Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Cüneyt Özdemir'in Radikal gazetesinde "Alo, BÜF!" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

 

YAKIN ZAMANDA TEHDİT EDİLDİM

Peki, itiraf edeyim, yakın zamanda tehdit edildim. Bir gazetenin köşe yazarı tarafından açıktan ‘paralellere çakmam' istendi. Telefonun ucundaki köşe yazarı hakkımda dosyalar olduğunu ve bunları bizzat kendisinin gördüğünü söyledi. O dosyaların ortaya çıkması durumunda zor durumda kalacağımı söylerken tatlı tatlı tehdit ediyordu. Baktı ben tınmıyorum ve ortada durmaya kararlıyım bu sefer benim adımın Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunda geçtiğini söyledi. “Nasıl geçiyor” diye sordum. “Cemaatin seni kafeslediği yazıyor o raporlarda ben gördüm” dedi. “Bu nasıl bir Başbakanlık Teftiş Kurulu raporu ki hem benim için ‘kafeslenmek' gibi bir kelimeyi kullanıyor hem de sen görüyorsun” dedim. Sessizlik oldu.

“Bu paralel yapıyı yazmalısın yoksa…”

“Yoksa…” dedim.

Yoksasını geçen gün gördüm… İktidara yakın bir gazetede benim hakkımda sağdan soldan ne topladıysa yazılmaya başlanmış.

 

AKLIMIZI VE VİCDANIMIZI RAFA KALDIRMAMIZI TALEP EDİYORLAR

Bir varoluş savaşına tutuşmuş bu insanları bizim tarafsız olduğumuza ikna etmemiz imkânsız. Zaten onlar da tarafsızlık istemiyorlar. En şahin adamlarını ekrana çıkartmamızı, onlar ne istiyorsa yazmamızı, aklımızı ve vicdanımızı rafa kaldırmamızı talep ediyorlar.

 

SAYGINLIĞI SIFIRIN ALTINDA OLAN BİRİ

Benzer bir başka ‘uyarı'yı başka bir yazardan bir süre önce almıştım. Telefonuma mesaj atıp komplo teorileri ile ünlü bir köşe yazarını CNNTÜRK'e çıkartmamı istiyordu. Gelin görün ki karşıt görüşten kimse o köşe yazarı ile ekrana çıkmayı kabul etmiyordu. Saygınlığı sıfırın altındaydı. Bunu söyleyince mesajlar sıklaşmaya, ‘uyarılar' artmaya başladı. Sonuçta değişen bir şey olmadı. Aynı konuları daha düzeyli ifade eden köşe yazarları programa çıktı, o köşe yazarı benim programa çıkmadı.

Baktım geçen gün ‘benim artık tarafsızlığımı yitirdiğim' yazıları bir başka köşeden yazılmaya başlanmış bile…

 

BEN BU TEHDİTLERDEN SONRA ÇITANIN DÜŞECEĞİNDEN EMİNDİM

Ben bu tehditlerden sonra çıtanın daha da düşeceğinden, her türlü itibarsızlaştırma taktiğinin uygulanacağından eminim.

“Peki bu insanlar bu cüreti nereden alıyorlar?” derseniz, nereden aldıklarını yayımlanan telefon sızdırmalarından anlıyoruz.

Türkiye bugün basın özgürlüğünde dünya liginde Gambiya veya Irak'ın bile gerisindeyse bu öyle durup dururken bir günde olmadı.

Sadece ben bile geçmişe baktığımda onlarca gazeteci gibi daha önce bizzat Başbakan Erdoğan tarafından ‘uyarıldığımı' görüyorum.

 

BENİ PATRONUMA ŞİKAYET EDİYORDU

Ama öyle geceyarısı gelen bir ‘Alo Cüneyt!' telefonu ile değil.

Güpegündüz, binlerce kişinin izlediği bir mitingde her zamanki gibi 16 kanal canlı yayına geçmişken, milyonların huzurunda! Başbakan Erdoğan Radikal'de yazdığım bir yazıyı beğenmemiş bizim patrona fırça atıp işten atılmamı istiyordu. Beni gazetede tuttuğu için‘Yazıklar olsun'du. Daha önce programa çıkarttığım tinerci konuğu beğenmediğinde yaptığı gibi ya da öncesinde yine defalarca medya karşısında başka haberlerden dolayı‘uyardığı' gibi…

 

HELAL OLSUN DOĞAN GRUBU'NA

Şu anda Başbakan Erdoğan'ın yayımlanan diğer ‘uyarı' ses kayıtlarına baktığım zaman kendimi hâlâ şanslı hissediyorum. Zira uyarılar kapı aralarında, gece yarısı telefonları ile değil açıktan yapılmış. Bizim patron ve yöneticiler her şeyi göze alarak ben ve benim gibi gazetecilerin işten atılmaması için direnmişler. Diğer gruplarda ortaya saçılanları görünce“Helal olsun Doğan Grubu'na” diyorum.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Antworten 423
  • Erstellt
  • Letzte Antwort

Top-Benutzer in diesem Thema

Top-Benutzer in diesem Thema

Veröffentlichte Bilder

DÖRT İMAM ÜZERİNDEN ERDOĞANA VURMAK YA DA KEL ALAKA

 

Tımeturk / C. Abdulkadir YUSUFOĞLU

 

 

Zaman gazetesindeki yazısında Ekrem Dumanlı, dört imamın, yaşadıkları devirde zamanın hükümdarları tarafından nasıl bir baskı ve zulüm gördüklerini yazarak aklı sıra bugüne bir gönderme yapıyor. İmam-ı Hambeli, İmam-ı Azam, İmam-ı Maliki ve İmam-ı Şafi dört büyük imam ve Hambeli, Hanefi, Maliki ve Şafi mezheplerinin kurucularıdır. Evet bu mübarek dört büyük imam yaşadıkları dönemde büyük sıkıntılar çekmiş, hapse atılmış, kırbaçlanmış ve baskı altında tutulmuşlardır. Devrin hükümdarları ehli sünnet dışı tutumlarını hakikatmış gibi görüp, halkı arzuları istikametinde te’dip etmek maksadıyla halkın sevdiği ve saydığı imamları alet etmek istemişler ve bunda başarılı olamamışlardır.*

 

Doğrusu Dumanlı’nın hangi dünyada yaşadığını çok merak ediyorum. O günkü imamlar ile hükümdarlar arasında cerayan eden hadiselerle bugünkü camaatin lideri olan Fetullah Gülen ile Başbakan Erdoğan arasında cerayan eden hadiselerin ne bağı var.*

O gün hükümdar İmam Hambel’e Kur’an mahluktur, bunu böyle kabul edeceksin, dayatması yapıyor ve İmam bunu kabul etmediği için kırbaçlanıyor ve zulme maruz bırakılıyor. Yani İmam Hambel o günkü müesses nizam içerisinde örgüt kurup, devlet içerisinde paralel bir yapı oluşturup hükümdarın kellesini istemiyor. Hükümdarın kellesini almak için binbir türlü desise ve hilelere başvurmuyor. Bunları yaptığı için cezalandırılmıyor. Kur’an Allah kelamıdır dediği için cezalandırılıyor.

 

Emevi yönetimi İmam-ı Azama niçin zulmetmişti. Teklif edilen kadılık görevini reddettiği için. şayet İmam bu görevi almış olsaydı Emevi yönetiminin kirli ilişkilerine alet olacaktı. Görevi kabul etmedi ve kırbaçlandı imam. Dumanlı Başbakan’ın Türkçe Olimpiyatlarında Fetullah Gülen’e yaptığı çağrıyı acaba kadılık görevi teklifi olarak mı algılıyor. Böyle algılıyorsa eğer bugünkü mücadelenin zeminini kadılık teklifi ve o görevin reddedilmesi üzerine kuruyor demektir. Bu duruma da eh yani demekten başka bir şey kalmıyor. Eh yani.

 

Gelelim İmam-ı Maliki’ye. O da Emevi ve Abbasi dönemlerini yaşamış ve her iki dönemde de siyasete mesafe koymuş bir alim. Verdiği bir fetva yüzünden Ebu Cafer El Mansur’a yapılan biatın geçersizliğini ima ettiği gerekçesiyle tutuklanmış ve kırbaçlanmıştır. Bu alimin o dönemde tutuklanması ve kırbaçlanmasının günümüzde camianın lideri Fetullah Gülenle nasıl bir bağlantısı var. Fetullah Gülen hangi dini gerekçeyle Erdoğan’a direniyor da Erdoğan’da ona zulmediyor acaba.*

Ve İmam Şafi. Yemen Valisinin isteği üzerine Yemen’e gidiyor. İmam şafi orada beş yıl boyunca ilim meclislerinde bulunuyor. Tabi bu süreçte vali imamı emrine amade haline getiremiyor yani emir kulu yapamıyor. Vali bunu cezasız bırakır mı? elbette bırakmıyor ve imama kumpas kuruyor. Vali, alevi taraftarlığı suçu işediklerinden 9 kişiyi ayaklanma hazırlığı yaptıkları gerekçesiyle Halife’ye şikayet ediyor. Vali bu şikayetine emrine amade kılamadığı İmam şafi’yi de katarak onlardan daha tehlikeli olduğunu bildiriyor. Tabi İmam Şafi’nin suçu sohbet etmesi ve insanları etkilemesi. Demek istiyor ki sayın Dumanlı Fetullah Gülen’de sohbet edip ve insanları etkilediği için örgüt lideri olarak cezalandırılmak isteniyor. 11 yıllık hükümeti döneminde başbakan camia/ hizmet hareketi ve onun başındaki hocaefendisine emrime amada ol, emir kulum ol demedi bilakis camianın yaptığı toplantılara katılarak emrinize amadeyim dedi. Her türlü isteğinizi yerine getirdi. Alnı secdeli insanlardan zarar gelmez diyerek kadrolaşmanıza dahi müsaade etti. Peki bunun sonucu ne mi oldu? 17 Aralıkta başbakana ve hükümete darbe girişiminde bulunuldu. Başbakan, Allah için yaptığınız hizmetlere eyvallah dedi ancak siz, içerden ve dışarıdan birtakım odaklarla işbirliği yaparak ona kumpas kurdunuz. Dumanlı’nın kendisine küçük bir iğne batırmasını ve hayal dünyasından gerçekler dünyasına dönmesini dilerim.*

 

Dört İmam üzerinden başbakana vurmanın meşru bir zemini yok sayın Dumanlı. Kumpas, tezvirat, iftira, şantaj kelimelerini telaffuz ederken lütfen aynanın karşısına geçinde öyle telaffuz edin. Çaktığınız kazığı çıkarmak için ümmete yeni ve gereksiz bir mesai alanı açtınız. Ne diyeyim yazıklar olsun.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Maksadınız nedir?'İmam Hatip Okulları ölmüştür veya buradan dindar nesil çıkmaz' diyenler var.

 

Hayır ve hizmet için kurulmuş vakıflara ve derneklere devletin ve yerel yönetimlerin, doğrudan veya yönlendirme yoluyla yardım etmesine karşı çıkanlar; bunu rüşvet sayanlar veya bu yardımları alanların devletin/iktidarın uydusu olacağını iddia edenler var.

 

Ben de bu yazıları yazanlara, bu konuşmaları yapanlara soruyorum:

 

Maksadınız nedir?

 

Siz üzüm yemek mi istiyorsunuz, bağcıyı dövmek mi istiyorsunuz!

 

İmam Hatip okullarında Arapça, Kur'an-ı Kerim, tefsir, fıkıh, hadis, siyer gibi islamî derseler okutuluyor; bunların yanında diğer okullarda okutulan fen ve kültür dersleri de okutuluyor. Bu okullarda abdest alma ve namaz kılma yerleri var, öğrenciler ibadete teşvik ediliyorlar, güzel ahlak ve âdâba önem veriliyor, halkın ilgisi mükemmel, çocuklarını bu okullara vermek isteyenler çok? peki bu okullar nasıl ölmüş oluyor veya bu okullardan dindar nesil yetişmeyecek de nerede yetişecek!

 

Ben yalnızca bu okullarda dindar, ahlaklı ve edepli insanlar yetişir demiyorum (tekçi ve tekelci değilim), ama bu okulların bu maksat için daha uygun olduklarını söylüyorum.

 

Bu okulları ölü ilan edenlerin maksatlarını merak ediyorum: İmam Hatip okullarını bahane eden dindarlaşma düşmanları mısınız?

 

İmam Hatip Okulları sizin öğrenci sayınızı azaltarak menfaatinizi mi baltalıyor?

 

İmam Hatip Okullarından mezun olmuş ve ülkemizin her kademesinde, her alanında başarılı ve olabildiğince namuslu hizmetler veren, başarılara imza atan insanları mı kıskanıyorsunuz?

 

Yoksa kıskanmanın da ötesinde bu ülkeyi götürmek istediğiniz ?İslam'a göre meşru ve makbul olmayan- noktaya götürmenize engel oluyorlar diye onları hedef tahtasına mı koydunuz?

 

Bu okullara -şimdiki durumlarını bilmiyorum ama- bir zamanlar TÜSİAD karşı idi, CHP oldum olası karşıdır, bazı dini ve ideolojik gruplar karşıdır; bütün bunları anlamak mümkündür de, Müslümanların safında görünmeye gayret eden bazı yazar çizerlerin onlarla saf tutmalarına ne diyeceğiz?

 

İmam Hatip Okullarının eksikleri yok mudur?

 

Elbette vardır.

 

Ama bunu gidermek için gayret ve işbirliği yapmak başkadır, öldürmek için ferman çıkarmak başkadır.

 

Bu milletin din gayreti ile kurulan, boy atan, düştükçe kalkan, yoruldukça kökünden güç alan bu okulları öldürmeye, sizden daha güçlü inkarcıların gücü yetmedi, sizin de yetmeyecek. 'Boşa çırpınmayın' demiyorum, 'çırpının da gücünüzü burada tüketin, başka kötülüklere takatınız kalmasın'.

 

Yardım yüzünden sivillik sıfatını kaybetme konusunu başka bir yazıya bırakıyorum.

 

Hayrettin Karaman, Yeni Safak, 14.02.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Sen bu dumanlı kafayla hep kısa kalacaksın![/h]

Yer Mısır Akrepler Cezaevi.

Müslüman Kardeşler'in lider kadrosundan Hayrat Şatır ve Sultan Salih dahil 21 kişi bu cezaevinde.

Saat yasak, takvim yasak.

24 saat karanlık bir hücre.

Ne gecesi belli, ne gündüzü.

Battaniye yok, yastık yok, yatak yok.

Yatağı da, seccadesi de buz gibi beton.

Günde üç kaşık pilav ve bir dilim patates.

Bir de bir şişe su.

İster yıkan, ister abdest al, yahut iç.

Doktor yok, ilaç yok.

İşkence de cabası.

Mısır'ın tüm cezaevlerinde manzara böyle.

Darbeci diktatör Sisi'ye yan bakmak, içeri tıkılmak için yeterli sebep.

Zihni dumanlı arkadaş dünkü yazısında Başbakan Erdoğan'ı Sisi'ye benzetmiş.

Ve bir kez daha Yezid'e!

Utanmadan, sıkılmadan!

Peki bu insafsız, vicdansız benzetmeleri yaptığı yazısını nerede kaleme almış dersiniz?

Ben söyleyeyim.

Sırça köşkünde!

Yani; cam giydirme devasa bir plazadaki, üç ayrı kontrol noktasından geçilerek ulaşılan, beyaz lüks mobilyalarla bezenmiş büyük suitinde.

O plazada kendisi ve arkadaşları sabah akşam Başbakan Erdoğan'a hakaret ediyor, küfrediyor.

Erdoğan diktatör olsaydı, sen acaba bu yazdıklarının yahut yazdırdıklarının yüzde birini bırak söylemeyi ima bile edebilir miydin?

Seni kantara koysak 90 kilo çekersin, göbeğin de cabası.

Diktatörün ülkesinde sen, kantarın ibresini dahi oynatamazdın.

Gel gör ki, topuzunu kaçırdın!

"Diktatörün ülkesinde" görülmemiş bir masuniyete sahipsin ve onun arkasından asıp kesiyorsun!

Dünyada, böylesi bir diktatörlükte yaşamak için can atacak kaç milyar insan var dersin?

Yorulma ben söyleyeyim.

En az yedi milyar.

Ama sen beğenmiyorsun.

Müntesibi olduğun yapının maşallah polisi de var askeri de. Savcısı da var hâkimi de. Bankası da var holdingi de. Medyası da var sermayesi de.

İhale de dağıtıyor, işadamı da kurtarıyor.

Daha ne istiyorsun?

"Uzun adamın" ölmesini mi?

Ne olacak öldüğünde?

Bi de hele!

Şüphesiz bir gün o da ölecek.

Ama sen istedin diye değil.

Analar yine "uzun adamlar" doğuracak.

Sen bu dumanlı kafayla hep kısa kalacaksın.

Ve hiçbir zaman da uzamayacaksın.

Bilesin!

Siyasete pek bir merak saldı

Hakan'ım Şükür'üm maşallah AK Parti'den istifa edip, yorumculuktan da kovulunca siyasete pek bir merak saldı.

Ekran ekran dolaşıp boy gösteriyor.

Siyasi demeçler veriyor.

Son açıklamasında "Ben de Gezi'ye gitmek istedim" demiş.

Şaşırdım mı?

Hayır!

Bedenen değilse bile ruhen oradaydı, biz biliyoruz.

Hayıflanmasın.

Bu arada bir de düzeltme yapmış.

"25 yıllık futbolcuyum benim dört buçuk milyon dolarım yok" demişti.

"Nakit olarak yok" demek istemiş.

Tüccar adam.

Parasını yastık altında tutacak değil.

Yatırım yapıp çoğaltacak elbet.

Devam Hakan'ım Şükür'üm devam!

 

Turgay Güler, Aksam, 17.02.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

'algı yöneticisi' zaman'ın gyy'si güya hocasını savunmak adına, "alimler ve zalimler" diye bir yazı dizisi hazırlamış.

derdi malum, fethullah gülen alim, tayyip erdogan zalim'e lafı getirebilmek...

bu arada, 'bediüzzaman'in çilesi'ni de yazmış.

bu yazıda ise, bediüzzaman'ın 'islam kahramanı' dediği menderes'e koca 6 paragrafta güya bediüzzaman'a zulmetti demeye getirerek laf çakıyor, ama bediüzzaman'ın esarette "rus kâfirinden görmediğim zulmü bunlardan gördüm" dediği kemalizme, mustafa kemal ve ismet inönü devirlerine dair tek bir cümle, tek bir kelime dahi yok...

hadi bakalım ekrem dumanlı, yazsana, 27 senelik tek parti döneminde 'alim' bediüzzaman'ın zalim yöneticilerden gördüğü zulümleri...

yazsana hadi...

milletin seçtiklerine aslan kesilirken, bediüzzaman'a yapılan asıl zulmü nasıl, ne hakla, hangi adaletle görülmez hale getirmeye kalkıyorsun...

yazsana ekrem dumanlı, bediüzzaman'a 'olmasaydın olmazdık' dediğiniz kişinin ve emrindekilerin yaptığını...

ama orası zor di mi...

seni de mazur görüyorum: yetiştiğin toprak kadar boy verirsin. 'alim'inin cesareti buna yetmezken, sen o cesareti nasıl kuşanabilirsin?

sizin zalime zalim demeye cesaretiniz yok. nerede o bediüzzaman imanı, bediüzzaman şehameti sizde!

sizin gücünüz ancak milletin seçtiği 'islam kahramanları'na zalim demeye yeter!

çekin o zaman bediüzzaman'dan ellerinizi...

 

Metin Karabasoglu

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

23 Şubat 2014 Pazar 18:40

[h=1]Başbakan Erdoğan: Said Nursi'yi öldürmek istediler[/h]

Başbakan Erdoğan Afyon’da konuştu resmi belgeyi gösterdi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Afyonkarahisar'da Cumhuriyet Meydanı'nda düzenlenen mitingde vatandaşlara seslendi.

"Bu CHP Said Nursi'yi hapislere mahkum eden partidir"

Başbakan Erdoğan, Said Nursi'nin, 1940'larda, Emirdağ Cezaevi'ne konulduğunu, zehirlenerek ve soğuktan dondurularak öldürülmek istendiğini belirterek, "İşte bu CHP 1940'larda Said Nursi'nin kitaplarını yasaklayan, hapislere mahkum eden partidir. İşte belgesi. CHP'nin genel müdürü, bu belge senin belgelerine benzemez" dedi.

Gösterdiği belgenin 15 Temmuz 1949 tarihli Bakanlar Kurulu kararı olduğunu dile getiren Başbakan Erdoğan, "Said Nursi tarafından yazılan Gençlik Rehberi kitabının dağıtımının yasak edilmesi, elde edileceklerin de toplanması, 'Bakanlar Kurulumuzun 15 Temmuz 1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır'. İmza, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. İşte bu CHP ile güya Said Nursi'nin izinden gittiğini idida eden bu paralel örgüt, şu anda kol kola yürüyorlar. Said Nursi'nin kemikleri sızlıyor" şeklinde konuştu.

AA

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Herkes birilerini gözetliyor ben de gözlemliyorum

 

 

 

 

GÜNDEME DAİR

 

Müslümanların hali içler acısı.*“Bir kaşık suda boğmak”*tabiri bile halimizi tasvirde az kalıyor. Meğer yüreklerde ne kadar da ağır kinler ve düşmanlıklar besliyormuşuz.

 

Biz zannediyorduk ki Müslümanın yüreği zalimden başkasına kin ve gayz beslemez. Ve sanıyordum ki bir yürekte düşmanlık ile sevgi aynı anda barınmaz.

 

Barınıyormuş, barındırıyormuşuz meğerse. Aynı kıbleye yönelirken, aynı çatı altında tekbir getirirken, aynı amaca hizmet ediyormuşuz gibi görünürken bile birbirimizin fırsatını kolluyormuşuz.*Fesubhanellah!

 

Allah*“bir göğüste iki kalp yaratmadım”buyurarak, ikiyüzlülüğün fıtri olmadığını bize hatırlatır ama biz maşallah bir yürekte sayısız muhabbetlerle düşmanlıkları aynı anda barındırmışız. Hakikaten bir gazel mevsimi, bir bağ bozumu yaşıyoruz.* Asırlarca*Hz. İsa'yı beklemiş sonra da arzu ettikleri gibi çıkmayınca onu asmaya çalışan ferisiler ve yazıcılar gibi azgınca birbirimizi tiftikliyoruz.

 

Kimse kusura bakmasın, geçmişin hiçbir siyasi duruşuna, görüntüsüne, tevazusuna, fedakârlığına, namusluluğuna, ahlakına inanasım, kalmadı.

 

Hiç birimizin hali de*‘din kardeşliğini'yansıtmıyor.* Artık kimin doğru kimin yalan söylediği de pek önemli değil. Çünkü hiç birimizin hali, davranışı ve ötekine karşı tutumu, milli değil, dini değil, vicdani değil. İslam kardeşliğinden de devlet bilincinden de hamiyetten de uzaktır.* Hiç birimizin, İslam'ı, üçüncü şahıslar nezdinde temsile liyakati kalmamıştır. Yazık!

 

“Bu ümmetten cacık bile olmaz”*dedirttiniz. Biri ötekinin hırsızlığını, diğeri berikinin hainliğini kanıtlamaya çalışan iki yaka olmuşuz. O yüzden iki yakamız bir araya gelmiyor ve o yüzden, masum ve muhlis müminler, hayret makamının bütün perdelerini yaşıyorlar.

 

Benim vicdanım, tüm kanıtlarına rağmen, Emevilerin, hutbelerde Hz. Ali'ye ve evladına küfür ve hakaret yağdırabileceğini kabul etmiyordu. Demek olabilirmiş. Bilfiil gördüm ve anladım. Ehlibeyt de Emevilerin*‘Allah bir'demelerine bile inanmıyor ve onları hırsızlık ve‘ilhad'*ile suçluyordu. Ona da inanmıyordum kanıtlarına rağmen,*‘demek ki olmuş'*diyorum bugün.

 

Şu olaylar, hepimize gösterdi ki Yusuf'u kuyuya atmak sadece bir tarihi hadise değildir. Her dem ve her zeminde yaşanılabiliyormuş.* Türlü türlü yalan, sahte belge kullanmaktan da çekinilmeden… *

 

Nitekim tarihteki ilk uydurma*‘ıslak imzalı belge'de kardeşler kavgasındaki bir kavgada kullanılmış. Yusuf'u kurdun yediğini gösteren, yalancı bir kanla bulanmış gömlek o belgedir. Kıskançlık hırsıyla kuyuya attıkları kardeşlerinin gömleğini,*‘yalan'*bir kan ile boyayıp babalarına gösterdiklerinde*Hz. Yakub'un söyleyebilecek bir şeyi kalmamıştı ama işin aslı öyle değildi. Ne var ki kısa vade için yalanlarını hak gösterebilmişlerdi. Bendeniz o sebeple bugünlerde ortada uçuşan*‘kanlı gömleklere'(ses kayıtları yahut belgeler)* itibar etmek istemiyorum. Onların hangi*“cürmü”*kapatmaya yönelik olduğunu, zaman gösterecek. Ne demişti*Hz. Yakub*o kanlı gömlek karşısında?

 

-“Fe sabrun cemil!”

 

Evet, sabr-ı cemil ile bekleyeceğiz. Belki Allah, tüm beklentilerimizi tahakkuk ettirecek yeni birini çıkarıp getirecek. Tıpkı Hz. Yakup'un dediği gibi; bakarsınız Allah bütün kaybettiklerimizin -itibarımızı, iktidarımızı, izzetimizi, savletimizi, ihtişamımızı ve adaletimizi- yeniden bize iade eder. Belki de desti kudret, zemini, yeni sahibi için temizleyip hazırlıyor. Bize düşen akıbeti gözlemlemek!

 

HERKES BEKLİYOR SİZ DE BEKLEYİN

 

Herkes, diğerinin felaketini gözetliyor. Güya hadiseler öyle gelişecek ki,*“hasım helak olacak”*kendisi*abad*olacak. Bilmiyor öyle musibetler gelince yaş kuru herkes yanar.(Enfal,25) Yahut umurunda değil. Tek hasmına bir şey olsun da isterse memleket yansın, taş taş üstünde kalmasın! Bizans'ı, halkı, öyle bir öfke seli içinde iken aldık. Her halde böyle bir öfke seliyle de kaybedeceğiz! *

 

Bu hal rahmani değil, İslami değil, insani bile değil. Ama pekâlâ bir kişi için bir ülkenin, bir şahıs için bir kitlenin ateşe atılmasına imanları ve İslamiyetleri elveriyor. *Üstelik bu insanlar, yıllarca*“bir gemide 10 cani, 90 masum bulunsa o gemiyi batırmak vicdanî ve meşru değildir”kıssalarını dinleye dinleye büyümüşler…

 

Kur'an bu haller için hakiki müminlere şu talimatı veriyor:

 

“Herkes*(felaketin gelip hasmına isabet edeceğini umarak)*bekliyor. Siz de bekleyin. Yakında bileceksiniz; doğru yol sahibi kimdir ve doğru giden kim?”*(Taha, 135)

 

Geçen gün bu ayet dikkatimi çekti. Düz bir mantıkla bakınca gördüm ki, herkesin birbirini izlediği, gözetlediği, birbiri hakkında kayıt tuttuğu, belge topladığı, kuyusunu kazdığı bu zamana parmak basıyor. 1400 yıllık bir zaman dilimi içinde bu ayetin işaret ettiği hallerin yaşandığını biliyorum. Merak ettim, hangisine matematik değer olarak da bakıyor bilmek istedim. Çünkü*Cemel *Vakaası*(Hz. Ali ve Aişe) öncesinde,*Emevi devletinin kurulmasısafhasında (Hz. Ali ve Muaviye),*Endülüs'ün düşüşü*hengâmında ( o gün de*Abdullahı Sağiraleyhine*İzabel*ile işbirliği yapan Müslümanlar vardı) ,*Cengiz istilasının başlaması öncesinde Harizmşahlar ülkesinde*(Alaaddin Tekiş*ile annesi*Terken Hatun*arasında) aynı haller yaşanmıştı.

 

“Mu-ta-rab-bi-sun, *FE-te-rab-ba-sû”harflerinin matematik değerlerini aldım. *Aradaki*FE*bağlaç olduğu için hesaba katmadım. Baktım ki 1435 ediyor. Yani bu yıla tekabül ediyor.* O zaman kendi kendime:“Demek ki, bu gün Türkiye'de yaşanan fitne, Cemel Vakaası'ndan daha büyük. Bu bir nihai kapışma… Kuran, Müslümanlar arasında bugüne kadar yaşanmış benzer hadiseler içinde en kritik bunu buluyor ki ona matematik hesap ile de işaret etmiş!”*dedim… *

 

Allah'tan çok beklemeyeceğiz. Çünkü ayet,*“Fe -sete'lamûnu”* diyerek, “kimin doğru yol sahibi olduğunu ve kimin hidayet üzere olduğunu çok yakında öğreneceksiniz”*buyuruyor.*“Gözetleyiniz!”*fiili çokluk ifade ediyor amagözetlenen*tekil olarak karşımıza çıkıyor. Yani her iki taraf için de muhatap bir şahıstır (Ayetteki*men*bunu ifade ediyor). Fakat“eshab”*kelimesi çokluk ifade ediyor. Yani “gözetlenen, gözlemlenen bir şahıstır amma etrafında geniş bir yârânı ve ashabı vardır”, diyerek kavganın iki insan etrafında cereyan ediyor olmasına rağmen kitleleri etkilediğine işaret ediyor. (Şu Kur'an ne muhteşem ya Rabbi!)

 

İki İslam taifesinin birbiriyle didiştiği o hadiselerin her birinin sonucu her şeye rağmen hayırla akibetlendi. İçlerinde en elim olanı Endülüs'tü, gitti ve bir daha gelmedi. Mesela Cengiz istilası başımıza saran fitne olmasıydı ve fitne sonucu Moğol istilaları İslam dünyasını hallaç pamuğu gibi atmasaydı, belki bugün hala İslam dünyası*Hasan Sabbahların sultası altında inleyecekti. O istiladır ki, İslam medeniyetini tarumar etti amma ehli sünnet itikadının yeniden güçlenip hayatlanmasını da sağladı. Bakarsınız bu yaşananlar da hem siyaseten hem sosyal açıdan İslam'ı daha iyi temsil edecek, İslam'ın adaletini âleme gösterecek bir ekibin bir cemiyetin gelmesine, çıkmasına hizmet eder…

 

Demek ki ehli insaf müminlere düşen, beklemektir; bekliyoruz. Rabbim çok yakında emanet sahibini bize gönderir ve biz de onu tanırız. Öyle sanıyorum misyonu üstlenen Tasavvufa aşina Nurlara vakıf bir delikanlıdır ki, öfkesi aklını örtmez. Zalime karşı şedit, mümine karşı mazlumdur…* İslam'ı, hasım yaratmadan yaşatır.*Çünkü bundan sonraki safha,*Bediuzzamın*tarzı hayat ve siyaset yaptığı*Müsbet Hareket*ekseninde oluşacak…

 

 

Mehmet Ali Bulut, 26.02.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

SİYASETLE ALAKALI BEDİÜZZAMAN'IN BİZLERE DERS OLACAK BAZI MÜHİM SORULARA CEVAPLARI

 

Hizmet mensupları bu tavsiyeleri bin kere okumalı ve yaptıklarına tevbe etmeli

 

Sual: Bu kadar zaman hizmetinizde bulunuyoruz:

(1.Sual:) Dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete dair bir alâkanızı, merakınızı görmedik.

(2.Sual:) Daima iman ve âhiret dersinden başka bir meşgalenizi görmüyoruz.

Öyle anlamışız ki, bu on sekiz senedir vaziyetiniz böyle imiş. Bu meseleyi bize izah et.

(Elcevap'ta yer almasına rağmen; gelen bu parağraf bir bakıma 3. Sual olabilir aslında:)

(3.Sual:) Hem talebelerinde bu kadar kesret ve kuvvet ve hak ellerinde bulunduğu halde, âsâyişe hiçbir zararı dokunmadığını ve talebelerden bin adam, on adam kadar hayat-ı içtimaiyeye zarar vermediklerini, kalbi bozuk olmayan görür.

Bu meselenin sırr-ı hikmeti budur ki:

Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mesele olan, iman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı iman hakikatleri olduğundan,

 

 

(1.Sualin Cevabı:) Bu hakaik-i imaniye-i Kur’âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek (için) ve

(1.Sualin Diğer Bir Cevabı: O yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nisbeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık; ve bilmeyerek ecnebî parmağına âlet olmak ihtimali var. Eğer kuvvetle ve hâdise çıkarmakla muhalefet etsem, husulü meşkûk bir maksat için binler günaha girmek ihtimali var; birinin yüzünden çoklar belâya düşer. 16.Mektup_1.Nokta)

 

 

(2.Sualin Cevabı:) Elmas gibi o Kur’ân’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek (için) ve

(2.Sualin Diğer Bir Cevabı: Hakaik-i İmaniye ve Kur’âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avam tarafından, “Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?” diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. 16.Mektup_2.Nokta)

 

 

(3.Sualin Cevabı:) En kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için,

(3.Sualin Diğer Bir Cevabı:Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır; ona çalışmak lâzım geliyor.16.Mektup_2.Nokta)

Risale-i Nur’un has ve sadık talebeleri, gayet şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar.

 

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Sağ kolundan bomba açıklamalar

 

Fethullah Gülen'in ilk talebesi ve halefi olarak düşünülen Latif Erdoğan cemaatten nasıl koptuğunu anlattı. Cemaatin uluslararası güçlerin gönüllü taşeronluğunu üstlendiğini söyleyen Erdoğan, cemaat tabanının seçimlerde CHP yerine AK Parti'yi tercih edeceğini ileri sürdü.

Fethullah Gülen'in ilk talebesi olan ve uzun yıllar Gülen'in halefi olarak kabul edilen Latif Erdoğan otoriteye baş kaldırarak iki yıl önce Cemaat ile yıllarını ayırdı. 40 yıllık hizmetinden sonra ailesinin kendisine karşı kullanılmasına isyan eden Latif Erdoğan, Gülen Cemaati'nin kamuoyu tarafından bilinmeyen yönlerini Sabah gazetesine anlattı.

 

Latif Erdoğan isminin Gülen Cemaati içinde özel bir önemi var. Fethullah Gülen'in İzmir'deki vaizlik döneminde ilk talebesi olan Latif Erdoğan uzun yıllar Cemaat içerisinde Gülen'in halefi olarak bilindi. İslam Enstitüsü mezunuLatif Erdoğan tam 40 yıl Gülen Cemaati'nin her kademesinde önemli görevlerde bulundu. Şemsettin Nuri müstear ismiyle Sızıntı Dergisi ve Zaman Gazetesi'nde yıllarca yazılar yazdı. Fethullah Gülen'in hayatının anlatıldığı, yüzbinlerce insana ulaşan "Küçük Dünyam" kitabı da Latif Erdoğantarafından kaleme alındı.

Fethullah Gülen'in üslubunu andıran hitabeti ile Gülen Cemaati'nin konferanslarının ve himmet toplantılarının vazgeçilmez ismi oldu. Latif Erdoğan iyi bir hatip olmasının yanısıra önemli kitap çalışmalarına da imzasını attı. Kitap fuarlarındaki imza günleri cemaat gönüllüleri ile doldu taştı. Gülen'in ilk talebesi, halefi ve en yakın dostu olmasına rağmen Gülen'in otoritesine ve yanlış kararlarına ilk itiraz eden isim oldu. İtirazlarını yoğunlaştırınca önce yurtdışına gönderildi. Bir süre yurtdışı hizmetlerde görev alan Erdoğan, dönüşünde Zaman'dan uzaklaştırılarak Bugün Gazetesi'nde yazmaya başladı. Gülen'i açıkça eleştiren bir isim olarak bu yazarlık dönemi de çok uzun sürmedi. Cemaat politikalarına itirazlarını sürdürünce Gülen hareketinden tamamen dışlandı. Bir süre inzivaya çekilen Erdoğan bu kez Akit Gazetesi'nde köşe yazılarına başladı. Yazılarında Gülen Cemaati'ni hedef almaktan özenle kaçınırken 17 Aralık polis-yargı darbesinden sonra sessizliğini bozdu. Hem köşesinden hem de Twitter üzerinden cemaattabanına önemli mesajlar verdi.

Latif Erdoğan ile Gülen Cemaati'ndeki ilk kırılmaları, Fethullah Gülen ile hangi konularda fikir ayrılığına düştüklerini, 7 Şubat MİT operasyonu ve 17 Aralık darbesi konularındaki görüşlerini sorduk. Sorulamıza içtenlikle cevap verirken cemaat terbiyesi gereği Fethullah Gülen'den Hocaefendi sıfatıyla bahsetmesinin daha uygun olacağının ısrarla altını çizdi.

HİZMET KUDSİYETİNİ KAYBETTİ, BAŞLANGIÇTAKİ HEDEFLERİN İÇİ BOŞALTILDI

-Latif bey Fethullah Gülen ile nasıl tanıştınız?

Hocaefendiyi, 1967 yazında, Kestanepazarı adıyla bilinen İlahiyata Talebe Yetiştirme Derneği'ne ait bir eğitim kurumuna öğrenci kimliğiyle girdiğimde tanıdım. Kendileri o kurumun müdürü idiler. Ayrıca aynı kurumun bitişiğindeki camide vaizlik görevini ifa ediyorlardı.

-Gülen Cemaati'ni nasıl tanımlıyorsunuz? Geçmişten günümüze düşündüğünüzde konuyla ilgili neler söylemek istersiniz?

Hocaefendinin, kendisini, doğru bildiği doğrultuda bir ülküye adadığında hiç kuşku yoktur. Bu ülkü, ilk dönemdeki saffetiyle içinde iman bulunan herkesi kendine cezp edecek güce de sahipti. Hocaefendi de bu ülkünün bütün şartlarıyla donanımlı bir kimlik ve kişiliğe sahip bir öncüsü konumundaydı.

-Sizin itiraz etmenize neden olan değişimler nasıl yaşandı?

Evvela, başlangıçtaki ülkünün içi boşaltıldı. Dolayısıyla hizmet kutsiyetini kaybetti. Hizmet, çeşitli iş sektörlerinin buluşma noktası haline geldi. Bu sektörlerde çalışanlarla hizmetin ilişkisi, işçi- işveren ilişkisine dönüştü. Değer atfedilen öncelikler, dünyevi işlerdeki başarılara dönüştü. Eskiden, iman, ibadet, takva, züht, kardeşlik gibi argümanlar öne çekilirken, daha sonra ekonomik kavramlar yönlendirici noktaya yerleşti. Kısa bir süre sonra da ekonomik endişeler her şeye hakim oldu.

YALAN SÖYLENDİĞİNİ GÖRDÜM VE "BENİ HİMMET TOPLANTILARINA ÇAĞIRMAYIN" DEDİM

-Ekonomik endişeler derken neyi kastediyorsunuz? Buna örnek verebilir misiniz?

Yaşadığım iki örneği anlatayım. İlk dönemlerde, bir esnaf arkadaşımız, önemli bir miktar yardım vadinde bulundu. Fakat işleri iyi gitmedi. Kendisine söz verdiği miktarı ertelemesi, hatta işleri düzelinceye kadar vermemesi teklif edildi. Arkadaşımızın cevabı, hayır ben o kadar insan içinde böyle bir söz verdim, sözümden dönemem, evimi satıp vaadimi yerine getireceğim, şeklinde oldu. Her türlü ısrara rağmen evini sattı ve söz verdiği yardımı gerçekleştirdi.

DAHA FAZLA YARDIM TOPLAMAK İÇİN YALAN SÖYLEDİLER

Vereceğim ikinci örnek ise sonraki döneme ait. O dönemde mali durumundan şikayet eden ve dua isteyen bir arkadaş, himmet toplantısında öyle bir rakam söyledi ki, şaşırıp kaldım. Toplantı bitiminde aynı arkadaş tekrar söz istedi, yapılan yardımların az olduğunu dillendirerek, kendi vadini ikiye katladığını söyledi; ve orada bulunanlardan da aynı doğrultuda davranmalarını istedi. Pek çoğu da denileni yaptı. Toplantı sonlanıp herkes dağıldıktan sonra, ben sorumlu arkadaşa, bahsi geçen arkadaşla aramızdaki konuşmayı aktardım ve bu arkadaş vaat ettiği rakamları nasıl verecek, diye sordum.Sorumlu arkadaşımızın cevabı, "Hocam o sadece teşvik için konuştu" şeklinde oldu. O günden sonra, beni bu tür toplantılara çağırmayın, dedim ve bir daha katılmadım. Öncesi ve sonrasıyla bu iki örneği istediğiniz kadar çoğaltmanız mümkündür..

NETİCEYE ULAŞMAK İÇİN HER YOLU MEŞRU GÖRDÜLER

-Peki Cemaatle yollarınızı ayırmaya ne zaman ve neden karar verdiniz?

- Ben, işin başındaki sabit değerlere sımsıkı bağlı kaldığıma göre, ayrılmayı bana değil başkalaşanlara isnat etmek daha gerçekçi olur kanaatindeyim. Bu başkalaşımı, öncelikle Hocaefendinin içselleştirdiğinde de kuşku yoktur. Bilerek ya da bilmeyerek bağlıları da kendisini takip etmiştir.

- Başkalaşmaktan kastınız nedir?

- Başkalaşmaktan kastımı tek bir kavramla ifade edecek olursam, bu dünyevileşmektir. Ahiret yurdunda devşirmeyi düşündüğümüz meyveleri burada tüketmektir. Elbette bu istenmeyen sonuca varmak birden olmamıştır. Özellikle Hocaefendi'nin şuur altını besleyen talepleri bu süreci hem hızlandırmış hem de şekillendirmiştir. Neticeye ulaşmak için her yolu meşru gören zihni değişim söz konusu taleplerin bir sonucudur. Vesileleri maksat haline getirmek yine aynı taleplerin oluşturduğu kırılma noktasıdır. Özel olmakla, gizli olmak arasındaki büyük farkı sıfırlayarak, tedbiri takiyyeye dönüştürmek de yine böylesi bir sonuçtur.

BEDİÜZZAMAN VE ESERLERİNİ SIRADANLAŞTIRMAYA ÇALIŞTILAR

-Fethullah Gülen bu gidişatı göremedi mi?

Benim görebildiğim kadarıyla Hocaefendi, içindeki meyilleriyle taşıdığı konum arasında preslenmiş bir hayat yaşamıştır. Bediüzzaman modelini şahsında taklit etmesi, onu bazı hususlarda suniliğe hatta ikileme itmiştir. Kendisi başta ret etmiş olsa da en uç noktalarda manevi makam isnatlarına daha sonraları açık hale gelmiştir. Bu kabulleniş refleksiyle de bir gün gelmiş, çıkamadığı yükseklikleri aşağıya çekme gayretine düşmüştür. Bediüzzaman'ı ve onun eserlerini sıradanlaştırma gayretleri bu düşüşün somut örneğidir.

HAKKIMI HELAL ETMİYORUM, HELALLİK DE İSTEMİYORUM!

-Ayrılmanızın temelinde bahsettiğiniz bu dünyevileşme meselesi mi yatıyor?

Mevcut yapı, alternatif düşüncelere kapalı olduğu için de yollarımız ayrılmıştır. Bunları söylerken, sakın meseleyi kişiselleştirdiğimi düşünmeyin, çünkü yollarımızın ayrılışından kendileri ne kadar memnunsa ben de en az o kadar memnunum. İşin ötesini hesap gününe bırakıyorum. Hakkımı helal etmediğim gibi helallik de istemiyorum.

GÜLEN'İN ABD'YE GİDİŞİYLE HERŞEY ÇIĞRINDAN ÇIKTI

-Başkalaşımı bütün boyutlarıyla düşündüğümüzde, sizce Fethullah Gülen'i etkileyen dış etkenler var mıdır, nelerdir ya da kimlerdir?

1995'li yıllarda Hocaefendi'nin değişimi çok hızlı ve dikey olmuştur. Alternatif açılım denilen, ne olduğunu kendisinin de pek anladığını sanmadığım bir vibrasyonla zihni değişimi hızlanmış, meyil giderek ihtiyaca, ihtiyaç iştiyaka, o da incizaba dönüşmüştür. Daha sonra da bu şiddetli çekim gücünden kendini kurtaramamıştır. Meselenin Türkiye ayağında gerçekleşen ilk değişim ve dönüşümler Amerika 'da daha da ivme kazanmış, mesele çığırından çıkmıştır.

KADROLAŞMA FAALİYETLERİ SERSERİ BİR GÜÇ HALİNE GELDİ

- Cemaatin, siyasi kadrolaşmayı siyasete müdahaleye varan operasyonlara dönüştürmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Başkalaşım süreci yaşanmamış olsaydı, Cemaate aidiyet hisseden bireylerin devlet kadrolarında bulunuşunu ülke adına önemli bir kazanım olarak değerlendirebilirdik; ki öyleydi. Lakin söz konusu başkalaşım bizim değer ölçülerimizi de alt üst etti. Bu milletin alın teri göz nuru ile oluşan önemli güç yapılanması, ne yapacağı belirsiz serseri bir güç halini aldı; hatta silahını, korumakla görevli bulunduklarına çevirdi. Mesele, sadece siyasete müdahale ile de sınırlı kalmadı; bir hiç uğruna devlet ve millet ipotek altına alınmaya çalışıldı. Bu affedilemez bir suçtur; suçluları ne millet ne de tarih asla affetmeyecektir. Bütün bunları söylerken, camianın hepsini aynı kefeye koyup töhmet altında tutmak büyük günah, büyük vebal olur. Suçun büyüklüğü ölçüsünde adalet terazisinin hassasiyeti artırılmalıdır. Ceza, ayıklanarak verilmelidir.

CEMAAT 7 ŞUBAT MİT OPERASYONUNDA DIŞ GÜÇLERİN GÖNÜLLÜ TAŞERONLUĞUNU YAPTI

-7 Şubat MİT operasyonu ile başlayan 17 Aralık darbesi ile zirve yapan Cemaat- AK Parti kavgası sizce neden başladı?

- Cemaatin MİT krizindeki hali, ağlamak için bahane arayan çocuk gibidir. MİT'e isnat edilen suçun inandırıcı hiçbir tarafı yok. MİT'in yapması gereken en asli görev, yapanlar hakkında suça dönüştürülmek isteniyorsa, burada çok ciddi bir yanılgı ya da art niyet söz konusudur. Nitekim konu netleştikçe ve daha sonra olanlarla ilişkisi açığa çıktıkça, meselenin yanılgı değil bir art niyet olduğu görüldü. Diğer atraksiyonların ağır bilançosundan da anlıyoruz ki, Cemaat burada dış güçlerin gönüllü taşeronluğunu yaptı; onu da beceremedi. Bu bağlamda, olanları Cemaat- AK Parti kavgasına indirgemek fevkalade yanlıştır. Ayrıca, Ak Parti kavganın tarafı değil, bulunduğu konum gereği saldırının püskürtücüsüdür. Bu yönüyle de hükümetin bu başarısına medyun-u şükran olmamız gerekir.

SANDIĞA GİDİNCE TABANIN TERCİHİ CHP'DEN DEĞİL AK PARTİ'DEN YANA OLACAKTIR

-Sizce cemaat tabanı bu kavgayı nasıl karşılıyor? Bir kırılma yaşanıyor mu?

-Taban kelimesi kullanılmaması gerekirken, maalesef var olduğu için kullanılıyor. Halbuki hizmet, cemaat değil de hareket olsaydı, asla statü ifade eden kavramlar bünyede yer alamazdı. Ben yine de sempatizanlar ifadesinin kullanılması taraftarıyım. Bu kesim sadece kırılma değil, aynı zamanda travma yaşıyor. Aileler bölünmüş durumda. Fakat, mesele siyasete yansıdığında tercihin bu kesim itibariyle AK Parti'den yana olacağında kuşku yok.

CEMAAT ESKİDEN BERİ BEDDUAYI BİR ŞANTAJ ALETİ OLARAK KULLANDI

-Türk halkı beddua videosunu çok yadırgadı. Sizce toplumda infiale neden olan bu görüntüler neden yayınlandı?

- Beddua eskiden beri cemaatin elinde bir şantaj aletidir. Özellikle cemaat içi problemlerde bu durum korkutucu bir öğe olarak kullanılır. Falanın beddua ettiği kişi artık iflah olmaz, düşüncesi cemaatte yaygın bir kanaattir. Böyle bir psikolojinin tetiklemesi söz konusu olabilir.

-Gülen cemaati tarafından Hz. Peygamberin dizilerde, tweettlerde, Türkçe olimpiyatlarında siyasi mesaj olarak kullanılması da çok tepki topladı. Bunları ilk duyduğunuzda siz ne düşündünüz?

- Bir şey demek istemem; çünkü aklı selim adına sözün bittiği yeri konuşuyoruz. Bunlar, Nur-u Muhammedi'den mahrumiyet sinyalleridir. Cenab-ı Hak, bütün inananları böylesi kötü akıbetten muhafaza buyursun.

CEMAAT, AİLEMİ BİLE BANA KARŞI KULLANDI

-Zaman Gazetesi, cemaatin sizinle olan sorununu aileniz üzerinden sürdürme gayreti içinde. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu?

-Öncelikle benim cemaatle bir sorunum yok. Çünkü yolumu, on beş sene önce kısmen, iki sene önce de tamamen ayırmış durumdayım. Ben kişiler üzerinden değil, olaylar üzerinden konuşuyorum. Mehmet Erdoğan' nın Zaman Gazetesi'nde yayınlanan sözlerini okuduğunu, okusa da anladığını sanmıyorum. Cemaat de onun bu eksi yanlarından istifade etmiş olabilir. On dört senedir söz konusu gazeteyi açıp okumadım. Onun için de kardeşimin ifadelerini bana başkaları aktardı. İfadelerini ve üslubunu çok sefil buldum, onun adına acıdım. Büyük aileyi iması tamamen yalan ve iftiradır, bahsettiği vicdan ise, maalesef onun literatüründe "cüzdan" dır. Nitekim, yeğeniyle, yani oğlum Metin Erdoğan'la yaptığı telefon konuşmasında böyle bir ifadeye mecbur bırakıldığını itiraf etmiştir.

BENİM EVİMİ BİLE DE DİNLEDİLER

-Son günlerde paralel yapının binlerce kişiyi yasadışı olarak dinlediğini şaşkınlıkla izliyoruz. Yakında bu sayının artacağı söyleniyor. Bu yapı Başbakan Erdoğan ve oğlunu da yasadışı olarak dinlemiş ve ses taklidi ve montaj yaparak bunu sosyal medya üzerinden servis yaptı. Siz bu tür yasadışı dinlemelere şahit oldunuz mu?

-Şimdilerde adı paralel olan yapının dinleme ve izleme sabıkası hem çok kabarıktır; hem de başlama süreci 30 sene öncesine dayanır. Elbette teknoloji geliştikçe hem sayı arttırılmış hem de işin mahiyeti inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Benim kendi evimin dinlenmesiyle ilgili o kadar çok tecrübe yaşadım ki, anlatılması bile bana ağır geliyor.

Halbuki tecessüsün her çeşidini dinimiz haram kılmıştır. Gıybet nasıl haramsa tecessüste öyledir. Fakat şimdiye kadar sonuç alınamadığı gibi İnşallah bundan sonra kötü emellilerin kötü hedefleri boşa çıkacaktır. Nitekim, servis edilen ses kayıtlarının nasıl alçakça birer montaj ürünü olduğu göründü. Bundan sonrada görülecekler de farklı olmayacaktır. Bunlar paralel yapının son çırpınışlarıdır; Her çırpınışları da onları daha da batıracaktır.

CEMAAT GÖNÜLLÜLERİ DİN DÜŞMANLARINA OY VERMEK GİBİ BİR YANILGIYA DÜŞMEMELİ

-Bu harekete 40 yılın vermiş, Fethullah Gülen'in en yakınında olan isimlerden biri olarak cemaatin samimi gönüllülerine bir çağrınız olacak mı?

-Öze dönsünler. Cemaati bu hale getiren hastalıkları teşhis adına, özellikle Bediüzzaman'ın Hutbe-i Şamiye'yi ve Lahika mektuplarını tekrar ve dikkatle okusunlar. Eğer, başlarındakiler hala yanlışlarında diretirlerse, onlardan ve yanlışlardan yüz çevirerek tek başlarına Hakk'a ve hakikate yönelsinler.. Bu cümleden olarak ,önümüzdeki seçimlerde, milli iradenin yanında yer alsınlar; desteklenmesi sadece siyasi bir parti desteklenmesi sınırını çok aşan, aynı zamanda ittihad-ı İslam ve ümmet davasını sahiplenme manasına gelen AK Parti'yi ödünsüz desteklesinler. Hele dinin ve maneviyatın emansız ve amansız düşmanı bir partiye oy vermek gibi bir yanılgı ve gaflete asla düşmesinler. Çok yönlü esaret ile kuşatılmış olduğu her halinden belli bir insanın hele kendi alanı dışındaki bir husustaki fetva ve çağrısının kesinlikle dinlenilme niteliğinden yoksun olacağını ve öyle de olduğunu bilsinler, kendi vicdanlarının, kendi hür iradelerinin çağrısına kulak versinler..

 

SABAH, 27.02.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Mahmut Ustaosmanoğlu Hoca Efendi’den açıklama

 

Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi ile Yeni Asya Grubu'nun 17 Aralık darbe girişiminden sonra gördükleri bir rüya üzerine, Gülen Cemaatine destek verecekleri yönündeki iddialar internette günün konusu oldu.

 

Taraf muhabiri Mehmet Baransu Twitter hesabından Yeni Asya grubu ile Mahmut Efendi grubunun gördükleri bir rüya üzerine Gülen grubunun yanında saf tuttuklarını iddia etti. Cemaat yanlısı internet sitelerinde büyük puntolarla manşet yapılan haber Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi ve Yeni Asya grubu tarafından sert bir dille yalanlandı.

 

Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin avukatı Cihad Gökdemir de kamuoyuna yaptığı yazılı açıklama da böyle bir rüyanın olmadığını açıkladı. Avukat Cihad Gökdemir imzasıyla yapılan açıklamada "Önce twitter, Facebook gibi sosyal medya sonra da televizyon, gazete ve internet haber sitelerinde müvekkilim Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi ile ilgili bir kısım gerçek dışı haber ve yorumlarla bir kısım kişi ve kuruluşların kamuoyunu yanıltma çabası içerisinde olduğunu gördük. Hayatı boyunca 'en büyük keramet istikamettir' şiarınca yaşayan müvekkilim Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi hakkındaki bir takım asılsız yorum ve haberler başta Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi ve sevenleri üzüntüye sevk etmiştir." denilerek bu tür haber ve yorumlara itibar edilmemesi istendi.

 

Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Müdürü Kazım Güleçyüz yaptığı açıklamada, ""Yeni Asya rüya ile amel etmez. Aksi yöndeki iddia ve söylentilerin hiçbirine itibar edilmesin" dedi.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

20.02.2014

 

Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu adına Twitter hesabından ortaya atılan iddia üzerine Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz, Twitter’dan yaptığı açıklamada, “Yeni Asya rüya ile amel etmez. Aksi yöndeki iddia ve söylentilere itibar edilmesin” dedi.

 

*

 

Yeni Asya rüya ile amel etmez

Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu adına, Twitter hesabından Yeni Asya grubu ile Mahmut Efendi grubunun gördükleri bir rüya üzerine Gülen grubunu destekledikleri iddiası ortaya atıldı. 14 Şubat akşamı saat 20.03’te atılan twitte “Yeni Asya grubu ve Mahmut Ustaosmanoğlu Hoca bir rüya gördü. Hırsızlar üzgünüm, her iki cemaat de hırsızların karşısında yer alacak” ifadeleri kullanılırken, bir sonraki twitte “Cüppeli Hoca görülen rüyanın ardından hocasını ziyaret edip gerekli talimatları almış” denilerek, Cübbeli Ahmet Hoca’nın da Gülen grubunun yanında yer aldığı öne sürüldü. Bu iddianın Twitter’da yayılması üzerine gazetemiz Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz, Twitter hesabından, “Yeni Asya rüya ile amel etmez. Aksi yöndeki iddia ve söylentilerin hiçbirine itibar edilmesin” açıklaması yaptı.*

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

02 Mart 2014 Pazar 15:49

 

Başbakan: Said Nursi'nin bu cümlelerini duydunuz mu?

 

Başbakan Erdoğan Isparta'da Bediüzzaman'ı anlattı

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Isparta’nın Bediüzzaman Said Nursi’nin uzun yıllar sürgünde yaşadığı şehir olması nedeniyle de çok anlamlı bir şehir olduğuna işaret ederek,*Said Nursi’nin eserlerinin çok önemli bir kısmını Isparta’da, Barla’da yazdığını, Barla’nın da önemli bir merkez konumunda olduğunu söyledi.

 

Erdoğan, partisinin Isparta Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlediği mitingde yaptığı konuşmada, Bediüzzaman Said Nursi'nin, tek partinin, CHP’nin zulmünü burada çektiğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

 

“Bunu çok iyi bilmemiz lazım. Burada Isparta’da tarihten çok önemli bir hadiseyi sizlere anlatacağım;*Merhum Bediüzzaman Said Nursi’ye neden Demokrat Parti’yi, merhum Adnan Menderes’i desteklediğini talebeleri soruyor. Verdiği cevap manidar:*‘Eğer Demokrat Parti düşerse ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Dolayısıyla sosyal hayatımıza ve vatanımıza dehşetli bir tehlike oluşturur. Dolayısıyla bu partinin yani CHP’nin iktidara gelmemesi için Demokrat Parti’yi Kur’an, vatan ve İslamiyet namına muhafazaya çalışıyorum.’*Isparta bu cümleleri duydunuz değil mi?

 

"Said Nursi, CHP zulmünü en ağır şekilde yaşadı. Sürgünden sürgüne gitti, hapishaneden hapishaneye gönderildi, zehirlenmek istendi, öldürülmek istendi, ama asla boyun eğmedi, CHP karşısında asla diz çökmedi, CHP ile asla işbirliği yapmadı.*Ülkesinden kaçıp başka ülkelere sığınmayı, başka ülkelerden burayı karıştırmayı aklının ucundan geçirmedi. İstese Barla’dan kaçabilirdi, ama o kaçmadı. Tam tersine Rusya’ya esir düşmüşken, Sibirya’dan kaçtı, kendi ülkesine, topraklarına geldi. İşin ucunda hapishane de olsa ‘vatanım’ dedi. Ve şu ifadeyi kullandı; ‘Zalimler için yaşasın cehennem’.

 

AA

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

BÜTÜN*"GÜLEN HAREKETİ" MENSUP ve ŞAKİRDLERİNE*SESLENİYORUM!

 

 

 

“2023 Büyük Türkiye hedefine yürümek yerine, “İç savaş çıkartılmış, etnik kökenleri farklı insanları karşılıklı katledilmiş, ekonomisi bitmiş, çocukları ölmüş, sokakları yanmış ve bölünmüş, İSLAM alemine Lider ve örnek olma vasfını kaybetmiş” bir Türkiye istiyorsanız OYNANAN OYUN ve senaryoya SEYİRCİ KALIN ! Bütün bunlara HAYIR diyor ve BU KİRLİ OYUN durmalı diyorsanız, - birey olarak lütfen bilinçli olun - BİLİNCİNİZİ HAKİM KILIN ve tarihin size verdiği görevi yerine getirerek,*Müslüman TÜRKİYE toplumunun arasında ki "İTTİHAD, UHUVVET, İTTİFAK, TESANÜD ve*MUHABBETİ" yok edecek, Siyonist, Neocon, Evangelist v.b gibi İslam DÜŞMANI şer örgütlerince planlanıp, tezgahlanan*BU KİRLİ SENARYOYU tarihe gömün!

 

YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR, GÜN BUGÜNDÜR!

 

Hem Dünyanızı, hem Ahiret hayatınızı tehlikeye atmak, heba etmek, büyük bir felaket ve helâkete DÜÇAR olmak istemiyorsanız;*başlatmış olduğunuz*bu TAHRİP ve ŞER hareket ve faaliyetlerinize derhal son verin.

 

Cenab-ı Hakkın, merhamet ve şefkatine, affediciliğine sığınarak tevbe- istiğfar edip, yeniden asli vazifeniz olan*Sırf ALLAH rızası için İMAN Hakikatlerinin tebliğ ve temsili*hizmetinize*dönün.

 

Rahman ve Gafur'ur Rahim olan ALLAH'ın avf ve mağfiretini sabr-ı cemil ile bekleyin.

 

 

 

En kalbi muhabbet ve selamlarımla.

 

Erdoğan Esenkal

 

 

 

*************

 

*"Ben Camia adına en sağlıklı tavrın, şöyle bir an durup “Neredeyiz biz, nereye gidiyoruz?” sorusunu sormak olduğunu düşünüyorum. Hala dostça."* -* A. Taşgetiren

 

 

 

http://haber.stargazete.com/yazar/cemaatin-iktidari-mi/yazi-850468

 

 

 

 

************

 

Cemaat nasıl kurtulur

 

*

 

Latif Erdoğan

 

Dost meclislerinde, şimdilerde bana en çok sorulan soru bu. Hazin ama hakikat. Kırk senedir kendisinden kurtuluş beklenen topluluğun, nasıl kurtarılacağını konuşur olmak, gerçekten üzüntü verici bir sonuç.*

 

Cemaat, yangın yeri. Kimileri bir şeyleri kurtarma, kimileri de bu kargaşadan kendince nasiplenme peşinde. Samimi “ah” çekenler, yine masum Anadolu’nun saf, temiz evlatları. Ne ki kısa vadeli kurtuluş çok zor görünüyor. Asla dönüş şart. İmana dayalı ahlakı yeniden yaşanır kılmak öncelikli vazife. İlki doğruluk.

 

Doğruluk, özün söze, sözün öze uygunluğu. Karşıtları olan düalizm, kısır döngü; sunilik, ahlaki sefalet; abartı, illüzyon; iftira, yıkım; nankörlük, en kötü illet. Yalanı tekzip, doğruyu tasdik ile doğruya yönelmedikçe, doğru olmanın yanında doğrucu da olmadıkça sonuç hep hüsran, hep kayıp. Bütün versiyonlarıyla yalana dayalı hayat felsefesinin, gayeye ulaşmak adına her yolu meşru gören çıkarcı, istismarcı zihniyetle uzun süreli flörtünden doğan nesepsiz sentez, şimdi geldiği nokta itibariyle herkesin korkulu rüyası.

 

Hadiste şöyle buyruluyor: Doğruya sarılın. Çünkü doğru hayra, hayır cennete ulaştırır. Kişi doğru olur, doğruyu araştırır ve sürekli doğrunun peşinde iz sürerse, adı doğrular kütüğüne kaydedilir. Yalandan da şiddetle uzak durun. Çünkü yalan sapıklığa, sapıklık cehenneme sürükler. Kişi yalan söyler, yalan araştırır, yalanın ardına düşerse günün birinde adı yalancılar listesine geçer.

 

Doğruyu araştırmak ve doğrunun peşinde iz sürmek, hakikati bulmanın ve hakikatle bütünleşmenin en gerçekçi yolu. Böylesi ceht ve gayretle doğruya sarılan insan, neticede ikinci bir fıtrat kazanır; sözüyle, haliyle, davranışlarıyla, niyetleriyle, meyilleriyle ve bütün duygularını yerinde kullanma keyfiyetiyle şekillenmiş bir doğru haline gelir.

 

Doğrulukta ideal çizgi “istikamet”. İstikamet, var oluş hikmetini ve varlık müddetini işaretlemesi bakımından, dini tarafı kadar psikolojik, sosyolojik ve ekonomik yanları da ağır basan önemli konsept, önemli olgu. Yalanın mumu baştan sönük. Doğru, velut ışık. İstikamet bu ışığı ebedileştirmenin adı. Doğrunun özünde var olan kuvveti harekete geçirmek ve bu hareketi sürekli ve dengeli kılmak ancak istikametle mümkün.*

 

Kazanılması şart olan ikinci ahlaki değer ise “dürüstlük”. Dürüstlük, iyi niyetin söze, sözün hale, halin davranışlara, davranışların mizaç ve karaktere delaletini olduğu gibi yansıtan mükemmellik kıvamı.

 

Laubali, yılışık, kaypak davranış ve sözlere geçit yok. Yalan, gıybet, kovuculuk, laf getirip götürme, kötü zan, iftira gibi karakter zaafını, kişilik laçkalığını ele veren olumsuzluklardan uzak durmak elzem. Başkasını küçümseyen, hafife alan deforme reflekslere karşı sürekli dikkatli, müteyakkız, uyanık olmak vecibe.

 

Dürüst insanın tepki ve reaksiyonları, önceden tespit edilebilecek ölçüde belirgin. O, kopuk “an”ları değil, yekpare zamanı yaşayan, hayata yorumlayan basiretli vakit kuramcısı. Müddeti hayatında sahibi bulunduğu, yaptığı, gerçekleştirdiği her şeyden, öte alemde inceden inceye hesaba çekileceğinin şuurunda, imandan kaynaklanan akıbet endişeli yekûn ürperti. Her yeri “huzuru ilahi” bilme bilinci ile sürekli hallenme nasiplisi. Kişiliği kendine kefil seçkin ruh. Hakkı ve haklıyı savunmada mazeret kabul etmeyen gözü pek yiğit. İlkeleri sabit. Olumlu olana katılımda aktif, olumsuza karşı direnmede dinamik hamle insanı..

 

Yalan söyleyen dürüst olamaz. Başkasını aldatan düzenbaz, onun semtine adım atamaz. Korkak yürekte dürüstlükten pay bulunmaz. Nifak, ikilem, arkadan vurma, ihanet gibi karanlık düşünce ve zihniyetlere onun ışık tayfları altında hayat hakkı tanınmaz. Doyma bilmeyen aç gözlü onu da bilemez. Çıkar düşkünü, onu uzaktan bile göremez. Ve onun endazeli, adil coğrafyasında zulme yer verilmez.*

 

Kazanılması gereken üçüncü ahlaki değer ise sadakat, yani doğruya, hak ve hakikate iflah olmaz tutkunluk. Sadakat, basiretle özdeşleşmenin adı. Körü körüne bağlılık ise, bağnazlık. Mantık ve realite boşluklarıyla malul zafiyet. Sadakatle bağnazlığın aynı ortamı paylaşması imkânsız.*

 

Bütün ahlaki değerlerin hayata yorumlanması, nüvelerinde sadakatin bulunması şartına bağlı. Ahde vefa olgusunun bireysel ve toplumsal tezahürleri, ancak onun mevcudiyet garantisiyle ihtimalden imkâna, imkândan mümkün ve vakie sıçrama şansına sahip. Döneklik nedir bilmeme yiğitliği, mizaç ve karakter haline gelmiş sadakatin sermedi eseri. Ahlak kitabının dibacesi sadakat. O yitirildiğinde yol ve yön gösterici en bereketli muhteva da yitirilmiş olur.

 

Kuyuya nerden düşüldüyse çıkış yeri de orasıdır. Kaybedilen değerler tekrar kazanılmadıkça, kurtuluş imkânsız. Kayıpların ahlaki boyutuna bu yazımızda olduğu gibi, önceki yazılarımızda da kısmen işaret ettik. İtikadi ve ameli boyutları ise bir başka yazının konusu...

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Arınç: Beni ve hükümeti tehdit ettiler!

 

02.03.2014 22:04

15,057 kez okunmuş

 

Başbakan yardımcısı ve Hükümet sözcüsü Bülent Arınç dershanelerle ilgili önemli açıklamalar yaptı.

 

Bir televizyon programında soruları yanıtlayan Arınç, "Derhaneler üzerinden beni, hükümetimi tehdit ettiler" dedi.

 

 

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Arınç'ın açıklamalarından satırbaşları:

 

"Derhaneler üzerinden beni, hükümetimi tehdit ettiler. 'Şunları ortaya çıkarırız, bunların hazırlığını yaptık, bunları piyasaya süreriz'. Ben de 'Onların restine, blofüne karşı restini gördüm' dedi. 'Elinizde ne varsa çıkarın, ne yapacaksanız yapın. Ben sözümden dönmem. Demek ki sonunda bu alçaklığı da yapacak mıydınız ' diye onlara söyledim, dedim. Önce inanamadı ama ben dershane konusundan sonra her şeyin bittiğini ve olumlu noktaya evrildiğini düşünürken bombalar patlamaya başladı. Demek ki Tayyip Bey, Başbakanımız haklı çıktı. Mesele dershane değilmiş, aynı Gezi'deki gibi 3-5 ağaç meselesi değil, başka bir şeymiş."

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Gülen'e mektup yazdı başına gelmeyen kalmadı[/h][h=2]Adı 7 bin kişilik dinleme listesinde yer alan AKABE Vakfı Başkanı Mustafa İslamoğlu, cemaati eleştirince başına gelenleri anlattı.[/h]

Selam İslam Örgütü'ne ait olduğu iddia edilen 7 bin kişilik dinleme listesinde adı bulunan AKABE Vakfı Başkanı Mustafa İslamoğlu'ndan Fethullah Gülen ve cemaatine yönelik çarpıcı açıklamalar geldi.

Yeni Akit gazetesine konuşan Mustafa İslamoğlu, 10 yıl önce Fethullah Gülen'i ziyaret ettiğini ve cemaate yönelik eleştirilerin yer aldığı bir de mektup gönderdiğini açıkladı.

"Gülen'le görüştükten sonra başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi"diyen İslamoğlu, bir de iddiada bulundu.

"17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarının ardından üçüncü bir operasyon yapılacakmış ve bizim de içinde olduğumuz bir grup insana yönelik olacakmış."

İslamoğlu'nun Fethullah Gülen ve cemaatine yönelik o eleştirileri ve AKABE Vakfı'nın yaşadığı sıkıntılarla ilgili anlattıkları...

CEMAATİN DERDİ TEKASÜR KRİZİ

Karşımızda, yola çıkış itibariyle dinî bir yapı var. Bu yapı, eğitimi kendisine alan olarak seçmiş ve bu alanda yürümüş. 1967'lerde yola çıkmış olan hareket; bugün okulları, dershaneleri, basın-yayın organları, ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarıyla adeta devlet haline gelmiştir. Dostça bir eleştiri yapmak isterim. Problem, Gülen cemaatinin güce ve nüfuza talip olmasıdır. Kur'an'daki Tekasür Sûresi'nde ifade edildiği gibi ben bunu "Tekasür Krizi" olarak adlandırıyorum. Yani çoğaltma tutkusu krizi.

10 YIL ÖNCE GÜLEN'LE TANIŞTIM

Gülen grubuna mensup insanları 30 yıldan beri tanırım ve görüşürüm. Hocaefendi ile tanışmam ise 10 yıl önceye dayanıyor. Hocaefendi hakkında bir karalama kampanyası yapılmıştı ve o dönem Akit gazetesindeki köşemde yapılanın yanlışlığına dair bir yazı yazmıştım. Bu yazı üzerine mektuplaştık ve 2009 yılında bir program nedeniyle gittiğim Amerika'da bir görüşmemiz de oldu.

CEMAATE OBEZ ABİ BENZETMESİ

Problem olarak gördüğüm bazı meseleleri ilettim ve daha sonra bir mektupla da bu eleştirilerimi teyit ettim. Özetle Cemaatin, Müslüman cemaatler içerisinde abilik konumuna oturduğunu ama obez bir abi olduğunu, elindeki rızkı; küçük kardeşlerine paylaştıracağına, küçük kardeşlerinin önündekini de almaya çalıştığını söyledim.

İkincisi; ümmetin çıkarı ile cemaatin çıkarı ne zaman çatışsa, bugüne kadar hep ümmetin çıkarını değil, kendi çıkarını öncelediğini ifade ettim.

Üçüncüsü; Cemaatin bir menfaat grubu görüntüsü verdiğini belirttim.

Dördüncüsü; zengin sever bir görüntü verdiğini, yoksul, muhtaç, mağdur ve mazlum kesimlere sahip çıkması gereken bu yapının güç ve nüfuza sahip çıktığını münasip bir lisanla ilettim. Bu eleştirileri hem hocaefendiye, hem de cemaatin buradaki temsilcilerine ilettim.

BAŞIMIZA GELEN PİŞMİŞ TAVUĞUN BAŞINA GELMEDİ

Hocaefendi gayet nazikâne davrandı; fakat oradan çıktıktan sonra başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi.

Şahsi olarak başıma gelenleri anlatarak olayı kişiselleştirmek istemiyorum. Ancak Akabe camiası olarak size birkaç örnek verebilirim.

KELEPÇE TAKIP GÖTÜRDÜLER

Akabe kardeş kuruluşlarımızdan bir arkadaşımızın uzak vilayetlerden birinde bir BAĞ-KUR davası var. BAĞ-KUR memuru, primleri alıyor ve yolsuzluk yapıyor. Bizim arkadaşımız mağdur ve bu dava da 15 senedir sürüyor. Mağdur olan arkadaşımızı davaya götürmek için bileğine kelepçe takıp hapse attılar. Yalvar yakar, rica minnet ancak kelepçeli şekilde uçakla davaya gönderme izni alabildik. Bu olayın arkasını araştırdığımızda ise karşımıza Cemaat çıktı.

CEMAATİ ELEŞTİRİYORSUNUZ!

İkinci olay ise yine Akabe kardeş kuruluşlarımızdan bir yardım kuruluşumuzun kamu yararına vakıf statüsü alabilmesi için müracaat ettik. Yeterlilik teftişi yapan müfettiş geldi ve açıkça kuruluşumuzun başkanına, "Ben size yeterlilik raporu vermeyeceğim. Çünkü siz cemaati eleştiriyormuşsunuz" dedi. Bu hâkim ve müfettiş cemaatin değil, devletin memurudur. Cemaatten değil, milletten maaş almaktadır.

CEMAATİN İÇİNDE 3 KESİM VAR

Cemaatin içerisinde üç kesim olduğunu görüyorum. Birinci kesim; Gerçekten samimi, candan, mü'min insanlar. İkinci kesim de; cemaatten nemalanan ve cemaati bir menfaat organizasyonu gibi gören insanlar. Üçüncü kesim ise çok elit, çok az. Bu kişiler beyin takımını oluşturan ama beyni kendilerine bırakılmamış, yani merkezden "Biz yaparız" diyen bir takım.

Bu üç kesimden birinci kesimin ciddi manada şu anda bir kısmının koptuğunu görüyorum. Bu kişiler, "Biz bunun için yapmadık, bunun için yardım etmedik, bunun için para vermedik" diyor. Birinci kesimin ikinci kısmıysa şu anda tereddüt ve ciddi bocalama yaşıyor.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Zaman yazarı açıkça yazdı! Oyla hesap sorun![/h][h=2]Herkesi seçimde oy kullanmaya çağıran Zaman yazarı Aymaz, aksi halde mezardakilerin kendilerine hesap soracağını iddia etti.Cemaatin inkar ettiği "Tabana oy vermeyin talimatı" Zaman gazetesi yazarı Abdullah Aymaz'ın köşesinde bir kez daha ortaya çıktı.[/h]

Aymaz köşesinde cemaat tabanını dünyanın öbür ucundan bile gelip oy vermeye çağırdı aksi takdirde mezardakilerin bile hesap soracağını söyledi. İşte o satırlar

 

Şimdi ise, öğretim ve eğitimde müthiş bir dinamik olan üniversite hazırlık dershaneleri, imkânsızların başvurduğu okuma salonları kapatılmaya, hizmetler engellenmeye, hatta dünya çapındaki yüz akımız faaliyetler durdurulmaya çalışılıyor…

 

DÜNYANIN UZAK YERLERİNDEN BİLE GELİP OY KULLANMALI!

 

Bu işin bitirilmesi için devletin büyükelçilerine görev veriliyor; bu koskoca hizmetin itibarsızlaştırılıp ademe mahkûm edilmesi için tuzak gibi yollara başvuruluyor… Bu milletin ve geçmiş büyüklerin emekleri ile meydana gelen bu güzel hizmetin ayakta kalması için kanun dairesinde elimizden ne geliyorsa yerine getirmeliyiz. Bunun için oy kullanmak, sandığa gitmek bir çare ise yine inşallah dünyanın en uzak yerlerinde bile olsak, gelip oyumuzu kullanacağız, kullanmamız lazım. Yoksa mezardakiler bile bize hesap sorar…

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Cemaat yazarından illere göre oy talimatı![/h][h=2]Today's Zaman yazarı cemaatin hangi ilde hangi partiyi destekleyeceklerini açıkladı.[/h]Today's Zaman gazetesi blog yazarı Halil Bilecen, Twitter üzerinden yaptığı paylaşımlarda cemaate oy talimatı verdi.

Bilecen, AK Parti'yi siyasal İslam'ın partisi olarak niteleyerek şunları yazdı: ''Çatlasanız da İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya'da CHP; Manisa, Balıkesir, Erzurum, Adana'da MHP desteklenecek. Siyasal İslam'a oy yok! Her ilin en güçlü adayı desteklenecek.''

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

04 Mart 2014 Salı 10:31

 

Kırkıncı Hocaefendi'den Müsbet Hareket çağrısı

 

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, son günlerdeki tartışmalar üzerine "müsbet hareket" çağrısında bulundu

Risale Haber-Haber Merkezi

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, son günlerdeki tartışmalar üzerine "müsbet hareket" çağrısında bulundu.

Devlete itaat etme üzerinde duran Kırkıncı Hocaefendi, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinden örnek verdi.

Kırkıncı Hocaefendi, "Maruz kaldığı o kadar zulüm ve işkencelere rağmen, Bediüzzaman hiçbir zaman devlete zarar verecek en ufak bir harekette bulunmamış, menfi hareket düşüncesinde olanlara da her zaman karşı çıkmıştır" dedi.

İşte Mehmet Kırkıncı Hocaefendi'nin açıklaması:

MUHABBET FEDAİLERİ

Son zamanlarda, bazı dış mihrakların milletimizin birlik ve beraberliğini bozmak ve milletimizin bir kesimini devletle karşı karşıya getirmek gibi dehşetli bir plan kurduklarına ve bunu kademeli olarak uygulamaya koyduklarına şahit oluyoruz.

Milletimizi birbirine düşman etmek ve ülkemizi yıllarca geri götürmek emeliyle hazırlanan bu oyuna gelinmemesi için “ittihat, asayişi muhafaza ve devlete itaat” konularında bazı hakikatleri hatırlamamız bir zaruret haline gelmiştir.

Konuya Üstad Bediüzaman Hazretlerinin şu cümlesi ile başlamak istiyorum:

“Bizler muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yoktur.”[1]

“Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî, hayat da gider.”[2] buyuran Bediüzzaman Hazretleri, hayatı boyunca daima âlem-i İslâm’ın ittihadına, milletin birlik ve beraberliğinin muhafazasına çalışmış, her zaman asayiş ve huzurdan yana olmuş, talebelerini; “Asayişin manevî bekçileri” olarak tavsif etmiş, onlara her zaman sabrı ve müspet hareketi tavsiye etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatından kısa bir zaman önce umum Nur Talebelerine vermiş olduğu, kendisinin de hayatı boyunca titizlikle tatbik ettiği en son dersi ‘Müspet Hareket.’ olmuştur. Üstad, bu dersiyle Nur Talebeleri’nin her türlü menfi cereyanlardan şiddetle kaçınmalarını tavsiye etmiştir.

Üstad Hazretleri bir vasiyetname mahiyetinde olan bu en son dersinde şöyle buyurmaktadır:

“Bizim vazifemiz müsbet harekettir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı ilâhiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır. Vazife-i ilahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde; her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz...

...Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir.

...Harici tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk-cocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dahildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî ihlâs sırrı ile hareket etmektir. Hariç’teki ci-had başka, dahilde cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakiki talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda, dahil ve hariçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azimdir.

... Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit de onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz.

... Hem dahildeki cihad-ı manevî; manevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil manevî hizmetler lâzımdır. Onun için ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok!...”

Bediüzzaman Hazretleri hem küfür ve dalalete, hem de her türlü bozgunculuğa, anarşiye ve bölücülüğe karşı ilmî ve fikrî bir mücadele vermiş, iman ve Kur’an hizmetini her şeyin fevkinde görmüş, davası uğrunda yirmi sekiz sene hapis yatmış, defalarca zehirlenmiş, bütün bunlara rağmen “Saçlarım kadar başlarım olsa, hergün birini kesseniz hakaik-i Kur’aniyeye feda olan bu baş, zınkıya boyun eğmeyecek” diyerek davasındaki kararlılığını ortaya koymuştur. Bununla beraber, talebelerini, devlete ve hükümete karşı fiilî mücadeleden şiddetle men etmiş, hakkını daima kanuni yollardan müdafaa yoluna gitmiştir. Nitekim âdil hâkimler her seferinde onun ve talebelerinin masumiyetlerini tescil etmişler, hizmetinin devlete ve millete hiçbir zararının olmadığını, bilakis asayişin teminine büyük faydası dokunduğunu kaziyye-i muhkeme hâlinde tespit etmişlerdir.

Bilindiği gibi, devlet bir şahs-ı manevidir. Şüphesiz en kötü bir devlet, devletsizlikten binler kat daha iyidir. Devleti olmayan ve başka devletlerin esareti altında inleyen milletlerin perişan ve sefil halleri herkesin malumudur.

Vatanı olmayanın evi, barkı ve mülkü olmaz, namusu tarumar olur. Millet ile vatan, ruh ve ceset gibidir. Devletsiz, vatansız bir millet yetim; milletsiz vatan da harabe bir ev gibidir. İnsanın en esaslı vazifelerinden birisi de vatanını sevip sevdirmesi ve ona gereken hizmeti yapmasıdır. Çünkü devlet ve vatan, Cenab-ı Hakk’ın bizlere ihsan ettiği büyük nimetlerdir.

Vatanı sevmenin sayısız sebepleri vardır. O, bizim şefkatli ve sevgili validemiz, bizler onun kıymetini bilen ve ona can feda eden hürmetkâr evlatlarıyız. Din, can, mal, namus ve evlat vatan ile muhafaza olunur. Kendi menfaatlerini vatanın ve milletin menfaatine tercih eden bir kimse vatan ve milletine ihanet etmiş olur.

Vatan; tahassungâhımızdır, evimizdir ve ibadethanemizdir. Bu dünyanın nimetlerini o hanede kazandığımız gibi, cenneti ve ebedî saadetimizi de yine orada kazanacağız. Vatan cennetin bir salonudur. Bunun içindir ki, “Vatan sevgisi imandandır.” denilmiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vatanını pek ziyade severdi. Düşmanları kendisini Mekke-i Mükerreme’den çıkarttıkları gün; “Ne yapayım? Ben seni çok seviyorum, ama düşmanlarım beni senden çıkarttılar.” diye teessürünü ifade etmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanında vatandan bahsedildiğinde mübarek gözleri yaşla dolardı.

Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi: “...Memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir.”[3] Bu hane içinde büyümüş, ilim ve irfandan nasibini almış vatanperver, şuurlu bir insanın hayatı boyunca bu nimete karşı şükretmesi dinî ve vicdanî bir borçtur. Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi: “Madem ben de bu vatanın bir evlâdıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır.”[4]

Topraklarımızın her karışı binlerce şehidin kanıyla yoğrulmuştur. “Bastığımız yerleri toprak diyerek geçmememiz, altında binlerce kefensiz yatanı düşünmemiz gerekir.” Evet, vatan muhabbeti ve onu muhafaza gayreti olmasa, memleketler harap olur, viraneye inkılap eder. Milleti ise esarete mahkûm olur. Vatanlarını muhafaza edemeyen milletler tarihten silinmişlerdir.

Hamiyetperver her bir insan, vatanına, milletine, devletine faydalı bir fert olmak için gayret etmekten büyük bir zevk alır. Vatan ve milletini ve onun ihtiva ettiği ulvi değerleri, kara sevdalı bir âşık gibi sevmeyen bir insan veya bir millet izmihlale mahkûm olur.

Bir insanın ailesine karşı fedakârlığı bir ise, devletine ve milletine karşı bin olmalıdır. Evet, “...Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir.”[5]

Büyük bir âlicenaplık ve fedakârlık yaparak bize meziyetli bir tarih ve eşsiz bir miras bırakan necip ecdadımızı tazim etmek ve onlara layık bir nesil olmak vicdanî borçlarımızdan biridir.

Asırlarca cihana medeniyette örnek olan, cesur, dirayetli, metanetli ve adaletli bir milletin gençlerini cehalet, cebanet, sefahet gibi ahlak-ı rezileden muhafaza etmek, onları millî ve manevi değerlerine bağlı, vatanperver, âlicenap, şecaatli ve edepli olarak yetiştirmek elzemdir.

Dinimizde vatana hıyanet etmek, devlete karşı ayaklanmak ve fitne çıkarmak kesinlikle yasaktır. Bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “Fitne katilden daha şiddetlidir.”[6]

Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet onlardan biri, hâlâ (Allah’ın hükmüne boyun eğmeyip) ötekine saldırırsa, Allah'ın emrine dönünceye kadar (bu) saldıran tarafla savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever.”[7]

Bu ayette geçen “baği” kelimesi, anarşi çıkarmak, isyan etmek ve haddi tecavüz anlamlarına gelmektedir. Ancak, devlet yöneticilerinden farklı düşündüğü hâlde isyana teşebbüs etmeyen kimseye dokunulmaz. Çünkü “İtaat etmemek başkadır, isyan etmek daha başkadır.”

Başta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, bütün ehl-i sünnet âlimleri, devlete itaat edilmesi üzerinde ısrarla durmuş ve isyanı kesin olarak yasaklamışlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) adaletle hükmetmeyen devlet reislerine dahi isyan etmeyi yasaklamıştır.

Devlet idarecilerine itaatin ehemmiyeti mükerreren teyit edilmiş, milletin birlik ve beraberliğini bozacak her türlü faaliyet İslam dininde men edilmiştir. Vatanın ve milletin muhafazası, namus ve iffetin hıfzı, mal ve canın emniyeti hep devletin varlığı ve devamı ile kaim olduğu için, Hz. Peygamber (s.a.v.) itaatin ehemmiyeti üzerinde ısrarla durmuş, Müslümanları her türlü isyan ve bozgunculuktan, nifak ve şikaktan şiddetle men etmiştir. İtaatteki hikmet ve maslahatı kavramayan nice milletler, Cenab-ı Hakk’ın en büyük ihsanlarından biri olan “devlet” nimetini ellerinden kaçırmışlar; birlik ve bütünlüklerini, istiklaliyetlerini muhafaza edememişlerdir. Tarih bunun acı misalleriyle doludur.

Bunun içindir ki, Müslümanların birlik ve beraberliği yolunda, vatanın ve milletin bekası uğrunda feda-yı can eden, ittihad-ı İslam’ın öncüsü ve sevdalısı olan Yavuz Sultan Selim Han şöyle der:

İhtilâf ü tefrika endişesi,

Kûşe-i kabrimde hattâ bikarar eyler beni;

İttihatken savlet-i a’dayı def'e çaremiz,

İttihad etmezse millet, dağıdar eyler beni...”[8]

Bugün bütün âlem-i İslam’ın kalbini derinden yaralayan ve vicdanlarını sızlatan Filistin, Suriye ve Mısır’da yaşanan elim hadiseler hep ihtilaf ve tefrikanın neticesidir.

Peygamber Efendimiz (sav) müminlerin huzur ve sükûnuna, birlik ve beraberliğine büyük ehemmiyet vermiş, umumi asayişin devam etmesi için, devlet reislerinden gelebilecek zulüm ve baskılara karşı ümmetinin isyan etmeyip, tahammül göstermelerini tavsiye etmiştir. Hz. Huzeyfe’den nakledilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Benden sonra benim doğru yolumdan gitmeyen ve benim sünnetimle amel etmeyen hükümdarlar olacaktır.” buyurdular.

Bunun üzerine sahabeden biri: “Ben buna yetişirsem ne yapayım, ya Resulallah?” diye sordu.

Allah Resulü (s.a.v.): “Dinler ve itaat edersin. Sırtın dövülse ve malın alınsa bile dinle ve itaat et”, diye buyurdular.”[9]

Resulullah Efendimizin (s.a.v.) ümmetine, devleti idare edenlerden gelecek haksızlık ve zararlara sabırla mukabele tavsiyesi, onları zulme boyun eğmeye davet değil; bilakis isyan yoluyla, devlet ve milletin bütünlüğünü zedeleyecek daha büyük zulüm ve zararlardan kaçındırmak hikmetine mebnidir.

Malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşan, değil zulüm yapmayı, zulme edna bir meyil ve rıza göstermeyi bile şiddetle yasaklamıştır. Bu bakımdan, Peygamber Efendimizin (s.a.v.), zalim idarecilere itaat emrini, zulme razı olmak değil, zulmün büyümesine mani olmak şeklinde anlamak lazımdır. Bu emir, zulmün def’ine çalışmamak şeklinde de telakki edilmemelidir. Zira, zulmü giderecek çeşitli fırsatlar ve uygun yollar itaat içinde de bulunabilir. Ancak bütün çabalara rağmen, meşru bir çare bulunmazsa cüz’i ve şahsi hukukunu umumun selametine, ammenin menfaatine feda etmek idrak sahibi her Müslüman’dan beklenen olgun bir davranıştır.

İbn-i Abbas’dan (ra.) rivayet edilen başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulur: “Bir kimse herhangi bir emirin yapmış olduğu zararlı bir şeyi görürse sabretsin (isyan etmesin). Çünkü her kim devlet başkanından (itaatten) bir arşın ayrılırsa cahiliyet ölümü ile ölür.”

Hadis Profesörü Kâmil Miras bu hadisi şöyle açıklamaktadır: “Vahiy ile müeyyet olan Peygamberimiz (s.a.v.) amme velayetini taşıyan bir kısım amirlerin gayr-i meşru hareketlerde bulunacaklarını nübüvvet nuruyla görüyor ve biliyordu. Bu vaziyet karşısında Müslümanlara sabır ve sükûn ile hareket etmelerini ve bozgunculuktan kaçınmalarını vasiyet ediyordu.”

Diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulur: “Sizden her kim bir münkeri (kötülük) görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer ona muktedir olamazsa diliyle, diliyle de yapamazsa ona kalbiyle (buğz etsin); bu da imanın en zayıf derecesidir.”

Bu hadis-i şerif Feteva-i Hindiye’de şöyle izah edilmiştir: Bir kötülüğü kuvvet kullanarak defetmek devletin vazifesidir. Zira kuvvet kullanmak salahiyeti ferdin değil, devletindir. Dil ile düzeltmek, yani tebliğ vazifesini yapıp insanları irşat etmek âlimlerin vazifesi, kalben buğz etmek de avam-ı nasın görevidir.

İslâm dini, sultana, devlet reisine ve idarecilere itaati emretmekle beraber, bu itaati mutlak da bırakmamıştır. İtaat ancak “Allah’ın emirlerine isyanı gerektirmeyen konularda” söz konusudur. Bu hususta pek çok hadis-i şerif vardır. Bunlardan bazılarını takdim edelim:

Übade bin Sâmit, Resulüllah’ın (s.a.v.) kendilerini davet ederek şu manada biat aldığını haber vermektedir: “Emirlerinize (idarecilerinize, kumandanlarınıza) hem neş’eli, hem de kederli zamanlarınızda, hatta emirleriniz kendi nefislerini sizin nefisleriniz üzerine tercih etseler dahi onları dinleyecek ve itaat edeceksiniz. Ancak emirlerinizin açık bir küfrünü görmeniz ve onların küfrü hakkında yanlarınızda Allah’ın kitabında kuvvetli delil olması hâlinde, onları dinlemeyeceksiniz”[10]

Nevevî bu hadisi şerh ederken şöyle der:“Yöneticilerle yönetim işleri hususunda münakaşa etmeyiniz. Ve onlara o konuda itiraz etmeyiniz. Ancak onlardan sarih küfür ve kesin bir münker görürseniz bunu inkâr ediniz. Yâni, kabul etmeyiniz ve hakkı, münasip bir dil ile söyleyiniz. Fasık ve zalim olsalar bile, onlara karşı ayaklanmak ve onlarla savaşmak tüm ulemanın icmaı ile haramdır.”

Evet münkeri işleyen bir idareciye hakkı söylemek bir vazife olduğu gibi; onlara karşı ayaklanmamak da vatan ve millet namına en mühim bir vazifedir. Zira böyle bir isyan hareketinden ancak iç ve dış düşmanlar fayda görecekler, birçok masumların kanı dökülecektir.

Devletin Nizam ve İntizamı İtaate Bağlıdır

Mazide yaşanan elim hadiseler, istikbale ışık tutan parlak bir aynadır. Tarihte cereyan eden olaylardan milletlerin alacakları pek çok ibretli dersler vardır. Yarınlara hazırlanırken, geçmiş tecrübelerden mutlaka yararlanmak, geçmişte düşülen hataları yapmamaya çalışmak elzemdir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş!.....”[11]

Cenab-ı Hak bu gibi ayetlerle geçmiş kavimlerin başına gelen elim hadiselerden ve tarihî olaylardan ders almamızı emretmektedir. Vatanperver her insan geçmişte yaşanan üzücü hadiselerden ders almalı, onları hiçbir zaman hatırından çıkarmamalı, Müslümanların birlik ve beraberliğine zarar verecek her türlü tutum ve davranışlardan hassasiyetle kaçınmalıdır.

Evet, dünyanın nizam ve intizamı itaate bağlıdır. Zira itaat, nizam ve intizamın temelidir; feyiz ve bereketin, huzur ve sükûnun, birlik ve beraberliğin esasıdır.

Tarihe ibretle göz gezdirdiğimiz zaman, ecdadımızın birlik ve beraberlik içinde olduğu dönemlerde dünyanın en güçlü devletine sahip olduklarını, insanlığa ilim, medeniyet, fazilet dersi öğrettiklerini görürüz. Dâhilî kargaşa ve fitnelerin çıktığı, devlete isyan ve tuğyanların başladığı zamanlarda ise ülkenin kan gölüne döndüğünü, düşman istilasına maruz kaldığını, istiklaliyet ve hürriyetini kaybettiğini esefle müşahede ederiz.

Acaba ne oldu da bir taraftan Viyana’ya, diğer taraftan Mısır ve Şam’a, diğer yandan Umman Denizi’ne, beri taraftan Hind’e kadar uzanan bu muhteşem saltanat yıkılmaktan kurtulamadı. Evet bunun sebebi ve kökü pek derindir. Cehalet, sefahat ve tefrika gibi içimizi kemiren, kanımızı cevelandan, dimağımızı hareketten alıkoyan ruhi ve manevi hastalıklardır. Bu tür hastalıklara duçar olan fert ve cemiyetlerin kendilerini toparlaması çok müşküldür. Bunlardan kurtulmanın yegâne çaresi İslam’ın ulvi hakikatlerini hayatımıza tatbik etmek, Müslümanlar arasındaki uhuvvet, muhabbet, samimiyet, birlik ve beraberliğin te’minini esas almak, tefrikayı netice verecek fitne ve fesadın, nifak ve şikakın kapısını kapamaktır.

***

Bütün müçtehitler, mücedditler ve diğer İslam âlimleri itaat etmemekle isyan etmeyi birbirinden tamamen ayrı mütalaa etmişler, Allah’ın emrine muhalif durumlarda hiç kimseye itaat etmemişlerdir. Bununla beraber katiyen isyana teşebbüs yahut teşvik de etmemişlerdir. Bilakis müminleri isyandan menetmek hususunda gayret ve himmetlerini esirgememiş ve bu vadide bütün Müslümanlara, hâlleriyle örnek olmuşlardır. İslam tarihi bunun misalleriyle doludur. Biz bunlardan sadece birkaç numune nakledeceğiz.

Mesela, İmam-ı Azam Hazretleri hem Emeviler hem de Abbasiler zamanında halifelerin kadılık tekliflerini reddetti. Bu reddin sebebi, onların zulümlerine destek olmakla Allah’a asi olma endişesiydi. Bu endişe için hayatı pahasına onların tekliflerini kabul etmedi. Ve Mansur zamanında zulmen atıldığı hapishanede şehit oldu. Kendisine yapılan bütün baskı ve işkencelere karşı hiçbir zaman Müslümanları devlete isyana teşvik etmedi, aksine onları teskin için büyük gayret gösterdi. Hâlbuki İmam-ı Azam dilese, bütün Müslümanları bir anda ayaklandırabilirdi Fakat o, bir masumun dahi olsa, kanının dökülmemesi için, bu işkencelere sabır ile katlandı.

Bu mevzuda diğer bir ibret levhası da İmam Ahmed b. Hanbel Hazretleri’nin zamanın halifesi Mu’tasım Billah’a karşı davranışıdır. Halife, Ehl-i Sünnet itikadına muhalif olan Mutezile mezhebine mensuptu. Bu sapık mezhebin mensupları Kur’an’ın mahlûk olduğuna inanırlardı. Halife, İmam Ahmed b. Hanbel Hazretleri’ni Kur’an’ın mahlûk olduğuna inanmaya ve bu hususta fetva vermeye zorlamış, lakin o büyük imam, Halife’nin bu sözüne itaat etmeyerek teklifini reddetmişti. Sonunda kendisine vurulan sopalar neticesinde zulmen şehit edilmiştir. O zaman onunla birlikte ehl-i sünnete mensup birçok âlim de şehit edilmiştir. Bununla beraber ne İmam Ahmed b. Hanbel Hazretleri, ne de ona tâbi olan âlimler, halkın üzerindeki büyük nüfuzlarına rağmen onları isyana teşvik edici hiçbir beyanda bulunmamışlardır.

Hem mesela, ehl-i sünnet itikadının düşmanlarından olan Ekber Şah, İmam-ı Rabbani gibi bir müceddidi, senelerce hapsettirdiği hâlde, o büyük insan, Ekber Şaha karşı ayaklanma hazırlığı yapan oğlu Selim Şah’ın yardım talebini reddetmiş ve onu babasına karşı isyan etmekten vaz geçirmiştir.

Bu konuda çok önemli bir örnek de Bediüzzaman hazretleridir. Senelerce akıl almaz zulüm ve işkencelere maruz kaldığı hâlde, daima müspet hareket metodunu uygulayıp, bedduayı bile menfi hareket sayan, hatta kendisine hapishanelerde yer hazırlayıp zulmedenlere bile hakkını helal eden ve talebelerine de sabrı ve müspet hareketi tavsiye eden asrın büyük müceddidi Bediüzzaman Hazretleri devlete itaat etmenin ehemmiyetini şu ifadesiyle ortaya koyar: “Beni tevkif için gelen jandarmaya kemal-i itaatle ellerimi uzatır, önlerine düşer giderim.”

Maruz kaldığı o kadar zulüm ve işkencelere rağmen, Bediüzzaman hiçbir zaman devlete zarar verecek en ufak bir harekette bulunmamış, menfi hareket düşüncesinde olanlara da her zaman karşı çıkmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri 1910 yılında Osmanlı Devleti’ne isyan etmek isteyen bazı aşiret reislerine hitaben şöyle diyordu:

“Altı yüz seneden beri tevhid bayrağını umum âleme karşı yücelten ve millî âdetlerini terk ederek ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize, kuvvet ve cesaretimizi hediye edelim. Ona bedel, onların akıl ve ma’rifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi de göstereceğiz. Elhâsıl, Türkler bizim aklımız, biz onların kuvveti; hep beraber bir iyi insan oluruz. Dik başlılık etmeyeceğiz ve kendi başına hareket yapmayacağız. Bu azmimizle başka milletlere ibret dersi vereceğiz. İyi evlat böyle olur, itaatimizle göstereceğiz. İttifakta kuvvet var, ittihâdda hayat var, uhuvvette saadet var, hükümete itaatte selâmet var. İttihâdın sağlam ipine ve muhabbet şeridine sarılmak zaruridir.”[12]

Bediüzzaman Hazretleri 31 Mart hadisesinde (1909) de devlete isyan eden askerlere karşı yaptığı konuşmada huzur ve saadetin, birlik ve beraberliğin ancak itaat ile olabileceğini şöyle ifade etmişlerdir:

“Şeriatla, Kur’ânla, hadisle, hikmetle, tecrübeyle sâbittir ki: Sağlam, dindar, hakperest ulûlemre itaat farzdır. Sizin ulûlemriniz, üstadınız; zabitlerinizdir. Nasıl ki mahir mühendis, hâzık tabib; bir cihette günahkâr olsalar, tıp ve hendeselerine zarar vermez. Kezalik, münevver-ül-efkâr ve fenn-i harbe âşina, mektepli, hamiyetli, mü’min zabitlerinizin bir cüz’î nâmeşrû hareketi için itaatinize hâlel vermekle, Osmanlılara, İslamlara zulmetmeyiniz! Zira itaatsizlik, yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına bir nevi tecavüz demektir. Bilirsiniz ki; bu zamanda bayrak-ı tevhid-i İlâhî, sizin yed-i şecaatinizdedir. O yedin kuvveti de, itaat ve intizamdır.”[13]

Bediüzzaman Hazretleri bu harika konuşmasıyla sekiz tabur askeri isyandan vazgeçirip, itaate getirmiştir.

1925 yılında devlete karşı ayaklanan Şeyh Said, Van’daki Erek Dağı’nda bulunan Bediüzzaman Hazretlerine bir mektup yazar ve Kör Hüseyin Paşa ile gönderir. Mektubunda; “Efendim! Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir. Bu hareketimize iştirak buyurur, yardım ederseniz galip oluruz.” diyen Şeyh Said’e, Bediüzzaman Hazretleri şu cevabî mektubu yazmıştır.

“Türk milleti asırlardan beri İslamiyet’in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardaşız. Kardaşı kardaşla çarptıramayız. Bu şer’an caiz değildir. Kılıç harici düşmana çekilir. Dahilde kılıç çekilmez. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz Kur’an, iman hakikatleriyle, tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akim kalır. Birkaç canî yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olur.”

Kör Hüseyin Paşa, birkaç gün sonra tekrar Bediüzzaman Hazretleri’nin yanına gelmiş; “Üstadım bu bir fırsattır. Bu fırsatı kaçırmayalım.”demiş, Üstad Hazretleri, ihtilalin zararlarını ve devlete isyan etmenin büyük mesuliyet olduğunu uzunca anlatmış ve onu da devlete karşı güç kullanmaktan ve ihtilalden vazgeçirmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri Şeyh Said’in hareketinin yanlış olduğunu ifade edip, birlikte hareket edelim teklifini reddettiği gibi, Doğu’daki aşiret reislerini Van’daki Nurşin Camii’nde toplamış, onlara meseleyi anlatmış ve onların da hadiseye karışmasına mani olmuştur. Daha sonra onlar; “Bizi ihtilale karışmaktan alıkoyan Bediüzzaman Hazretleri oldu. Allah ondan razı olsun.” diyerek onu her zaman hayırla yâd etmişlerdir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin irşat metodu, hadiseler karşısındaki tutum ve davranışları geçmiş asırlardaki kutupların, gavsların, mürşit ve mücedditlerin görüş ve davranışlarıyla aynıdır. Üstad Bediüzzaman kendisine zulmedenlere afv ile mukabele etti. O, yalnız Allah’ın rızasına talip oldu. Allah için yaşadı, Allah için sevdi, Allah için buğz etti ve Allah için manevi cihad etti, kendine zulmedenleri bile affetti.

“Benim ve Risale-i Nur'un mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan şefkat itibarıyla; bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden canilere değil ilişmek, belki beddua ile de mukabele edemiyorum. Hatta en şiddetli bir garaz ile bana zulmeden bazı fasık belki dinsiz zalimlere hiddet ettiğim hâlde, değil maddi belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat menediyor. Çünkü o zalim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere veya evladı gibi masumlara maddi zarar gelmemek için, o dört-beş masumların hatırına binaen o zalim gaddara ilişmiyorum. Bazan da hakkımı helal ediyorum. İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki; idare ve asayişe kat'iyyen ilişmediğim gibi, bütün arkadaşlarıma o derece tavsiye etmişim ki, üç vilayetin insaflı zabıtalarının bir kısmı itiraf etmişler ki: "Bu Nur şakirtleri manevi bir zabıtadır; idare ve asayişi muhafaza ediyorlar." [14]

İtaat konusunda Elmalılı Hamdi Efendi’nin Görüşü

Hem ilimde, hem de fikirde misli az bulunan ve bu asrın bütün âlimlerinin itimadına mazhar olan büyük müfessir Elmalılı Hamdi Efendi itaat ve isyan mevzuunu şöyle beyan etmektedir: “Müminlerden olmayan ululemirlere itaat dinen vacip kılınmamıştır. Bu hususta itaat değil, varsa bir ahde riayet mevzubahis olacaktır. Fakat taatin vacip olmayışından isyanın vacip olması gerekmediğinden, itaat mecburiyetinin bulunmamakla isyan mecburiyetinde bulunmak arasında fark vardır. Hakk-ı isyan başka, vazife-i isyan yine başkadır. Binaenaleyh buradan gayr-i mümin bir muhitte bulunan müminlerin şuna buna karşı isyankâr bir ihtilalci vaziyetinde telakki edilmemeleri, belki müminlerin her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’a ve Resulüne karşı masiyetten içtinap ve aynı zamanda kendilerinden olan ululemre itaat etmeleri ve tağutlara boyun eğmemeleri lüzumunu anlamak lazım gelir.”

Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, gayr-ı müslim muhitte yaşayan Müslümanların kendilerinden olmayan ululemre itaatleri vacip değildir. Ancak müminlerin o devlete verdikleri ahde uymaları söz konusudur. Bununla beraber onlara itaatin vacip olmayışını, isyanın vacip olması lazım geldiği şeklinde anlamamak icap eder. Onların Allah’a isyanı gerektiren emirlerine uymamak o müminlerin hakkıdır. Lakin isyankâr bir ihtilalci olmakla da vazifeli değillerdir. Müslümanlar her nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah’a ve Resulüne karşı masiyetten (günahlardan) kaçınmakla, kendilerinden olan ululemre itaat etmekle ve Allah’a isyana zorlandıkları takdirde boyun eğmemekle mükelleftirler.

Görüldüğü gibi, Hamdi Efendi de itaat etmemekle isyan etmeyi birbirinden ayrı tutmuş, gayrımüslimlerin idaresi altında yaşayan Müslümanların bile devlete isyan etmelerinin vacip olmadığını beyan etmiştir.

DİPNOTLAR:

[1] Nursî, B.S Tarihçe-i Hayat

[2] Nursî, B. S Barla Lahikası

[3] Nursî, B.S Şualar

[4] Nursî, B.S Emirdağ Lahikası

[5] Nursî, B.S Hutbe-i Şamiye

[6] Bakara Suresi, 2/19

[7] Hucurat Suresi 49/9

[8] Nursi, B.S. Tarihçe-i Hayat.

[9] Tac Tercümesi, 3. cilt sayfa, 44-45

[10] Müslim

[11] Rum Suresi 30/42

[12] Nursî B.S, Asar-ı Bediiye

[13] Nursî, B.S. Tarihçe-i Hayat

[14] Nursî, B.S Şualar (14. Şua)

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Fethullah Gülen'in akrabası Vahdet Yılmaz: Beddua anında oradaydım[/h]

Fethullah Gülen'in akrabası ve mahalle arkadaşı olan Vahdet Yılmaz, sohbetteki bedduanın tanığı oldu. Nur Cemaati'nin önemli isimlerinden Yılmaz, Pensilvanya'daki sohbette Gülen'in beddua ettiğini duyunca şoke oldu ve "Keşke tanık olmasaydım" dedi.

 

Nur Cemaati'nin önemli isimlerinden Vahdet Yılmaz Fethullah Gülen'in Türkiye'yi ayağa kaldıran beddua görüntüleri çekildiği anda yanında bulunduğunu, söylediklerini duyunca şoke olduğunu söyledi.

 

20 ARALIK'TA PENSILVANYA'YA GİTTİ

 

Vahdet Yılmaz ABD'deki talebelerinin daveti üzerine cemaatin yılbaşı programlarına iştirak etmek üzere 16 Aralık 2013'te Philadelphia'ya gitti. 20 Aralık'ta da akrabası ve aynı zamanda İzmir'den eski mahalle arkadaşı olan Fethullah Gülen'i Pensilvanya'da ikamet ettiği villada ziyarete gitti. 15 yıldır görüşemeyen iki eski akraba ve arkadaş hasret giderdi. Yılmaz'ı ilk kez sakallı gören Gülen, onu hemen tanıdı.

 

İKİNDİ NAMAZINDAN SONRA SOHBET

 

İkindi namazı vakti geldiği için mescide geçildi. Vahdet Yılmaz Hoca da Gülen'in imamlık yaptığı cemaat ile ikindi namazını kıldı. Ardından her cuma günü ikindi namazından sonra yapıldığı gibi sohbete geçildi. Kamera sistemi açık, mescit doluydu. Cemaat arasında Türkiye ve dünyanın çeşitli bölgelerinden ziyarete gelenler bulunuyordu.

 

ELLERİNİ KALDIRIP BEDDUAYA BAŞLADI

 

Yaklaşık 30 dakika süren sohbetin sonuna doğru Gülenhttp://www.stargazete.com/imgsdisk/2014/03/04/040320140239054939954_3.jpg ellerini kaldırıp bedduaya başladı. Adeta kendinden geçmişti. Vahdet Yılmaz ve yanında bulunan arkadaşları şok oldu. Yılmaz da ellerini kaldırdı ama bedduanın kabul olmaması için dua etti.

 

Sabah'ın ulaştığı ve o anları sorduğu Vahdet Yılmaz, konuşmak istemese de "Doğrudur tesadüfen o an oradaydım. Philadelphia'ya gitmiştim. Akrabam ve çocukluk arkadaşım Gülen'i ziyaret etmek için kaldığı villaya gittim. İkindi namazını kıldık ve ardından sohbete başlandı. Biz de sohbetini dinliyorduk. Bedduaya başlayınca şok oldum. Müslümanın başka bir Müslümana beddua etmesini tasvip edemem. Bu yüzden rahatsız oldum. Keşke o anlara tanıklık etmeseydim" demekle yetindi.

 

BEDDUADA NE DEMİŞTİ?

 

Gülen herkul.org sitesinde 'Yolsuzluk' başlığıyla yayımlanan sohbetinde şu ifadeleri kullanmıştı:"...eğer hakikaten bu olumsuz şeylerin üzerine giden arkadaşlar, kimse onlar tanımıyorum, binde birini bile tanımıyorum... Bu işin üzerine, 'Hukukun ve aynı zamanda sistemin, dinin ve aynı zamanda demokrasinin gerektirdiği şeyler bunlardır' deyip, arınma adına, yıkanma adına, temizlenme adına, kirlerin öbür tarafa kalmasına meydan vermemek adına bir şey yaparken dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa, bize de nisbet ediyorlar, dolayısıyla ben bizi de onların içinde görerek diyorum... Dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa, yaptıkları şey Kuran'ın temel disiplinlerine aykırıysa, Sünnet-i Sahiha'ya aykırıysa, İslam'ın hukukuna aykırıysa, modern hukuka aykırıysa, günümüz demokratik telakkilere aykırıysa Allah bizi de onları da yerlerin dibine batırsın, evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın. Ama öyle değilse, hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler, cinayeti görmeyip de masum insanlara cürüm atmak suretiyle onları karalamaya çalışanlar... Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkan vermesin."

 

NURCULAR'IN HASEKİ KOLU

 

Erzurum Horasanlı olan Vahdet Yılmaz, Fethullah Gülen'in anne tarafından akrabası. Aynı zamanda aynı mahallede ikamet ettiği çocukluk arkadaşı... Gülen, Pasinler Korucuk Köyü nüfusuna kayıtlı Vahdet Yılmaz ise Pasinler merkeze... Vahdet Yılmaz, şu an Nur Cemaati'nin Haseki kolu olarak bilinen grubunun başında. Binlerce talebesi bulunan Vahdet Yılmaz, genel kültürü gerekse ilmi ile cemaatin çok sevilen bir ismi.

 

Dünyanın dört bir yanını dolaşıp ilim anlatan Vahdet Yılmaz, Bediüzzaman'ın talebeleri Mehmet Kırkıncı ile bir süre önce vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin talebesi, manevî evladı Mustafa Sungur ile de yakın ilişki içindeydi.

 

Kaynak: Sabah

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Tasfiye olacak!

Başkanlarla, ABD Genelkurmay Başkanlarıyla, önemli komutanlarla, Rockefeller'la, CIA'yla, Pentagon'la istediği zaman görüşebilen ama sizin her istediğinizde ulaşamadığınız dostumun söyledikleri büyük ilgi gördü! Bunu tahmin ettiğim için dün yazımın sonuna koyduğum "Asıl sürpriz yarın! Biraz bekleyin..." notu çok ilgi çekti. Haliyle de beklentiyi çok artırdı! İsmini söyleyemediğim kaynağım, çok ama çok önemli biri! İnanın sorularıma verdiği cevapları duyunca ben de şaşırdım ve heyecanlandım! Çünkü yumuşak geçişlerle gitmek yerine doğrudan hedefe yöneliyordu! Bu da yazıdaki tansiyonu yükseltiyordu!

Dün söz verdiğim gibi konuşmanın asıl önemli bölümünü bugün paylaşıyorum!

İnanın yazılamayacak çok ama çok önemli şeyler söyledi! Devletin ve milletin yabancı olduğu çok önemli virajlardan söz etti! Ama hepsini yayınlayacak kadar gözü kara değilim! İşte müthiş konuşmanın ikinci bölümü!

Bakalım beklediğinize değecek mi?

 

 

Bizim BARON ve etrafındaki işadamları Gülen'in yanına toplandı? Neden?

 

 

Şunu anlamakta zorlanıyorsun bence... Birçok önemli işadamının Gülen'le dost olmasını çözümleyemiyorsun!

Profesyoneller için 2 doğru vardır!

PARA ve GÜÇ... Bu iki olgu olmazsa iş adamları yaşayamaz! Özellikle sizin BARON! Erdoğan döneminde patronların PARA konusunda hiç sıkıntısı olmadı! Herkes çok kazandı, zenginleşti! Ancak GÜÇ konusunda işler istedikleri gibi gitmedi!

 

 

Nasıl yani?

 

 

PARA geldi ama Erdoğan onlara güçlerini sergileyecek alan bırakmadı. Bu herkesi telaşlandırdı! Unutma sizin BARON ve arkadaşlarının arkasında YURTDIŞINDAKİ ortakları var! Bunlar da telaşlandı. "Hükümete karşı ayaklanın" çağrısı dışarıdan geldi zaten! Dışarısı Gülen'le patronları yan yana getirdi!

Cemaat hiç düşünmeden KABUL etti! Zaten dananın kuyruğu, Gezi olaylarında koptu! Kaos isteyen BARONLAR, önemli bir aracı ile (ismi ben de saklı!) Gülen'le görüştü!

 

 

Sonra?

 

 

Gülen de Erdoğan karşıtı bu güce destek verdi. Gülen'in bu koalisyonda yer almasının ve destek vermesinin nedeni HAKAN FİDAN'dır!

 

 

Anlamadım!

 

 

Hakan Fidan'ın 18 Mayıs 2010'da MİT Müsteşarı olacağı kesinleşti! Bu saatten önce işin rengi değişti! Gülen, Amerika'da odasına gelen çok güvendiği iki isme (İsimleri ben de) "Eğer Hakan Fidan, MİT Müsteşarı olursa, büyük sorunlar yaşarız. Onu itibarsızlaştırın" diye emir verdi! Fidan, MİT Müsteşarı olduktan 6 gün sonra Mavi Marmara olayı yaşandı! Bu O'na ilk büyük tepkiydi!

 

 

Gülen buna karşı çıkan bir açıklama yapmıştı!

 

 

Evet! Gülen'le hükümetin ilk kırılması budur! Cemaat açıktan İsrail'e destek verdi. Bu açıklamasından sonra Gülen'i ilk arayan kişi, İsrail Sefarad Baş Hahamı Eliyahu Bakşi Doron'du. Bu açıklama nedeniyle tebriklerini gönderen işadamları, hemen aracılarını devreye soktu.

 

 

Hangi işadamları?

 

 

İsrail'den mezar alacak kadar kendini Musevi sananlar! Sizin büyüklerin arasında olanlar! Biliyorsun İsrail'den mezar almak hiç ama hiç kolay değildir! Yaşar Büyükanıt'ın dedesinin mezarının orada olduğu söylendi! İlker Başbuğ'un da Ağlama Duvarı'nda çekilen fotoğrafları servis edildi!

Mescid-i Aksa'daki fotoğrafları gizlenerek iki paşaya YAHUDİ damgası vurulmaya çalışıldı! Laikliği koruyan askerler, laikliği savunan işadamları ve cemaat işbirliği ile tasfiye edilmek istendi! Belki de ilk oyun buydu!

Gören ve anlayan olmadı! Garip!

 

 

Cemaat çözüm sürecine karşı mı?

 

 

Çözüm sürecini istemeleri için tek bir sebep yok! Kararı veren Gülen değil ki!

 

 

Kim?

 

 

Ortak hareket ettikleri BÜYÜK MUSEVİ SERMAYESİ buna izin verir mi! Kürt sorunu bittiği an Türkiye BİRİNCİ sınıf devlet olacak. Bunu isterler mi sence! İçinizdeki kavganın asıl nedeni bu!

 

 

Peki Gülen ve hareketi başarılı olacak mı?

 

 

Fethullah Gülen'in yaptığı hatalar, büyük rahatsızlık yarattı. Kırılma başladığında Gülen'in açıklamalarının çok önemli olduğu düşünülüyordu. Buna bel bağlayan çok ama çok önemli isimleri biliyorum! Ama Gülen konuştu ve beklenen ETKİ meydana gelmedi!

Beklenen gerçekleşmedi!

 

 

Eeeee!

 

 

Bunu not et! Çok yakın zamanda GÜLEN tasfiye olacak! Bu karar alındı!

 

 

Nasıl yani! Ne kararı!

 

 

Buralarda size SONUÇ alınıncaya kadar destek verirler! Eğer hedefe gidilemezse bitersin! Bu gücün şakası yok! Ömür boyu tanışamayacağın ve karşılaşamayacağın isimler Gülen'e bu günler için destek verdi! Ama beklentiyi karşılamadı! GİDECEK!

Kesin bu! Bekle gör!

 

 

Aklım almıyor! Bu kadar okul bu kadar geniş bir ağ! Nasıl gidecek?

 

 

Yerel düşünme! Gülen, Erdoğan'a karşı geldiği için değil, Erdoğan'ı götüremediği için gidecek! Operasyonun sonunu getiremediği için tasfiye olacak! Bu şaka değil! BARONLARIN planını bozarsan gidecek yer bulamazsın! Öyle olacak!

 

 

Çok ilginç hem de çok ilginç! Şoke oldum!

 

 

Unutma! Gülen'i, Erdoğan götürmeyecek! Bağlı olduğu güçler tarafından kenara alınacak! Bu Erdoğan'ı hedefe koyan güçlerin ilk operasyonu olacak!

 

 

İkincisi olacak mı peki?

 

 

Elbette olacak! Gülen tasfiye olduktan sonra bu adamlar ikinci oyunu sahneye koyacak! Gülen'siz bir operasyon devreye girecek! Ve çok ama çok sert olacak! Hoşgörü yerini sertliğe bırakacak!

Yıllar içinde oluşturulan ve büyütülen hareket DİL DEĞİŞTİRECEK!

 

 

Amerika izleyecek mi sadece? Türkiye'nin karışıklığından haz mı alacak?

 

 

Almayacaklar tabii ki! Burada bir kanat yani Obama'yı sıkıştıran kanat Türkiye'deki ortaklarına "Erdoğan gitti!" sözünü çok önceleri verdi! Ama gitmedi!

Ortada! Götüremediler! Güçleri yetmedi!

Fidan çok önemli oyuncu!

 

 

Nasıl yani?

 

 

Obama'ya, Gülen'le ilgili ilk ve en kapsamlı DOSYAYI o verdi! İçinde çok kıymetli bilgilerin olduğu bilinen klasörü MİT hazırladı ve 16 Mayıs'taki toplantıda OBAMA'ya sunuldu! Beyaz Saray'daki Obama-Erdoğan görüşmesine de bu DOSYA damga vurdu! Zaten ardından dananın kuyruğu koptu! Hakan Fidan'ın giderek beklenmeyecek bir şekilde yükselmesi Gülen'i çıldırttı!

 

 

Bu kadar önemli yani?

 

 

Evet! Fidan, güçlendikçe Gülen ortaya çıktı ve hata üstüne hata yaptı! Bu kendisinden hiç beklenmeyen bir durumdu! Ona öyle bir görev verilmemişti! Finalde Erdoğan'ı götürecekti! Görevi buydu!

 

 

Peki Gülen tasfiye olacaksa kim gelecek?

 

 

Bunu haftada bir kez özel görüşme yapan CIA ajanının patronundan başkası bilmez! Bilenler daha yukarıdadır! Onu da öğrenmek hiç kolay değil!

 

 

Yani CIA tamamen Obama'nın kontrolünde değil, öyle mi?

 

 

Ne sandın! Bu kadar para sahibi o gücü kullanmadan bırakır mı! Sen onu bırak, Gülen'e devletin yetkisini kullanarak PASAPORT vereni bul!

 

 

Kim o yahu?

 

 

Devletin verdiği en önemli koltuklardan birinin sahibi! Buradaki BARONLARIN ve Kraliçe'nin has adamı! Attı imzayı çıkardı Gülen'i! Film o noktada başlıyor çünkü! Büyük planda beklenen gün geldiğinde SALDIRI olacaktı! Oldu da!

Hem sizin oradakiler hem buradakilerin ortak planıydı bu! Yeterince açık oldu sanırım... Unutma burada Gülen çok güçlüydü! Attığı her adım, MUSEVİ sermayesi tarafından büyük destek gördü! Kimseye açılamayacak kapılar ona açıldı! Daha Türkiye bunları bilmiyor! Mesela Wall Street Journal'in yayınlarıya Gülen'in sözlerine bak! Aradaki ilişki çok net ortada!

 

 

NOT: Hakan Fidan neyi ortaya çıkardı da ipler koptu! Bu da yarının bombası!

 

 

 

Ergün Diler, Takvim, 05.03.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

07 Mart 2014 Cuma 10:18

 

Diyanet Risale-i Nur'u basıyor onların umurunda değil

 

İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fahrettin Altun

 

İLGİLİ HABERLER

 

» *İşaratü'l İ'caz'ın ilk baskısı 30 bin adet olacak

 

» *Bediüzzaman’ın arzusuna vesile olduğumuz için bahtiyarız

 

» *Ağabeylerin İşarat’ül İ’caz sevinci

 

» *Said Nursi’nin arzusunu yerine getirmenin huzuru içindeyiz

 

» *İşte Diyanet'in bastığı İşârâtü’l-İ’câz

 

Risale Haber-Haber Merkezi

 

İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fahrettin Altun, "Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerini basmaya başladığı bir dönemdeyiz. Bu sembolik kazanım, Gülen hareketinin umurunda değil" dedi.

 

Sabah'tan Ali Değirmenci'ye konuşan Altun, yaşanan çatışmanın sivil toplum–devlet yahut hükümet çatışması olarak görmediğini, ortada net bir biçimde*iktidar mücadelesi*olduğunu söyledi.

 

Altun, "Bu durum, devletin gadrine yıllarca muhatap olmuş bir cemaat için meşru görülemez mi?" şeklindeki soruyu şöyle cevapladı:

 

"Devlet değiştikten, küçüldükten sonra bunun akla gelmesi kuşku uyandırıcı değil mi? Ülkenin ekonomik büyümesini, refah artışını, AK Parti'nin uyguladığı "hizmet siyaseti"ni geçtik. Allah aşkına Kürt meselesini çözme cesareti gösteren, bu noktada güçlü adımlar atan, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana karşımızda duran din-devlet gerilimini rehabilite eden bir hükümet iktidardayken bu faaliyetlerin yapılması akıl karı değil. Bu Türkiye tarihinde bir ilktir.*Bakın, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerini basmaya başladığı bir dönemdeyiz. Bu sembolik kazanım, Gülen hareketinin umurunda değil."

 

*

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]‘Sen bir de Fethullah Gülen’i benden dinle!’[/h]

 

Sadece sizi değil... Sadece bizi değil... Sadece onları da değil... Meğer bizim din âlimi görünümlü ‘big brother’, en yakınındakileri bile dinlemiş; kontrolde tutmak amaçlı.

Sadece sen değil... Sadece ben de değil... Sadece bizler değiliz ‘tehdit’ unsuru olan... Meğer bizim ‘Allah dostu veli’, PR’lı ‘Hocaefendi’ kendisinden gayrisine güvenmeyip kırk yıllık sırdaşı, çocukluğundan beri en yakınındaki isim, hatta kara kutusu olan Latif Erdoğan’ı dahi dinlemiş, dinletebilmiş.

***

Günlerdir şaşkınlık içinde “hepimizi dinlemişler” diye haykırıyoruz.

Latif Erdoğan’da A Haber’de katıldığı Deşifre programında mealen dedi ki:

“Niye şaşırıyorsunuz arkadaş... Hocaefendi cemaatin önde gelen ismi olduğum ve söylediğim sözler kendisini de bağlayacağı gerekçesiyle 15 yıl boyunca beni de dinletmiş!”

Dikkatinizi çekti mi sizin de?

Gülen’in, Latif Erdoğan’a “Denetim amaçlı seni dinletiyorum Latif!” dediği yer neresi?

Altunizade!

Peki, Gülen kaç yıldır Pensilvanya’da?

Gülen kaç yılında buluşmuş olabilir Latif Erdoğan’la Altunizade’ki ofisinde?

1990 mı? 1995 mi? 1999 mu?

İstediğiniz yıldan geriye 15 yılı sardırın...

Ve hesaplayın bakalım Gülen’in kaç yıldır derin kulak olduğunu...

Fethullah Gülen din adamı mıdır, devletin daha derininde bir istihbaratçı mıdır?

Karşımızda yıllarca bizlere ‘din adamı’ diye sunulan, ancak o sunumun gerisinde ‘Genelkurmay’daki görüşmeler Cumhurbaşkanı’na dahi gitmeden masasına giden’ bir adam var...

Sahiden de kim bu adam?

Kimdir Fethullah Gülen?

CIA ajanı mıdır, değil midir bilmiyorum ancak bir istihbarat bağlantısı olduğu muhakkak.

Ve hala Allah dostlarından, alimlerden örneklerle, mukayeselerle Fethullah Gülen’in asıl kimliği gizlenmeye çalışılıyor.

Fethullah Gülen’e ilişkin Kadir Mısıroğlu’nun ‘Dünden bugüne: Tahrifat Hareketleri’ isimli kitabının üçüncü cildinde oldukça önemli bir bölüm var...

325. sayfada, 1969 ve 73 yılları arasında Adalet Parti ve Demokratik Parti’den Mersin ve Samsun milletvekilliği de yapan emekli vaiz Hilmi Türkmen’den bir hatıra aktarıyor Mısıroğlu...

Merhum Türkmen, Kadir Mısıroğlu’na diyor ki: ‘Sen bir de benden dinle Fethullah Gülen’i!”

***

Ve anlatıyor...

“İskenderun’da askerlik yaparken ben de orada vaizdim. Bir gün benim de bulunduğum camide vaaza çıktı ve orada millete Kuran-ı Kerim’in kıymetini bilmedikleri yolunda nasihatte bulunurken o mukaddes kitabı ‘Siz işte böyle yaptınız!..’ diyerek kürsüden atmış, (bu vaka daha sonra Salihli’de de cereyan etmiştir) ve cemaat arasında büyük bir galeyan meydana gelmişti.

Milleti zorla yatıştırdım. Fethullah’ı alıp evime götürdüm. Genç ve tecrübesiz olduğunu düşünerek nasihatlerde bulundum kendisine.

Aradan yıllar geçti. Yıl 1965 veya 66 idi. Gayet perişan bir vaziyette bana geldi. İstanbul’daki arkadaşlarının kendisini beş parasız sokağa attıklarını söyledi ve benden iş istedi. İskenderun’daki vak’a dolayısıyla ihtiyatlı davrandım ve Müftü’ye müracaatla o sırada izinli olan bir vaizin yerine vazifelendirmesini teminle bir deneme yapmak istedim. Bir gün vaaz verirken düşüp bayıldı kürsüde. Hastaneye kaldırdık. Doktorlar depresyon geçirdiğini söyleyerek O’nu Manisa Akıl Hastanesi’ne sevkettiler. Bir iki ay burada yatıp çıktıktan sonra yine yardım istedi. İzmir’in Kestane Pazarı’ndaki Kuran-ı Kerim Kursu’nun idarecilerini tanıyordum. Manisa’da adı ‘deli hoca’ya çıkar endişesiyle, arkadaşlarla görüşerek oraya yerleştirdim. Beş on gün sonra halini hatırını sormak için yanına uğradığımda, baş başa bir kimseyle fiskos ettiğine rastgeldim. Konuştuğu adam, beni görünce yaydan çıkmış ok gibi fırlayıp kaçtı. Kendisine ‘Bu kimdir?” diye sorduğumda ‘Bir talebe velisi!” diye cevap verdi.

Bu söz doğru değildi. Konuştuğu o adam, bu karşılaşmadan 5-6 ay evvel bana gelmiş ve MİT’çi hüviyetini gösterdikten sonra, benimle açıkça bir mesele konuşmak istediğini söylemişti. Mesele şuydu:

‘Bizim teşkilat (MİT) Müslümanların Mustafa Kemal Paşa’ya menfi bir tavır almasından rahatsız. İstiyoruz ki bu münaferatı giderelim. Sen, Süleymancı Cemaati içinde söz sahibi birisin. Sen bizimle çalış bizden ne istersen iste... Diyanet İşleri Başkanı yapalım seni!’

Kendisine yanlış kapıda olduğunu söylemiştim. Şimdi anlıyordum ki, buldukları adam Fethullah Gülen’di. İşi takip ettim o günden sonra. MİT güdümlü olarak nasıl nafiz bir mevkiye getirildiğine safha safha şahit oldum.”

***

Kadir Mısıroğlu’nun kitabından özetle anlattığım bu anekdot belki bugünleri anlamak açısından faydalı olur.

Fethullah Gülen hala kapalı bir kutu. Sorulması gereken pek çok soru var. 1962-71 arasında MİT Müsteşarlığı yapan Korgeneral Fuat Doğu’yla ilişkisi, Ulaştırma Bakanlığı da yapan CHP eski Genel Sekreteri Kasım Gülek bağlantılarının irdelenmesi gerekiyor.

17 Aralık tarihi Fethullah Gülen için bir milattır.

17 Aralıkta giriştiği operasyon kendi “yüzüne” yaptığı bir operasyona dönüştü.

Operasyonla maskesi düştü...

Latif Erdoğan bir giriş yaptı sadece. Emin olun anlattıkları sadece bir kısmı...

Ne dersin Ekrem Dumanlı?

Şimdiden çok şaşırmayalım, daha çok şey var duyduğumuzda şaşıracağımız değil mi?

 

 

Elif Cakir, Star, 12.03.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

İlahi Hocaefendi! Meğerse o Cebrail o Cebrail değilmiş iyi mi?

Gülen diyormuş ki ‘cemaat içi’ tevil kasetinde “O Cebrail bizim gazetede çalışan Cebrail.”

***

[h=1]O Cebrail ‘melek değil’ gazetede çalışan arkadaşmış![/h]

 

Hadiseyi biliyorsunuz değil mi?

Fethullah Gülen 1995 yılında rahmetli Savaş Ay’a bir röportaj vermiş...

Gülen diyor ki Savaş Ay’a...

“Cebrail (AS) gelse parti kursa ben ona diyeceğim ki; ‘sen bir parti kurdun ama müsaadenle ben seni desteklemeyeceğim.”

Desteklemeyecekmiş... Öyle demiş yıllar önce...

Cebrail (AS) biliyorsunuz...

Peygamberlere vahiy getirmek, Allah cc emir ve yasaklarını bildirmekle vazifeli dört büyük melekten birisi...

Cebrail (AS) adı Kur’an-ı Kerim’e Cibril, Ruh’ul Emin ve Ruh’ul Kuds olarak da geçer, zikredilir.

Siyasetten ne kadar uzak olduğunu anlatmak için ‘Cebrail (AS)’ örneğini vermiş Gülen!

Savaş Ay’a verdiği röportajda siz deyin inciler ben diyeyim garabetler bitmiyor elbette.

Meğerse Cebrail (AS), Fethullah Gülen’in hayranlık duyduğu bir melekmiş!

Hemen ardından da Cebrail (AS)’ı hiç tanımadığını ve görmediğini söylemiş!

Hatırladığı zaman burnunun direkleri sızlıyormuş ve çok seviyormuş; âşık gibi!

Ama yine de ‘bizim muhterem’ kendisine rey vermezmiş!

Niye?

Esas olan önemli olan Türk toplumunun ittifakıymış! (Haksız mı Gülen? Toplum ittifakı olarak DSP’yi DYP’yi desteklemek varken, Cebrail (AS) gelse ne olur?)

Tövbe estağfurullah falan demeyin... Girin google, youtube izleyin... Ekrem Dumanlı’nın ‘Allah dostu velisi’ Fethullah Gülen, Savaş Ay’a verdiği röportajda hafiften kıkırdayarak tane tane anlatıyor...

Montaj yok, dublaj yok...

Rahmetli Savaş Ay sağ olsaydı kendisine bu sözleri duyduğu zaman ne hissettiğini sormak isterdim.

Fethullah Gülen, Savaş Ay’a o röportajda siyasetten ‘zinhar ve sümme haşa’ ne kadar uzak olduğunu ve siyasete nasıl mesafeli olduğunu anlatmaya çalışıyor aslında...

Fethullah Gülen o röportajda da oldukça mağdur ve mağrur!

Dehşet dolu sözler sarfediyor Gülen!

Neyse...

Bu röportajı verdikten sonra biraz tepki mi aldı?

Yoksa o dönem yanında olan danışmanlarının uyarısıyla mı bilmiyorum...

Tevil etmiş Savaş Ay röportajını ve Cebrail’in aslında Aleyhisselamlı Cebrail değil başka Cebrail olduğunu açıklamış...

Açıklarken ‘Haşa!’ derken ağladı mı bilmiyorum...

Kadir Mısıroğlu’nun “Tarihten günümüze: Tahrif Hareketleri” isimli kitabının III. cildinin 323-324 nolu sahifelerinde bu röportajın ‘cemaat içi özel bir kasetle’ tevil edildiğinden bahsediliyor.

“Cebrail gelse parti kurdum dese, desteklemem buyurdunuz. Bundan kastınız Cebrail (AS) mıydı?” sorusuna Gülen’in yanıtı şöyle olmuş:

“Haşa! Bizim gazetede Cebrail adında bir arkadaş çalışır, ‘O’nu çok severim. O’nu kastettim.”

Kitaptaki tevil bilgisi doğruysa garabet daha büyük demektir...

***

Akşam Gazetesi’nden Turgay Güler dün bu mesele üzerine yazdı ve Gülen’in ‘Cebrail gelse parti kurdum dese oy vermem” söylemindeki itikadi sorunlara şu sorularla dikkat çekti:

1-Cebrail (AS) bir melektir ve Allah’ın emirlerinin dışında bir iş yapamaz. Haşa, bir parti kurduysa, ona emrolunmuştur. Dolayısıyla kurduğu partiye destek vermemek Allah’a karşı gelmektir.

2- Ne yani, görüp tanıdığın melek mi var? Yahut görüp tanıma imkanın.

3-Haşa sümme haşa; Hazreti Peygamber Efendimiz “Benim için önemli olan senin getirdiğin vahiy değil, Arap toplumunun ittifakıdır” diyebilir miydi?

Demem o ki, Fethullah Gülen’le ilgili olarak artık duyduğumuz hiçbir şeye şaşırmıyoruz... Ve bu mesele artık bizi aştı...

Bu ne gaftır ne de patavatsızlıktır... İşin elbette psikanalitik yönleri de bulunmakla birlikte...

19 yıl sonra Başbakan Erdoğan’ın gündeme getirdiği bu ‘röportaj’ aynı zamanda, ısrarlı bir şekilde topluma ‘din adamı’, ‘Allah dostu veli’, ‘alim’, ‘abid’ olduğu kabullendirilmeye çalışılan ve bu yönde PR yapılan bu ‘zat’ın kullandığı dil ve söylemle ilgili olarak ciddi bir şekilde ‘akaidi’ sorunlar olduğunu ortaya koymaktadır.

Ya Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez’in ya da Hayrettin Karaman gibi din alimlerinin artık meseleyi ele alarak konuşmaları ve bir şeyler söylemeleri gerekiyor.

Bu mesele artık siyasetin, AK Parti’ye darbe kalkışmasının, demokrasiye darbenin çok çok ötesine geçmiş bulunuyor. Artık halkın dini duygu ve düşüncelerini tahrif eder bir noktaya gelmiş bulunuyor.

Hamiş: Ey Ekrem Dumanlı!

‘O gömleğin hesabını ver’ diyerek salladığın parmağını indir ve Allah aşkına söyle...

Ne iş Ekrem Bey ‘Cebrail gelse parti kursa’, ‘Cebrail’le tanışmadım ve çok severim âşık gibi’ gibi sözlerini bir açıklasana bizlere...

Sizin Hocaefendi ne iş Ekrem Bey?

 

 

 

Elif Cakir, Star, 05.03.2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

14 Mart 2014 Cuma 13:21

 

Risale-i Nur'u sadeleştirmeden önce de tahrif etmişlerdi

 

Risale-i Nurlarla ilgili araştırma kitaplarıyla bilinen İttihad Yayınları'nın Genel Müdürü Mesut Zeybek konuştu

 

Recep Yeter'in röportajı:

 

Nur talebelerince önemli başvuru kaynakları arasında gösterilen İttihad Yayınları'nın Genel Müdürü Mesut Zeybek, kendisinin Hz. İsa olduğu yönündeki iddiaları yalanlamadığı için 40 yıl önce yollarını ayırdığı Gülen'le ilgili çarpıcı bilgiler verdi. Yeni Şafak'a konuyan Zeybek, 1974 yılında birebir görüştüğü Gülen'in Hz İsa olduğuna ilişkin iddiaları yalanlamadığını söyledi. Risalelerde Mehdi'nin İman, Hayat ve Şeriat olarak üç vazifesi olduğundan bahsedildiğine dikkat çeken Zeybek, 'Yayınladıkları eserlerde bu bahsi kaldırdılar. Çünkü Risalelerde Mehdi'nin bir kişi değil bir şahsı manevi olduğu yazar. Üstad o Şahs-ı Manevi Risale-i Nur'dur diyor. Burayı çıkarmışlar. Çünkü şahs-ı manevi olursa kendi hocalarına bir şey kalmayacak' şeklinde konuştu.

 

Gülen ile tanışıklığınız nereden?

 

İzmir'de İmam Hatip'te okudum. Fethullah Hoca 1967-68'lerde Kestane Pazarı'nda vaaz verirdi. Orada tanıştık. Kestane pazarı Camii'ne 50 metre mesafede dükkanımız vardı. İzmir'de 1971 muhtırasının ardından Nurculuk davasında ileri gelenleri topladılar ben de mahkemeleri takip etmek için gittim. Orada Nurcuları daha yakından tanıdım. Mahkemeler devam ederken Nur talebeleriyle tanıştım ve derslerine gitmeye başladım. Sonraki dönemde ben de 5-6 ay hapis yattım. Gülen'in Nurlarla ilgisi olmadığını o dönemde öğrendim ilk.

 

Ama Gülen Nurcu olarak biliniyor?

 

Gülen cemaati Risaleleri ilk kez 2007'de bastı. Önce Emirdağ, Barla ve Kastamonu lahikalarını işlerine gelmeyen kısımları ayıklayarak bastılar. Daha sonra Risaleleri sadeleştirme adı altında komple bastılar. Gülen, Üstad'ın varisi değil, izinleri de yok basmaya. Ama asıl cinayet tahrifatta. Biz sadeleştirme değil Sahteleştirme diye reddiyeler yazdık. Mesela enteresandır Üstadın 2. Dünya Harbi'nde Komünizm'in azgınlığına karşı Hıristiyanlara ve dinsizlere karşı olan mücadelesini kendi politikalarına uymadığı için çıkardılar. İsa (a.s) ile ilgil kısımları da Fethullah Hocayı İsa (a.s) gibi gördükleri için çıkardılar.

 

'İsa (as) gibi mi görüyorlar?

 

Yakınındakileri Gülen'in Hz. İsa olduğuna inandırmışlar. Kendisi ben Hz İsa'yım demiyor ama yanındakilere İsa (a.s)nın nasıl geleceğini 40 yıl önce 'Bir gün valizle İzmir'e çıkar gelir' sözleri ile anlatmış. 'Hoca da elinde valizle geldi tamam budur' demişler. Hoca da Hz.İsa değilim demiyor. Ben İsa'yım (as) da demiyor ama bütün adresler ona çıkıyor.

 

Bu konuyu Gülen ile konuştunuz mu?

 

Bu konu İzmir esnafı abiler arasında konuşulunca hocanın kulağına gitmiş. Hoca rahatsız olmuş. 'Siz niye ulu orta konuşuyorsunuz' demiş. Bu konu üzerinde bir toplantı yapıldı. Bize de bunu yaydığımız gerekçesiyle kızdı. Biz de 'yanında kalan adamlar bunu yayıyor, sen kızacaksan bize değil onlara kız' dedik. Bu lafımız üzerine kontrolünü kaybetti 'Mehdi'yi de İsa'yı da ben bilirim. Ne zaman nereye geleceğini ben bilirim' dedi ve sinirlendi.

 

Bunun akabinde irtibatınız nasıl oldu?

 

Bana karşı tavır koydu ve ilk kopuşumuz bu şekilde oldu. Beni severdi aslında. İzmir Çarşısı'nda karşılaştığımızda benimle konuşmamak için yüzünü gazeteyle kapattığını hiç unutmuyorum. Buna rağmen ben selam verdim almadı. O günden sonra da açıktan tavır koydu.

 

Siz bunları dile getirdiğiniz için bir yaptırıma maruz kaldınız mı?

 

Oldu tabi. 1995'teki füruat ifadesine karşı çıktığımız için baskı yaparak kitap satışımızı kestirdiler. Eserlerimizin satılmasını engellediler. Hoca Türkiye'deyken Altunizade'den buraya 5 kişilik ekip gönderdi. Tehdit aldık. Hekimoğlu İsmail'e Zaman'da aleyhimizde yazdırdılar ki kendisi bizi sever ama yine de yazdı. Biz düzeltme yazdık fakat çıkmadı. Allah'a havale ettik.

 

Hekimoğlu ile görüşmediniz mi bunu?

 

Hekimoğlu o zaman bize 'bunları siz tek bir cins olarak görmeyin' demişti. 'Bunların içi karışık, 3'e ayrılmış bunlar. En altta Nur talebeleri var, halk ile muhatap olan hizmetin hamallığını yapan kesim onlar. Bir de Mollalar var direk hocaya bağlı, ne Risaleleri dinlerler ne başkasını, direk hocayı dinlerler. Bir de derin yapı var. Esas karar mekanizmasında bunlar var. Aradaki Mollalar üst yapıyla hoca arasında irtibatı sağlıyor' demişti. Mollalar diye bahsettiği kişiler, İzmir'den tanıdığımız kişiler. Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi, İlhan İşbilen gibi isimler.

 

95'teki reddiyeler hangi konulardaydı?

 

Bizim Gülen ile irtibatımız tekrar 95'te yayınladığımız reddiye broşürü ile oldu. Gülen 95'te Sabah ve Hürriyet'te yayınlanan ve 11 gün süren Nuriye Akman röportajında Risalelere aykırı pek çok beyanatta bulundu. Bunun üzerine Risale'ye dokunan kısımlarla ilgili reddiye kaleme aldık. Bunların başında 'Başörtüsü fürüattır' ifadesi geliyordu vardı. Çünkü Risalelerde Kastamonu Lahikası 262. sayfada, 'Risalenin ehemmiyetli bir esası olan tesettür...' diyor Üstad. Yani füruat değil esastan görüyor. Üstad 1935 yılında Eskişehir'deki 11 aylık ilk mahkumiyetini tesettür risalesinden almış ve asla geri adım atmamıştır. Yine Büyük Doğu'dan alıntıları da Risalelerden ayıkladılar

 

Onları niçin çıkardılar?

 

Üstad 52'de İstanbul'a geldiğinde Necip Fazıl ziyaret ediyor. 'Seni hizmetlerin nedeniyle 20 yıllık talebeliğime kabul ediyorum' diyor. Hatıralarda geçiyor bu. Şahitleri var. 'Büyük Doğu gibi İslam mücahitleri' ibaresini kullanıyor. Necip Fazıl merhumun Büyük Doğu'daki günlük bir yazıyı bile kıymetli bulmuş ve Risale-i Nur'a koymuş. Fethullah Hoca grubu 2007 yılında ilk yayınladıkları eserde Büyük Doğu kısmını çıkardılar çünkü Lozan'a dokunuyordu.

 

Yayıncılık dünyasında baskı var mıydı?

 

Kitap piyasasından çok insanın ekmeğine mani oldular. Bir yayınevi Osmanlıca eserleriyle meşhur, diğeri ilmi eserlerde, birisi Cevşen filan satıyor. Dini muhtevalı yayıncılık konusunda tabii bir görev bölümü yapılmış gibiydi. Şimdi bunların hepsini Gülen grubu üretiyor, dağıtıyor, satıyor. Kendi tekellerine aldılar. 20 senedir kitap piyasası böyle. Timaş gibi tamamen kendilerine bağlı olanlar ayakta kalabildi. Küçük dağıtımları bile engellediler. Kimseye hak tanımıyorlar.

 

ÜSTAD'IN VARİSİYLE GÖRÜŞMEYİ KABUL ETMEDİ

 

Üstad'ın talebeleri ne düşünüyor?

 

Bediüzzaman'ın varisi 6 taneydi Mustafa Sungur abi vefat ettikten 5 tane kaldı. Vefat etmeden önce 6'sı Sungur Abi'nin evinde bir araya gelip Gülen'in Risalelerle ilgili tahrifatlarına reddiye yazdılar. Risale-i Nurların sadeleştirilmesiyle alakalı ortaklaşa bir metin kaleme aldılar. Said Özdemir abiyi ABD'de hocayla görüşmek için görevlendirdiler. Fakat kabul etmedi. Zaman Gazetesi'nin eski sahibi Alaaddin Kaya ile istediler randevuyu. 'O mevzu için geleceklerse gelmesin' demiş. Sene 2012'de oldu bu.

 

Risalelerde Mehdiyet konusu nasıl işleniyor?

 

Mehdi'nin 3 vazifesi İman Hayat Şeriat şeklinde anlatılır. Mehdi'nin bir şahsı manevi olduğu yazar. Üstad o Şahs-ı Manevi Risale-i Nur'dur diyor. Burayı çıkarmışlar. Çünkü şahs-ı manevi olursa kendi hocalarına bir şey kalmayacak.

 

17 Aralık'ı nasıl değerlendirdiniz?

 

17 Aralık sonrasında Gülen ile ilgili ortaya çıkan gerçeklerin hepsini çok önceden biliyorduk. En ufak bir şüphemiz bile yoktu. Allah Teala 'imhal eder ihmal etmez' yani mehil, süre verir ama işte bugün hesabını görüyor. Normalde birbiriyle hiç anlaşamayan görüşmeyen Nur grupları bile bu noktada müttefikler. İçlerinde Gülen hareketini tasvip eden yok. Sadece karşılıklarının şiddeti değişiyor. Üstad, devlet içinde örgütlenmeye asla sıcak bakmadı. Çünkü bu millet devletin kendisidir.

 

Biz izleniyorduk o kamp yapıyordu

 

İzmir'deki faaliyetlerini hatırlıyor musunuz?

 

İzmir şu anda bile CHP'nin kalesi hükmünde. Gülen, İzmir'in Buca ilçesinde kamp yapıyordu. Sene 1974. Muhtıradan, Nurcuların hapsedilmesinden hemen sonra. Hatta öyle ki biz Risale dersine giderken otobüse biniyorduk ön tarafa yanaşıyorduk, arkamızdan 2 sivil polis biniyordu. Böyle bir ortamda İzmir Buca'da 200 talebeyle gayri resmi kamp yapıyor ve kimse karışmıyor. Tesbihatları açıkta yapıyorlar. Yani biz takip ediliyoruz, kaçarak, gizlenerek ev sohbetine gidiyoruz. Din düşmanı bir İçişleri Bakanı'nın döneminde aynı anda 4-5 yerde nasıl kamp yapabiliyordu? Hatta dönemin Cumhuriyet gazetelerine bakılabilir. Bu kamplar nedir diye haberler bile yapılmıştı ama bir şey olmadı.

 

Yeni Şafak

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Webmaster änderte den Titel in Fetö ve Ak Parti (Fethullah Gülen, Tayyip Erdogan)

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.


×
×
  • Neu erstellen...