Ağabeye mektubla bildirdim. :

 

Bu hususta Zübeyir ağabeyden gelen mektub aynen şöyledir

 

“Rabian: İkinci mübarek ve müjdeli mektubunuzu aldım. Bugünkü neslin bilmediği fakat ihtiyacına binaen öğrenmek zaruretinde olduğu kelimeleri, Üstadımızın harikulade üslup ve belagatını ve hakikatleri ifade sadedinde isti’mal ettiği lügatları aynen muhafaza etmekle hepimiz mükellef bulanmaktayız. Hem merhum ve muazzez Üstadımızın sağlığında bu hususlarda:

 

1-Ya sahife sonlarında veya satır içinde lügatların yanına parantez içinde yazılıp yazılmayacağına,

 

2-Veyahut bir Risale-i Nur mecmuasının sonuna lügatçe ilavesine dair istenilen müsaadelere, mübeccel Üstadımız izin vermemiştir. Bir defasında şöyle buyurmuşlardı: “Bu Risale-i Nur’u tahriftir. Bir zaman birisi yapmak istedi, çok zarar verdi. Okuyanlar biraz zahmet çeksinler, lügatlerden arayıp bulsunlar.”

 

Eğer “şimendifer, eczahane, santral” gibi lügatler, “Nuriye”de Arabî risalelerin içinde ise; mezkur vazifemize ve hakikata binaen yine değiştirmeyeceğiz. Okuyan zatlar öğrensinler. Eğer Arabçayı okuyacak yeni nesil ise, Yirminci asrın mevki-i muallasından hitab eden Mübelliğ-i Mübin’in, Hadi-i Ekber’in –kim bilir akılların ermediği ne hikmete binaen yazdığı-mevzubahis kelimeler misillu lügatları merak edip öğrenmek şeref-i manevisine yükselsinler.

 

Hamisen: Eğer Arabîleri başında, eğer başlıklar Türkçe ise yine aynen Türkçe olarak kalsın. Madem Üstadımız o büyük eseri, tekrar tekrar okumuş ve mecmua haline getirmiş olduğu sıralarda o başlıkları aynen bırakmış; bizlerde aynen bırakırız. -Hasta Kardeşiniz-

 

İşte merhum Zübeyr ağabeyin Risale-i Nur neşrinde gösterdiği en büyük sadakat titizliğini ve en vefakar halet-i ruhiyesini ve samimi telakkisini gösteren ve bildiren ifadeleri...’’

 

1948-1949'da Afyon hapsinde Ahmed Feyzi Ağabeyin Hz. Üstad’dan gençler için risalelerin biraz sadeleştirilmesine dair mektubuna, Hz. Üstadımızın verdiği cevabdır:

 

"Saniyen: Nur'un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarında haşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir. Hem su-i istimale kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik müdakkik olmaz yanlış bir mana verir, bir kelime ilave eder, ehemmiyetli bir hakikati kaybetmeye sebep olur. Ben tashihatımda böyle zararlı ilaveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parka dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti var... " (Emirdag Lahikası, elyazma sh. 661)

 

1950'den sonra "Büyük Doğu" mecmuasını çıkaran meşhur yazar ve şöhretli edip Necip Fazıl Kısakürek, risale¬lerden bazılarını sadeleştirerek mecmuasında neşrettiği zaman, Hz. Üstad onu durdurmak için talebelerini vazifelendir¬di ve o neşriyatı durdurdu. Bu hususta, Üstadın hizmetkarı ve en yakın talebelerinden merhum Ceylan Çalışkan ile Zübeyir Gündüzalp, Necip Fazıl Bey'e Risale-i Nur'un sadeleştirilemiyecegine dair uzun mektuplar yazdılar. Müdellel ve mevsuk hüccetlerle onu durdurdular.

 

Gazetedeki aynı yazıda yazar, Semseddin Yeşil'in risalelerden aldığı parçaları kendi eserinde değiştirerek neşretiğini ve bu hareketini Bediüzzamanın hoş karşıladığını yazıyor.

 

Biz hizmetkarları yakinen biliyoruz ki; böyle dost bazı yazarları gücendirmemek için Hz. Üstadımız zahiren mu-halefetini göstermezdi. Mesela elyazma Emirdağ Lahikası’nda yakin talebelerine hitaben şu mektubu yazmıştır:

 

‘Aziz, Sıddık kardeşlerim

 

Evvela: Cenab-ı Hakka hadsiz şükrediyorum ki Risale-i Nur’un neşrinde Medresetüzzahra erkanlarının sarsılmaz, geri çekilmez himmetleri ve gayretleri ceridelerle intişarına ihtiyaç bırakmamış.İntişarındaki ihlası; ceridelerde münafi-i ihlas olan cereyanlara alet olmaktan muhafaza etmiş.Hatta en ziyade Nurlara taraftar olan Sebilürreşad’ın hakkımızda neşriyatımıza taraftar olamazdım.Ve hatırını kırmamak için onun teşebbüslerini zahiren reddedemedim, fakat kalben razı değildim.Medresetüzzehranın ihtiyac-ı hakiki derecesinde neşriyat-ı halisanesi, ceridelere ihtiyaç bırakmamış.’’

 

Risalelerden bazı bahisleri bir derece izah ederek mecmua ile neşrini isteyen alim bir talebesine izin vermeyen mektubunda Hz. Üstad: "Sakın Şemsi gibi Nurları tağyir etmesin" diyerek izin vermez. Aynı yazarın iddiaları arasında: Risaleler miri malıdır. Hiç kimsenin, hatta müellifinin daha bu eserleri sahiplen¬meye hakkı yoktur" diyerek Nurlara yağma yapılabilir sahipsiz bir mal şeklinde gösteren ve çok acib bir fevza kapısını açan iddiası da var. Anlaşılıyor ki, bu iddia sahibi Hz. Üstadın mükerrer vasiyetlerinde ve eserlerinin çok yerlerinde ‘’sahibler" dive vasıflandırdığı ve Nur'un haslar dairesini teşkil eden "varisler" ve iman hizmeti fedakarlarını adeta hiçe sayıyor. Sözü uzun etmemek kin vasiyetnameleri ve haslar dairesinin fedakarlarına dair pek çok beyanlarını külliyat-ı Nura havale ile birkaç parçayı nakletmekle iktifa ediyoruz. şöyle ki:

 

" Risale-i Nur’a sizin gibi pekciddi sahip ve muhafız ve vâris ve hakikatbin ve kıymetşinas zatların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlaslı olarak vazife-i Kur’aniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemal-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-i kalble ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum. " (Kastamonu L. sh. 5)

 

Aşağıdaki mektubu da Hazret-i Üstad; Afyon hapsinden tahliyesi zamanında kendi mübarek hattıyla yazmış ve Risale-i Nur'u mahkemede hararetle müdafaa eden ve sadakat gösteren talebelerine, mektubun başına isimlerini yazarak göndermiştir;

 

Aziz, sıddık kardeşlerim, Bayram tebrikiyle beraber herbirinizi derecesine göre birer Said ve birer vârisim ve benim yerimde Nurların birer bekçi muhafızı olarak mânevî bir hâtıraya binaen kabul ettiğimi haber verdiğim gibi, şimdi de size beyan ediyorum. Mâdem haddimden çok ziyade hüsn-ü zannınızla bana ulûm-u imaniye ve hizmet-i Kur'âniyede bir üstadlık vermişsiniz. Ben de herbirinize derecesine nisbeten eski zaman üstadlarının icazet almaya lâyık olan talebelerine icazet-i ilmiyeyi verdikleri misilli icazet veriyorum. Ve bütün kanaatimle ve ruh u canımla sizi tebrik ediyorum. İnşaallah şimdiye kadar sadakat ve ihlâs dairesinde fevkalâde neşr-i envar ettiğiniz gibi, daha parlak devam edip bu âciz, zayıf, mütekaid Said bedeline binler muktedir, kuvvetli vazifeperver Saidler olursunuz. Emirdağ Lahikası II sh 6

 

Risale-i Nur'un mal-i umumî olup, temellük edilememesi demek: Risalelerdeki hakikatlar, Kur'an'ın malıdır, fikir mahsulü değildir demek olduğu, külliyatın müteferrik yerlerinde musarrahtır. Onun için bunun üzerinde daha fazla durmuyoruz. Yazıda, risaleden alınıp değişiklik yapılan bir parça ile, asıl orijinal arasında mukayese için örnek veriliyor.Böylece o meçhul şahsın Bediülbeyan vasfıyla tavsif edilen Risale-i Nur’un belagatının üstünde bir belagat sahibi olduğu fikri ihsas edilmekle, ehl-i vicdanın nazarında nasıl bir istiskale maruz olduğu izahtan varestedir.

 

Yazar, Risale-i Nur’un bizzat telifindeki harika nailiyeti, âyatın muayyen zamanlar içinde açılıp telife medar kudsi ilham-ı külli olan ulviyet-i beyanını bilmemekte, düşünmemekte ve hatta mezkur külli mana ile vücuda gelen ve Nurların ders tarzı suretiyle cilveger olan, veraset-i Nübüvvet sırrıyla bu asrı ve gelecek asrı nurlandıran kudsi mahiyetini nazara almamaktadır.

 

Velev hizmet mülâhazası ile de olsa, "Risale-i Nur sadeleştirilmelidir" diye gazete lisanıyla âleme ilânat, milyonlar Nur talebelerinin akıl, kalb ve ruhlarının tâ derinliklerinden bağlandıkları Risale-i Nur'a ve te'lifindeki güzelliğine perde çekmek hükmünde telakki edilmekle, o yüce velinimetinize karşı nasıl bir sadakatsizlik ve vefasızlık örneği gösterdiğiniz, cidden medar-ı teessüftür. Hz. Üstad değil sadeleştirmeye, kalem karıştırmaya dahi râzı değildir.Buna bir misal olarak da:

 

Hz Üstadımız bir gün en has talebesinin fihrist risalesini güya mana daha güzelleşiyor; düşüncesiyle yaptığı mütalaadan sonra Zübeyir ile Ceylanı çağırıp: ‘ Benim Sungur ile bir muhakemem var, onlar böyle böyle yapmışlar.Beraber gelin, manaya dikkat edin, hangisi doğru? ‘ deyip karşılaştırıp sonra telifindeki asliyetteki mananın şumülü ve isabeti ortaya çıkmakla, o risaleyi getirene şiddetli bir tokat aşkedip: ‘ Titremeli idiniz. Ben dahi kalem karıştıramıyorum.Siz nasıl kalem karıştırdınız?’ diye hiddet gösterdiği, yeminle bu hadisenin hem şahidi hem muhatabı olarak size arzedilmiştir. İşbu keyfiyet, bilindiği halde, siz şimdi hangi üstadın, hangi Bediüzzaman’ın, sadeleştirmeye izin verdiğinden bahsediyorsunuz?

 

Meselemizle alakalı bir hatırayı Ahmed Aytimur anlatıyor:

 

Üstadımız Samsun Mahkemesi münasebetiyle İstanbula geldiğinde, bir gün bu manada bir sohbette, şu mealde beyanda bulundular:

 

"Adamlar dünyevi hacatı için veya ticaret veya dünyevi bir maksat için ta şarktan buraya kadar geliyorlar, mas¬raflar yapıyor, zahmetlere katlanıyorlar. Uhrevi ve ebedi hayat ve saadeti için neden anlamağa çalışmıyor? Lügata baksın, dikkat etsin, gayrette bulunsun. Bu işde de biraz zahmet çeksinler."

 

Risale-i Nur'daki hakaik-1 imaniye ve Kur'aniye dersleri gibi, Nur talebelerinin hizmete, derse ve sair talebelik vecibelerine dair, Lahikalarda ve mektubatta Hz. Üstadin müteaddit ders ve talimleri, ihtar ve ikazları vardır. Bu husus Hizmet Rehberi'nin başında şöyle ifade edilmiş:

 

“Risale-i Nur müellifi muazzez Üstadımız, uzun yıllar boyuncahizmet-i Nuriyenin muhtelif safhalarında talebeleriyle birlikte mâruz bırakıldığı çeşitli hallerde, zaman ve zemine münasip ve o hallere muvafık ders, îkaz ve irşadlarda bulunmuştur. Risale-i Nur’daki hakaik, nasılki doğrudan doğruya feyz-i Kur’an’dan mülhem hakaik-ı imâniyedir; zaman ve zemine göre değişmez, ebedî hakikatlardır. O kudsî hakaikın ders ve taliminde, neşir ve ilânatında da hizmete taalluk eden irşad, îkaz, teşvik ve tergîbi tazammun eden şu gelecek mes’eleler de herhalde değişmez dersler ve esasattır ki, Nur Talebeleri hayatın ve hizmetin muhtelif saha ve safhalarında onlardan istifade ederler, müşkilatlarını giderirler.” (Hizmet Rehberi sh: 8)

 

«Buraya kadar takdim edilen bir kısım nakil ve beyanlarla Üstad Hazretlerinin Nur’ların sadeleştirilmesine izin ve müsadesi olmadığını, olamayacağını ifadeye çalıştık. Yalnız bizim buradaki cevabî yazımız, Hazreti Üstadı rehber kabul edip ona sadakat gösterenler içindir. Dikkat ve insaf ile mezkûr bedihiyata nazar eden ve Mektubat-ün Nuru okuyan okuyan herkes, Hazret-i Üstad’ın bu husustaki temeyülatını yakînen görecektir. Eğer gençliğin ve nesillerin Nurlardan istifade ve istifazaları cidden arzu ediliyorsa, bunun yolu; Nurların sadeleştirlmesi değil, bil’akis Kur’an-ı Hakim’in bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nur’un telifindeki ve şimdiye kadar neşrolan asliyetindeki kudsiyetini muhafaza ile, genç ve körpe dimağlara, berrak gönüllere bu Kur’an nurlarının ulaştırılmasıdır.

 

“Benim hizmetim ve sergüzeşte-i hayatım bir nevi çekirdek hükmüne geçmiş. İnayet-i İlahiyye ile, bu zamanda ehemmiyetli bir hizmet-i imaniyyeye mebde’ olmak için Kur’andan gelen ve meyvedar bir şecere-i aliye olan Nur risalelerini ihsan etmiş” diyen bir üstadın hayatını, şahsiyetini ve eserlerini nazara vermektir.

 

Ve “Nur” ism-i şerifine mazhar nurani bir külliyetle Nurların dersinde, tahririnde, okunup yazılmasında biiznillah tecelli eden ebedi mürşid-i maneviyi genç nesillere takdim etmektir.Ve sizden beklenende zaten budur.Ve Allah size böyle çok büyük çok külli bir hizmet imkanı bahşetmiş bulunuyor. Sadeleştirme perdesi arkasında bu külli nimet ve mazhariyet gizlenmeye ve sathiliye çevrilebilir.Buna asla müsaade etmeyiz ve etmemelisiniz.Evet şimdi Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği bu kadar maddi-manevi imkanlar, inayetler içerisinde ehemmiyetle üzerinde durulacak husus:

 

‘’ kevser-i Kur'ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev'indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.’’ Diyen bir kudsi Üstadın meslek ve meşrebi içerisinde hizmete devam etmektir.

 

Son olarak:Hz. Üstadımızın Emirdağ ve Ispartada dış kapının iç kısmına astırdığı ve her gelenede okumasını emrettiği ve Lahikalarda derc edilen birkaç merktubun bazı kısımlarını takdim ediyoruz :

 

"Herbir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zat birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir" diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum.’’ (Emirdag Lahikası II Sh 104)

 

‘’Benimle görüşmek isteyen aziz kardeşlerime beyan ediyorum ki: İnsanlarla görüşmeye zaruret olmadıkça tahammülüm kalmadığından, hem şimdi tesemmümden, zafiyetten, ihtiyarlıktan ve hasta bulunmuş olmaktan dolayı fazla konuşamıyorum Buna mukabil, kat'iyyen size haber veriyorum ki: Risale-i Nur'un her bir kitabı bir Said'dir Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakikî bir surette benimle görüşmüş olursunuz Ben şuna karar vermiştim ki; Allah için benimle görüşmek isteyenleri görüşmediklerine bedel her sabah okuduklarıma, dualarıma dâhil ediyorum ve etmekte devam edeceğim’’ (Emirdağ L. sh 191)

 

 

 

Aynı manada Hz.Üstadın hanımlar taifesine yazdığı dersindeki bir parça ile, Nurların okunmasının, semavat ehlinin takdirine mazhar olduğuna dair bir parçayı da dercediyoruz:

 

‘’Ben işittim ki, benim size camide ders vermekliğimi arzu ediyorsunuz. Fakat benimperişaniyetimle beraber hastalığım ve çok esbab, bu vaziyete müsaade etmiyor. Ben de sizin için yazdığım bu dersimi okuyan ve kabul eden bütün hemşirelerimi, bütün mânevî kazançlarıma ve dualarıma Nur şakirtleri gibi dahil etmeye karar verdim. Eğer siz benimbedelime Risale-i Nur'u kısmen elde edip okusanız veya dinleseniz, o vakit, kaidemiz mûcibince, bütün kardeşleriniz olan Nur şakirtlerinin mânevî kazançlarına ve dualarına da hissedar oluyorsunuz.’’ (Lemalar: 203)

 

‘’O dersler, ulûm-u imaniyedenolduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bâhusus, siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz.

 

Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakkın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimâından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz çoktur.

 

Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî ziyneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş:

 

[2]

 

Yani, semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san'atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.

 

Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi, her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibarıyla inşaallah o cümledendir.’’ (Barla Lahikası sh 260)

 

Nurlarla meşgul olmanın yani okumak, dinlemek veya yazmak suretiyle iştigalin aynen Hz.Üstad’la manevi görüşmek ve ondan ders almak hükmüne geçtiğini ve bu dersler yalnız fikri ve ilmi dersler olmayıp, Nur’a talebe olma ve şirket-i maneviye sırrına mazhariyet gibi külli ve umumi bir hayır ve Nur’a nailiyette bulunduğunu göstermektedir. Bu gibi külli, kudsi neticeler ise: Risalelerin sadeleştirilmesi gibi tahrifat hükmüne geçen tasarruflarla elde edilmez.Ve maksadın tam aksine, gençlerin ve nesillerin istifade ve istifazalarına mani olunmuş olur.

 

Risale-i Nur neşriyatında Hz.Üstadın hizmetinde bulunan

 

talebelerinden talebelerinden

 

Said Özdemir Ahmed Aytimur Hüsnü Bayram Sungur

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Abdullah ağabeyin sadeleştirme çağrısı-Video

27 Mart 2012 / 12:34

Dua ettiğini ifade eden Yeğin ağabey, daha sonra Risale-i Nur'u sadeleştirme çalışmalarına değindi

 

Abdurrahman Iraz'ın haberi:

BURSA-RİSALEHABER

Bediüzzaman Said Nursi'nin talebelerinden Abdullah Yeğin Bursa'daki Bediüzzaman programlarına katılmadı. "Ağabeyler Konferansı" için görüntülü mesaj gönderen Abdullah Yeğin ağabey, önce programı tebrik etti. Dua ettiğini ifade eden Yeğin ağabey, daha sonra Risale-i Nur'u sadeleştirme çalışmalarına değindi.

İşte Abdullah Yeğin ağabeyin mesajı:

 

 

 

 

Muhterem kardaşlarımız esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü. Cenab-ı Hak hizmet-i imaniye için toplantınızı mübarek eylesin, hayırlı eylesin. İnşallah bizler de sizinle beraber gibi dua ediyoruz.

Fakat ben biliyorsunuz birkaç gündür Risale-i Nur hakkında Üstadımızın fikirlerine muhalif olarak, Üstadımız razı olmadığı halde, Üstadın varisleri razı olmadığı halde, Üstadın talebeleri, Risale-i Nur talebeleri dünyanın her tarafına dağıldığı halde Risale-i Nur anlaşılmıyormuş diye, sadeleştirme diye bir uydurma çıkardılar. Ben bu millet harekete geçmedikçe, bu millet, kardaşlarımız, Nur talebeleri... İlk mektep mezunu olmayan bile, ilkmektebi okumayan bile Risale-i Nur'u okuyor anlıyor. Bunlar, bilgiçlik taslayanlar ve bu şekilde hareket edenler susmadıkça ben bu gibi toplantılara gelmeyeceğime söz verdim, kusura bakmayın. Ben şimdi gelemiyorum. Siz Nur talebesi olarak vazifeniz neyse yaparsınız inşallah. Cenab-ı Hak sizleri muvaffak eylesin.

Bu yazanlar; mesela Mehmet Ali Bulut kardaşımız ne kadar güzel izah etmiş, diğer kardaşlarımız ne kadar güzel izah etmiş, yani bunlar haksız mı konuşuyor? Üstad Bediüzzaman'ı dinlemezsek başka kimseyi dinlemeyiz. Allah bizi Üstadımızdan ayırmasın. Üstadımıza hakaret edenler cezalarını Allah'ın izniyle bulurlar diyeceğim. Esselamu Aleyküm. Kusura bakmayın ben sinirli konuştum. Allah kusurlarımızı affetsin.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Wochen später...

ABD’Lİ YAZAR: SADELEŞTİRME İSTEĞİ TEMBELLİK BAHANESİ

 

 

AMERİKALI mühtedi John Zacharias Crist Risâle-i Nurların sadeleştirilmesini tembellik bahanesi olarak yorumladı.

 

SADELEŞTİRME İSTEĞİ TEMBELLİK BAHANESİ

 

AMERİKALI mühtedi John Zacharias Crist Risâle-i Nurların sadeleştirilmesini tembellik bahanesi olarak yorumladı.

 

Amerika’dan dil eğitimi fakültesi mezunu olduğunu söyleyen John Zacharias Crist, asıl mesleğinin Fransızca eğitmeni olduğunu ifade etti. John Zacharias Crist, üç senedir İstanbul’da ikamet ettiğini belirterek Risâle-i Nurları okuyarak öğrendiğini ve Nur Talebesi olduğunu bildirdi. Türkçeyi çok fazla bilmediği halde, Nur Talebesi olarak en çok kendisine yöneltilen sualin, "Risâle-i Nur’un ‘sadeleştirmesi’ hakkında ne düşünüyorsunuz?" olduğunu söyleyen John Zacharias Crist, “Bu suale hiçbir dil, ne olursa olsun, sadeleştirilemez, ancak sakatlaştırılabilir diyorum” dedi. İnsanların ifade edebileceği kabiliyeti ve fikirleri daraltıyor diyen J. Z. Crist sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’de bir sefer 14 ve 15 yaşındaki öğrencilerle Risâle-i Nur sohbeti yapıyordum ve nifak kelimesini kullandım. Öğrencilerin çoğu bu kelimenin mânâasını bilmiyordu. Buna ben çok şaşırdım. Aynı yaştaki Amerika’da yaşayan bir öğrenci hem bu kelimenin mânâsını bilir hem de günlük hayatında kullanır. Yani, bu ne demek? Bu öğrencilerin zihniyetinde nifak mefhumu yoktu. Manasını bilmeden kendi dünyasında ne kavrayabilir ne de yansıyor. Hayatta nifakane bir hadiseyi tecrübe etseler bile onun aleyhinde kördür ve ona karşı bir cevap veremezler.” John Zacharias Crist, ‘Risâle-i Nur artık anlaşılmıyor’ diyenler var şimdi. Ona karşı neyi düşündüğümü merak edenler de çok. Ben, 500 sene evvel yazılan Shakespeare’in şiirlerini ‘sadeleştirilmeden’ anlayabilirim. Hatta 800 sene evvel yazılan Chaucer’in İngilizcesinin bir kısmını da anlayabilirim. Evet, İngiliz dili, o 800 ve 500 seneler zarfında değişmiş, yeni kelimeler oluşturuldu. Eskiden daha saf bir dil değildi ve hâlâ İngilizcenin yüzde 40 Fransızca, yani Latince, kökenlidir; ama İngilizce konuşan dünyası ona karşı hiç eziyet hissetmiyor. Bilâkis ona bir zenginlik olarak algılıyor. Bizim dilimizi daha iyi bir şekilde öğrenmek için ya Fransızcayı ya da Latinceyi okuyoruz. Evet, ben de Latinceyi lisede okudum. Benim fehmettiğim kadarıyla sadeleştirmek, tembellik meşhurlaştırmasından başka bir şey değildir şeklinde konuştu.

 

SHAKESPEARE’İN ESERLERİNİN SADELEŞTİRİLMESİNE İZİN VERMEZLER

 

Shakespeare’in eserlerini ilk gördüğümü hatırlıyorum, ilk nazarda anlayamadım. Fakat öğretmenlerimiz ve halkımız Shakespeare’in ‘sadeleştirilmesi’ne izin vermedi ve vermez diyen John Zacharias Crist, “Onun eserlerine ve mütedahil manalarına müdhiş bir hakaret olarak görürdüler. Çünki nüansları ve derin kavramları, gözlerimizin altında olduğu halde kaybolurdu. O vakit ne yaptı kıymetdar öğretmenlerimiz? Bize Shakespeare’i okuttular, anlamadığımız kelimeleri anlattılar, değişik gramer kurallarını şerhettiler, tâ ki mütenevvir olduk. Bize sakat bir dil ile bırakmadılar; vazifesini yaptılar ve elhamdülillah, 500 senelik ihtiyar bir İngilizceyi, günümüzdeki İngilizce gibi anlayabilirim” dedi. Ana dilim İngilizce olduğu halde kendi dilimde sürekli yeni kelimeleri öğrenmekten zevk alıyorum diyen John Zacharias Crist sözlerini şu şekilde tamamladı: “Çünkü fikrimi geliştiriyor, o kadar dar bir dünyada yaşamaya mahkûm değilim, Bir eser okurken, İngilizce–İngilizce Sözlüğü elimde olmadan kendimi silâhsız hissediyorum. Bu usûlü Türkiye’de çok nadiren gördüm. Evet, normal bir Amerikalının evindeki kitaplıkta bin sahifelik bir sözlüğün bulunması neredeyse şarttır ve içindeki kelimeler tâ Shakespeare’den evvel açıklıyor. Peki, okurken bilinmeyen bir kelimeyle karşılaşıldığı zaman bu kadar tembellik için ne bahane var? Artık ben soruyorum.

 

 

Yeni Asya tarafından yazıldı.

PERŞEMBE, 05 NISAN 2012 00:03

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 3 Wochen später...

Başbakan Erdoğan'ın sadeleştirme yorumu

21 Nisan 2012 / 10:47

Bu sohbetin sadeleştirmeye tekabül edip etmediğine siz karar verin!

İbrahim Mert'in haberi:

 

RİSALEHABER-Nur cemaatlerinin son zamanlardaki önemli gündemlerinden biri Risale-i Nur'un sadeleştirilmesi. Ufuk Yayınevi'nin yaptığı sadeleştirme, başta Bediüzzaman Said Nursi'nin talebeleri olmak üzere büyük bir kesimin tepkisini çekiyor.

 

Gençlerin geçmişi ile arasındaki bağı kuvvetlendiren Risale-i Nur'un kullandığı Türkçe'nin tahrip edildiğinin ifade edildiği tepkilerde, yapılan sadeleştirmenin zamanla daha yeni sadeleştirmelere kapı açacağı ve eskinin tamamen anlaşılamayacağı endişesi dile getiriliyor.

 

Nur talebelerinin hassasiyeti zaman zaman medyada farklı kişilerce dile getirilen "Türkçeyi koruma" ikazlarıyla birleşiyor.

 

Bunlardan biri de Hürriyet yazarı Taha Akyol'un Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı Türkçe sohbeti. Akyol, Başbakan Erdoğan'ın "eski kelime diyerek dilimizin fakirleşmesi sorununu dile getirdiğini" vurguladı.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 3 Wochen später...

İstişareden çıkan sadeleştirme bakışı

 

07 Mayıs 2012 / 13:07

Hizmet bölgelerinden gelen teklifler ışığında Risale-i Nur’un sadeleştirilme mevzuu görüşüldü

 

 

Risale-i Nur’un Sadeleştirilmesine Bakışımız

Muhterem Kardeşlerimiz;

 

Evvelâ selâm eder, maddi manevi hizmetlerinizde hayırlı muvaffakiyetler diler. 22Mayıs 2012 tarihinde başlayacak olan üç aylarınızı ve mübarek gecelerinizi tebrik eder, feyizyab olmanızı Cenab-ı Allah’dan niyaz ederiz.

 

1- Hizmet bölgelerinden gelen teklifler ışığında Risale-i Nur’un sadeleştirilme mevzuu görüşüldü. Görüşmeler sonucunda; aşağıdaki noktalar kardeşlerimizin dikkatlerine sunulmuştur:

 

a) Risale-i Nur, bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’aniyedir. Kur’anın tereşşuhatıdır. Hakikat noktasında, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi, bu kudsî kelimatın feyzini uçurur, sünühat-ı Kur’aniyenin hüsün ve cemaline ilişir. Risale-i Nur’un selasetini bozar, fesahatini zayi eder. Dimağın cevelan sahasını daraltır, tefekkürü kısırlaştırır. Mana tabakalarının hayatiyet ve canlılığını kurutur. Bu nedenlerden dolayı, Hz. Üstadımızdan bize intikal eden Risale-i Nur’un asliyetini muhafaza etmek bizim vazifemizdir. İlhamen yazdırıldığı herkesçe malum olduğundan, Risale-i Nur değiştirilemez. Sadeleştirme, Risale-i Nur’un yerine geçemez, yerini tutamaz.

 

b) Ancak şu var ki, Risale-i Nur’un mesleği, kavl-i leyyindir. Hiddet ve şiddete medar beyan ve ifadelerle, husumeti ihsas edebilecek tavır ve ahvallerle, mukabele manasını taşıyan hallere bürünmenin de Nur’un nezih mesleğine uygun olmayacağını da kardeşlerimize hatırlatıyor, hikmete medar bir biçimde, Risale-i Nur hizmetinin intişar ve inkişafına kuvvet vermelerini hasseten rica ediyoruz.

 

Trakya 4. Mezunlar Programında yapılan istişare’de Mehmet Şaylan hocamız sadeleştirme metnini değerlendirirken:

 

Video:

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 10 Monate später...

Değerli dostlar,

Ekte sizlerle paylaştığım dosya Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Abdülkadir Badıllı ağabeye aitttir. Risale-i Nurları sadeleştirme adı altında yapılan tahrifat çalışmasına dair olan bu açıklamalar ne yazık ki hiçbir yerde yayınlanamamaktadır. Sadece bir sitede sansürlenerek yayınlanmış, sonra da kısa sürede yayından kaldırılmıştır.

Konu Risale-i Nur'un tahrif edilmesidir. Bilindiği gibi, Risale-i Nur’un Müellifi eserlerinde sadeleştirmeye kesinlikle karşı çıkmaktadır. “Mutlak vekilim, varisim” dediği Ağabeyler de buna şiddetle karşı çıkmışlardır. Ama olayın müsebbipleri, kasten, göze sokar gibi, kendi hiçbir kitapları için yapmadıkları kadar tanıtım ve reklam yapmakta ve NT dükkanlarında kapılara tahrif ettikleri risaleleri dağ gibi yığarak hasmane tutum sergilemektedirler.

Üstadın "mutlak vekilim, vârisim, evlâd-ı maneviyem" dediği merhum Mustafa Sungur ağabey feryad ederek bu cinayete karşı çıktığı halde, sebep olanlar ve fetva verenler kıllarını kıpırdatamadı. Yine bugün Üstadın hayatta olan talebelerinden Hüsnü Bayram, Abdullah Yeğin, Ahmet Aytimur, Said Özdemir, Mehmet Fırıncı, Salih Özcan, Abdülkadir Badıllı gibi Nur'un Kahramanlarının onca çırpınmalarına rağmen aldırmamakta ve Ağabeylerin açıklamalarına karartma uygulanmaktadır. İki nedenden kimse bu konuya aleni dokunamamakta:

Birincisi, Bunu yapan ekipten korkmaktadırlar

İkincisi, Üstadın maddi ve dünyevi herşeyden istiğna mesleğini anlayamamış güce, kalabalığa ve paraya meftun olmalarıdır.

Arkadaşlar, belki farkında olmayanlarınız var; ben size söyleyeyim: Ağabeyleri son günlerde çok üzgün görüyorum. Hayatlarında hiç bu kadar sıkıntı ve ızdırap çekmediklerini söylüyorlar. Birkaç gündür yanlarındaydım. Tarifi imkansız bir mahzuniyet içindeler. Ellerini semâya kaldırdılar. Yaşları 90’a yaklaşmış bu mübarek insanları üzen, Allah’tan korkmayıp kuldan utanmayan, hak ve hukuk nedir bilmeyen, gözlerini para ve iktidar hırsı bürümüş, her türlü mukaddesatı pervasızca kullanan bu güruhu yüce Rabbim elbette ki cezalandıracaktır. Ama bizler de bu haksızlığa dur demeliyiz. Elimizden geleni yapmalıyız. Badıllı Ağabeyin bu açıklamasını, Ağabeylerin önceki açıklamasını, hattâ benim yazdığım bu notu da istediğiniz herkese gönderebilirsiniz.

Said Yüce Barla Platformu Başkanı, 25.03.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

HUKUK-U AMMEYE BÜYÜK TECAVÜZ VE KUDSİLİĞE HÜRMETSİZCE BİR TAARRUZ

 

Hadsiz delaili dinlemiyen ve safsata-i nefse tabi olmuţ gibi olan bir güruhun, Hazreti Üstadın vekil ve vârislerine isyan etmiş bir hocanın fetvasıyla Risale-i Nur’un kudsiliğine hücuma geçenlerle karşı karşıyayız. Ţöyle ki:

Adı geçen hocanın Risale-i Nur’da yapılan tahrife verdiği fetvasının istinad ettiği dört kaynağı vardır. Bu kaynaklar:

1. Hadis-i bilmânânın caizliği. 2. Necip Fazıl’ın görüşü. 3. Kendi yazdığı kitaplarının tashih işini başkasına bırakması. 4. Sadeleştirmeyi basit bir tercüme ameliyesine benzetmesi

Burada bu tali’siz hocaya ve sırtını dayadığı kalemşör bir muharrife şöyle sesleniriz ki: Eğer siz Risale-i Nur’u müstakim, müessir, bir kitap kabul edip inanıyor iseniz, ona teslim olmalısınız. Dünyevî bin bir muzahrafatla bulaţık ve maddî iţler içinde dağınık olan fikirciğinizi, Risale-i Nur’un nevvar, feyazanlı, müstakim, hakikattar, rehberli meselelerine karıştırmak yerine, doğrudan onun cazibe-i umumî gibi olan kudsî cazibesine tâbi olup onun üslûbunu benimseyip, ona râm olup arkasından giderdiniz. Ama heyhat!

1. Hocanın zahiren dayandığı “hadis-i bilmânâ” mefhumuna gelince, bundan evvelki yazılarımda (Lem’alar kitabının eşne’âne tağyiri münasebetiyle yazdığım yazılarda) Hocanın “ hadisi bilmânâ”mefhumunu hiç alâkası olmayan Nurların tahrifine tatbikinin yanlışlığına dair künhüyle izahatlar verdiğimden tekrarlamayacağım.

2. N.Fazıl’ın Nurlardan alıp sadeleştirme ismi altında sinsice tahrif eylediği nümuneler yanımızda mahfuzdur. İcabederse bunları ibret-i âlem için neşredebiliriz. Hz Üstad bunları görmüştür ve gördüğü zaman, bu tahrifi durdurmak için talebelerini devreye soktuğuna dair belgeler yanımızda mevcuttur.

3. Hocanın üçüncü dayanağı ki, kendi yazdığı kitapları tashih işini başkalara havale etmesi meselesidir. Biz de deriz, onun kitapları günlük, aylık ve geçiçi bir zamanlık meseleleri ihtiva eder. Onun yazdığı kitaplar maddî ve geçiçi meselelere dair olduğu için başkası tarafından yazılamayacak şeyler değil, çok kolay ve basit ifadelerdir. Mahza ilham-ı hak olan Risale-i Nur’ları bunlara kıyas etmesi öyle bir kıyas-ı maal-farıktır ki, güneşi yerdeki herhangi parlak bir cam parçası ile kıyas gibi olur.

4. Dördüncü istinadgâhı ki, herhangi bir basit tercümeye, sadeleştirme tahrifini benzetmesidir. Tercüme, bir dilden tamamen başka olan diğer bir dile çevirme işidir. Mesela, Türkçeden İngilizceye ve Arapçaya çevirme gibi. O da, tamamen ve olduğu gibi bütünüyle çevirmedir. Neymiş, Risale-i Nurlar Türkçe değil, Osmanlıcaymış! Onun için bu da sadeleştirme tahrifiyle tercüme edilir demişler. Kendi ecdanının dillerini hususî bir sinsilikle unutturmaya çalışan tıynetsiz, milliyetsiz bir güruha yardım etmek ve ona şuursuzca kapılmak demek olan bu düşünce insanı dehşete düşürüyor. Ne İslâm âleminde ve ne de dünyanın hiçbir yerinde, Türkiye’de uygulanan bu tahrifdar sadeleştirme vaziyeti yoktur. Tefsir vardır, şerh vardır, tahşiye vardır, ama ka’tiyetle kitabın metnine dokunmamak üzere. Bu hususu eski yazılarımda da ve bu meseleye dair yazdığım bir kitabımda da ispatlıca yazmışımdır.

Bu dördüncü maddeye ek bir ţey de ţudur: Hoca diyor ki, “İmam-ı Gazalî iyi Arapça bilmemiş de, yazdığı kitaplarını başkaları tashih etmişler, üslûbunu değiştirmişlerdir.”

Cevap: Bu yakıştırma tamamen hilaf-ı hakikattır. İmam-ı Gazalî’nin yazmış olduğu eserlerin tamamı -- büyük küçük -- belki on bin sayfayı tutar. Kimya-yı Saadet hariç diğer bütün eserleri en fasih bir Arapça iledir. Kendi asrında revaçta olan üslûbun en üstünü ile kitaplarını yazmış bir zattır. Ve hiçbir kimse bir kelimesine dokunmuş değildir. Şu olabilir: Eski asırlarda kullanılan Arapça imlâ ile bu asırın imlâ tarzı arasında bir değişiklik olduğu için, sadece imlâ noktasından bazı tashihler yapılmış olabilir. Hepsi bu kadar. İmam-ı Gazaliyi Arapça bilmemekle ittiham etmek bir bilmezliktir.

Ţimdi, kudsî Nur kitabımız olan Sözler de sadeleştirme telvisinden geçirildi. Reklamcı bir şahıs, telvis edip haram ettikleri şu tahrifli kitapların satışını yüksek bir rakama çıkardıklarını söyledi. Televizyon kanalları da, birkaç masum çocuğu şahit göstererek konuşturdu ve bunları yayınladı.

Bunların bu kitapları sattıkları yer ve kişiler, okullarındaki, dershanelerindeki, yurtlarındaki öğrencilerdir. Gazeteleri de böyledir. Psikolojik manevî bir baskı ile bunları abone ettirerek satıyor. Yani, yalancı, abartmalı reklamlarla ki, “Nur kitapları anlaşılmıyordu; şimdi anlaşılır hale getirildiler” gibi…

Reklamcı şahıs dedi ki: Üstad da kendi eserlerinin bazı yerlerini değiştirdiği için biz de Nurları değiştiririz. Cevap:

1. Bir müellif kendi malı olan eserlerinde bazı değişikler yapabilir. Ama başkası, hele mânâlar denizi olan Nurların feyezanlı hakikatlarından çok uzak olup, Nurları basit bir kitap ţeklinde addeden bir kimse o ameliyeyi yapamaz. Yapsa küstahlık yapmış olur.

2. Hazret-i Bediüzzaman kendi eski eserleri için bakınız ne diyor: “… Hem Türkçenin sarf, nahvini bilmediğimden, mânâya giydirdiğim üslûbun döğmeleri pek karışık oluyor. Hattâ ‘Evet, işte, şimdi, hem de, zira, olan, şu, bu’ tekerrürleri sizin gibi beni de usandırıyor. Başkasının tashihine de kat’iyyen razı olamıyorum. Zira külâhıma püskül takmak gibi, başkasının sözü sözlerimle hiç münasebet ve ülfet peyda etmiyor, sözlerimden tevahhuţ eder.” (Münazarat, Ýfade-i Meram, “Hamisen” bölümü.)

Aynı bu mânâda (eski yazılarımda kayıtlı olduğu gibi) Av. Ahmet Hikmet Gönen için Üstadın yazdığı bir notta şöyle deniyor: “Hem vekilimiz Ahmet Beye haber veriniz ki, müdafaayı makine ile yazdığı vakit, sıhhatine pek çok dikkat etsin. Çünkü ifadelerim baţkasına benzemiyor. Bir harfin ve bazan bir noktanın yanlışı ile bir mesele değişir, mânâ bozulur.” (Osmanlıca şualar sh.738.)

Şimdi,şu nasih hasiyetli mektubun içindeki incelikleri herhalde ehl-i basiret kimseler idrak etmektedirler; baţka bir ţey yazmaya da gerek yoktur sanırım. Mektuptaki ince hakikatleri takviye ve te’yiden hadiseleri arz ediyorum.

1. 1947’lerde İstanbulda meşhur vaiz Şemseddin Yeşil, Risale-i Nur’dan bazı parçaları sadeleştirerek kitapları içinde neşrettiğinde, Hazret-i Üstad şahsen değil, talebelerini devreye sokarak karşı çıkmış ve durdurmuştur. Bu hususta Emirdağ mektuplarının asıllarında yazılı ifadeleri vardır.

2. Aynı yıllarda Karabüklü Dr. Mustafa Ramazanoğlu (Oruç) küçük bir kitap yazdı, içine Risale-i Nur’dan bazı parçalar derc eyledi. Üstad Hazretleri yanındaki talebelerine, elleriyle Ramazanoğlu’nun ifadeleri olan kısımları, üstüne kağıt yapıştırarak, Nur’a ait kısımları bıraktı.

3. 1949’da Afyon hapsinde Ahmed Feyzi Kul’un Nurlardan bazı parçaları sadeleştirerek neşri için iznini Hazret-i Üstaddan samimane ve ısrarlı bir şekilde istediği zaman -- İnebolulu merhum İbrahim Fakazlının şehadet ve rivayetiyle -- Hz Üstad ona: “Kardeşim Ahmed Feyzi, ben sana yapma demiyorum, ama öyle bir şeyi yaptığın zaman, o takdirde ona ismimi koymazsın. Çünkü öylesi bir eser benim değildir” demiştir.

4. 1951’lerde, meţhur kalemţör Necip Fazıl Kısakürek Risale-i Nur’dan bazı parçaları sadeleştirip Büyük Doğu mecmuasında neşrettiği zaman, Hazret-i Üstad o parçaları eski yazıya çevirtip şahsen inceledi. Risale-i Nur’un kudsî, ince manalarını muhafaza edememiş, belki çoğu yerde bozmuş olduğunu gördü. Talebelerini devreye soktu ve o bir çeţit bozma hareketini durdurdu. Ţu yazılan hadiselerin belgeleri yanımızda mevcuttur. İşte hal ve encam böyle! Binaenaleyh, Nurları sadeleştirmeye yönelik girişimlerin mutlaka bir bozma, bir tahrif ve tağyir hareketi olduğuna şüphe yoktur. Saf bir niyetle dahi olsa, bu hükmü lâğvetmez.

Bu münasabetle, eski yazılarımda kaydettiğim Hz. Üstad tarafından çok açık ve hiç tevilsiz bir şekilde üstünde olduğumuz mevzuu dile getiren Nur’dan iki parçayı da burada kaydettikten sonra, hükmü okuyuculardan basiret ehline bırakacağız. İşte:

Fihrist Risalesinden on birinci mektubun fihristi (bizzat Hz. Üstadın ifadesidir):

Bu mektup periţan görünüyor. Bu periţan mektup münasebetiyle kardeţlerime ihtar ediyorum ki: Bu küçük mektuplarý hususî bir surette bazı kardeşlerime yazmıştım. Büyük mektuplar meydana çıktıktan sonra küçükler de umumun nazarına gösterilmesi lâzım geldi. Halbuki tanzimsiz, müşevveş bir surette idiler. Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lazım geliyor. Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz. İşte bu On Birinci Mektup perişan bir surette birbirinden çok uzak dört meseleden ibarettir. Hem müşevveş, hem perişandır. Fakat şairlerin ve ehl-i aşkın zülf-ü perişanı sevdikleri ve istihsan ettikleri nev’inden, bu mektup da, zülf-ü perişan tarzında, soğuk tasannu karışmadan, hararet ve halavet-i asliyesini muhafaza etmek niyetiyle kendi halinde bırakılmış.”

Ve bu samimî ifadeleri takviye eden Yirmi Beţinci Lem’anın Altıncı Devasının, unutularak iki defa yazıldığını sonradan gören Hz. Üstad, onun haşiyesinde şunu yazmıştır:

Fıtrî bir surette bu Lem’a takattur ettiğinden, Altıncı Mertebede iki deva yazılmış. Fıtrîliğine ilişmemek için öylece bıraktık. Belki bir sırrı vardır diye değiştirmedik.”

Bir ţey daha: Bazı lâhika mektuplarında “tashih ve ıslah edebilirsiniz” tabirleri vardır. Üstad hazretleri tashih ve ıslah diyor. Bozup sadeleştirme ile tahrif ediniz, üslûbunu değiştiriniz demiyor.

Gelelim, 1940’larda Kastamonu’da baţta Abdullah Yeğin ağabey olarak bir-iki liseli gençlerin Latin harfi olan yeni yazıya çevirip okumaları için hususî şekilde birkaç parça Nur Risalelerine mahsus vermiş olduğu izin ve “bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf edildi” şeklinde yazdığı mektuptaki hadiseye gelelim.

Burada mezkûr mektubun o bölümünü aynı metniyle aldıktan sonra, bazı noktaların anlaşılmasını sağlayan bir-iki noktayı erbab-ı ilim ve ehl-i basirete arz etmeye çalışacağım. İşte:

Saniyen: Burada lise mektebine tesirli bir nur girdi. O da Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfı, Otuzuncu Lemanın ism-i Adl ve Hakem Nükteleri, Tabiat Leması Hatimesine kadar; Ayetü’l-Kübrâ’nın [Evet bu dünya misafirhanesine giren her bir adam…]la baţlayan Birinci makamın başında -- ilham ve vahy mertebeleri hariç kalıp -- ta On Sekizinci Mertebe olan kainatın hudûs hakikati, ta İmkân’a kadar… yeni hurufla bir ihtar ile izin verdik. Daktilo el makinesiyle kendilerine yazdılar. Siz de bu dört parçayı birden cilt yapıp yeni hurufla ehl-i inkâra on ikilik top güllesi gibi atabilirsiniz. Fakat yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçenin farklı olduğundan, yeni Türkçe için bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf edildi. Siz de öyle yapabilirsiniz. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur. O zamanı görmeyen gençlere teshilat olmak için bazı tabiratı değiştirirseniz iyi olur.” (Osmanlıca Kastamonu lahikası, teksir-sh.278.)

Evvela: Erbab-ı irfana şu hususları arz ederiz ki, bu mektubun yazılış sebebi, ilk olarak zuhur eden bir mühim hadise ki, liseye Risale-i Nur’un girmesi ve iki-üç lise talebesinin Nurlarla alaka peyda etmesiyle beraber, Latin harfiyle yazılmasına Risale-i Nur’dan üç-dört parça için manevî ihtar ile izin verilmiţ olmasıdır. Bu ilk zuhûr eden hadisenin hatırı için, mektupta isimleri geçen parçalara mahsus bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf yapılmıştır. Bu tasarrufu başkası değil, bizzat Hazret-i Bediüzzaman yapmıştır. Ve o gün için yalnız o üç-dört parçada kendisinin yaptığı tasarrufun aynısını yapmaları hususunda, Isparta’daki sadık talebelerinede izin vermiştir. Tasarruf görmüţ mezkűr o dört parçacda bilâhare Asâ-yı Mûsâ kitabına aynen derc edilmiştir ve o tarzda devam etmektedir.

Saniyen: Kastamonu Lâhikası asıllarında mevcut olan o mektubun o kısmı, bilâhare Hazret-i Müellif tarafından 1959 da tanzim edilip umuma neşir için hazırlanan şimdiki mevcut Kastamonu Lâhikasında (tasarruftan bahseden bölümü) çıkarılmış, daha da hiç neşredilmemiştir. Envar Neşriyat Latin harf Kastamonu Lâhikası sh. 197’ye bakılabilir.

Salisen: İmam-ı Azamın: “Namazda Fatiha yerine onun tercümesinin okunması caizdir” fetvasının beş cihetle hususîliği gibi, bu da onun gibi hususî ve bir defaya mahsus ve sadece üç-dört parça ile alâkalıdır.

Rabian: Mektuptaki tasarruf etme izninin hükmünü nesheden Hazret-i Üstadın Emirdağ Lâhikasındaki mektubudur. Ve bu nâsih mektubun hükmünü teyid ve takviye eden birkaç ehemmiyetli ve Hz. Üstadın davranışını apaçık gösteren hadiseler vardır.

Kastamonu asıllarındaki mektubun hükmünü nesheden Emirdağ mektubunu aynen alıyoruz:

“Saniyen: Nur’un metni izaha ihtiyacı olsa, satırın üstünde, ya kenarda haşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü hem herkes senin gibi (muhatab Ahmed Feyzi Kul ağabeydir) mühakkık, müdakkık olmaz; yanlış bir mânâ verir, bir kelime ilâve eder, ehemmiyetli bir hakikati kaybetmeye sebeb olur. Tashihatında böyle zararlı ilâveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor; bir parça dikkat ve temenni ister. Belki bunun da bir faidesi, bir hikmeti var.” (Her iki Emirdağ kitabı sh.661.)

Tashih ve ıslah nedir? Bütün eski ve kâmil Nur talebeleri bunu ţöyle izah ederler: “Müsvedde olarak yazıldığında, kâtibin hatâlı yazması, imlâ noktasında hatâsı v.s.; meselâ, “sad” ile yazılan bir kelimeyi “se” harfiyle yazmış olabilir, siz bunları düzeltebilirsiniz. Osmanlıca imlâya göre hatalı yazılmışsa, doğrusunu yazınız” demektir.

Hülasa: 17 sene evvel bu mevzuda yazdığımız bir kitapta bir çok belgeleri konuţturarak (metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lâzım gelir. Hem su-i istimale kapı açılır, muarızlar istifade ederler); hiçbir surette sadeleţtirme denilen tahrife cevaz olmadığını isbat etmiştik. Geçen sene yazdığım birkaç yazımda da yeni deliller ibraz eyledik. Bu vaziyette, sadeleţtirmeciler Risale-i Nur’un tağyir ve tahrifine -- her şeye rağmen -- devam ederlerse kat’iyyen bileceğiz ki, iţin arkasında habis kuvvetler vardır, bu şahısları şu şenaatdar iţte çalıştırmaktadır.

Biz Nur’un hamiyeti, Nur’un gayreti namına çok şeyler yazdık. Ve yazacağız. Bazı gizlilikleri-- icap ederse -- aleniyete çıkaracağız.

Bu kabih iţin fetvacısı olan Gülen Beyin bir çok zikzaklıklarını, akide bakımından onu ayak altına alan bazı peşkeş çekmelerini ispatlı şekilde aşikâre çıkaracağız. Günah bizden gitmiş olur. Vesselam.

Not: Bütün bunlarla beraber, Hz. Bediüzzaman’ın ve umum halis talebelerinin hukukunu, meselenin asliyetini,iţin hakikatini ortaya çıkarmak için, umumi bir istişare cemaatini teşkil edip bütün detaylarıyla hocaları da dahil herkesle yüz yüze gelmeye ve her yerde oturup tartışmaya hazırım, Hodri meydan diyorum. 19.03.2013

 

Abdülkadir Badıllı

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Wochen später...

[h=2]A.Badıllı Ağabeyimizin Sadeleştirilmiş Üslubu[/h]

Ömrünü İman Ve Kuran Hizmetine adamış kıymetli ağabeylerimizden Bediüzzaman hazretlerinin mübarek talebelerinden Abdulkadir Badıllı'nın,Gönüller Hareketine ve Muhterem Fethullah Gülen hocaefendi hakkında pek çok makalelerinde hakikatı ifade ve izhar eden yazı ve neşriyatları camiamızın her zaman takdir ve duasına vesile olmuştur.

 

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi için Abdulkadir Badıllı ağabeyimiz diyor: “Bediüzzaman’ın temel meselelerde menhec ve mesleğinde giden,onu takdir eden,benimseyen,mesleğini ve dine hizmet tarzını hak ve müstakim gören;ve din-i İslâm’ın pek çok muammalı ve muğlak tılsımlarını halletmedeki musîb keşfiyatını doğru ve isabetli addeden bir bahtiyar insandır” diyebiliriz. Diyalog,Fransızca bir kelime olup “dialoque” şeklindedir. Manası,iki veya daha çok kişinin beraber oturup,herhangi bir mevzuyu tartışıp konuşması demektir. Ancak birkaç senedir “Dinlerarası Diyalog” veya “Semavi Dinler Arasında Diyalog” tarzında bir girişimin başlamasına öncü ve vesile olmuş çok muhterem,çok müttaki ve çok alim olan Fethullah Gülen Hocaya,dinin ve vicdanın kabul edip kaldıramayacağı kadar ağır gıybetler ve şeni’ ittiham ve iftiralar yapılmaktadır. O çok ağır ittihamları yapan çevreler,doymak ve usanmak bilmez bir hırs ile meseleyi gündemde tutmaya devam ediyorlar. Fethullah Gülen Hocanın Bediüzzaman Hazretleriyle bir münasebeti,bir bağlılığı olduğu için,o çok aşırı taarruzlarının bir ucunu Bediüzzaman’a da uzatmak istiyorlar. Baş mı,haşhaş mı tefrik edemediğim bir kişinin yandaşları tarafından o vefakar,cefakar ve 8 yaşından 88 yaşına kadar Kur’an,iman,din,İslamiyet,millet ve memleket için cansiperane,fedakarane hizmet etmiş ve İslam tarihinde –Peygamber(asm) ve sahabelerinden sonra– ilimde,mantıkta,müteşabihatı te’vilde,şeriat,tefsir ve hadis usulünde;ayrıca cihadda,ihlas ve takvada vesaire vesairede misli çok nadir bir allame-i cihan,bir mürşid-i nigahban ve bir mütefekkir-i azam hakkında şeni’,kaba büh-tanlar ve cahil bir ehl-i imana bile ya-kışmayacak galiz ittihamlar yapılıyor. Her ne ise..."

 

 

Abdulkadir Badıllı ağabeyimizin Muhterem Fethullah Gülen hocaefendi için biz sevenlerine talebelerine verdiği bu nasihat ve izahlarını dua ile kabul ediyor Allah ebeden razı olsun diyoruz. Ancak son günlerde internette dolaşan ve Abdulkadir Badıllı ağabeyimize ait olduğu iddia edilen bir yazıda Gönüller Hareketini ve bu hizmet-i imaniye ve İslamiye’ye gönül vermiş insanları üzecek sözlere rastlanılmaktadır.

 

Abdulkadir Badıllı ağabeyimizin Muhterem Fethullah Gülen hocaefendi için şöyle hitap ettiği kaydediliyor: "Ey hoca! Siz hani diyaloğu,diyalogculuğu savunan ve onu--sözde--meslek ittihaz eden birisi idiniz. “Semavî dinler” diye mensuh olan Hıristiyanlık ve Yahudiliğin mensuplarıyla bile diyaloglar gerçekleştirdiniz. Hem de zahir vaziyete göre neshedilmiş o dinlere halen hak din ve İslam dini ile denk imiş gibi bir suret verdiniz. Ama Risale-i Nur’u direkt okuyan ve hayatını ona vakfetmiş olan zatlarla Nur’un iç hizmet ve meselelerine dair hiçbir istişarede bulunmadınız,diyalog için bir girişime tenezzül etmediniz. Kendinizi birkaç ihata duvarlarıyla kalın perdelerle kamufle ettiniz. Mühim meselelerde görüşüp müşavere etmeye delik bırakmadınız. Her şeyi,her kararı tek başınıza verdiniz ve veriyorsunuz. Nur’un işleri için Nur’a müracaat etmeden harici ve Nur’dan uzak yöntemlerle hareket ettiniz. Mesela,bir sürü korsanca neşriyat yapan yayınevlerininin yaptığını siz de yaptınız. Korsan yayıncılık yapan kervana siz de katıldınız. Nur’ların neşriyatında Hz. Bediüzzaman’ın vasiyet ve tavsiyelerini diğer korsan yayıncılar gibi siz de kaale almadınız. Bütün bu gayr-î fıtrî ve gayr-ı meşru’ fiillerinize “Eh,neyse!” denildi,müsamaha ile üstü örtüldü,kapatıldı. Lakin sizin cemaatteki yayıncılar neşriyatlarını yaparken Hz. Üstadın tanzimli usulünü bozdular:A. Aymaz’ın Kastamonu Lahikasında kendi kafasına göre ve hevaî hevesine göre yaptığı gibi… Buna da “Her neyse” dendi ve es geçildi. Bu defa Risale-i Nur’un harim-i kudsîsine yöneldiniz. Tahrip,ifsad ve bozma hareketine başladınız. Sizlere bu konuda her türlü sağlam vesikalar gönderildiği halde,hiç tınmadınız. Tahripkâr hareketinize ısrarla devam ediyorsunuz. Ve bunu müdafaa ediyorsunuz. Eyhoca! Sizin şu şenaetdar tahrif ameliyenize karşı bizim yaptığımız feryad ü figan boşuna değildir. Kat’i ve şeksiz delillere dayanmaktadır. Siz şu haklı ve hakikatli feryadımızı dinlemeyip hareketinizde ısrar ederseniz,hicivlerin,gıybetlerin ve nefretlerin bu taraftan durmadan ayyuklara yükseleceğini bilmenizi isterim. Hoşçakalın." 12.6.2012 Ş.Urfa - Abdülkadir Badıllı

 

 

Badıllı ağabeyimizin bu sözleri önceki demeçleri ile o kadar uçurum bir söylem olmuş ki biz sevenlerini şaşırtmış ve talihsiz bir fevaran olduğu kanaatini hasıl etmiştir. Abdülkadir Badıllı Ağabey’e sonsuz hürmetlerimizle birlikte burada birkaç hususu nazar-ı dikkatlerine arz ediyoruz.

 

1. Ağabeyimizin her iki yazısı arasında Hocaefendi hakkında kullanılan ifadelerde maalesef çelişkili ve mübalağalı cümleler var. İşte ilk yazısındaki ifadeleri:“Bediüzzaman’ın temel meselelerde menhec ve mesleğinde giden,onu takdir eden,benimseyen,mesleğini ve dine hizmet tarzını hak ve müstakim gören;ve din-i İslâm’ın pek çok muammalı ve muğlak tılsımlarını halletmedeki musîb keşfiyatını doğru ve isabetli addeden bir bahtiyar insandır.”“çok muhterem,çok müttaki ve çok alim olan Fethullah Gülen Hoca..” İkinci yazıdaki ifadeler ise şöyle:“Tahrip,ifsad ve bozma hareketine başladınız. … Tahripkâr hareketinize ısrarla devam ediyorsunuz. … Sizin şu şenaetdar tahrif ameliyenize karşı…” Söz konusu iki yazı arasında ne kadar zaman geçti bilmiyorum,ama bir insan için birbirine bu kadar ters ifadeler kullanılabilir mi? Zaman içinde değişen bir insan için belki ama bir insan “çok muhterem,çok müttaki ve çok âlim”ken birden bire ne oluyor da tahripkâr,müfsid,bozguncu,şeneatdar oluveriyor? Hem de Üstadımızın eserlerindeki hakikatleri kendi hizmet anlayışı içinde önce bütün cemaatine sonra onlar vesilesiyle bütün âleme ilan ve talim eden bir zat için bu çelişkili ifadelerin Nur düsturlarıyla telifi mümkün müdür?

 

2. Ağabeyimiz,Hocaefendi’nin meseleleri kendileriyle istişare etmediğini söylüyor. Hocaefendi zaten farklı bir tarzda ve usulde hizmet ediyor ve bu uzun yıllardır bilinen bir husus değil mi? Eğer kendileriyle istişare etseydi bugün dünyanın dört bir yanına kendi ifadesiyle “Nâm-ı Celil-i Muhammedi’yi ulaştırma” misyonunu nasıl ifa edecekti? Ağabeyler onun telkin ve tavsiyeleriyle açılan eğitim kurumlarının,kurulan televizyonların,yayınlanan gazetelerin,dergilerin,kitapların,sosyal hayatta farklı bir görev ifa eden yardım ve finans müesseselerinin kurulmasına yapılacak istişarede müsbet bakarlar mıydı acaba? Hocaefendi’nin eski medrese usulünce verdiği eğitimle birer mürşid seviyesinde binlerce talebe yetiştirerek dünyanın en ücra köşelerine göndermesi düşüncesine ne derlerdi? O talebelerine Risale-i Nur dışında okuttuğu yüzlerce hadis,tefsir,fıkıh,kelam eserlerinin okutulmasına mani olunmaz mıydı? Allahu a’lem olunurdu,çünkü Üstad Hazretleri kendi döneminin şartları itibariyle “Risale-i Nur size yeter” demişti. Ama bir sözü kim,kime,ne zaman,hangi makamda,hangi maksatla söylediğine bakmak gerektiğini de yine o Üstad ifade etmemiş miydi?

 

3. Badıllı Ağabey diyor ki “Korsan yayın yapıyorsunuz.” Hocaefendi’nin cemaati sadece birkaç yıldır kendi yayınevleri vasıtasıyla risaleleri basıyor. Daha önce on yıllarca ve kamyonlarla kitap hep Üstad’ın talebelerinin himayesinde neşriyat yapan yayınevlerinden alındı. Sonra Hizmet hareketi Allah’ın lütfuyla büyüdükçe büyüdü. Nurlara en az diğer hizmet grupları kadar hizmet eden bu insana müsaade buyurun da bu kadar yayınevi,matbaası varken artık kendileri de Nurları neşretsin. Bundan neden rahatsız olunuyor ki? Üstad Hazretleri “Ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet,büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir,memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun,gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâzım gelirken,nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlâs kaçıyor?” buyurmuyor mu? Hocaefendi’nin hizmetiyle Hakka hizmetten başka bir gayesi olduğunu iddia edebilecek ve bunu ispatlayacak bir “babayiğit” var mı? Zira “Müştebih ağaçları gösteren semereleridir” mazmununa göre O’nun yetiştirdiği nesiller başka söze hacet bırakmaz.

 

4. Muhterem Ağabey yazısında “Hem de zahir vaziyete göre neshedilmiş o dinlere halen hak din ve İslam dini ile denk imiş gibi bir suret verdiniz” diyor. Bu iddianın mesnedi nedir? Eğer ehl-i kitapla girilen diyalog sürecinde kullanılan cümleler sözler ise onları lütfen beyan edilmelidir. Ama bunun yanında Risale-i Nur’da ehl-i kitapla ilgili olarak geçen şu cümlelerin de izahı da yapılmalıdır:“… Ve İslâmiyet cihetiyle vahye istinad eden bütün edyân-ı semâviyenin ruhunu ve tasdiklerini taşıyor. İşte,bütün enbiyanın şehadetiyle ve bütün edyânın tasdikiyle ve bütün mucizatının teyidiyle musaddak olan bütün akvaliyle,vücud ve vahdet-i Sânii beşere gösteriyor.”“Meselâ,kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak,Kur'ân'ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzip olduğu gibi,bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir.”“Mevt-i dünyanın vuku bulmasıdır. Şu meseleye delil,bütün edyân-ı semâviyenin icmâıdır ve bütün fıtrat-ı selîmenin şehadetidir ve şu kâinatın bütün tahavvülât ve tebeddülât ve tagayyürâtının işaretidir.”“Risale-i Nur'un İhlâs Lem'alarında denildiği gibi,şimdi ehl-i iman,değil Müslüman kardeşleriyle,belki Hıristiyanın dindar ruhânîleriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilâf meseleleri nazara almamak,nizâ etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor.” Risalelerde bu manada geçen çok cümleler var,ama uzatmaya gerek yok. Fakat semavi dinlerle ilgili riselelerde geçen bu ve benzeri ifadeleri Hocaefendi kullansaydı ona hücum etmek için fırsat kollayanlar artık ne yazar çizerlerdi Allah bilir.

 

5. Yazının bir yerinde “… sizin cemaatteki yayıncılar neşriyatlarını yaparken Hz. Üstadın tanzimli usulünü bozdular” ifadesi kullanılıyor. Peki,sadeleştirmeye karşı çıkılırken Üstad Hazretlerinin sadece tahşiye,tanzim ve tekmile müsaade ettiği söylenmiyor muydu? Şimdi ne oldu tanzim de mi yasak? Abdullah Aymaz’ın yaptığı tahşiye ve tanzimden ibarettir. Zaten neşrettiği risalelerin kapağına kendi adını da koymaktadır.

 

6. Yine aynı yazıda “Siz şu haklı ve hakikatli feryadımızı dinlemeyip hareketinizde ısrar ederseniz,hicivlerin,gıybetlerin ve nefretlerin bu taraftan durmadan ayyuklara yükseleceğini bilmenizi isterim” ifadesi geçiyor. Bir mü’mine karşı hiciv,gıybet ve nefretin ne kadar büyük bir günah olduğu izahten vareste iken muhterem ağabeyimiz bunların alenen icra edileceğini alenen ifade ederken hayatının gayesi olan Nurlar’daki hangi ölçülere dayandırıyor? Burada ihlâs risalelerindeki düsturları ağabeyimize hatırlatmak saygısızlık olur mu acaba?

 

7. Yüz binler,belki milyonlarca kişinin imanının Nurlar vasıtasıyla kurtulmasına vesile olan bir zat hakkında neden “ey hoca!” ifadesiyle tezyif yolunu tercih ediliyor? Üstad hazretleri hocaların tezyif ile halkın nazarında onların kıymetini tenzil etmemek gerektiğini ifade buyurmuyor mu? Bugün hemen her seviyedeki hoca için kullanılabilen bir “efendi” sıfatını neden ona çok görülüyor? Üstelik bu “hoca” sizin yoluna baş koyduğunuz Üstadınızı “Hazret-i Pir-i Muğan,Şem-i Taban” gibi ifadelerle ve büyük bir tazimle yad edip,onun yolunda olmayı en büyük paye kabul ederken onu Risale-i Nur namına alkışlamak,sahiplenmek yerine neden dışlıyorsunuz?

 

8. Hocaefendi’nin bu meselelerde neden konuşmadığı soruluyor. Acaba bunun sebebi üzerinde hiç düşünüldü mü? Bütün ehl-i vicdan otoritelerin teslim ettiği ulum-ı İslamiyedeki derinliği müsellem iken neden susuyor bu zat? Üstad’ının ihlas risalelerindeki prensiplerine harfiyen uyma hassasiyeti olabilir mi? Ya da susması -tabii ki anlayanlara- bir çeşit konuşma ama çok daha tesirli bir konuşma,bir “sessiz çığlık” olmasın? Söyleyeceklerinin Nurlarda zaten bulunduğunu,ehl-i vicdan ve ehl-i firaset olanların hakikati zaten gördüğünü düşünüyor olmasın? Konuşulan meseleler hakkında,söyleyecek sözü olmadığıı düşünülmüyordur inşaallah.

 

9. Allah Badıllı Ağabey’e ve bütün ağabeylerimize uzun ömürler versin. Ancak emr-i Hak vaki olduğunda varis ağabeylerin uhdesinde olduğu ifade edilen meseleler yeni zamanlarda yeni şartlarda yeni nesillerde nasıl tatbik edilecek,bunun planı programı yapılmış mıdır? İnşaallah yapılmıştır,ama bu konuda bir hatırlatma yapmak istiyorum. Allah Üstad’ımızın bütün talebelerinden ve hassaten varislerinden ebediyen razı olsun. Lakin Üstadımızın bir yerde geçen şu ifadelerine dikkatinizi istirham ederim:“Zannederim ki,hakaik-i âliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i Nur ihata etmiş;başka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnız bazan izah ve tafsile muhtaç kalmış. Onun için vazifem bitmiş gibi bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. Ve inşaallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle,belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şuânın Dokuz Makamını tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.” Görüldüğü gibi Üstad burada açıkça varislerinin Yirmi Beş ve Otuz İkinci mektupları telif vazifesinden bahsediyor. Peki bu vazife yapıldı mı? Şerh,izah,tekmil,tahşiye,tanzim,tertip,tefsir ve tashih vazifelerinin yanında telif vazifesi üzerinde neden durulmuyor? Dolayısıyla Üstad’ın açıkça vazife diye yazdığı bir telif için bugüne kadar bir şeyin yapıldığını görmeyince ileriye matuf plan ve projelerin görüşülüp bir temele oturtulduğunu söylemek çok fazla iyimserlik olur diye düşünüyorum.

 

10. Üstad Hazretleri “Müçtehidînin kitapları vesile gibi,cam gibi Kur'ân'ı göstermeli;yoksa vekil,gölge olmamalı. … Meselâ,bir adam İbni Hacer'e nazar ettiği vakit,Kur'ân'ı anlamak ve Kur'ân'ın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa İbni Hacer'in ne dediğini anlamak maksadıyla değil.” Peki biz Risale-i Nur’a hangi gözle bakıyoruz? Kur’an’a açılan bir pencere/cam olduğunu unutup pencerenin çerçevesi camın rengine mi takılıyoruz acaba? Üstad Kur’an’nı üslupları için bile bakın ne diyor:“Nasıl ki bir çocukla konuşan,kendisini çocuklaştırır ve çocuklar gibi çat-pat ederek konuşur ki,çocuk anlayabilsin. Avâm-ı nâsın fehimlerine göre ifade edilen Kur’ân-ı Kerimin ince hakikatleri,“ettenezzülâtü’l-ilâhiyyeti ilâ ukûli’l-beşer” ile anılmaktadır. Yani,insanların fehimlerine göre Cenab-ı Hakkın hitâbâtında yaptığı bu tenezzülât-ı İlâhiye,insanların zihinlerini hakaikten tenfir edip kaçırtmamak için İlâhî bir okşamadır. Bunun için,müteşabihat denilen Kur’ân-ı Kerimin üslûpları,hakikatlere geçmek için ve en derin incelikleri görmek için,avâm-ı nâsın gözüne bir dürbün veya numaralı birer gözlüktür.” Yine başka bir yerde şöyle diyor:“… zamanların ihtiyaçları mütehaliftir. İnsanlar fikirce,hisçe,zekâca,gabâvetçe bir değildir. Kur’ân mürşiddir. İrşad umumî oluyor. Bunun için,Kur’ân’ın ifadeleri zamanların ihtiyaçlarına,makamların iktizasına,muhatapların vaziyetlerine göre ayrı ayrı olmuştur.” En son ve değişmez mukaddes Kitab,muhataplarının vaziyetlerini dikkate alırken onun tefsirlerinin de evleviyetle muhatapların seviyelerine uygun biçimlerde sunulması gerekmez mi?

 

11. “Zaman bir büyük müfessirdir,kaydını izhar etse itiraz edilmez.” Üstad Hazretleri bu kaideye binaen yeni nesillerin eski dili anlamadığını görünce bazı ifadelerini değiştirmiş ve daha anlaşılır bir dil tercih etmenin zaruretini bir mektubunda şöyle ifade etmiştir:“… yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçe farklı olduğundan yeni Türkçe için bazı kelimat-ı Arabiyede tasarruf edildi. Siz de öyle yapabilirsiniz. Risale-i Nur yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur. O zamanı görmeyen gençlere teshilât olmak için bazı tabiratı değiştirirseniz iyi olur.” Şimdi ağabeyler bu mektubun daha sonra külliyattan çıkarıldığını söyleyecekler ama ben de diyorum ki Üstadımızı varisleri böyle bir meselede neden ictihad etmezler? Üstada varis olmak demek onu yaptığı işi onun yaptığı gibi icra etmek değil mi? Böyle bir meselede bile bir ictiha ortaya konamayacaksa varis olmanın anlamı nedir,risalelerin neşrine nezaret etmek mi? Ama bunun için varis olmaya gerek yok ki,onu her Nur talebesi kolaylıkla yapabilir. Üstad yirmi senelik bir zaman dilimini bile dikkate alırken altmış yetmiş senelik bir zaman farkından dolayı ve ülkemizde herkesin malumu olan bir kültürel erozyonun neticesi olarak çok büyük değişikliğe uğrayan dil gerçeği üzerinde neden düşünülmez?

 

12. Sadeleştirme yapmak ne tahrif ne de tahriptir. Hayatın geniş dairelerindeki muhtaçlara daha kısa zamanda ulaşmak için bir kolaylıktır. Eğer bunu tahrif olarak görürsek Risale-i Nur’u anlattığı hakikatler için değil de üslubu için sevdiğimiz düşünülür. Üstad Hazretleri “Kur’anın hakikî tercümesi kabil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’anın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez” dediği halde Kur’an’ın yüzlerce meali yazılıyorken,hadislerin yüzlerce tercümesi ve hatta yine Üstad’ın tespitiyle “nakl-i hadis bi’l-mana” caiz iken,risalelerin onlarca tercümesi yapılırken hiç bir şey olmuyor da sadeleştirilince mi tahrif oluyor? Bu kabul edilebilir bir görüş değildir. Hâsıl-ı kelam:Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) “İnsanların akıl seviyelerine göre konuşun” buyuruyor. O’nun asrımızdaki en büyük tilmizi de yine O’ndan aldığı dersle şöyle diyor:“Acaba cumhurun zihninden uzak ve pek derin hakikatleri kolay ve kısa bir suretle avâm-ı nâsın fehimlerine yakınlaştırmak ayn-ı belâgat değil midir? Belâgat,mukteza-yı hali müraattan ibaret değil midir? Lisan imanın gönüllere ulaşması için bir araçtır,amaç değildir." Keşke dilimiz önce harf inkılabı,sonra öz Türkçe furyası ile bu kadar tahribata uğramasaydı da yeni nesiller üç yüz yıl önce yazılmış eserleri bile anlayabilseydi. Ama “Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal” kaidesince yeni şartlara göre yeni yollar açılmazsa bir çıkmaza girileceği ve o çıkmazda patinaj yapılıp durulacağı açıktır. Sadeleştirme yeni nesillere bir kolaylık,bir gözlük,bir dürbün,bir pencere,bir hoparlördür. Mesele imanların kurtarılmasıdır. Risalelerle imanın kurtarmış bir genç Üstad’ın huzuruna gelseydi Üstad ona “Neden sadeleştirilmiş risaleleri okudun?” der miydi? Hiçbir ehl-i vicdan bunu iddia edemez. O halde bu işin arkasında önünde kötü niyet arama yerine neticesine bakılmalı ve ona göre hüküm verilmelidir vesselam…

 

Zira Bediüzzaman hazretleri diyor:

"Halbuki Said'i bilenler bilirler ki,mümkün olduğu kadar tekfirden çekinir. Hattâ sarih küfrü bir adamdan görse de,yine tevile çalışır. Onu tekfir etmez. Her vakit hüsn-ü zan ile hareket ettiği halde ona bu ittihamı yapan elbette kendisi o ittiham ile tam müttehemdir." Şualar ( 423 )

 

Mü'minin ruhunda adavet,kin,vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır.

Mesnevi-i Nuriye ( 69 )

 

مَيْتًا kelâmıyla der:Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki,en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı,etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?

 

Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delaletiyle:Zemm ve gıybet,aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet,îcazkârane altı mertebe zemmi zemmetmekle,i'cazkârane altı derece o cürümden zecreder.

 

Gıybet,ehl-i adavet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi,bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. Nasıl meşhur bir zât demiş:

 

اُكَبِّرُ نَفْسِى عَنْ جَزَاءٍ بِغِيْبَةٍ ٭ فَكُلُّ اِغْتِيَابٍ جَهْدُ مَنْ لاَ لَهُ جَهْدٌ

 

Yani:"Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünki gıybet;zaîf ve zelil ve aşağıların silâhıdır."

 

Gıybet odur ki:Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi,kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese,zâten gıybettir. Eğer yalan dese;hem gıybet,hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.

Mektubat ( 276 )

 

Sakın sakın münakaşa etmeyiniz,casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa,haksız olsa bu halimizde münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa,münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.

Şualar ( 321 )

 

Kardeşlerim! Çok dikkat ve ihtiyat ediniz. Sakın sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalahakârane davranınız,enaniyetlerine dokunmayınız,bid'at tarafdarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken,mübtedilerle uğraşıp onları dinsizlerin tarafına sevketmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rastgelseniz,mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle itirazları,münafıkların ellerinde bir sened olur. İstanbul'da ihtiyar hocanın hücumu ne kadar zarar verdiğini bilirsiniz. Elden geldiği kadar Risale-i Nur lehine çevirmeğe çalışınız.

 

Umum kardeşlerime birer birer selâm.

Emirdağ Lahikası-1 ( 133 )

 

 

 

(Badıllı ağabeyide Hocaefendiyide ayırt etmeksizin çok seven nur talebeleri)

 

 

 

Iftiralar.Org, 10.04.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 1 Monat später...

Selamunaleykum,

 

son günlerde oturur düşünürüm, bu sadeleştirmeye karşı ne yapabiliriz diye, ve kader bunu bize neden musallat etti diye. Kendi aramızda bağirip cağırmak pek faideli gelmiyor, hatta zararı oluyor, zira bazılari ölçüyü kaçırıyor, ve giybet ve iftaraya doğru gidiyor. Üstadımızın bize gösterdiği müsbet harekete hiç yakışmıyor. Bu yüzden önce abilere baktim, onlar ne yapiyor diye.

Bazıları kitap yazip, sadeleştirmenin bir hukuka tecavüz oldugunu vs. bildiriyorlar. Bu konuda destek olabilen herkesin, internet plattformlarında ve sair medya araçları müsbet bir uslup ile destek olması gerektiğini düşünüyorum.

Ötekiler Fethullah Gülen Hoca cemaatine sesleniyorlar, onlar ile irtibata geciyorlar. Bu konuda dahi, o cemaat ile irtibatı olan herkesin, faaliyet göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

Ben bunları kendime rehber ittihaz edip, kendim yazı yazıp, kendi çapımda tanıdığım o cemaat mensupları ile konuşmağa başladım.

Fakat maleseff, bazilarida sadece "Fettoş" demekle yetiniyorlar.

Kendi kendime dedim ki: Bu sorunu çözmek icin, mes'elenin kökünü tedavi etmek lazım. Peki mes'elenin kökü nedir?

Kader bu belayi neden başımıza şalmış? Neden bu sadeleştirme yazilma gereği duyuldu? Neden insanların coğu onlara bir kitap verdigimiz zaman okumuyorlar?

Ne söylüyorlar herdaim? - "Ben bu kitapları anlamiyorum!"

Ama neden anlamıyorlar? Ustad bu eserleri yazdığı dönemde bu böyle mi idi? Üstad, kimsenin anlamiyacağı bir kitap mı yazdı? Hayır, bir kaç nadir ilmi terim dışında, herkes anlıyordu, o bir kaç terim dahi kendi kendini zaman zaman açıklıyordu. Fakat bugün durum öylemi?

Üstadın zamanından bu yana, bir takim dinsiz güçler tarafından lisan tahrif edilmiş, kendi nenelerimizin mektubunu ve o dönemde telif edinen eserleri anlamiyoruz! Anlasak, sadeleştirme ne kadar zarar açabilir ki? Hic bir insan orjinali dururken, sahtesini okurmu? Evet, anlamaz ise okur.

Fakat anlasa, o sahteleştirme bir köşede tozlanır, bir tek adam dahi okumaz, ve bir kişinin ve cemaatin yaptığı büyük bir ayıp olarak tarihe geçer, kitabın kendisi unutulur.

Lütfen, üstadımızın yaptığı gibi, dışardan bir zülüm geldiği vakit, sebebi kendimizde arayalım, kaderin buna neden fetva verdigini araştıralım, yoksa faidesi olmaz. Ehl-i hizmet değil, ehl-i feryat oluruz.

Cünki BIZ bu eserlerden mes'uluz, BIZ bu hakiketlerden mes'uluz, ve BIZ kiyametin erken kopmasindan mes'ul oldugumuz gibi, bu sadelestirmeden de mes'ul olan yine biziz!

Biz birer Müslüman olarak hatta birer Nur talebesi olarak, bu lisan tahrifine, bu kültür katliamına yeterince karşı çıkmamışız. Karşı çikmayı bırakın, bu islam lisanını etrafımıza ve herkese öğretmeyi şöyle bırakın, biz kendimiz dahi öğrenmemişiz. Birer Nur Talabesi olarak, bu tahrife karşı çıkmadığımız gibi, kendimiz kurban olmuşuz, kendi eserlerimiz olan Risale-i Nurlar'da gecen kelimeleri dahi anlamiyoruz ve ögrenmiyoruz. Ve sonra bu tahrifin en doğal ve kaçınılmaz sonucu olan, bu sahteleştirme projesi başlayinca, yakınıp başımızı dövüyoruz. Peki bu şartlar altinda ne bekliyorduk ki?

Ben soruyorum, şu satırları okurken, sizler ne hissediyorsunuz?

"Sadelestirme şöyle kötüdür böyle kötüdür, bununla tavzif edilmemişiz" dendigi vakit...cevap şu şekilde gelmiştir: "evet ya cok fena...tavzif ne demek?"

Şimdi halen suçu başkasinda arayan, kendisinde aramayan, Risale-i Nurlari tekrar dikkatlice okusun lütfen.

Benim burada gülesim geldi, ve kendi suçumuz olduğunu anladim. Çünki insanlara bunu anlatmayı bırakın, benim aklıma dahi gelen ilk soru aynısı idi: "tavzif ne demek?"

"Evet, sadeleştirme hainliktir! Fakat on yıldır Nur Talabesi olarak gecinen ve Risaleleri halen anlamayıp kelimeleri bilmeyen ben – ben bu hainliğe şerik oldum, ve benim burda başkasina laf söylemeden evvel, kendimi yargilamam ve islah etmem gerek. Kendi nefsini islah edemeyen, başkasını islah edemez"

diye kendime dedim, ve Risale-i Nurun lisanını öğrenmeye karar verdim, öğretmeye karar verdim, herkesi öğrenmeye teşvik etmeye karar verdim.

Sonra başbakanımız aklıma geldi. O, uzun zamandır bu lisan katliamına karşi cikiyor. Risalelere ve tüm osmanlıdan kalma dini eserlere ve islam kültürümüze yapılan bu saldırıya karşı uzun zamandır mücadele ediyor. Biz ise, burnumuzun dibinde gerçekleşen bu saldırıları görmeyip, iş olacağı yere vardıktan ve bir felaket halinde geldikten sonra, bu tahrif ile alakası olmayan, kendi ismini duyurmak isteyen kendini bilmez bir adamı suçlayıp, ona destek veren cemaate kızıyoruz.

Bende diyorum ki: Onlar zurnanın son deliği! Onlar yapmaz ise, yarın çıkıp başkası yapacak! Buna karşı çıkmak isteyen, sorunun köküne karşı çıksın! Emir uygulayan askerden, emir veren komutandan ziyade, bu emri verdiren düzene karşı çıkalım! Yoksa bu sorun hall olmaz!

Bunun en güzel adımını başbakanımız attı: Türkiyede okullarda, safahat okutulmasını ve anlatılmasını istiyor. Eğer bu gerçeklesirse, yeni nesil kendi elimizden alınan lisana yine sahip olur, ve herkes Risale-i Nurları anlar, türkiye çapinda kimse bu sadeleştirmeleri ellemez.

Herkes kendine düsen görevi yaparsa, inshaAllah bu beladan kurtuluruz! Rabbim hatalarimizi aff eylesin.Amin

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 1 Monat später...

"büyük bir musibet gelecek diye korkuyorum... Bu sadelestirme isini yapanlar vazgeçmez belki ama en azindan musibet size dokunmasin diye elinizden gelen herseyi yaparak müdafaada bulunun... Bu cinayete mani olun... Müsbet manada elinizden her ne geliyorsa yapin... Ben 90 yasinda nereye gidip ne yapayim... Siz bu ise mani olun... Yoksa ahirette mesul oluruz..''

abdullah yegin

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Monate später...

07 Eylül 2013 Cumartesi 08:29

 

Şevket Eygi: Risale-i Nur sadeleştirilemez!

 

Milli Gazete yazarı Eygi, Risale-i Nur'un Ümmet-i İslamiyenin ortak malı olduğunu söyledi ve sadeleştirmeye karşı çıktıİLGİLİ HABERLER» *Risale-i Nur'u sadeleştirme tartışmaları, kim ne dedi?Risale Haber-Haber MerkeziMilli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, Risale-i Nur'un Ümmet-i İslamiyenin ortak malı olduğunu belirterek sadeleştirilemeyeceğini söyledi."Risale-i Nur’ların Yazısı İslam ve Kur’an Yazısıdır" başlıklı köşesinde Risale-i Nur'un özelliğine dikkat çeken Eygi, lisanın kültür ve din faaliyetlerinin temel âleti olduğunu, lisanın yozlaşması halinde kültürğn de, dini tefekkürün de yozlaştığını vurgulayarak, "Risale-i Nur’ların orijinal metni muhafaza edilirse lisandaki yozlaşmalar ve tahribat bir dereceye kadar önlenebilir" dedi.Eygi'nin yazısı şöyle:Risale-i Nur’lar SadeleştirilemezRisale-i Nur Ümmet-i İslamiyenin ortak malıdır. Binaenaleyh Nurcu olsunlar veya olmasınlar, bütün Ehl-i Sünnet Müslümanları Risale-i Nur hizmetlerini bilmeli, takip etmeli ve desteklemelidir.Risale-i Nur*imana, İslama, Kur’ana, Sünnete, Şeriata, ümmete, İslam ahlakına*hizmet etmiştir ve etmektedir.Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatına kadar Risale-i Nur camiası birlik, ittihad, vifak, tesanüd içindeydi. Üstad hazretlerinin vefatından sonra maalesef parçalanmalar oldu… Sanırım şu anda yirmi küsur bağımsız cemaat ve grup var.Kimseyi üzmek, sinirlendirmek, öfkelendirmek istemem. Ehl-i Tevhid, Ehl-i Kıble ve Ehl-i Sünnet olan bütün mü’minler kardeşlerimdir. Meşrep farklılıkları önemli değildir. Kimseyi üzmek istemiyorum.Risale-i Nur’un temel prensiplerinden biri de Huruf-ı* Kur’aniyeyi yani İslam ve Kur’an yazısını muhafaza etmektir.Kur’anın Arapça orijinal metni ve nazmı nasıl Latin harfleriyle yazılamazsa, bir tür Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur da İslam ve Kur’an yazısıyla yazılmalı ve yayınlanmalıdır. Üstad hazretlerinin görüşü ve talimatı budur. Gerçi Risale-i Nur’ların bizzarure,* bilmecburiye Latin harfleriyle yazılmasına izin, ruhsat, fetva vermiştir ama bu ruhsat geçicidir.Anadili Türkçe olan Müslümanların başlarına gelen büyük felaketlerden biri de 1928’de harf inkılabının yapılmış olması, bin yıldan fazla kullanılmış olan İslam harflerinin yasaklanıp Latin harflerine geçilmesidir. Bu inkılap yüzünden Türkiyeli Müslümanların kültür, lisan, edebiyat, tefekkür hayatında korkunç ve vahim bir kopukluk olmuştur. Üstad hazretleri buna razı olamazdı.Üstad, Latin harflerine Ladini Hurufat diyor. Risale-i Nur’dan bu konuyla ilgili birkaç cümle ve paragrafı aşağıda okuyacaksınız.“Risale-i Nur’un bir vazifesi… Huruf-ı Kur’aniyeyi muhafaza olduğundan, yeni hurufa zaruret derecesinde İnşallah müsaade olur.”*(Kastamonu Lahikası, s. 444)“Hatt-ı Kur’anın refine çalışanları susturmalıyız. Ve Kur’anı unutturmaya niyet edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız.”*(Rumuzat-ı* Semaniye, s. 20)“Risale-i Nur’un bir vazifesi de bid’ate (yeni harflere) karşı Kur’an yazısı ve harflerini muhafaza etmektir.”(Kastamonu Lahikası, s. 77)“Ecnebi hurufatını ehl-i İslamın en mühim hükümeti resmî bir surette kabul ve neşir ve cebrettiği halde Risale-i Nur şakirdleri bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’aniyi harika bir surette neşir ve tamim ile muhafazasına çalıştıkları bir zamanda…”*(Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, s. 138)“…lâdinî* hurufunun resmen kabulü tarihine bir tek fark…”(Rumuzat-ı Semaniye)Zamanımızda Risale-i Nur cemaatleri içinde, üstadın yazı ve alfabe konusundaki istek ve talimatına en fazla riayet eden “Yazıcı Nurcular” denilen ve merkezi Isparta’da bulunan, Türkiye’nin her yerinde ve dünyanın bazı yerlerinde şubeleri bulunan muhlis, mübarek bir cemaattir. Bu hayırlı cemaat bütün Risale-i Nur’ları Osmanlıca olarak yani İslam ve Kur’an yazısıyla yayınlamaktadırlar. İki seneden beri yaz aylarında*Milli Eğitim Bakanlığı’yla işbirliği yaparak Osmanlıca kursları açmışlar*ve yüz elli bin kişiye, bin yıllık milli ve dini yazımızı öğretmişlerdir. İnşallah birkaç yıl içinde bu rakam milyonları bulur.Risale-i Nur’un bir özelliği de çok zengin, çok engin Osmanlı Türkçesiyle yazılmış olmasıdır.*Üstad hazretleri Risale-i Nur’ların sadeleştirilmesine, bugünkü ahenksiz arı, duru öz Türkçeye tercüme edilmesine izin vermemiştir.Lisan, kültür ve din faaliyetlerinin temel âletidir.*Lisan yozlaşırsa kültür de, dini tefekkür de yozlaşır.1928’de alfabe devrimi yapıldıktan sonra, Bulgaristan’dan getirilip Dil Kurumunun* başına geçirilen* Agop Martayan adlı Ermeni filolog vasıtasıyla zengin*Türkçe tahrip edilmiş, ortaya sade suya tirit ahenksiz ve derinliksiz uydurma bir dil çıkartılmıştır.Risale-i Nur’ların orijinal metni muhafaza edilirse lisandaki yozlaşmalar ve tahribat bir dereceye kadar önlenebilir.Üstadın vârisi ve vekili durumunda bulunan muhlis, has hizmetkarların muhalefetine rağmen*Risale-i Nur’ların, Üstadın lisan ve üslubundan bugünkü yozlaşmış arı, duru, sade Türkçeye tercümesinin yapılmasını bendeniz bir Müslüman olarak doğru bulmuyorum. Risale-i Nur’un has bir hizmetkarı olmadığım için bu konu da hod be hod kendi fikirlerimi ve tenkitlerimi ileriye sürmektense*Üstadın ve Risale-i Nur’ların has hizmetkarı merhum Mustafa Sungur’un, vefatından kısa bir müddet önce hasta döşeğinde bu konu ile ilgili söylediklerini internetteki görüntülü beyanından aşağıya naklediyorum. Bakınız Risale-i Nurlara ve Üstada ihlasla, feragatle, fedakarlıkla, can ve başla hizmet eden bu muhterem zat, bu örnek Müslüman ne diyor?“Bazı dergilerde ‘bu işin üzerine fazla gitmeyin’ vesaire söylenmiş gibi ifade ediliyor. Ben katiyen böyle bir şey söylemedim. Çünkü*Üstadımızın beyanı harici, sadeleştirme yazısı üzerine şey mi olur?*Hayır ben öyle bir şey söylemedim… Söylemem de. Çünkü cevaz vermek gibidir... Neuzubillah bizim şeyimizin fevkinde bir şeydir.*Biz Üstadımızdan nasıl duyduksa, nasıl te’lif edilmişse, şimdiye kadar nasıl gelmişse öyle onun revacını istiyoruz.Şimdi bu meseleyi şey edenler büyük hata ediyorlar yani.*Risale-i Nur’a büyük bir iftira ediyorlar, sadakatsizlik gösteriyorlar. Bu Risale-i Nur’a tecavüzdür.*Şimdiye kadar …..* bir asra yakın neşrolmuş da, bir şey olmamış da, şimdiden beri de sadeleştirmeye uğraması doğrudan doğruya Risale-i Nur’a tecavüzdür… Bütün onların hukuklarına, ağabeylerin hukuklarına tecavüzdür.Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi baştan başa ihanettir Risale-i Nur’a… Üstad’ın hukukuna tecavüzdür. Hiçbir şekilde cevaz verilemez. Üstad’ı beğenmemek gibidir. Üstad’ın sözleri yerine başkalarının sözlerini şey etmektir. Buna karşıyız. Risale-i Nur’dan başka, Risale-i Nur’un esasından başka, şimdiye kadar te’lif olunduğu üzere, şimdiye kadar geldiği gibi onun hilafında sadeleştirmek neticesi altında yapılanlar tecavüzdür Risale-i Nur’a.*Biz böyle itikad ediyoruz ve böyledir de. Şimdiye kadar hiç değiştirilmedi de, neden (şimdi)* bu iş böyle oldu?**Demek ki bazı muarızlar var, Risale-i Nur’u çekemiyorlar yani. Kendi ifadelerini Risale-i Nur’un yerinde,* kendi ifadelerini, beyanlarını sokmak istiyorlar. Bu bir aşırı davranıştır, bunun şiddetle önlenmesi lazımdır. Biz elimizden gelse her tarafa çıkarak bu ihaneti, bu tecavüzü lanetliyeceğiz. Lanet olsun yani. Bunu kim yaptıysa elleri bacakları kırılsın bunların. Ne tecavüz yahu? Utanmadan…”Bugünkü Türkçe ile Risale-i Nur’ların incelikleri, zenginliği, ufuk genişliği, gavamızı ifade edilebilir mi?*Maalesef edilemez.Fuzulînin* Hadikatü’s-Süeda’sı sadeleştirilince ne olur? Berbat olur… Kuşa döner… Bir nev’i tahrife uğramış olur.Abdülhak Hâmid’in Makber’i sadeleştirilebilir mi?... O harika ve mükemmel Osmanlıca metin hiç uyduruk Türkçe ile ifade edilebilir mi?İşte Risale-i Nur da sadeleştirilemez, Üstadın zengin ve engin Türkçesinden uyduruk, fakir, derinliksiz, ahenksiz, dar öz Türkçeye tercüme edilirken nice dakikalarını, latifelerini, inceliklerini kayb eder.*Bütün samimi, muhlis, firasetli Risale-i Nur talebesi kardeşlerimin ellerinden öperek İslam ve Kur’an yazısını ve Nurların asli=orijinal metnini korumalarını, İslami yazımızı ve zengin kültür dilimizi Nurcu olmayan Müslümanlara da öğretmelerini naçizane ümit ve temenni ederim. Risale-i Nurların,* Üstad hazretlerine ve has talebelere rağmen sadeleştirilmesi büyük bir vebaldir.**Bunu yapanların birtakım “tokatlardan” korkmaları gerekir.Bu yazımda sürç-i lisan ettimse affola.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.


×
×
  • Neu erstellen...