Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

12 Ağustos 2014 Salı 11:14

[h=1]Oy zarfından Said Nursi'nin sözü çıktı[/h]

Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, zarflardan çıkan ilginç oy pusulalarına bir yenisi de İzmir'den eklendi

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, zarflardan çıkan ilginç oy pusulalarına bir yenisi de İzmir'den eklendi.

 

İzmir yerel gazetesindeki habere göre Torbalı'nın Ayrancılar Mahallesinde bulunan Ege-Koop İlkokulu'nda 1204 numaralı sandıkta oy kullanan bir seçmen, zarfın içerisine oy pusulası ile birlikte bir de yazılı not bıraktı.

 

"Ekmeksiz yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam. Bediüzzaman Said Nursi. Oyum ekmeğe değil hürriyetime. Oyum Erdoğan'a" yazılı not görevlilerini şaşırttı.

 

http://www.risalehaber.com/d/other/oy_pusulasi.jpg

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Antworten 423
  • Erstellt
  • Letzte Antwort

Top-Benutzer in diesem Thema

Top-Benutzer in diesem Thema

Veröffentlichte Bilder

  • 2 Wochen später...

[h=1]‘Firari aydınlar’ ve iktidar[/h]


  •  
  • 30 Ağustos 2014 Cumartesi 22:49

 




 

 

Stargazete.comAÇIKGÖRÜŞ Haberleri‘Firari aydınlar’ ve iktidar haberi

Gülen cemaati, Nurculuk, Ak Parti ve İslamcılık arasında yaşanan ilişkilerin temelinden hareket edilerek İslamcı entelektüellere saldırılıyor ve onların bütün müktesebatları, ülke için giriştikleri mücadeleleri ve yaptıkları katkılar ters yüz ediliyor. İslamcılık eleştirisi üzerinden Gülen ittifakına davetiye çıkarılıyor.

 

 

Prof. Dr. Ergün Yıldırım/YTÜ Sosyoloji Blm.

Son dönemde İslamcılık ve Nurculuk üzerine söylenmiş içi boş önermelerine rastlıyoruz: “Nursi, İslami hareket değil, iman hareketidir... Cemaat dindarlık noktasında, hükümetten daha Müslüman!.. İslamcılık dünyevidir... Asıl devrimi yapan Nurculuk’tur, gürültüyü yapan İslamcılık’tır... İslamcılık çok radikal bir pozisyondu... Ama şimdi devlete sahip olma imkânı çıkınca, çok ucuza gittiler.”

Çünkü bir cümleyle bütün olayları açıklıyorlar. Oysa bu önermeler, olgusal gerçekliklerin üstünü kapatmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Gülen Cemaati’ne “devam edin, doğru yoldasınız” diyorlar sadece. Gülen cemaati, Nurculuk, Ak Parti ve İslamcılık arasında yaşanan ilişkilerin temelinden hareket edilerek, bugün süren iktidar ve Gülen Cemaati arasındaki kavganın entelektüel açıklaması yapılıyor. Bu kavgada İslamcı entelektüellere saldırılıyor ve onların bütün müktesebatları, ülke için giriştikleri mücadeleleri ve yaptıkları katkılar ters yüz ediliyor. İslamcılık eleştirisi üzerinden Gülen ittifakına davetiye çıkarılıyor.

Gülen Cemaati, yanına topladığı Ak Parti muhalifi tüfeklerle “kurşun atmaya” devam ediyor. Kendini mü’min, mazlum ve ehl-i iman (“hükümetten daha Müslüman”) olarak gören bu okuma tarzı, buna mukabil iktidar ve İslamcıları da yoldan çıkmış, münafıklaşmış ve zalimler güruhu olarak görüyor. İslamcılar, Ak Parti ve iktidar yoz bir dille eleştiriliyor. Üstelik entelektüel namus ve entelektüel göçükten bahsedilerek yapılıyor bunlar. Cemaat aydınları ve gazetecileri “Yezit, münafık, zalim, göçük entelektüel, iman hizmeti olmama” gibi oldukça dini bir dil üzerinden İslamcıları ve Ak Partiyi eleştiriyorlar. Aslında buna eleştiri de denmez. Çünkü eleştiri bir yönteme, akla, disipline ve ahlaka dayanarak yapılır. Oysa bu yapılanların bahsettiğimiz ilkelerle hiçbir ilişkisi yok. Örneğin II. Abdülhamit’i eleştiren tek kişi Said-i Nursi’ymiş gibi dönemin bütün İslamcı aydınları pas geçiliyor. İslamcılık dünyevidir deniyor, Nurculuğun iman hareketi olup İslami hareket olmadığı ileri sürülüyor. Dünya içinde varlığını sürdüren, Menderes ile ilişkiler kuran ve kurduğu cemaatle insanlara iman hakikatlerini anlatan bir hareket nasıl İslami hareket olmuyor? İslamcılık düşüncesi (ben şahsen İslamlaşma diyorum) içinde Nursi önemli bir figürdür, onun parçasıdır. Nursi’nin siyasal yaklaşımları, bilim ve teknoloji görüşleri, kadın ve mahremiyet fikirleri dönemin İslamlaşma düşünürlerinden ayırarak ele almak imkansızdır. Yine bu kadar dünya işleriyle ilgilen bir hareketin dünyevi alanın dışında yer aldığını kim iddia edebilir. Üstelik dünyevi ve iman alanı bir harekette beraber olamayacağını kim söylüyor? Sorun şudur: Bir çok Batılı oryantalistlerin yaptığı gibi İslamlaşmayı siyasal İslam’a indirgeyerek okumak. Özellikle 1960’ların Soğuk Savaş şartlarında ortaya çıkan bu siyasal İslam biçimi, tek ölçü olarak ele alınarak bütün İslamlaşma davası bunun içine yerleştirilmeye çalışılıyor. Bu yöntemin ne sosyolojiyle ne de tarihsel gerçeklikle bir alakası vardır. Sadece baştan beri Batı oryantalist yaklaşımın ‘İslamizm’ olarak yaptığı indirgemeci okumaların kuyruğuna takılarak siyasal pozisyonun konforunda yaşamaya devam etmektir.

Nurculuk ve Gülencilik

Nurculuk, Bediüzzaman’dan sonra yeniden yapılandı. İslamlaşma davasıyla ilişkisi büyük ölçüde mesafeliydi. Siyasal alanda sağcılıkla ilişki kurarken entelektüel arayışlarda daha çok sohbet topluluğu olarak var olmayı tercih etti. Ak Parti ile beraber Türkiye Müslümanlığı devlet karşısında yeni bir hat oluşturdu. Bu hat Nakşibendilik, Nurculuk ve siyasal İslamcılık olmak üzere bütün dini arayışları ortak bir siyasal önderlik altında toplamayı temsil ediyordu. Bugün gelinen noktada bu hat, hala varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu hattan ayrışan sadece Gülen Cemaati oldu. Diğer gruplar ve hareketler bu ittifak hattının devamı üzerinde ısrarlı oldular. Elbette bu grupların belli maddi menfaatleri vardır. Yurtları, kursları, yayınları vs. sürdürmek etrafında menfaat elde etmek üzere iktidardan yararlanıyorlar. Ama bu ittifak hattının varlığını menfaatle ve iktidarın çıkar dağıtımıyla açıklamak sosyoloji bilmemektir. Ya da bilmezlikten gelmektir. Bazı şahısların iktidarla kurdukları çıkar ilişkilerinden yola çıkarak (kimi itirafçı da oldu açıkçası!) bütün bu ittifak hattındaki gruplara mal etmek büyük bir yanılgı.

Gülen Cemaati’nin aydınları ve entelektüel müttefikleri, iktidar ve Gülen Cemaati arasındaki çatışmayı bir “din” meselesi olarak görüyor. Bu nedenle “münafık”, “Yezid”, “hükümetten daha Müslüman” gibi kavramlarla çeşitli açıklamalar getiriyorlar. Oysa çatışma bir iktidar meselesidir. Devleti yönetme, yorumlama ve değiştirme meselesidir. Kim bunları gerçekleştirecek? Yeni Türkiye’yi kim kuracak? Bütün kavganın esprisi burada saklıdır. Ak Parti, Gülen Cemaati’ni de dahil ederek bahsettiğimiz ittifakın geniş katılımıyla bunu yapmak istedi. Ana aktör Ak Parti’ydi. Bundan daha doğal bir şey olamazdı. Çünkü demokrasinin yolundan geçerek iktidara gelen oydu. Millet, devleti değiştirme ve yeniden yapılandırarak yönetme hakkını ona verdi ve ona vermeye devam ediyor.

İslamcılığın iktidara ucuz gittiği, entelektüel göçme yaşadığı ve konformizme kurban gittiği yaklaşımları büyük ölçüde haksız yakıştırmaları taşımaktadır içinde. Çünkü İslamcı entelektüeller kendi müktesebatlarıyla iktidara büyük katkılarda bulundular. Her şeyden önce ABD ve Avrupa üniversitelerinde ders veren, kitapları basılan ve toplantılara katılan entelektüel şebeke konformizmini tercih etmediler. Bu ülkede iki yüzyıllık modernleşme tarihiyle eş giden firari aydın tarihi içine yerleşmediler. Bunun yerine müktesebatlarını kendi toplumlarının ve bölgesel varlıklarının yaşadığı acıların dindirmeye aday bir siyasete katmanın yanında yer alarak değerlendirdiler. Entelektüel sermayelerini ümmetlerine ve milletlerine adıyorlar. Örneğin bu müktesebatın millet, İslam kardeşliği ve ümmet perspektifi olmasaydı çözüm süreci gerçekleşebilir miydi? Liberal teorinin bir arada yaşama yaklaşımlarıyla bu millet, Kürtlerin varlığını yeniden bütün Anadolu’da kabul ederek hükümete destek verebilir miydi? İslam’ın tarihsel ve bölgesel varlığından gelen mirasın ruhu olmadan self determinasyonu aşan siyaseti, Ak Parti uygulama idrakini içinde taşıyabilir miydi? İslamcı entelektüeller olmasaydı, Balkon konuşmaları olabilir miydi? Kemalist devlet tarzının yüzyıla varan din karşıtı politikalarından vazgeçilebilir miydi?

Entelektüel sorumluluğu

İslamcı entelektüelliğin iktidara kattıkları, Türkiye’nin yenilenerek kurulması, devletin dinle barışması, bölgesel perspektif edinmesi ve Kürt meselesinin İslam kardeşliği içinde idrak edilerek çözülmesi manalarına gelir. Kürtçü aydınlar ve liberal sol aydınların hoşuna gitmese de İslam kardeşliği, Kürt sorununun çözülmesinin ana ruhudur bu topraklarda. Bunu yeniden formüle eden, harekete geçiren ve Kürtlerin varlığını algılayacak tarzda yorumlayarak siyasete geçiren idrakin arkasında söz konusu entelektüeller bulunmaktadır. Ayrıca, ülkemizin “sosyolojik derinliğini” sürdürmenin tek yolu İslam kardeşliği anlayışından geçer. Bu ülkenin toplumsal tarihi ve medeniyet havzası içinde düşünerek siyaset yapma imkanlarını zorlayan zihin, ilk defa İslamcı entelektüeller tarafından temsil ediliyor. Batı ve modernliği İslam’a karşıya yapılandırmayan, üzerinde yaşadığı toprakları dışlamadan algılayan zihin, İslamcı entelektüellerdir. Bu zihniyet arayışlarıyla, iktidara kattıkları sayesinde devleti bir zihniyet dönüşümüne uğratıyorlar. Bu zihniyetin toplam adı Yeni Türkiye’dir. Ayrıca Türkiye İslamcılığı, yüzyıllık tarih içinde uğradığı bunca tasfiye, karalama, damgalama ve dışlamadan sonra ilk defa tarihi rolüne çağrılıyor. Bu rolden kaçmak taşın eline elini koymamak ve mesuliyet yüklenmekten kaçmaktır. Firari aydın durumuna düşmektir.

İslamcılık dünyevidir; çünkü el etek çekerek dünyada yaşanan zulümlere karşı sessiz kalmadı. Dünyevidir, dünyada İslam toplumlarının varlığına kast eden siyasetlere karşı neler yapılabilir üzerinde durdu. Hem düşündü, hem de eyledi. Ne düşüncenin konforunda ne de pratiğin yalınlığında kayboldular. Dünyada yaşadılar, dünyada düşündüler ve dünyada mücadele ettiler. Onlar için devlet ne tümüyle iyi ne tümüyle kötü. İnançlarına uyumlu çalıştığı ve Müslümanlara hizmet etiği oranda meşrudur. Bu iki ilkeden saptığında ise bir meşrulukları kalmaz. Adlarının hiçbir önemi yok. Çünkü tarihte devlete ad bulan onlar olmadı. Onlar, modern devlet adlarına karşı sipere dururken bir yakıştırma yapma zorunluluğunu hissettiler.

İslamcılığı iktidarla yaptığı ittifak nedeniyle eleştiren aydınlar, temelde Gülen Cemaati’nin mevzi kazanmasına yönelik bir atılım içinde bulunuyorlar. Çünkü dertleri İslamcılığın ve entelektüelliğin yaşadığı sorunları tartışmak değil. Asıl amaçları İslamcılığın ve entelektüelliğin iktidara kattığı stratejik anlam ve meşruluk durumunu çözmeye çalışmak. İktidarın entelektüel varlığını deşmek. İttifak ve eklemlerini tartışma alanına çekerek güçlerini zayıflatmak. Bütün bunlar yapılırken oldukça dinsel bir dil kullanılmasına rağmen bu dilin içeriğinde ve bu dilin birleştiği pozisyonda stratejik tutum bulunmaktadır. Gücü, iktidarı ve devleti merkeze alan bir okuma baskındır.

Entelektüel fildişi kulede yaşayan bir varlık değildir. Ülkesinin yakıcı sorunlarına karşı siyasal tutumlardan kaçınarak düşünce konformizmi içinde debelenerek fantastik hayaller kuran varlık da değildir. Entelektüel, ne tarih üstü ne de siyaset üstü “üstün varlık” kalıbına uyar. Entelektüel, topraklarının, halklarının ve inançlarının büyük yangınlar içinde alev alev yandığı bir ortamda bunu sonlandırmak için zihni mesaisini sonuna kadar kullanan şahsiyettir. Bundan dolayı, ‘yeni Türkiye’ siyaseti için harekete geçen ve yangınları söndürdüğünü söyleyen bir iradeye katkıda bulunması kadar doğal bir şey olamaz. İktidar ile kurduğu ilişkinin bu mesuliyeti içinde elbette kritiğin başlı başına bir kıymeti vardır. Ancak kritiği, yapılanı yıkmak için değil ıslah için kullanmak mesuliyetiyle yapmak gerekir. Oysa İslamcı aydınlara yapılan çağrıda merkezi yer Ak Parti iktidarı karşıtlığıdır.

drergun@hotmail.com

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Çok cahilsin Ekrem keşke…[/h] TURGAY GÜLER 02 Eylül 2014 Salı - Aksam.com.tr

 

 

Bizimki dünkü yazısında ne çamlar devirmiş, ne çamlar!

Emin olun o çamlar buradan Pensilvanya’ya yol olur.

Nereden aklına gelmiş, nasıl düşünmüş, biri mi kulağına fısıldamış bilemiyorum?

İncil’den bir hikâye bulmuş, o hikâyeyi de köşesine taşımış.

“Ne var bunda?” demeyin.

Daha ne olsun? Bizimki Fethullah Gülen’i Hazreti İsa’ya benzetmeye kalkışmış!

Sözüm ona çaktırmadan!

Hazreti İsa’nın çilesini anlatmış, bundan da Fethullah Gülen’e pay çıkarmış.

Sözüm ona çaktırmadan!

İkisi de aynı yolun yolcusu demeye getirmiş.

Özetle demiş ki; Hazreti İsa’yı çarmıha gerdiler, bugün de Gülen’i germek istiyorlar.

Dün Hazreti İsa’yla alay ediyorlardı, bugün de Fethullah Gülen’le.

Yahu arkadaş nedir bu peygamberlerin sizden çektiği?

Allah aşkına düşün yakalarından!

Tövbe estağfurullah!

Hazreti İsa’ya ve arkadaşlarına karşı yürütülen korkunç karalama/sindirme hareketini anlatmış.

“Bak! Bugün aynısı bize yapılıyor!” demek istemiş.

Allah’ım Allah’ım.

Uzatmayalım, hikâyenin sonunda Hazreti İsa hakkında idam kararı çıkıyor.

Karar onay için Roma valisi Pontius Pilatus’un önüne getiriliyor.

Pilatus imzalamamak için çok direniyor, bu vebale ortak olmak istemiyor. Ancak baskılara dayanamayıp, koltuğundan da olmamak için imzalıyor.

Böylece o günkü azgın toplumun da isteğiyle Hazreti İsa çarmıha geriliyor!

Sonra Pilatus herkesin gözü önünde bir ibrik suyla ellerini bir güzel yıkıyor.

Demek istiyor ki; “Benim elim temiz, günah benden gitti, ben istemedim, siz istediniz” .

Ekrem Dumanlı bu hikâyeyi şöyle bağlıyor:

“Pilatus’un eline peygamber kanı bulaştı. O da zalimlerden oldu. Sizin de elinize Fethullah Gülen’in ‘kanı’ bulaşır. Zalimlerden olursunuz”.

Pehhh!

Kusura bakma ama çok cahilsvin Ekrem Dumanlı!

Keşke hikâyeyi İncil’den değil, Kur’an’dan okusaydın.

Neyse, ben sana anlatayım o vakit.

Çarmıha gerilen Hazreti İsa değil, benzeriydi. Kur’an bunu apaçık beyan eder.

İsa’ya benzeyen o kişiye gelince. Kendisi 12 havariden biridir.

Yani Hazreti İsa’nın öğrencilerinden biri.

Bir başka ifadeyle şakirt.

Ama hain, ama alçak.

Adı Yahuda İşkariyot.

Yahuda İşkariyot, o meşhur son akşam yemeğinin yapılacağı yeri askerlere ihbar etmiştir.

Haindir!

Allah ona bu ihanetinin bedelini de ödetmiştir.

Askerler Hazreti İsa diye, Allah’ın kudretiyle ona benzeyen Yahuda’yı alıp götürmüşlerdir.

Ve çarmıha gerip idam etmişlerdir.

Bilmem anlatabildim mi?

İhanet, hainlik cezasız kalmıyor!

Ve son bir not.

Madem Hazreti İsa’nın çilesini anlatıp, buradan da cemaate bir pay çıkaracaktın, niçin Kur’an’ı değil de İncil’i kaynak yaptın?

Eeeee, körle yatan şaşı kalkar.

Sanırım bu ‘diyalog’ işleri yüzündendir!

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Hiç kıvranmayın... Bunun adı ‘darbe’dir![/h]

Konvansiyonel dönemlerde darbe tankla yapılırdı... Önce radyo ve televizyon vericileri ele geçirilir, sonra zırhlı birlikler stratejik noktalarda konuşlandırılırdı.

Darbe bildirisi, radyo ve televizyonlardan okunur okunmaz, darbe gerçekleşmiş sayılırdı.

Sonra gelsin gözaltılar...

Post-modern zamanların darbesi daha farklı oluyor... Adı üstünde, post-modern...

Hükümeti “kısmen” ya da “tamamen” (farklı mekanizmaları devreye sokarak) “çalışamaz hale” getirdiğinizde, “post-modern darbe” yapmış oluyorsunuz.

Nitekim, Erol Özkasnak, “Bu bir post-modern darbedir” demiş, 28 Şubat’ın mahiyetine dikkat çekmişti.

Evet, 28 Şubat, post-modern bir darbeydi... Sivil ve askeri bürokrasi, kartel medyası, bazı sol sendikalar, bazı işverenler örgütü ve bazı siyasi partiler elbirliği etmiş, hükümeti çalışamaz hale getirmişlerdi.

Bir süre sonra da, milletvekili borsası kurarak, “çalışamaz hale” getirdikleri hükümeti düşürmüşlerdi.

Bu cümleden olarak, Gezi kalkışmasını da, dört dörtlük bir darbe girişimi saymak gerekiyor.

Gezi, bir “çevre hareketi” olarak doğdu ama kısa süre içinde darbe konsorsiyumu tarafından ele geçirildi. Bir bakıma “darbenin manivelası” olarak kullanıldı.

Maksat, önce hükümeti çalışamaz hale getirmek, sonra düşürmekti.

Dolmabahçe ofisine yapılan “ölümüne” saldırının nedeni buydu.

Maksat, “Başbakan kaçtı” cümlesini dünyaya duyurmaktı. Başbakanın ofiste olduğu sanılıyordu. Dolmabahçe Camii’nde stüdyo kurmuş Reuters ajansı da, haberi duyurmak için alesta bekliyordu. (Hep yazıyorum: “Camide içki içildi mi, içilmedi mi?” tali bir meseledir. Dolmabahçe gazavatında yaralananlar için revir haline getirilmiş camide iki büyük yayın kuruluşu hazır bekliyordu: Reuters ve Doğan Haber Ajansı. Eylem başarıyla sonuçlansaydı, Dolmabahçe Camii, darbenin yayın karargâhı olacaktı.)

Başbakan kaçmadı.

Kaçıramadılar...

Önceden programlanmış Fas ziyaretini tamamladıktan sonra ülkesine döndü ama “Korktu, kaçtı” ithamlarından kurtulamadı.

Biricik vasfı Wolfowitz’e mikrofonluk yapmak olan bir gazeteci o günlerde şuna benzer şeyler yazıyordu: “Ülkesinde dolaşamayan, başkente bile giremeyen, sadece havaalanlarında görülen bir Başbakan...”

Gezi’yi “paralel darbe girişimi” izleyecek ve sonuç hiç de şaşkınlıkla karşılanmayacaktır.

Paralel örgüt, daha sofistike yöntemlerle çalışıyordu.

Dinleme ağıyla, bütün bir ülkeyi tarassut altına aldı.

Başbakan’a fiziki takip uyguladı. (Ciddi suçtur.)

MİT TIR’larına saldırı düzenledi... (“Türkiye, terör örgütlerine silah ve mühimmat gönderiyor” algısını oluşturmak için.)

Devletin en düzey güvenlik toplantısına sızdı...

Başbakan’ın, Dışişleri Bakanı’nın ve MİT Müsteşarı’nın “İran ajanı” olduğu yönünde yayınlar yaptı yahut yaptırdı.

Başbakan hakkında “Dönemin Başbakanı” şeklinde fezlekeler hazırlattı.

Kritik enerji görüşmelerine imza atmış Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın ve EPDK üyelerinin telefonlarını dinledi. Bazı EPDK üyelerini 25 Aralık soruşturmasının sanığı yaptı...

Hedef görünüşte “yolsuzluklarla mücadele”ydi ama asıl hedef hükümeti çalışamaz hale getirmekti.

Devletin gizli güvenlik toplantılarına sızmak ve elde edilen bilgileri belirsiz adreslere servis etmek bir suçsa, hükümeti çalışamaz hale getirmek iki suçtur.

Bunun adı da “darbe suçu”dur.

Efendim, Başbakan’ı dinlemedik... Başbakan dinlemeye takıldı.

İyi de, dinlemelerinizi de, “Kiminle konuşursa dinemeye takılır?” sorusuna göre ayarlamışsınız. Neredeyse dinlemedik “denek” bırakmamışsınız. Kabak gibi ortadasınız!

 

 

Ahmet Kekec, Star, 05.09.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

‘Camia yaşasaydı...’

 

Ahmet Taşgetiren / STAR GAZETESİ

Bugüne kadar yaptığım en lüks tatil, Marmaris’te Angel’s Peninsula’da geçirdiğim üç gün oldu. Daveti, Bugün gazetesinin ve söz konusu otelin sahibi Akın İpek yaptı.

Bugüne kadar yaptığım dış seyahatlerin önemli bir kısmı Camia’nın finansmanı ile gerçekleşti. Uçak bedellerini de Camia ödedi, kaldığımız çoğu 5 yıldızlı otellerin konaklama ücretlerini de.

Bütün bu gezilerde içimdeki ukde, bu masrafların nereden karşılandığı ve amaç kamuoyu diplomasisi yapmaksa, bunu gerçekleştirip gerçekleştiremediği idi.

Zaman gazetesinde Çarşamba’ları yazdığım günlerdi. İlhan İşbilen (Sonradan Ak Parti milletvekili oldu ve yaşanan süreçte istifa etti) genel müdürdü. Bir akşam vakti yemek ısmarlandı dışardan. Bir tepsi kebap geldi. Afiyetle yedik. Ama ben, tam o sırada, mesela Moğolistan’da bir öğretmenin o saatte hangi yemeği yiyebildiği sorusuna takıldım.

Merkezdekiler ve hizmet yerlerinde olanlar... Aynı hayatı mı paylaşıyorlar acaba? Ben bunu Mücadele Birliği’nde iken de sorgulamıştım. Sonunda iş, şimdi beytül mal gibi görünen ve birilerinin üzerinde bulunan malın - mülkün öldükten sonra kime kalacağı sorusuna geldi dayandı. Ve beytül mal mülk oldu çıktı. Bir gün bunları Camia için de konuşacağız, hele o zamanlar gelsin.

Angel’s Peninsula’da birkaç arkadaş, epeyce bilgilendirme yaptı Hükümet’in Camia’ya yönelik davranışları konusunda. Gözümüzü lüks bürümüş olsaydı, orada aldıklarımızı satardık yazılarımızda.

Ahmet Taşgetiren kırk yıldır medya sektöründe çalışıyor. Şu anda Star’da yazıyorum. Altınoluk Dergisi’nin genel yayın yönetmeniyim. Erkam Radyo’da program yapıyorum.

Son hadiseler yaşanmadan önce Bugün’de ve Aksiyon’da yazıyor, Burç FM’de günlük yorumlar yapıyor, bu arada Altınoluk Dergisi’ndeki görevime devam ediyordum.

Tercüman’da yazı işleri kadrosunda çalışırken aynı zamanda Türk Edebiyatı Dergisinin editörlüğünü yapmaktaydım. Bu arada Çağ Yayınları tarafından yayınlanan Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi isimli 14 ciltlik eserin editörlüğünde bulundum.

Bugün, Aksiyon ve Burç FM... Sosyal medyada, Camia adına, Ahmet Taşgetiren’in çok yüksek ücretler ödendiği için iktidar yanına geçtiğini yazıp duranlar, sorsunlar Bugün’e, Aksiyon’a, Burç’a ve hesabı ondan sonra yapsınlar...

40 yıldır böyle bir tempo ile çalışıyor Ahmet Taşgetiren.

Buna bir de profesyonel şirketlerin daveti ile gerçekleşenler dışında hemen tüm hafta sonlarını dolduran ve ücretsiz verilen konferans ve seminerleri katın...

Ahmet Taşgetiren’i, Hidiv Kasrı’ndaki bir düğünden çıkarken görüp buradan lüks yaşam iddiası çıkaranlar, beni Angel’s Peninsula’da, ya da Camia’nın daveti ile gerçekleşen gezilerde, 5 yıldızlı otellerde görünce böyle yazsalardı daha çok isabet kaydederlerdi.

Bence asıl sözü, başka yazacak yeri kalmadığı için Camia medyasında çakılıp kalan ve tüm yanlışlıkları onaylayan kalemlere söylemek lazım.

Ben Mücadele Birliği tecrübemde o nitelikte insanları da tanıdım. Ben, bu tür yapıların tecrid edici karakteri sebebiyle yarın gidebileceğim hiçbir yer olmadığı halde “Ben buradan ayrılıyorum” diyerek toplantı odasını terkederken, bazı arkadaşlarımın “Viran olası hanede evladü ıyal var” mantığı ile hareket etmesini yadırgamadım. O arkadaşların, ayrılanları ve dün “Abi” dediklerini bir kalemde silmelerini de yadırgamadım. O ortamda “Lider”in “Sana soruyorum .... Abi, sen benimle dünyanın ve Türkiye’nin bütün meselelerini istişare edecek liyakatte misin?” sorusuna, tabii ki nezaketen “Estağfurullah Abi”diye cevap veren “Abiler”i de yadırgamadım. Oralarda işler öyle yürür. “Abilerin Abisi” karar verdiğinde, tüm “Abiler” silinir.Ahmet Taşgetiren de “Doğrucu Davut” rolünden vazgeçmediği için bir gün gelir konumuna bakmadan gözünün üstünde kaşın var, der.

Şimdi beyler, gidişiniz gidiş değil. Kalbinize danışın, Ahmet Taşgetiren’i yıpratamazsınız bir, onu yıpratarak yolunuzu uçurumdan çeviremezsiniz, iki. Kur’an’ı keyfine göre yorumlayanların hedef göstermeleri ile daha çok -hem de manevi açıdan- batağa batarsınız, üç.

Size bir gün hem de mutfak bütçesinden ayırıp öğrenci bursu veren ev hanımları, Boğaziçi’ni derece ile bitirip Moğolistan’a karın tokluğuna ve bazan hayatı pahasına öğretmenlik yapmaya gidenler soracaklar:

- Ne yaptınız siz? 40 yıllık emeği ne yaptınız?

Bazen önde bulunanlar, dava hakkında, icabında yok etmek kadar sonsuz tasarrufta bulunma hakları bulunduğunu zannederler. Küçük küçük insanların, emeklerini, dualarını, terlerini hesaba katmazlar. Yanlış yaparlar.

Biz eski Mücadeleciler “Mücadele Birliği yaşasaydı” sohbetleri yaparız zaman zaman... Acaba “ Camia’’ ne zaman bu tür sohbetleri yapacak? Maalesef gidiş oraya doğru...

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]CHPmaat[/h]CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sırtını Fethullah Gülen'e dayadı. Seçimlerde ona umut bağladı. Ancak hüsrana uğradı. Sinirini rakıdan çıkardı. Şimdi de hocanın batık bankası Bank Asya'yı savunmak için Başbakan'a mektup yazdı

Fethullah Gülen, devlet içinde devlet kurmak istedi. 17-25 Aralık operasyonları hocanın darbe planlarını deşifre etti. Gülen Cuntası hüsrana uğrarken, emniyet ve yargıdaki adamları da kendini ele verdi. Cemaatin finans kaynağı olan Bank Asya'daki usulsüzlükler ise gözler önüne serildi. Bankanın cemaatin işadamlarına usulsüz şekilde krediler verdiği belirlendi. Bu gelişmeden sonra banka batışın sinyalini verdi. Ancak Gülen'in bankası için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu devreye girdi. Seçimlerde sırtını cemaata dayayan, Gülen'in isteği doğrultusunda partisine şekil vermeye kalkan Kılıçdaroğlu, Başbakan Ahmet Davutoğlu'na "açık" bir mektup gönderdi.

 

SON KEZ UYARIYORMUŞ!

Mektubuna, "Sizi peşinen uyarıyorum, bankacılık sektöründe yaşanabilecek yeni bir krizin sorumlusu olmaya adaysınız" şeklinde tehditvari ifadelerle başlayan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: "Türk bankalarını korumak, kollamak, denetlemek sizin ve hükümetinizin işidir. Son kez uyarıyorum; Türk ekonomisi bankacılık kesiminde bugünkünü andıran bir dedikodu ve karalama kampanyasının bedelini ağır ödedi. 25 banka battı, milli gelirin üçte biri kadar zarar edildi. Eğer Başbakan iseniz lütfen gereğini yapın. Hedefteki bankada sorun varsa, yasal çerçevede kalarak çözün. Yok, sorun bankada değil, yüksek rakımlı tepenin sakinindeyse, kendisini önce bir sükûnete davet edin. O Beyefendiye sorumsuzluğunun size ve Türkiye'ye ödeteceği bedeli de hatırlatın."

UCU ABD'YE DOKUNUNCA İLAN VERDİ

Öte yandan, ABD vatandaşlığına geçmek için düğmeye basan Fethullah Gülen, Irak'ı kan gölüne çeviren IŞİD terörüne sessiz kaldı. Gülen, teröristler ABD vatandaşının kafasını kesip ABD'ye meydan okuyunca uyandı!

ABD'nin çıkarları doğrultusunda hareket eden ve parael çete terörü estiren hoca, ABD'nin önemli gazetelerine verdiği bir ilanla IŞİD terörünü kınadı. İlanda, başta ABD'li gazeteciler James Foley ve Steven Sotloff'in aileleri ve yakınları olmak üzere, IŞİD saldırılarında hayatlarını kaybedenlerin aile ve sevenlerine başsağlığı diledi. "IŞİD zulmü en ağır şekilde lanetlenmeli" başlıklı ilan, New York Times, Washington Post, Chicago Tribune, Wall Street Journal ve Los Angeles Times gazetelerinde yayınlandı.

 

BU BÜYÜK BiR iHANETTiR

Başbakan Ahmet Davutoğlu ise Kılıçdaroğlu'nun skandal mektubuna anında cevap verdi. Davutoğlu, "Mektup gelmedi. Ana muhalefet partisi liderinin ülkenin başbakanına mektup yazacaksa doğrudan iletmesi gerekirdi" dedi. Ardından da şunları söyledi: "Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik ifadeler devlet ahlakı tarafından utanç vericidir. Böylesi bir üslup Türk siyasetine de yakışmaz. 25 bankanın battığından söz ediyor.

 

KRİZ BEKLİYORLAR

25 bankanın battığı dönemden Türkiye'yi alıp çıkaran biziz. Birtakım gizli twitter hesaplarına göre bir ana muhalefet liderinin Türkiye'yi zan altında bırakması düşündürücüdür. Türkiye'deki bankacılık sisteminin de ekonomik hayatın da garantörü Türkiye Cumhuriyeti hükümetidir. Sayın Kılıçdaroğlu bu üslubuyla dışarıda birilerine ve onların buradaki uzantılarına 'Türk ekonomisinde bir kriz beklentisi var' görüntüsü vermek istiyorsa, bu açık bir şekilde Türkiye'deki istikrara ve Türk ekonomisine yönelik bir ihanettir."

 

Takvim, 18.09.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Bir okuyucu ile Camia üzerine

 

18 Eylül 2014 Perşembe

 

Ahmet Taşgetiren*tüm yazıları »

 

Yazarımızı takip edin!..

 

Neden sorularını size sormak istiyorum”*diye başlayan ve peşinden Hükümet, medya, Camia ve benim durduğum yeri anlamaya çalışan*“Camiadan”*bir okuyucumun nazik mektubunu cevaplamak istiyorum bugün. Şöyle ki:*

 

E... Bey, önce saygı yüklü diliniz için teşekkür ederim. Kaç zamandır, Camia çevresinden gelen ithamlar, hakaretler karşısında gerçekten “Benim tanıdığım insanlar bunlar mı?” sorusunu sormaya başlamıştım.

 

Sorularınıza gelince...

 

Öncelikle benim yazı üslubum, kişisel suçlamaları içermiyor. Bugüne kadar Camia’dan herhangi bir kişiye kategorik suçlama yöneltmedim. Yaptığım şey, davranışların eleştirisidir ve orada da ana yaklaşımım, Camia’nın bugüne kadar getirdiği hizmetlerin heba edilmemesidir. Ben kendimi, bu konuda Camia adına yazıp çizen, sözcülüğünü yapan, hatta Camia’nın tüm politikalarını belirleyenlerden daha duyarlı olarak görüyorum. Çünkü ben, bir islami hizmet camiasının nasıl fedakarlıklarla oluştuğunu, böyle bir yapının heba olmasının duygularda nasıl yıkımlar meydana getirdiğini biliyorum, geçmişte Mücadele Birliği örneğinde bizzat yaşadım. Başka fedakarlıkların da nasıl heba olduğuna, başka yapılarda tanık oldum.

 

Şunu yazdım: Mutfak bütçesinden ayırarak öğrenci bursu veren anneye, Boğaziçi Üniversitesi’ni derece ile bitirip karın tokluğuna Moğolistan’a öğretmenlik yapmaya gönderilen gence bu savaş yükünü taşıtmayın.*

 

Bugün’den ayrılmadan iki gün önceki yazımda “Bu savaştan en çok Camia zarar görecek” diye yazdım. Camia adına hareket edenler, bütün varlığı savaşın içine sürdüler ve maalesef, diğer islami camialarla karşı karşıya getirdiler.

 

Bence savaşı Camia’nın merkez kadrosu başlattı. O da, Camia’ya aslında üstlenmemesi gereken yükleri yükleyerek gerçekleşti.

 

Devlet bünyesinde Camia adına bir yapı oluştu. Bunu görmemek mümkün değil. bu yapının var olması normal boyutta ve nitelikte olsa itiraz söz konusu olmayabilir. Ama devlet bünyesinde var olan unsurlara, devletin politikaları dışında bir misyon yüklerseniz, bunu sürdürmeniz mümkün olmaz. Bunu dünyanın hiçbir ülkesinde ve hiçbir yönetimde sürdüremezsiniz.

 

Camia, Türkiye’de iktidara boyun eğdireceğini düşündü. Bir CHP iktidarında yapmayacağı işleri, Amerika’da yapmayacağı işleri, Türkiye’de ve dindarların iktidarda bulunduğu bir ortamda yapmaya kalkıştı. Güç zehirlenmesi. İktidar da, en tepedekilerden başlamak üzere bir arkadan hançerlenme psikolojisi içine girdi ve çetin bir mücadeleye başladı.

 

Ben Camia’nın yolsuzluklarla mücadele için yola çıktığını, devlet içindeki kadrolarını bunun için harekete geçirdiğini düşünmüyorum. Şunu sordum: Camia ne zamandan beri yolsuzlukla mücadeleyi kendisi için birinci öncelik olarak görüyor? Şunu da söyledim: Başbakan’ın “Ne istediler de vermedik” sözü dahil, iktidarın Camia’ya aktardığı imkanların büyük çoğunluğu “Alnı secdeye gelen insanlar” mantığı ile ve hukuki hassasiyetler dikkate alınmaksızın verilmiştir. Camia, onları alıp kullanırken yolsuzluk diye bir hassasiyet sergiledi mi?

 

Camia’nın ilk hamlesi MİT Başkanına karşı ve İsrail ile paralel bir operasyon oldu. Sonra İrancılık temaları sökün etti. Ardından Mut’a isnadları geldi. Benim gazete değiştirmem bile, bir yığın yalan dolanın devreye sokulmasına yol açtı. Ben, sadece benimle ilgili yalanlara baksam Camia’nın yalan ve tezviratı su gibi içtiğine hükmedeceğim. Oysa beni yakından tanıyorlar.*

 

Fethullah Hoca ile ilgili hususa gelince.

 

Sorum şu:

 

Bunlar Sayın Gülen’in bilgisi dahilinde gerçekleşiyorsa vahim, bilgisi dışında gerçekleşiyorsa daha da vahimdir. Ortada hiç de tabii, bir hizmet yapısından beklenen bir durum bulunmuyor.

 

Dedim ki: Camia fabrika ayarlarına dönsün. Bir iyilik hareketi olsun. Siyaset yapacaksa, devlet içindeki adamlarını kullanmak yerine parti kursun ve milletten emaneti talep etsin. Dünyada hiç kimse davul benim sırtımda olsun, tokmağı da sen kullan demez.

 

Camia şu anda direniyor. Bu derincini, geçmişte kemalist yapılara karşı gerçekleştirse anlamlı olabilirdi. Oysa şimdi o kemalist yapılarla el ele dindar - muhafazakar bir siyasi kadroyu çökertmeye çalışıyor ve milletten de karşılık bulamıyor. Sadece buna baksa, gerçeği görebilir. *

 

CHP ile, yer yer Amerika ile, Avrupa ile İsrail ile paralel duruşlar sergiliyor. Camia medyasını biraz da bu gözle izlerseniz ne demek istediğimi daha iyi görürsünüz. Tarih bu görüntüyü de yargılayacak. Ben 40 yıllık emeğin heba edilmiş olmasından dolayı çok üzgünüm. Camia’nın başına gelene asla sevinmiyorum. Bu yönde tek cümlemi bulamazsınız. Ama Camia’nın, mesela*Tayyip ErdoğanAhmet Davutoğlu’nun ya da benim başıma bir şey gelse “Gördünüz mü Allah belalarını verdi” diye sevinçten uçacağını tahmin edebiliyorum.

 

Yazık oldu her şeye.

 

Selamlar...

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Beni Hükümetle Kavgalı Göstermek İsteyenler Var

 

 

Moral FM programcılarından İlahiyatçı Yazar Mehmed Paksu kendisi ve görüşleri hakkında sosyal medya hesabından bir açıklamada bulundu. Paksu'nun açıklaması şöyle;

 

Okuyucularıma, dinleyicilerime, dostlarıma ve sosyal medyadaki takipçilerime bir açıklama: Bazı Facebook ve Twitter sayfalarında benim hakkımda, bilgimin ve ilgimin dışında birtakım yanlış bilgilere yer veriliyor.

 

Bu yakıştırmaların ve yaklaşımların benimle hiçbir ilgisinin olmadığını söylemek istiyorum. Benden bir şey duymadan, bana bir şey sormadan beni devletle, hükümetle, siyasetle kavgalı yerlerde görmek, göstermek isteyenlerin ne yaptıklarını anlamış değilim.

 

Ben sadece ve sadece hakkın ve hakikatin tarafındayım. Ölçüm de Kur'an ve Sünnet çerçevesinde ve Risale-i Nurun anlattığı biçimde İslamı anlamak, anlatmak ve yaşamaya çalışmaktır.

 

Kırk küsur yıldır Risale-i Nurla içiçe bir hayatın içindeyim. Hiçbir zaman ulusal ve uluslararası "yapı"da ve yapılanmada yer almadım, almam da… Ben sıradan bir Müslümanım ve milyonlarca Risale-i Nur Talebesinden birisi olmaya çalışıyorum. Bediüzzaman'ı da Üstad olarak kabul etmişim ve öyle kalmışım, hayatımın sonuna kadar da bu çizgide olmaya gayret ediyorum.

 

Ayrıca Risale-i Nur'un bir tek "tel"ine dahi kimsenin dokunmasına razı değilim. Risale-i Nur’un, Bediüzzaman’ın yazdığı, tashih ve kontrolünden geçtiği ve bu zamana kadar hayattaki talebeleri tarafından nasıl gelmişse öyle kalmasının gerekliliğine inanıyorum.

 

Risale-i Nur çok sade ve akıcı bir dille yazılmıştır.

 

Bunu yeterli görmeyerek üzerinde tasarrufta bulunup orijinalliğini bozmaya çalışmaya kimsenin hakkı yoktur.

 

Ayrıca benim Risale-i Nur'da gördüğüm kadarıyla, 33 ayet-i kerimenin işaret ettiği, İmam-ı Ali'nin ve Gavs-ı Azamın manen sahip çıktığı Nur Külliyatı bu asrın anlayışına ve ihtiyacına göre yazılmış bir Kur'an tefsiri ve dersidir. Risale-i Nurun halifesi ve devamı yine Risale-i Nurdur. Ona hizmet eden ahirette ve hayatta olan bütün Nur talebelerinin ortak kimliği Nur Talebeliğidir. Ayrıca “nurcu” kavramı da bizzat Üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin kullandığı bir tanımlamadır.

 

Bu açıdan hiçbir şeyh, hiçbiri din adamı ve hiçbir hoca, hiçbir lider veya bir makam sahibi bu davada Risale-i Nurla eşleşemez, olsa olsa ya ona talebe olur, ya kardeş olur veya dost olur, faka hiçbir akım ve düşünce Risale-i Nuru dünyevi veya siyasi bir yapıyla, yapılanmayla birarada tutamaz.

 

Bir fert olarak benim siyasi görüşüm açık ve belli, hiçbir zaman da saklayıp gizlemedim. Hiçbir partide kaydım yoktur, ama her zaman demokrat çizgide bulundum. Her seçimde sol düşüncenin karşısında yer alan kitle partisini destekledim. Twitter ve facebook hesaplarımda açıkladığım gibi oyumu da Ak Partiye verdim.

 

Şu anki hükümetin millete yaptığı hizmeti inkar etmem mümkün değil !

 

12 yıldır Türkiye’yi nereden nereye getirdiğini herkes biliyor. Kırk yıla yakındır İstanbul’da yaşayan bir insan olarak itiraf etmem gerekirse, belediyenin İstanbul’a yaptığı hizmetler sayesinde şehir yaşanır hale geldi.

 

Bendeniz İslami ve imani hizmet olarak da, Kur’an’ın bir tefsiri olan Risale-i Nurla iman davasına hayatını vakfeden Üstadın "vekilim" olarak belirttiği ve Risale-i Nurun naşiri olarak bilinen, haliyle Nur hizmetinde “ağabey” olarak tanınan zatlara minnetim, şükranım ve hürmetim vardır. Bu zamana kadar onlar neredeyse ben orada oldum.

 

Fakat bu arada İslama hizmet eden, niyetlerine ve amellerine hiçbir dünyevi menfaat bulaştırmayan ehl-i imana dua ediyorum ve dualarında yer almak istiyorum.

 

22 senedir hafta içi hergün Moral Fm'de yaptığım programlarım ve Nesil Yayınları arasında çıkan kırk kadar kitabımla, yurt içi ve yurt dışında verdiğim konferanslarla bu milletin ve İslam ümmetinin imanına hizmet etmeye çalışıyorum.

 

Nesil yayınlarında kitapları yayınlanan bazı yazar arkadaşların farklı düşünmeleri, kendilerini bazı yerlerle ilişkilendirmeleri, devlet ve hükümetle çatışma halinde bulunan bazı grupları müdafaa etmeleri, Yayınevini bağlamadığı gibi, benim de bağlamaz.

 

Bendeniz Nesil Yayınlarında (Eski adıyla Yeni Asya Yayınlarında) 1980 Ağustos’u itibariyle Yavuz Bahadıroğlu’nun daveti üzerine çalışmaya başladım ve halen de Yavuz ağabeyle beraberiz, gelişmelere ve olaylara yaklaşımımız aynı ve birlikteyiz. Aynı şekilde Mehmet Fırıncı Ağabeyle birlikte hizmet ediyoruz.

 

3 yıldır da Twitter ve Facebook'u aktif olarak kullanıyorum, orada da yazdıklarım ortada bulunuyor.

Bu vesileyle saygı ve selamlarımı arz ediyorum.

Mehmed Paksu

Tarih : 15.09.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

‘Paralel yapının 2015 genel seçimlerine yönelik proje partisi olduğu’ iddia edilen Merkez Parti’nin Genel Başkanı Av. Abdurrahim KARSLI, Akit’e ilginç açıklamalarda bulundu. Paralel yapı iddialarına inanmadığını söyleyen KARSLI, “16 yaşımdan beri Risale-i Nur okurum” dedi. Cemaat partisi oldukları iddialarını reddeden A. Karslı, FETHULLAH GÜLEN’e övgüler yağdırarak, “Gülen’i iyi bilirim, hürmet ederim, severim” diye konuştu.

http://www.yeniakit.com.tr/haber/merkez-partinin-gulen-aski-30375.html

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 3 Wochen später...

*

*

http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/AliNurKutlu/her-sey-bitti-ey-sakirt/56412

 

*

 

HER ŞEY BİTTİ EY ŞAKİRD

*

*

Ali Nur Kutlu / Y. Şafak

 

3 Mart 2014'de sana hitaben yazdığım ilk yazının üzerinden 8 ay geçmiş neredeyse. Her şey kötüye gidiyor, bu gidilen yol yanlış demiştim. Cemaat yazarları, sosyal medya kullanıcıları o tarihten beri beni hedeflerine aldı, sürekli hakaretler yağdırdı. Fethullah Gülen beni mahkemeye verdi, tazminat davası açtı. Ancak sonunda benim dediğim doğru çıktı. Sana hep bir umut verdiler ama tümü hüsranla sonuçlandı. HSYK seçimlerindeki hezimet, sanırım malumun ilanı oldu bir kez daha.

Her şey bitti Ey Şakirt.

Aslında her şey 25 Aralık'ta bitmişti ama sen kabullenmedin. Bu ülkenin Başbakanını, MİT Müsteşarını hedef aldığı gün bitmişti Cemaat zaten.

Hep bir umut aşıladılar sana ve sen de hep hükümeti, hükümeti destekleyen çevreleri hedef aldın. Din kardeşlerini kötüledin, karaladın, iftiralar attın üzerine. Gözünü hırs bürüyen hocanın, 'abilerinin' dediklerini ayet gibi doğru kabul ettin. Hiçbir söze, sese, iyi niyet çağrısına kulak asmadın. İlahi bir gücün, kudretin hocana yardım ettiğini ve asla yanılmayacağını zannettin ama yanıldın.

Bizi, yani bu iktidarın doğrularını öven herkesi cehennemlik gördün, düşmanına etmediğin bedduaları, hakaretleri, küfürleri bize müstahak gördün.

AİLELER parçalandı, yuvalar dağıldı, evlatlar babalarına isyan etti, analarını gözü yaşlı bıraktı, sen sırf hocan öyle istiyor diye, 'hepsini hak ettiler' dedin.

Aklını, imanını, inancını, fikrini, malını, mülkünü ve aileni hocana feda et dediler, sen de ettin. ALLAH RESULÜ bile bu kadarını istemedi, bu nasıl Müslümanlıktır Ey Şakirt hiç mi düşünmedin?

Hiçbir şey senin fikrini değiştiremez diye övünüyorsundur eminim. Sana vadettiklerinin hiçbiri doğru çıkmadığı halde nasıl hala hocanın ve abilerinin dediklerini peşinen doğru kabul edebiliyorsun aklımız almıyor.

Artık kimse seni ikna etmeye çalışmayacak merak etme. Geri dönülmez bir yola girdin ve sonunu Allah selamete çıkartır sadece.

Bu topluma, İslam'a ve ülkeye verdiğin zarar yıllarca konuşulacak. Adına Cemaat dediğin ama dünyada görülebilecek en karmaşık, en karanlık ve tehlikeli örgütün yaptıkları ortaya çıktıkça, nasıl bir oyunun içinde olduğunu herkes görecek.

Cemaatten binlerce, on binlerce insan işsiz kaldığında, okullar kapandığında, işyerleri iflas ettiğinde ve 40 yıllık emek bir hocanın ve onun muhteris temsilcileri yüzünden gözünün önünde çöktüğünde, sen yine hatayı bizde arayacaksın biliyorum.

Tarih Fethullah Gülen'i, kurduğu Cemaati ve yaptıklarını henüz yargılamadı. Biz belki canımız çok yandığı için duygusal değerlendirmeler yapıyoruz ama bizden sonra gelecek kuşaklar Gülen'i ve yaptıklarını çok daha iyi sorgulayacaklar.

Hasan Sabbah bin yıldır konuşuluyor ve yazılıyor, Gülen de onun kadar konuşulacak ve yazılacak. Bununla gurur duyabilirsin elbette. Ancak unutma, bugün Hasan Sabbah ve müritleri nasıl anılıyorsa, Fethullah Gülen ve müritleri de öyle anılacak tarihte.

Her şey bitti, şimdi hesap vakti geldi.

Şaşıracaksın ama önce kendi içinizde hesaplaşma olacak. Hocanızı yanılttılar diyerek birçok kişi aforoz edilecek. Falan ülkenin, filan istihbaratın elamanıymış diye birileri suçlanacak içinizden. Şu bizden değildi, bu bizi temsil etmiyordu diye medyada önde görünenler tasfiye edilecek belki. Hatta bu tasfiyeler başladı bile ama buna da inanmayacaksın. Ne olursa olsun, hiçbir zaman hocanızın yanlış yaptığını düşünmeyeceksiniz biliyorum. Sahabe bile Hz. Muhammed'e (SAV) bu kadar kutsiyet ve masumiyet atfetmemişti.

Her şey bitti Ey Şakirt.

Seccadenin başın dön ve kendine, etrafına bir bak. O uysal, gözü yaşlı, muhlis şakirtlerden nasıl canavarlar çıktı ortaya bir bakmayı dene.

Seccadenin başında, yaptığın bir hata varsa Allah'tan af dile. Bizim için de af dile, bizim de hatalarımız olmuştur çünkü biz kutsal değiliz, masum da değiliz.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 3 Wochen später...

Gülerce: Cemaat, devleti ele geçirmek istedi

01.11.2014 10:53

Hüseyin Gülerce, Ahmet Hakan'a cemaatin yapısıyla ilgili olarak çok önemli detayların yer aldığı açıklamalarda bulundu.

 

Zaman gazetesinden ayrılma sürecini anlatan Gülerce, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması sonrası gazetenin manşetiyle sarsıntı geçirdiğini söyleyerek,"Hocaefendi, Hizmet Hareketi'nin nabzını kılcal damarlarına kadar tutan bir insan. 'Savcılar hep haklı çıktı' başlığını mutlaka görmüştür ya da haberdar edilmiştir. MİT Müsteşarı'nın ifadeye çağrılmasına destek vermek, hükümete resmen savaş ilan etmekti" diye konuştu.

 

Gülerce şunları söyledi:

 

"25 Aralık'taki olayı görünce 'Hizmet Hareketi, hükümete topyekün savaş açmış' dedim. 'Erdoğan gitsin, AK Parti kalsın' planı çerçevesinde hareket ettiler. Erdoğan gittikten sonra AK Parti Meclis Grubu'ndan 'Hizmet tandanslı' bir hükümetin çıkabileceğini umdular. Siyaseti bilen bir insan olarak bana bunu sorsalardı, asla böyle bir şeyin olmayacağını söylerdim."

 

Hüseyin Gülerce bu görüşlerini, Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan'a açıkladı. Hakan'ın "Cemaat,devleti ele geçirmek istedi" başlığıyla yayımlanan söyleşisi şöyle:

 

"BU HABER HOCAEFENDİ'DEN HABERSİZ VERİLEMEZ"

 

Ne oldu da Hizmet'i bırakma noktasına geldiniz?

 

İlk sarsıntıyı '7 Şubat Krizi'nde geçirdim. Savcıların MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı ifadeye çağırması olayı... Savcıların ifadeye çağırması sarsmadı beni. Devletin savcıları, millet adına bir şey görmüşlerdir, ifadeye çağırmışlardır. Burada bir şey yok. Sarsıntıyı ertesi gün Zaman gazetesini alınca geçirdim. Gazete bu haberi "Savcılar bugüne kadar hep haklı çıktı" diye veriyordu. Bu haber, bu şekilde Hocaefendi'den habersiz verilemez. İşleyişi biliyorum. Hocaefendi, Hizmet Hareketi'nin nabzını kılcal damarlarına kadar tutan bir insan. Bu başlığı mutlaka görmüştür ya da haberdar edilmiştir.

 

O haberin o şekilde verilmesinin anlamı neydi? Neden sizde sarsıntıya yol açtı?

 

Hocaefendi'nin çizgisi belliydi. Hangi hükümet olursa olsun hep destek olmuş, saygılı davranmıştır. Oysa MİT Müsteşarı'nın ifadeye çağrılmasına destek vermek, "Savcılar hep haklı çıktı" diye haber yaptırmak, hükümete resmen savaş ilan etmekti.

 

'SAVUNMA BİLE YAPMADILAR'

 

Bu konuyu konuşmadınız mı Cemaat'ten arkadaşlarınızla?

 

Üç gün sonra Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nda bir toplantıdaydık. Zaman gazetesinden Abdülhamit Bilici Bey de vardı toplantıda. Ben orada "Savcılar daima haklı çıkıyor" diye başlık atmanın yanlış olduğunu söyledim. Gerekçelerimi anlattım. "Bu başlık Hizmet'e zarar veriyor" dedim. İkna edici bir şey söylemediler. Savunma bile yapmadılar. Ben o zaman o haberin arkasında Hocaefendi'nin olduğunu anladım.

 

ZAMAN'DA BAŞBAKAN ERDOĞAN'A HAKARETLER...

 

Ama buna rağmen Cemaat'ten kopmadınız.

 

Kopmadım ama sarsıntı geçirdim. İkinci sarsıntım Gezi'den sonra Zaman'da Başbakan Erdoğan'a yönelik hakaretlerin başlamasıyla gerçekleşti. İhsan Dağı, Mümtaz'er Türköne, Ahmet Turan Alkan gibi Hizmet'in içinden yetişmemiş arkadaşlar, eleştirinin de ötesine geçen yazılar yazmaya başladı. Bunların da Hocaefendi'den habersiz bir şekilde yayınlanması mümkün değildi.

 

Sizin açınızdan kopuş nerede başladı?

 

25 Aralık'taki olayı görünce "Hizmet Hareketi, hükümete topyekün savaş açmış" dedim.

 

'ERDOĞAN GİTSİN AK PARTİ KALSIN'

 

Nasıl yorumladınız bu "topyekün harekete geçme" olayını?

 

Bir savaşa girerken dost kuvvetler, düşman kuvvetler analizi yapılır. Gücünüz yeter mi böyle bir şeye? Buna bakılır. Baktılar ve güçlerinin yeteceğini düşündüler. Kendilerine güvendiler. "Erdoğan gitsin, AK Parti kalsın" planı çerçevesinde hareket ettiler. Erdoğan gittikten sonra AK Parti Meclis Grubu'ndan "Hizmet tandanslı" bir hükümetin çıkabileceğini umdular. Siyaseti bilen bir insan olarak bana bunu sorsalardı, asla böyle bir şeyin olmayacağını söylerdim.

 

Cemaat sizce devleti ele geçirmek mi istiyordu?

 

Yönetime hakim olmak istediler. Neden? Çünkü Türkiye için en iyisini, en güzelini kendilerinin yaptıklarına inanıyorlar. Diyorlar ki: Bizim yöntemimiz tek yöntem, dünyaya açılıyoruz, her şeyin en iyisi burada ve bunu engellemek ihanet... "Böyle güzel ve yararlı bir şeyi engellemeye çalışıyor AK Parti, bu nedenle ihanet ediyor" diye düşünüyorlar.

 

****

 

"BUNLAR KANITLANIRSA CEMAAT BİTER"

 

Hangi iddia doğru çıkabilir? Mesela Fethullah Gülen'in "dinleme emri" verdiği iddiası mı?

 

Evet... Bazı polisler itirafçı oldu deniliyor. Ne derece doğru bilmiyoruz. Bazı polislerin Pensilvanya'ya gittikleri, talimatı bizzat oradan aldıkları söyleniyor. Bunlar kanıtlanırsa... Cemaat biter.

 

Hocaefendi'yle ilgili duygularım çok karışık

 

Hüseyin Gülerce'ye "Açık soracağım: Şu anda Fethullah Gülen hakkında ne düşünüyorsunuz" dedim.

 

Başlattı anlatmaya:

 

"Ben Hocaefendi'yi çok seviyorum. Dünyada dostluğundan şeref duyduğumu açıkladığım tek insandır Hocaefendi. Ben böyle samimi, ihlaslı, Sahabe Efendilerimizi hatırlatan başka bir kişi tanımadım. Şimdi geldiğim noktada aynı bedende iki insan olduğunu düşünüyorum. Birisi benim çok sevdiğim, saydığım, kendisine nokta kadar zarar gelmesini istemediğim, ona yapılan hakaretlerin, saldırıların vicdanıma bıçak gibi saplandığı bir insan. Hala öyle. Bir de bu insanla aynı bedende yer alan, sadece ve sadece kendi kafasındaki Türkiye'ye ulaşabilmek için ne lazım geliyorsa yapabilen, ölçü tanımayan bir insan. Birisi için canınızı verebilirsiniz. Diğeriyse sizi ürkütüyor. Ona toz kondurmak istemiyorum. Ama vicdanıma sığdıramadığım, ilkelerime sığdıramadığım, Müslümanlık anlayışıma sığdıramadığım yanlışlar var. Onları da görüyorum.

 

Duygularım çok karışık."

 

Bütün bağlarımı kopardım

 

Cemaat'ten ayrıldınız mı?

 

Evet... İki somut adım attım. İlk olarak Zaman gazetesinden ayrıldım. İkinci olarak Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın mütevelli heyet üyeliğinden istifa ettim. Böylece beni "Hizmet Hareketi"nin içinde gösteren iki somut bağı koparmış oldum.

 

Hürriyet

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Bu da “paralel ihanet”[/h]Giderek marjinalleşen Gülen örgütü ihaneti ABD’ye taşıdı.ABD’de katıldığı bir toplantıda Türkiye’nin giderek İranlaştığını iddia eden Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Today’s Zaman yazarı İhsan Yılmaz, insanların zorla İmam Hatip okullarına kaydının yaptırıldığı ve alkolün yasaklandığı yalanını ortaya attı.

 

Giderek marjinalleÅŸen paralel yapının üniversite ayağı ihanette sınır tanımıyor. . Türkiye'de bir islamileÅŸme tehlikesi olduÄŸundan bahseden paralel yapı mensupları Amerika Birleşik Devletleri ABD'de Türkiye karşıtı bir algı yaratmaya çalışıyor.

 

Fatih Ãœniversitesi öğretim görevlisi Ä°hsan Yılmaz Amerika Birleşik Devletleri ABD'de düzenlenen bir panelde Türkiye'ye ve AK Parti iktidarı hakkında inanılmaz ifadeler kullandı. AK Parti'yi islamcı olmakla suçlayan Yılmaz, iktidar partisinin Türkiye'de alkolü yasakladığını yalanını ortaya attı. Ä°nsanların zorla Ä°mam Hatip Okullarına kaydının yaptırıldığını ve dini baskılara maruz bırakıldığını iddia eden Ä°hsan Yılmaz Türkiye'nin hızla Ä°ranlaÅŸtığını iddia etti.

Bulunduğu her ortamda AK Parti'yi ve Türkiye'yi kötüleyen Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi İhsan Yılmaz, Twitter'daki şahsı hesabında da sürekli Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaretvari paylaşımlarda bulunuyor.

 

 

 

Kaynak:Sabah, 30.10.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Paralel yapı: Türkiye'de alkol yasaklandı[/h]Paralel yapı mensupları uluslararası alanda Türkiye karşıtı bir algı yaratmak için yoğun çaba sarf ediyor.

A Haber,30 Ekim 2014, Perşembe

 

Fethullah Gülen yandaşları ihanette sınır tanımıyor. Türkiye'de bir islamileşme tehlikesi olduğundan bahseden paralel yapı mensupları ABD'de Türkiye karşıtı bir algı yaratmaya çalışıyor.

 

"AK PARTİ ALKOLÜ YASAKLADI"

Fatih Üniversitesi öğretim görevlisi İhsan Yılmaz ABD'de Türkiye'yi ve AK Parti'yi kötüledi. AK Parti'yi islamcı olmakla suçlayan Yılmaz, iktidar partisinin Türkiye'de alkolü yasakladığını dile getirdi.

 

"TÜRKİYE OTORİTERLEŞİYOR"

 

İmam hatipleşme sürecinden de bahseden Yılmaz, Türkiye'nin yeni bir İran olma yolundan ilerlediğini otoriterleşmeye başladığını ifade etti.

 

İHSAN YILMAZ'DAN ERDOĞAN'A HAKARET!

 

Bulunduğu her ortamda AK Parti'yi ve Türkiye'yi kötüleyen Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi İhsan Yılmaz, Twitter'daki şahsı hesabında da sürekli Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaretvari paylaşımlarda bulunuyor.

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gülen, Hüseyin Gülerce'ye dava açıyor

 

04/11/2014

 

Fethullah Gülen, Zaman gazetesi eski yazarı Hüseyin Gülerce'ye dava açıyor.

 

RADİKAL-Fethullah Gülen, bir zamanlar 'Cemaat'in sözcüsü' olarak da bilinen Zaman gazetesinin eski yazarı Hüseyin Gülerce'ye dava açmaya hazırlanıyor. Fethullah Gülen'a ait olduğu öne sürülen* @fgulen adlı Twitter hesabından Hüseyin Gülerce'yle ilgili olarak şu tweet atıldı: "H.Gülerce'nin iftiralarını mahkemelerde ispata davet edeceğiz. Bu yaşa gelmiş biriyle mahkemede hesaplaşmak çok ağır gelse de!"

 

MAHKEMEDE HESAPLAŞMAK EN GÜZELİ

Fethullah Gülen'in, Zaman gazetesi eski yazarı Hüseyin Gülerce'ye dava açacağını duyurması üzerine Hüseyin Gülerce'den yanıt geldi. "Hayatımda kimseye iftira atmadım. Elimde somut bilgi, belge olmadan kimseye isnatta bulunmamaya çalıştım. Mahkemede hesaplaşmak en doğrusu. Milletimiz, devletimiz için doğru olanın, hayırlı olanın artık ortaya çıkması lazım. Söz konusu olan hakikatin ortaya çıkmasıdır. Hakikat aşkına hesaplaşmak bana ağır gelmez. 65 olan yaşımı, bahane etmek de ayıp olmuş. Mahkemedeki hesaplaşma, kime ağır gelir bilemeyiz"

 

 

FETHULLAH GÜLEN'İN BEDENİNDE İKİ İNSAN VAR!*

Hüseyin Gülerce, Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan'a verdiği röportajda, "Şu anda Fethullah Gülen hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusuna şöyle yanıt vermişti:*

"Ben Hocaefendi'yi çok seviyorum. Dünyada dostluğundan şeref duyduğumu açıkladığım tek insandır Hocaefendi. Ben böyle samimi, ihlaslı, Sahabe Efendilerimizi hatırlatan başka bir kişi tanımadım.*

Şimdi geldiğim noktada aynı bedende iki insan olduğunu düşünüyorum. Birisi benim çok sevdiğim, saydığım, kendisine nokta kadar zarar gelmesini istemediğim, ona yapılan hakaretlerin, saldırıların vicdanıma bıçak gibi saplandığı bir insan. Hâlâ öyle.*

Bir de bu insanla aynı bedende yer alan, sadece ve sadece kendi kafasındaki Türkiye'ye ulaşabilmek için ne lazım geliyorsa yapabilen, ölçü tanımayan bir insan. Birisi için canınızı verebilirsiniz. Diğeriyse sizi ürkütüyor. Ona toz kondurmak istemiyorum. Ama vicdanıma sığdıramadığım, ilkelerime sığdıramadığım, Müslümanlık anlayışıma sığdıramadığım yanlışlar var. Onları da görüyorum. Duygularım çok karışık."

 

 

DUMANLI'DAN*YANIT*

Zaman gazetesi Genel Yayın* Yönetmeni*Ekrem Dumanlı ise köşesinde Gülerce'nin açıklamalarına kendi yazılarından yola çıkarak yanıt vermiş ve "İnsanları kırmaya, üzmeye, suçlu göstermeye ve dolayısıyla cevap hakkı doğuracak suçlama yapmaya gerek yok. Hem ayıp hem günah..." dedikten sonra şöyle devam etmişti: "Hem ne demiştiniz 19 Mart 2014 tarihli "Vefasızlık" yazınızda? "Eski dostlarından tek birini kırmaya değmez. Vefasızlık edeceğime, yer yarılsın önden gideyim. Dostluğun hakkını vermeyeceksem, dostlarımı terk edeceksem, hücre hapislerinde sükût durmayı bin kere tercih ederim... (...) Çünkü vefa, dost bahçelerinin gülüdür. Bilirim, gülün dikeni vardır, ama katlanırım. Gülün hatırına küsmem, darılmam, dayanırım." Bu satırları okuyunca bir bedende kaç insan taşıdığınızı çözemedim Hüseyin Bey?"

 

 

 

*

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Gülerce linç kampanyasına daha fazla dayanamadı[/h]Yıllarca hizmet verdiği Gülen hareketine yönelik eleştirileri nedeniyle sosyal medyada linç kampanyasına maruz bırakılan, Fethullah Gülen'in ceza ve tazminat davası açtığı Zaman Gazetesi eski yazarı Hüseyin Gülerce artık susma kararı aldığını açıkladı.

Yıllarca hizmet verdiği Gülen hareketine yönelik eleştirileri nedeniyle sosyal medyada linç kampanyasına maruz bırakılan, Fethullah Gülen'in ceza ve tazminat davası açtığı Zaman Gazetesi eski yazarı Hüseyin Gülerce artık susma kararı aldığını açıkladı. Bugün Twitter'dan bir açıklama yapan Gülerce "Artık susuyorum" dedi.

 

http://i.tmgrup.com.tr/tk/2014/11/06/1415291193094.jpg

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Wochen später...

“Allahım, Hocaefendiyi Ruh-ul Kudüs’le teyid eyle” ne demek?

 

 

Ahmet Kurucan, dünkü yazısına, “Kendimi ihbar ediyorum” diye başlık atmış.

 

Onun maksadı başka imiş..

 

Ama ben, Ahmet Kurucan kendisini ihbar edince, hatırladım.

 

9 Ekim’de bir mail atmıştım.

 

Hani dürüstlük yapacağız ya.

 

Hani sormadan haber yapmayacağız, etik kurallara uygun hareket edeceğiz ya..

 

17 Aralık’ın üzerinden 10 ay geçmiş.

 

Hâlâ akıllanmamışız. (Şikayetçiymişim gibi algılamasın. Ben halimden memnunum.)

 

O günkü yazısı da bizi eleştiriyor..

 

“Araştırmadan haber yapıyorsunuz” diyor..

 

Ben de “Sorayım bakayım.. Cevap gelecek mi? Doğru cevap olacak mı?” diye..

 

9 Ekim tarihli mailde sormuşum, Ahmet Kurucan’a:

 

“Ahmet bey..

 

Bugünkü yazınızda

 

‘Üzüldüğüm nokta şu; yazılı ve görsel medya vasıtasıyla haberin ulaştığı masum kitlelerin bu çarpıtma, yalan ve iftiraya inanma ihtimalleri. Haberi tahkik etme imkân ve fırsatları olmayan, olayın muhatabı ne diyor diye sormayan masum kitlenin günaha sürüklenmeleri. İnşallah bu yazı onlara ulaşır da meselenin gerçek mahiyetini öğrenirler.’

 

diyorsunuz..

 

Bir yanlışlığa sebebiyet vermemek için, 2013 Arafat duanızdaki şu ifadenizin anlamını sormak istiyorum:

 

‘Hocaefendiyi Ruhu-l Kudüs’le teyid eyle Allah’ım.’ cümlesinin anlamı nedir?

 

‘Ruhu-l Kudüs’le teyid’ nasıl olur?

 

Açıklarsanız, yanlış anlaşılan bir husus varsa, yazmadan düzeltmiş olalım..

 

Ali Karahasanoğlu”

 

“Ne cevap geldi” diye merak mı ediyorsunuz?

 

Dünkü “Kendimi ihbar ediyorum” başlıklı yazısına kadar, ben de unutmuşum sorumu..

 

O hatırlatınca, dönüp maillerime baktım.

 

Cevap yok..

 

Ne cevap versin ki, Ahmet Kurucan..

 

“Arafat’ta cezbeye kapıldım, ağzımdan kaçıverdi” dese olmaz..

 

“Allah affetsin, biz hocayı öyle görüyoruz” dese hiç olmaz..

 

“O dua, 17 Aralık’tan önce idi. Pek dikkat etmiyorduk, böyle şeylere” dese; o da olmaz..

 

Ne desin şimdi, Son Peygamber’den sonra..

 

Bir daha peygamber gelmeyeceğine iman etmiş Müslümanlara?

 

“Hoca’nın, ‘vahiy meleği’ ile teyid edilmesi, nasıl olacak acaba?”

 

 

Daha garibini söyleyeyim..

 

Kurucan Arafat’taki o konuşmasında, bu sözlerinin kaynağının Fetullah Gülen olduğunu hatırlatıyor.

 

Kurucan, yıllar önce, Sultanahmet Camii’nde Fetullah Gülen’in bizzat kendisinin şöyle söylediğini aktarıyor: “Yıllar önce Sultanahmet Camii’nde vaaz ederken demişti bir gün: Ben kürsüye çıktığım zaman benim hakkımda şöyle dua edin: ‘Allahümme eyyidhu bi Ruh-ul Kudüs’ deyin bana demişti. İşte o duayı yıllar sonra Arafat’ta hatırlıyor ve yeniden yapıyoruz. Allahım.. Hocaefendiyi Ruh-ul Kudüs’le teyid eyle Allahım.”

 

Eklemeden geçemeyeceğim.

 

“Hocaefendiyi Ruh-ul Kudüs’le teyid eyle Allahım” ifadesini üç defa da tekrarlıyor Ahmet Kurucan..

 

Buyursunlar, şu işi bir izah etsinler.

 

Ruh-ul Kudüs’den kastedilen Cebrail aleyhisselam değil midir?

 

Cebrail Aleyhisselam, “vahiy meleği” değil midir?

 

Köşede bucakta kalan yorumlarla değil..

 

Genel kabul gören bilgilerle bizi aydınlatın..

 

Nedir bu sözler?

 

Yanlış mı anlıyoruz?

 

Sizin bildiğiniz (haşa) farklı şeyler mi var?

 

 

Fetullah Gülen’in bir sözünü daha hatırlatalım..

 

“Cebrail gelse, parti kursa, ona bile oy vermeyeceğim” diyordu..

 

Bence Cebrail (as) ile ilgili, Gülen’in bir sırrı var ama..

 

Sadece yakın çevresi biliyor olmalı..

 

Böyle arkadaşından bahseder gibi..

 

“Cebrail gelse” diyen birisi..

 

Bir de..

 

Böyle bir dua edilmesini istemişse..

 

Kusura bakmasınlar..

 

Bir gariplik var bu işte..

 

 

Şunu da hatırlatayım..

 

Aslında edilen dua..

 

Bakara Suresi’nin 87. ayeti kerimesi..

 

Hz. İsa ile ilgili bir anlatımda geçen bir ifade..

 

Gülen, o ayeti, kendisi ile nasıl irtibatlandırıyor?..

 

Özel olarak sordum, cevap alamadım.

 

Belki şimdi cevaplandırırlar..

 

Ali Karahasanoglu, Yeni Akit, 14 Kasım 2014 Cuma 08:33

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Etyen Mahçupyan - Nifak karşısında sukut edenlere…

ETYEN MAHÇUPYAN

etyen.mahcupyan@aksam.com.tr

Hükümet ile Hizmet hareketi arasındaki kavganın iki yanı da bugüne dek meseleleri kendilerine göre yontarak değerlendirdiler. Hükümet açısından ortada bir darbe girişimi var. Hizmet’in içindeki ve çevresindekileri için ise darbe denen şey bir ‘safsata’. AKP 17 ve 25 Aralık’ta ortaya çıkan “yüzyılın en büyük rüşvet ve yolsuzluk skandalının” üzerini örtmeye çalışıyor. Bunu bahane ederek yargı ve polisteki masum, sadece işini gücünü yapan memurlara zulmediyor. Doğruluktan sapmamış olan bu memurlar dürüstlüklerinin bedelini öderken, iktidar da bürokrasiyi hükümetin tasallutu altına alıyor. Türkiye adım adım diktatoryal bir yönetime kayıyor… Fethullah Gülen ise taraftarlarını ‘dik durmaya’ çağırıyor, “nifak karşısında sukut edenlere Allah hesap sorar” diyor, yapılan haksızlıkların er geç geri tepeceğini, ışıklı günlerin yeniden geleceğini söylüyor.

Hükümetin tutumunun tümüyle anlaşılabilir olmadığı veya gereğinden sert olduğu öne sürülebilir. Yapılan işlemlerde kurunun yanında yaşın yandığı da söylenebilir… Ne var ki Hizmet’in ‘fedaileri’ bu operasyonların tümüyle gayrı meşru olduğunu, elde hiçbir delil bulunmadığını iddia ediyorlar. Bu söylem Ergenekoncuların ‘tümden ret’ stratejilerinin aynısı... Biraz açık verilmesi ve bazı tasarrufların siyasi amaçlı olduğunun kabullenilmesi istenmeyen detayların çorap söküğü gibi ortaya çıkmasına neden olabilir. Amaç AKP’nin tümüyle masum bir sivil örgütlenmeye saldırdığı tezini korumak.

Bu tez belki birçok kişi için inandırıcıdır. Ama bazı kişiler için inandırıcı olamaz… Ve eğer böyle davranmayı tercih ediyorlar ise, bunun açıkça bir etik mesele olduğunun söylenmesi gerekiyor. Ben burada tek bir olayı söz konusu edeceğim…

Tarih 8 Ocak 2014, yer Mabeyin Restoran. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı üç ayda bir düzenlediği değerlendirme toplantısını yapıyor. Benimle birlikte Zaman gazetesi yazarları Ali Bulaç, Mümtazer Türköne ve Şahin Alpay var. Vakfın yöneticileri yanında tanımadığım bazı misafirler, ayrıca Ergun Özbudun, Fatih Üniversitesi Rektörü Şerif Ali Tekalan ve gazetenin eski yöneticisi Alaattin Kaya da toplantıda. Kabaca yirmi kişiyiz. Herkesin kafasında 17 Aralık sonrasında yaşanmakta olanlar ve olayların nasıl gelişeceği meselesi var. Henüz konuya girilmeden gazeteci arkadaşlarımızdan biri Hizmet mensuplarından birine basitçe ‘ne oluyor?’ sorusunu yöneltiyor. Cevap aynen şöyle: “Bizde değişen bir şey yok… Bir ay içinde netice alırız.” Konuşma sessiz bir ana rastladığı için herkesin duymuş olması beklenir. Cevaptan sonra bir an sessizlik olması da bu cevabın ne anlama geldiğinin hazirun tarafından gayet iyi anlaşıldığının göstergesi olmalı. Herkes bu cevabı verenin gülümseyen yüzüne bakıyor, kimse konuyu sürdürmüyor ve Vakfın gündemine geçiyoruz.

Birinci nokta, 17 Aralık dosyalarının içeriği boş olsa da olmasa da, Hizmet hareketinin bu olayı bir darbe girişimi olarak kullandığının sabit olmasıdır. Eğer hükümetin uygulamasındaki antidemokratik unsurlara işaret edilecek ve bunun için toplumdan destek aranacaksa, önce Hizmet hareketi de kendi anti demokratik girişiminin bedelini kabullenmek zorunda. İkinci nokta nifak karşısında sukut edenlerle ilgili… Çünkü Gülen’in söylediği doğruysa Allah onlardan bunun hesabını soracak. Söz konusu toplantıya katılanların yukarıdaki konuşmayı anlamamaları için gerçekten ‘aptal’ olmaları lazım ki böyle bir varsayım pek gerçekçi olmaz. Psikolojik olarak bu konuşmayı duymamayı, anlamamayı seçmiş olduklarını düşünebiliriz. Ama herhalde duyar duymaz unutmadılar. Eğer bir süre sonra unuttularsa, hiç olmazsa bu unutma anına giden iç hesaplaşmayı hatırlamaları beklenmez mi? Bu kişilerin halen Hizmet camiasında çalışıyor olmalarının onları bu konuyu hatırlamamaya sevk ettiğini de söyleyebiliriz. Bu durumda gerçeği bilmekle birlikte etrafından dolaşmaları birçok kişi için anlaşılır bulunabilir. Ama tam aksine darbenin ‘safsata’ olduğunu, Hizmet’in günah keçisi kılınan bir masumiyet abidesi olduğunu söylemeyi sürdürüyor iseler, bunun ahlaki bir karşılığı olduğunu da kabullenmek durumunda olmalılar.

Hizmet’e masumiyet atfederek AKP’yi şeytanlaştırmak isteyen Hizmet içi ve çevresi bilim ‘kullanıcılarına’ ise fazla satır ayırmak gerekmez. Onlar kullandıkları silahla bütünleşme yolunda hızla ilerliyorlar. İnsanın kendini kandırma mahareti arttıkça başkalarını da kandırıyor duygusuna kapılması epeyce çekici ama maalesef hastalıklı ve belki de ölümcül. Allah hesabını sorar mı bilemem, ama bu dünya ahlaki olmayanı en azından kayda geçiriyor.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Etyen Mahçupyan - Hizmet geleceği hak etmek istiyorsa…

 

ETYEN MAHÇUPYAN*etyen.mahcupyan@aksam.com.trKavga dönemlerinde olayın içinde olan, kendisini taraflardan birinin parçası olarak hissedenlerin nesnel olabilmeleri kolay değildir. AKP ile Hizmet arasındaki gerilim de iki tarafta aşırı bir öznelleşme üretmiş durumda. Zaman’da yazarken bir yazımda söylemiştim… Hangi taraf kendisiyle dolaylı da olsa yüzleşebilirse, o avantajlı olacaktı. Hükümet bunu becerdi. Bakanlar istifa etti. Kimse 17 Aralık dosyalarının tümüyle ‘palavra’ olduğunu söylemedi. Toplumun üçte ikisi ise ortada yolsuzluk olduğunu düşünüyor. Ancak bu olgu terazinin kefesinde yer almasına karşın, AKP muhafazakâr kesimden yüksek oy almayı sürdürüyor, çünkü terazinin öteki kefesi de dolu. Hükümet bu gerilimde siyasi bir üstünlük yakalamış durumda ve bunun nedeni de Hizmet’in dolaylı bile olsa kendisiyle yüzleşmekten kaçınması.*Asıl rahatsız edici olan ise Hizmet’in organik parçası olmadığı halde, siyasi amnezi geçirmeyi tercih edip, bugün hâlâ ahlak vaazları verenler. 17 Aralık sonrasında yerel seçimlere kadar her hafta hayallerini süsleyen seçim sonuçlarını gerçek olarak sunanlar, AKP’nin ‘bittiğini’ büyük bir özgüvenle söyleyenler, bugün hâlâ geleceğe ilişkin siyasi tahlil yapıp saygı görmeyi bekleyebiliyorlar. Bir köşe yazarının her hafta AKP’yi devirecek yeni bir neden öne sürdüğünü, “bildiğim tek bir şey varsa, o da 30 Mart sonrasında Erdoğan yok” diye iddia etmesini unutarak mı şimdi o yazıları okuyacağız?*Ama ‘Hizmet meselesi’ sadece hükümetin düşürülmesi girişimiyle bağlantılı değil. Türkiye’nin doğusuna doğru gittiğinizde bunu çok daha net görebiliyor, Kürt coğrafyasında birikmiş olumsuz tepkinin nedenini anlayabiliyorsunuz. Ülkenin batısında bir dedikodu veya spekülasyon olan suçlamalar, doğuda yıllardır başa çıkılamayan birer gerçeklik. Bu bağlamda yerel bürokrasinin Hizmet mensuplarıyla doldurulmasına neden olan güvenlik soruşturmaları ve sınav avantajı yaratan sızdırmalar, muhafazakâr kesimde sıradan bilgiler…*Dershanelerin bir diğer işlevinin de bazı öğrencilerin ‘sınav öncesinde’ seçilmesini garanti etmek olduğunu inkâr etmek kolay değil. 8 Ocak tarihli Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı toplantısında bir iş kadını da vardı… Konuşmaların bir noktasında söz alarak oğlunun Hizmet dershanelerinden birine devam ettiğini ve onları tedirgin eden bir mesele olduğu söyledi. Meramını mealen şöyle ifade etti: “Dershaneden çok memnunuz. Oğlumun aldığı ahlaki eğitim ve terbiyeye diyecek hiçbir şey yok… Ancak geçenlerde lisedeki öğretmeni bu yıl Hizmet dershanelerinin eskisi gibi avantajlı olmayacağını söylemiş. ‘Bu sene farklı olacak, başarı garanti değil’ demiş. Oğlum gelip bana sordu. Eğer bir avantajı olmayacaksa nasıl olacak? Yaptığımız fedakârlığın karşılığını alamayacaksak eğer, ne yapacağız?”*Bu sözler sessizlikle ve gülümsemeyle karşılandı. Söz konusu hanım bir süre sonra yine araya girerek aynı cümleleri sarf etti. Ama yine herhangi bir cevap alamadı. Bu olay dünkü yazımda da zikrettiğim üzere köşe yazarları Ali Bulaç, Mümtazer Türköne ve Şahin Alpay’ın, ayrıca hukukçu Ergun Özbudun’un önünde yaşandı. Dinleyenlerin bu sözlerin içeriğini anlamadıklarını hayal etmek bile zor. Belki o zamana dek bir ihtimal olarak düşündükleri bir olay, canlı kanıtıyla karşılarında durmaktaydı. Ama görünen o ki bu yaşanan da hiçbir etki yaratmadan geçip gitti ve ‘masumların varlığını yok etmek isteyen hırsızlar’ klişesi etrafa saçılmaya devam etti.*Mesele insanların bildiğini ille de söylemesi değil. Herkes içinde çalıştığı, ekmek yediği kurumu kollamak ister. Hatta oradan ayrılsa bile doğal dürtüsü kendisine kapısını açmış olan insanlara zarar vermemektir. Dolayısıyla susmanın mahkûm edilmesi ahlaki olmaz. Ancak bile bile doğru olmayanın söylenmesinin ve buradan bir siyaset üretilmesinin ahlaki olmadığını anlamak için fazla ‘gelişmiş’ olmak gerekmiyor.*Son iki yazı Hizmet içindeki ve çevresindeki bazı kişilerin etik sınırı aşmaları ve bunu müdanasız bir tavırla yapmaları nedeniyle yazıldı. Yalan üzerine ne doğru bir siyaset ne de doğru bir ahlaki kurgu inşa edilebilir. Bunu AKP yaptığında nasıl kendisini zül altına sokuyorsa, aynı şey Hizmet için de geçerli. Şeffaflıktan korkar hale gelmişseniz, başkasının sizi deşifre ve istediği şekilde afişe etme yolunu da açarsınız. Hizmet’e gönül verenlerin geçmişle aralarına çizgi çekmemesi durumunda geleceği nasıl hak edecekleri, önlerinde ontolojik ve ahlaki bir mesele olarak duruyor…*Not: Bir omuz çıkığı nedeniyle Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tanışma mutluluğuna eriştiğim ortopedi doktoru Nedim Aytekin’e, anestezi doktoru Ebru Salman’a ve emeği geçen tüm personele gösterdikleri ilgi, ihtimam ve maharet için çok teşekkür ediyorum.*

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Etyen Mahçupyan - Hizmet niçin kaybetti?

 

ETYEN MAHÇUPYAN*etyen.mahcupyan@aksam.com.trSiyasetin yalan söyleme sanatı olduğu minvalinde bir dizi söz var. Ama siyaset, bu uğraşı tümüyle fırsatları kullanma endeksli olarak tasavvur edenler için bile, aslında muhtemelen daha ‘ince’ bir iş. Belki yalana tevessül etmeden doğrulardan kaçınma sanatı denebilir. Çatışma dönemleri bu tavrın karşılıklı olarak yaşandığı ve herkesin kendi meşruiyet zeminine sıkı sıkıya sarıldığı zamanlar. AKP ile Hizmet hareketi arasındaki ‘ölümcül’ kavga da benzer bir atmosfer yarattı. Hükümet seçmen tabanına, seçim başarısına dayanarak kendini ayakta tuttu. Hizmet mensupları ise yaşadıkları mağduriyeti ve haksızlıkları konu ederek ‘mazlum’ kategorisine oturmaya çalıştı. Bu ayrışma demokrasinin iki ayağını birbirinden ayırarak onları ideolojik konumlar haline getirdi. AKP çoğunluğun iradesini vazgeçilmez bir kriter olarak sunarken. Hizmet insan haklarının vazgeçilmezliğine tutundu. Bir anda ‘asıl’ demokrasinin ne olduğu türünden bir propaganda savaşının ortasında kaldık.*Hükümet avantajlıydı. Çünkü çoğunluğun yönetimine cevaz vermeyen bir sistemin herhangi bir ölçütle ‘demokrasi’ olabilmesi zaten imkânsız. Öte yandan insan haklarına saygılı olmayan bir rejimin ‘eksik’ de olsa demokrasi olduğunu kabul etmek durumundasınız, çünkü insan haklarına her konuda tamamen saygılı olan bir devlet ‘ideal durum’. Demokraside kalite arayışında iseniz bile, önce rejimi demokrasi çerçevesine oturtmak zorundasınız ve bu da çoğunluğun engellenmeden yönetime gelmesini gerektiriyor. Bu koşulun ön şartı ise ifade özgürlüğü, çünkü aksi halde hangi fikrin çoğunluk olduğunu anlayamayız. Bu nedenle eğer ifade özgürlüğü olmasaydı AKP meşruiyet zeminini kaybedebilirdi. Ama Hizmet taraftarlarının bu alandan şikâyetçi olacak halleri yok. Herkes hakkında her şey söylenebildi ve halen de bu minvalde devam ediyor.*Çatışmanın seyrinde bir üst entelektüel etap meşruiyet dayanaklarının olabildiğince ‘evrensel’ ilkelere oturtulmasıydı. Hükümetin siyasetin, Hizmet ise hukukun meşruiyetinden medet umdu. Burada ibre görünüşte Hizmet’ten yanaydı, çünkü Batı dünyası için hukuk (Doğu’nun her an kontrolden çıkabilecek siyaset pratiği karşısında) bir tür olgunluk, gelişmişlik ima ediyordu. Bu bağlamda yargı bağımsızlığı en fazla kullanılan argümanlardan biriydi. Ancak olaylar oturmaya ve tartışma çeşitlenmeye başladığında, bütün propaganda bombardımanına rağmen, Türkiye’deki yargının öncelikle tarafsızlık sorununa sahip olduğu ortaya çıktı. Hukukun ideolojiden bağımsız olmadığı, hakemlik vasfında sorun olduğu görüldü. Ayrıca kırılmayı ima eden değişim dönemlerinde hukukun siyasete tabi olması da şaşırtıcı değildi.*Kısacası AKP’nin görünen tekdüze söylemine ve Hizmet’in bütün akademik seferberliğine karşın, meselenin kendine has koşulları hükümetin Hizmet karşısındaki meşruiyet savaşını entelektüel düzlemde de en azından kaybetmemesine yol açtı. Özellikle muhafazakâr kesimin daha sıradan insanları için ise ortada AKP lehine bariz bir durum vardı. Bunu anlamak için önce şu tespiti yapalım: Muhafazakâr kesim her iki tarafı da tanıyor ve biliyor. Yani kandırılması mümkün değil. Dolayısıyla tarafların ne denli samimi oldukları ve siyaseti ne denli kabul edilebilir bir ahlaki temelde yaptıkları önemli.*Tarafların bu gerilimde kullandıkları söylem üç nüansa sahipti: Ötekinin bizatihi yaptığı, ötekinin bana yaptığı ve benim yaptığım. AKP açısından Hizmet darbe girişiminde bulunmuş ve hükümeti arkadan vurmuştu. Yani hükümet ilk iki nüansı kullandı. Kendisinin ne yaptığını söylemedi. Ama muhafazakâr kesimin bile yarısı yolsuzlukların varlığına inanıyor. İnsanlar hükümeti zihinlerinde ve yüreklerinde aklamadılar…*Buna karşılık Hizmet hükümetin yolsuzluk yaptığını ve kendisini bitirmeye çalıştığını söyledi. Ancak ilk iki nüansla yetinmeyip üçüncüsüne geçti ve kendisini ‘masum’ olarak sundu. Bu tercih Hizmet’in ahlaki üstünlüğü kaybetmesine neden oldu, çünkü dediğim üzere insanlar olanı görüyor ve biliyor.*Taktiksel olarak doğrulardan kaçınabilirsiniz ama yalana tevessül etmemeniz lazım. Hükümet en azından bunu yaptı. Erdoğan veya bir başkası hiçbir zaman “yolsuzluk olmamıştır” demedi. Bunun bir ikrar olduğu söylenebilir ama kritik mesele yanlışın varlığı değil, onun farkındalığının dolaylı da olsa beyanıdır. Hizmet ise darbe girişiminin ‘safsata’ olduğunu iddia ederek üste çıkacağını sandı ve kandırma işlevini sürdürmüş oldu. Sonuçta AKP iktidarında yolsuzluklar yapılmış olsa da parti muhafazakâr dünyanın siyasete koyduğu ahlaki sınavı geçebildi. Hizmet ise siyasi bir hamle yaptı ve onun ahlaki sorumluluğunu taşıyamadı…*

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Etyen Mahçupyan'a AKP'li vekillerden tepki: Üç kuruşluk...

 

28/11/2014

 

 

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, başdanışmanlığa atadığı Etyen Mahçupyan'ın "yolsuzluklar palavra değil, var" açıklaması Ak Parti'de tepkilere neden oldu.RADİKAL -*AK Parti'nin iki Ankara milletvekili, Zelkif Kazdal ve Fatih Şahin, Başbakan başdanışmanı Etyen Mahçupyan'ın, "Muhafazakar kesimin yarısı bile yolsuzluklara inanıyor" sözlerine Twitter üzerinden sert tepki gösterdiler.*"ÜÇ KURUŞLUK DANIŞMANLIK TECRÜBESİ..."*Zelkif Kazdal, Twitter'de yazdığı mesajlarda doğrudan Etyen Mahçupyan'ın ismini vermedi. Ancak sözlerinden alıntı yaptı. Kazdal, Mahçupyan'ın sözlerine atıfta bulunarak, şöyle yazdı, "Üç kuruşluk danışmanlık tecrübesinin sonucu değildir sanırım. O zaman gereken cevaplar gecikmez. Lakin iki oldu.... "*Kazdal, ikinci mesajında ise şöyle dedi;*"AK Partiyi, Ak Parti hükümetlerini itham altında bırakmak hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir. Bir bildiğin varsa ortaya koyarsın"*Bir diğer AK Parti milletvekili Fatih Tezcan ise, Mahçupyan'ın ismini de vererek tepki gösterdi.*Mahçupyan'ın sözlerine ilişkin Zelkif Kazdal'ın alıntısının aynısına atıfta bulunan Tezcan Twitter'da, "Etyen Mahçuplan hangi nesnel, bilimsel ölçüme dayalı bir bilgiye dayanarak, bu cümleyi kurdu? Behemehal açıklamalı..." dedi.*Ezgi Başaran yazdı. "Yedik ve yaptık diyorlar, vallahi kendileri diyorlar""HUKUKİ VE AHLAKİ OLARAK KABUL EDİLEMEZ.."*Tezcan, şunları yazdı;*"Yolsuzluklar" ifadesi sistematik ve yaygın bir uygulama çağrışımı yapıyor. Bu büyük bir haksızlık. Hukuki ve ahlaki olarak kabul edilemez."Hükümet" ifadesi ile ise başta Başbakan olmak üzere bütün Bakanlar ve iktidar partisi mensubu milletvekilleri töhmet altında bırakılıyor. "Yolsuzluklar" ifadesi sistematik ve yaygın bir uygulama çağrışımı yapıyor. Bu büyük bir haksızlık. Hukuki ve ahlaki olarak kabul edilemez. Etyen Mahçupyan hangi nesnel, bilimsel, ölçüme dayalı bir bilgiye dayanarak bu cümleyi kurdu? behemehal açıklamalı.."*MAHÇUPYAN NE DEMİŞTİ?*Başbakanlık Başdanışmanı görevine atandıktan sonra CNN Türk'te yayına çıkan Mahçupyan, şöyle konuşmuştu;*"İnsanların büyük çoğunluğu Türkiye'de yolsuzlukların olduğuna inanıyor. Ak Parti seçmeninin de yarısı... Yapılan bir sürü çalışma var. Ak Parti seçmeni parti içinde yolsuzluklara bulaşmış insanların olduğunu düşünüyor. Bunlardan memnun değil ve bunların değiştirilmesini istiyor. 17 Aralık'taki gelen dosya eğer 3 parça olmasaydı. Sadece birinci dosya olsaydı ve zamanında olgunlaştığında ortaya çıksaydı, çok muhtemelen o yolsuzlukların üzerine şu an gidilmiş olurdu. O Bakanlar zaten o gün istifa etmiş olurlardı. O iş biterdi. Ama Ak Parti yine yüzde 45'i alırdı. Çünkü Ak Parti yolsuzluklar ortaya çıktığında doğru davranmış parti olurdu.*"YOLSUZLUKLAR TAMAMEN PALAVRA DEĞİL"*Öyle bir şey yapıldı ki; hem yolsuzluklar ortaya çıkartılsın bir miktar, bunun yanına başka paketler eklensin ve Ak Parti buna cevap veremesin. Bunun için uğraşıldı. O yüzden hemen 25 Aralık meselesi ortaya çıktı. Yolsuzluklar tamamen palavra değil var. Ama insanlar terazinin bir kefesine onları koydukları zaman, diğer kefesine de 17-25 Aralık'ta ne olduğunu koydukları zaman, ikincisinin çok daha tehditkar olduğunu düşünüyorlar. Ve o yüzden de yolsuzluklar sıradanlaşıyor. Yani yolsuzlukların üzerine gitmek uğruna darbe tehlikesini göze almak istemiyorlar. Tersine darbe tehlikesinden kurtulmak uğruna bir süre daha yolsuzlukları taşımaya razı oldu toplum. İki tane kötü vardı. Bu iki kötü arasından birisini seçmek zorunda kaldı. Ve rasyonel bir tercih yaptı."AKP'li bir diğer vekil Mehmet Metiner de dün, "Yolsuzluğun palavra olmadığını söylemek hangi akla hizmet, makamına göre konuş!" dediği Mahçupyan'ın, "AK Partilileri demoralize ettiğini" ileri sürmüştü.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

*

*

 

 

 

http://haber.stargazete.com/yazar/hayreddin-hocanin-yazisi/yazi-973810

 

*

Hayreddin Hoca’nın yazısı

*

*

*

Ahmet Taşgetiren / STAR Gazetesi

*

*

27 Kasım Perşembe akşamı Kanal 24’teki*“Yeni Türkiye”*programında*Ali Bayramoğlu*ve*Gülay Göktürk’le birlikte, değerlendirdiğimiz birçok konudan biri de 4 Bakan’la ilgili oluşturulan Meclis Komisyonu’nun çalışmalarına getirilen yayın yasağı idi. Hepimiz bu yayın yasağına karşı çıktık.*

Ben,*“Bu yayın yasağı için soruşturmanın gizliliği gibi bazı hukuki gerekçeler gösterilebilir, ancak olayın yolsuzlukların üstünü örtme gibi bir suçlamaya dönüşmesi söz konusu... Onun için Ak Parti, tıpkı yola ilk çıktığı zamandaki gibi, 3 Y ile mücadele konseptine ilişkin iradesini yenilemeli ve ‘Yolsuzluklara sıfır tolerans’ söylemi ile yoluna devam etmeli”**dedim.

Cuma sabahı*Hayreddin Karaman Hoca’nın*Yeni Şafak’taki yazısını gördüm. Altına imza atılacak bir yazı idi.*“Ak Parti’nin ahlak ile imtihanı”*başlığını taşıyordu. Hayreddin Hoca’nın o yazısını sizlerle paylaşacağım. Ancak önce, Ak Parti’nin yolsuzluklarla ilgili tavrı üzerine birkaç şey söylemek istiyorum.

Yola,*“Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklarla mücadele”*konsepti ile çıkmak çok önemli idi. Ahlaki bir duyarlılığı, insani bir duyarlılığı ve insan hakları duyarlılığını öne çıkarıyordu. Üç alan da hem toplumun hassas olduğu hem de Türkiye’de sorun teşkil eden alanlardı. Ak Parti’nin toplumla buluşmasında bu üç duyarlılığın önemli etkisi olduğu muhakkak.

Yoksulluk ve yasaklarla mücadelede en ideal boyutlara ulaşılmasa da belirli bir mesafe alındığı doğrudur.

Yolsuzluk konusu ise, belki de insanın en büyük zaaf alanı olarak güncelliğini koruyor, üstelik Ak Parti’yi gölgeleyecek boyutlarda. Oy oranı düşmüyor belki, ama seçmen yüreğinde ukdelerin söz konusu olduğu da bir gerçek. Hayreddin Hoca’nın yazısı, o ukdelerin gazete sayfasına taşınmış hali.

Derim ki, Ak Parti, tepeden tırnağa,*“yolsuzluklara sıfır tolerans”*ekseninde yeni bir irade kuşanmalı. Ve seçimlere kadar, bu iradenin topluma mal edilmesi noktasında elinden ne geliyorsa yapmalı.*“Yolsuzluklara göz yumma”*gölgesini üzerinden atmalı.

*

Bu notlardan sonra şimdi gelin Hayreddin Hoca’nın yazısını okuyalım:

“Ak Parti’nin hem üst yönetiminde hem de tabanında üstüne toz konduramayacağım erdemli insanların bulunduğunu yakından biliyor ve bunların hem çoğalmasını hem de duruma hakim olmalarını diliyorum.

Sıra diğerlerine geldiğinde bazı çekincelerim, şikayetlerim, endişelerim ve tavsiyelerim var.

“Diğerlerinden maksadım kimlerdir?

Bunları ikiye ayırmak gerekiyor. Birinci grup başta iyi niyetli ve nispeten erdemli oldukları halde zaman içinde bozulanlardır. Bunlar hakkında dünkü yazımda şunu söylemiştim:

“Bugün siyaset genellikle bir partiye intisap etmek suretiyle yapılmakta, partinin menfaat, ilke ve kuralları, partililer için bağlayıcı olmaktadır. İnsanlar yaşadıkları gibi düşünme eğiliminde olduklarından başlangıçta genel ilke ve değerlerle çatışan parti (partili) talepleri, mensuplarının vicdanlarını rahatsız ederken giderek bu rahatsızlık da ortadan kalkmakta, partililer tek tip haline gelmektedirler.”

İkinci grup ise daha baştan partiye intisap ederken, partinin çeşitli kademelerine sokulurken meşru olsun olmasın şahsi çıkar peşinde olanlardır.

İşte benim şikayetlerim bunlarla*alakalıdır.

Bu gruba dahil olanlar ister bürokrat olsunlar ister başka bir yerde ve işte olsunlar kendileri gibi olanlarla işbirliği yaparak partiye ve ülkeye şu kötülükleri yapıyorlar:

Parti teşkilatında, belediyede, bürokraside ve iş aleminde ehil, layık, faziletli kişilerin önünü bir şekilde tıkayıp kendi takımdaşlarını öne çıkarıyorlar.

Dindarlıkları gevşek olanlar helale harama bakmadan, dindarlıkları az çok etkili olanlar ise işi bir şekilde kitabına uydurarak ve partideki konumlarını kullanarak menfaat sağlıyorlar. Bunların yaptıkları, partinin faziletli mensuplarının da hesabına yazılarak yıpratılmaları için kullanılıyor.

Peygamberimiz “Siz (iman, ahlak, istikamet... bakımından) nasıl iseniz öyle yönetilirsiniz” buyuruyor.

Ben yıllardır köylüsü, kentlisi, zengini fakiri, okumuşu okumamışı... ile bu toplumun içinde yaşıyorum; ehliyete riayetsizlik, mal, kadın, menfaat imtihanında zayıflık konularında nice tecrübeler yaşadım. Bunlara dayanarak ve üzülerek diyorum ki, toplumumuz sözde aidiyet olarak Müslüman olmalarına rağmen, özde, uygulamada; iman, takva, amel ve ahlak bakımından büyük ve önemli zaaflar, eksiklikler içindeler. Demokratik siyaset de yalnızca seçkinlerle değil, halk ile yapılıyor. Bu yüzdendir ki, bir Fransız Akademi üyesi demokrasi için “ehliyetsizliğe tapış” demiştir.

Demokratik siyasetin bu probleminden dolayı faziletli yöneticilerin işlerinin çok zor olduğunu biliyor ve anlıyorum. Ama yine de bir dileğim var:

Üzerine toz kondurmadığım fazilet erbabı bu şikayet ve tespitimi göz önüne alarak “ahlak, ehliyet ve liyakat” konusunda bir ıslahat seferberliği ilan etsinler veya ilan etmeden bu kriteri hakim kılmaya çalışsınlar ve Allah onların yardımcıları olsun!

*

Bu yazımı kullanmaya kalkışacak muhalefet partilerine sözüm şudur.

“Konuşmadan önce boy aynasına bakın!”

*

*

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Webmaster änderte den Titel in Fetö ve Ak Parti (Fethullah Gülen, Tayyip Erdogan)

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.


×
×
  • Neu erstellen...