Webmaster Geschrieben 27. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 27. Juni 2014 27 Haziran 2014 Cuma 15:01 Başbakan’a düşmanlık adına Bediüzzaman'ın talebesine düşmanlık Yavuz Bahadıroğlu: Hesabını ağır öderler Risale Haber-Haber Merkezi * Yeni Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu, Mehmet Fırıncı ağabey hakkında iftira habere tepki gösterdi.* * "Nur talebeleri arasında lâkabı “Fırıncı Abi”, asıl adı Mehmed Nuri Güleç… Yıllarca Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş, evinde günlerce misafir etmiş, rahle-i tedrisinden bizzat geçmiş ve hayatını “hizmet”e vakfetmiş 86 yaşında bir pîr-i fani…İmanına hizmet ederken, çeşitli zulüm ve baskılara uğramış, fişlenmiş, dışlanmış, ama o hepsini sabrı ve sebatıyla aşıp bu günlere gelmiş" ifadelerini kullanan Bahadıroğlu, "Aşağı yukarı elli yıldır tanırım. Bu yılların çoğu yakınında geçti. Firesiz-darasız, iddiasız, şaşaasız, tevazu ve mahviyet içinde sessizce yoluna devam eden bu “Yürek Adam”ın bitmeyen enerjisine, davasına sadakatine, ileri görüşlülüğüne, hamiyetine, merhametine yakından şahidim" dedi. * Rotahaber’in, “Bediüzzaman’ın önemli talebelerinden Mehmet Fırıncı’nın Erdoğan’ın elini öpmeye çalıştığı” şeklindeki haberin içini çok acıttığını ifade eden Bahadıroğlu, yazısını şöyle sürdürdü: * "Yavuz Akın imzalı habere göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz Pazar günü Milli İrade Platformu üyeleri ile yemekte bir araya gelmiş... Bu buluşmada “Bediüzzaman’ın önemli talebelerinden Mehmet Fırıncı, Erdoğan’ın elini öpmeye” çalışmış… * "Bu bir “iftira!”* Çünkü Fırıncı Abi’yi tanıyanlar, kim olursa olsun birisiyle konuşurken, ellerini önüne edeple bağladığını, bir çocuğun (hatta benim torunlarımın) elini sıkarken bile hafifçe eğildiğini bilirler. Bu haberi yazanlar “tevazu” ahlâkından öylesine kopuklar ki, “saygı-sevgi” arzını, “kölelik” gibi sunuyorlar. * Fırıncı Abi, bir toplantıya girdiğinde, yaşına ve konumuna aldırmadan, arkalardaki ilk boş yere diz çöken, öne çıkması ısrarla istendiğinde ise yüzü kızaran, “estağfurullah” diye el ovuşturan bir “edeb insanı”dır. * Bir çocuğun önünde eğilen bu adam, hayatı boyunca zulmün, baskının, tehdidin envai çeşidi karşısında dimdik durmuş, tıpkı Üstad’ı gibi, “Zalimler için yaşasın cehennem!” diye diye hizmetine devam etmiştir. * Başbakan’a düşmanlık adına, başbakanlardan daha nadir yetişen “Yürek Adam”ları kirletmeye kalkışanlar, Ruz-ı mahşerde bunun hesabını ağır öderler. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 29. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 29. Juni 2014 28 Haziran 2014 Cumartesi 14:31 Mehmet Fırıncı'ya yapılan kişilik katlini görünce ürperdim! Salih Tuna: Mehmet Fırıncı ağabeye yapılan kişilik katlidir... Risale Haber - Haber Merkezi * Yeni Şafak yazarı Salih Tuna son zamanlarda yaşanan olayları değerlendirdiği yazısında Mehmet Fırıncı ağabeyden bahsetti. Geçtiğimiz günlerde bir haber sitesi tarafından çirkin bir iftira atılan Bediüzzaman Said Hazretlerinin talebesi Mehmet Fırıncı ağabey'e gösterilen tavrın siyasi bir tarafgirlik olduğuna işaret eden Tuna'nın yazısının ilgili kısmı şöyle: * "Bakıyorum da orda burda sosyal medyada hâlâ tehdit, hâlâ şantaj, hâlâ tezvirat, hâlâ mülâane, hâlâ hakaret, hâlâ kişilik katli gırla gidiyor. * Geçenlerde, Bediüzzaman'ın 86 yaşındaki talebesi Mehmet Fırıncı'ya yapılan kişilik katlini görünce ürperdim! * Erdoğan'a kendileri gibi alerji duymayan, hatta düşman olmayan herkesi her türlü kişilik katline müstahak görmek nasıl bir vicdandır?.." Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 30. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 30. Juni 2014 [h=1]Fırıncı ağabey Erdoğan'ın elini öper mi?[/h] Ve bihi nestaîn. Öncelikle, mübarek Ramazan ayınızı tebrik ediyorum. Hepimiz için hayır, bereket ve selamet vesilesi olmasını niyaz ediyorum. Her Ramazan yaptığım gibi yapmayacağım bu kere. Dana mühim bir mesele var çünkü. Malum Ramazana dair ilk yazım, genelde yeme içme adabı ve orucun hakikati ile ilgili oluyordu. Bu kere Ramazan’ınızı tebrik ile yetineceğim. Çünkü var edilmek istenen bilinç –başımıza gelenlerin yiyip içtiğimiz ve yaptıklarımızın neticesi olduğu gerçeği- oluştu artık. İnsanlar işin farkına vardılar. Gerisi zamana kalmıştır… Allah oruçlarımızı, şifamız ve şefaatiçimiz eylesin! * * * Sevgili kardeşim Abdurrahman Iraz dikkatimi çekmeseydi, ben görmeyecektim. İnsanlar da görmezlikten geldiğimi sanacaklardı. Evet, birçok şeyi görmezlikten gelirim. Ama bazı meseleler var ki, görmezlikten gelemem. İnsanın dünya hayatına ve şahsına müteallik meseleler görmezlikten gelinebilir. Ama insanın ahiretine, imanına ve dini hayatına; vatanın ve milletin bekasına; milletin istikbaline ait bir meseleyi görmezlikten gelmek olmaz. Ben ilgisiz kalamıyorum, kalamam. En azından fikrimi söylerim. İbrahim’in ateşi karşısında ya karınca olursunuz ya kırlangıç. Ben kırlangıç olmayı tercih ederim ve ağzımdaki suyu, ateşin üstüne dökerim. Gerisi, her şeyin asıl Mukaddir-i Hakîmive sevk edicisi (Müsebbibül esbabı) olan Âlemlerin Rabbine aittir. Kime Nusret verecek, kimi kaldıracak, kimi indirecek O bilir. Dilediğine revaç verir, dilediğinin tedavülden kaldırır. O sizden teyidini çekti mi ağzınızla kuş tutsanız –o da bir marifet değil yA- sonucu değiştiremezsiniz. O size lütfederse iktidar da olursunuz. Etmezse bir anda tar u mar olursunuz da anlamazsınız. Çabanızı, gayretiniz, siyasi dehanız, kendinizce Allah’a yakınlığınız falan bir anlam ifade etmez. Bugün birbiriyle çarpışan, birbirinin kanını döken, birbirinin inine girmeye çalışan, hasmını alt etmek için her türlü zulme rıza gösteren insanlar, gruplar, cemaatlerin akıbeti nereye varacak henüz belli değil. Kimin hak ve lazım olduğunu zaman tayin eder. Ona da Cenab-ı Allah karar verir. Kimi niçin abad eder, kimin ipini niçin keser o bilir! Ama biz biliyoruz ki O hikmetle hareket eder. Hikmet ise, insanın niyet, istikamet ve tasarrufları çerçevesinde tecelli eder. Çünkü Allah, “bir toplum kendini değiştirmedikçe, onu değiştirmem” buyurur. Sen istikametini kaybedersin, o da adetullah gereği, ipini çeker! Nice kendini vaz geçilmez sananlar, nice kendini Hak Dostu bilmiş ama meşrebinin nefsani vartalarından kendisini kurtaramamış zatlar cemaatleriyle birlikte yok oldular! Evet, Allah’ın hikmetinden sual olunmaz -yani yaptıklarından dolayı hesaba çekilmez- amma O, yine de her şeyi bir hikmete binaen yapar. Kâfir, o hikmet gereği kâfirdir, mümin o hikmet gereği mümindir. Hikmeti, görmediğiniz zaman, başınıza gelenden ibret de almazsınız. * * * Her şeyin bir hikmeti ve hakikati vardır. Allah bu âlemi Hak ile yaratmıştır. Her şeyin bir hakkı ve hukuk vardır. İşin hakkını verdiniz mi neticesini de devşirirsiniz. Dinde de dünya işlerinde de bu böyledir. Samimiyet alemin makanizmalarını harakat geçiren en etkili kimyadır! Nice Batıla samimi hizmet eden gruplar var ki, azlıklarıyla birlikte Hakka dayanan koca cemaatleri -ihlası kaybettikleri için- alt etmişlerdir. Hakka riayet, sünnetullaha uygun hareket etmektir. Hikmet ise, o sünnetullahın neticesinde oluşan adetullahtır. Kâinatta geçerli (matematik, fizik, kimya, termodinamik, aerodinamik kanunları, Arşimet kanunu, fitri ve beşeri kanunlar, sosyal ve metafizik kanunlar vesaire tamamı sünnetullahtır); yani bu evrenin bu haliyle varlığını sürdürmesine hizmet eden tüm kanunlar sünetullahtır. Bunlara uygun hareket etmeyenlerin, onların terkiyle oluşan neticelerle cezalandırılmaları ise adetullahtır… Helak olan kavimler, sünnetullaha riayet etmemekte ısrar edince, adetullah kanunuyla imha edilmişlerdir… Adetullah, sünnetullaha aykırı harekette ısrar etme neticesinde gelip bulur insanı ve toplumları. * * * Şu meseleyi uzun uzun anlatmamın sebebi Türk toplumunun böyle bir süreçten geçiyor olmasıdır. Bakın topluma! En altta, dindarlar ve laikler diye ikiye bölünmüş. Birinin ak dediğine öteki illa kara diyor. Biraz üste çıktığınızda bakıyorsunuz ki bu kere de mezhep mezhep bölünmüşüz. Mezhepler esasında rahmettir, herkesin kendi bildiği bir usul ile dinini yaşaması ve kulluğunu sergilemesi için. Ama biz ondan da kabil-i iltiyam olmayan ayrışmalar var etmişiz. Biraz daha üste çıktığınızda bir de bakıyorsunuz ki meşrep meşrep bölünmüşüz. (Süleymancısı, nurcusu, Işıkçısı, menzilcisi, tarikatçisi felan feşmeken… Solda da aynı bölünmüşlükler var ziyadesiyle) Bu da lazımdır ve insan fıtratının bir gereğidir ki o yüzden din de o tür farklı yaklaşımlara cevaz vermiş. Nasıl ki bir ağaç tek gövde üzerinde yükselir, sonra kollara, sonra dallara, budaklara ve çubuklara ayrılır, esasında hayat da öyledir. Esas olan, tüm o dal ve budakların aynı köke mensup olduklarını müdrik olmalarıdır. O zaman problem olmaz. Fakat bu dallar ve budaklar sanki başka köklerin uzantılarıymış gibi birbiriyle didişip yek diğerinin meyvesini kıskanır ve düşürürse, sonunda kök de ondan zarar görür. İşte şu sıralarda Türkiye’de böyle bir problem de yaşanıyor. Herkes, birbirinin kuyusunu kazmaya çalışıyor. Daha düne kader ‘kardeş’ olanlar, birbirlerinin hakikatini inkâr ediyor, birbirinin kutsalına saldırıyor, tezyif ediyor. Siyasiler, tutturmuş “yok efendim, Peygamber gökten indirilip kamyonete bindirilir miymiş!” diye dillerine dolamışlar. Berikiler, iktidarı karalamak için en masum kutsalları kirletmekte beis görmüyorlar. Kimisi nübüvvetin imkân ve araçlarına saldırıyor, kimisi aklın imkânlarına, kimisi tarikat ve tasavvufun imkân ve araçlarını inkâr ediyor kınıyor, eleştiriyor. Peygamber efendimiz pekâlâ birilerinin rüyasına girer ve yönlendirir. Bütün tarikatlarda post nişin böyle belirlenir çoğu kere. Sizden birisi o rüyaları görse hak, muhalifleriniz görürse nifak oluyor öyle mi? Bu yaklaşımlar, önce kutsallarımızı sonra dini esaslarımızı, ardından da inancın kendisini yerle bir eder. Dünyevi bir meselede kutsallar kullanılmaya başlanınca felaket kaçınılmaz olur. Maalesef aklı başında olduğunu sandığımız insanlar da bu hataya düşüyor! Hatırlarsınız, şu pararlelci ve iktidar tartışmalarının ilk kurbanlarından biri Ahmet Taşgetiren’di. Taşgetiren bütün safiyetiyle bir yanlışın altını çizmeye kalkışınca, taharet almaktan yoksun bir takım çakma tipler ona haysiyet dersi vermeye kalkıştılar… Ben o sırada “lütfen kutsallarınıza saldırmayın. Siyasi emelleriniz için kutsalları kullanmayın” diye yazdım ama kim duyar. Hz. Aişe validemizin, Cemel Vakasında, deve üstündeki ok geçirmez mahfiline 140 küsur okun saplandığın hatırlatmıştım. Eğer insanlar birbirinin kutsallarını tezyif etmeye başlarlarsa, işin sonunu, Peygamberin (asv) hanımını ve çocuklarını öldürmeye kadar varır demiştim. Nitekim siyasi tarafgirlik yüzündendir Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin şehit edilmeleri… Siyaset ve siyasi tarafgirlik böyle gaddar, böyle cani ve böyle merhametsiz bir canavardır. Siyasi tarafgirlik gözü kör, aklı selbeder! Kutsallara Saldırmak İmdi bu yazının yazılmasına sebep olan konuya geleyim! Sözüm doğrudan Rota Haber yöneticisi sevgili kardeşim Ünal Tanık’a olacak. Sevgili Ünal kardeş, senin imanın ve vicdanın kabul ediyor mu ki, Fırıncı Abi, bir menfaat için birisine zillet gösterir? Ama mahfiyet ve tevazu ile vallahi senin de elini öper. Ve sen de görmüşsündür. Seninle tokalaşırken de beline kadar eğilir. Bu zat, meleklerin bile mütevazılığı karşısında hayâ ettikleri biridir. Onun bir resepsiyonda –orada ne işi var onu da tartışacağız. Çünkü bu yazıyı asıl onun için yazmak istedim- başbakanı ile tokalaşırken hafifçe eğilip, tokalaşmasını, sitende, yürek burkucu bir olay diye aktarman ve o zatı çıkar veya başka bir meseleden dolayı zillete tenezzül eder şekilde göstermen, büyük bir iftiradır ve akıbeti azim bir ceremedir. Tez zamanda o haberden dolayı vicdanında kendini temizlemezsen, emin olasın, 60 yıllık güzel bir ömrünü heba etmiş olursun. Beni tanırsın. Seni sevdiğimi de bilirsin ve vallahi ahiretin ve akıbetin açısından endişe ettiğim için bu ikazı yapıyorum. Ne iktidarcıyım ne cemaatçi. Ben aklımca, haklının ve haklı sıfatların yanında durmaya çalışıyorum. Birileri, siyaseten senin kutsalına saldırdı diye, senin da başkasının kutsalını tezyif etmen doğru değildir. Sen bu çekişmeler arasında ahiretini yakma! Açık bir şekilde hata yaptığını yaz ve o zattan özür dile, derim. Bu bir! YENİ BİR ADALET PARTİSİ VAK’ASI MI? Gelelim hadisenin asıl canımı sıkan tarafına! Evet, ben de özellikle Abdurrahman Iraz’a (o hem RisaleHaberin Yayın Kurulu Üyesi ve Yazarı, hem de Üstadın yaşayan tüm talebeleri yanında hatırı sayılan; onları istediği meclise götürebilen biridir!) soruyorum. -O mübarek zatların orada cidden ne işi vardı? Risale-i Nur bir STK mıdır? Elbette RN’nin bir şahs-ı manevisi vardır. Birilerinin, onu temsilen orada bulunmasını da anlarım. Mesela sen (Iraz) olabilirdin veya Said Yüce olabilirdi... Ama Ahmet Akgündüz’ün dahi orada olmasını günlüm sindiremedi… Bir kere bir araya getirdiniz Sevgili Başbakanımızla onları, yeter! Maksat hâsıl oldu. Onlar taraftarlıklarını bildirdiler, destek de verdiler. Peki, daha ne yaptırmak istiyorsunuz ki bu, yüzleri Allah’a, kalpleri ahirete müteveccih insanlara ki oraya buraya taşıyorsunuz? Biz Fethullah Hoca’nın siyasallaşmasından yakınmıyor muyuz? Siz neden aynı hataları yapıyorsunuz? Daha önce de Nurcular, kraldan ziyade bir kralcının marifetiyle Adalet Parti’sinin kuyruğuna takılmıştı. Nur cemaatinin o meseleden dolayı yaşadığı sıkıntıların etkisi hala sürüyor. Bunu ey iyi siz bilirsiniz Iraz kardeş! Hatta kendinizi ve istişare heyetinizi ondan kurtarmak için neler yaptınız! O büyük hatanın birtakım neticeleri, hala ortada duruyorken, nur talebelerine yeni bir Adalet Partisi vakıası yaşatmaya ne hakkınız var? Tabii ki sözüm size değildir sadece. Said Yüce’ye de… Nur hareketi, siyasetten bağımsız kaldıkça Bediuzzaman’ın davası kalır. Aksi takdirde nurculuk birilerinin iktidar merdiveni haline dönüşür ve önüne gelen onu kullanır. Sonunda da toplum nezdindeki kutsallığını kaybeder. Daha bir yıl önceye kadar, herkesin dünya çapında bir hizmet bildiği cemaatin düştüğü şu hale bak! Reva mı? Bediuzzaman, Emirdağ Lahikası’nda “Risale-i Nur ile alakalı hakim ve savcılarla bir hasbihal” bahsinde derki, -ki o mektup 1947’de yazılmış-: Ben Risale-i Nur’u, 50 yıl sonra -28 Şubat dayatmasını kast ediyor- gelecek; Türk milletinin İslamiyet ile bağlarını koparmayı, İslamiyet hanesine yazılmış bin yıllık tarihini lekelemeyi ve milleti bütün bütün sukut ettirmeyi gaye edinmiş bir dayatma karşısında milletin çaresizleri bütün dayanaksız kalmasınlar diye yazdım ve o gün sözüm dinlenebilsin diye de yirmi yıl önce (yani 1926-27) siyasetle meşguliyeti bitirdim. Bir manevi hizmet herhangi bir siyasete entegre edilince maneviyatını ve etkileyici sırrını kaybeder. Nitekim de kaybediyor. Cemaatin içine düştüğü hal bunun en iyi örneğidir. Ne demişte Fithullah Hoca bir söyleminde “Gayrı meşruya muhabbet bizi bu hale getirdi” din hizmetindekiler için siyaset rantı için ona yönelmeleri gayrı meşru bir muhabbettir. Gayrı meşruya muhabbet ise, insafsızca azap çekmeye sebeptir. Medyatik Gülen Yahut Çekirdeğin Çatlatılması… 1996 yılında, bir yazı yazmıştın Yeni Sayfa Gazetesi’nde, cemaatin gidişatıyla ilgili bir takım sıkıntılarımı ifade etmek için. “Medyatik Gülen Yahut Çekirdeğin Çatlatılması” başlığı altında. O yazıyı bir kere daha okudum. Nerede ise bugünleri haber vermiş bir yazı. O yazıda üç aşağı beş yukarı demişim ki, nifak grupları bugüne kadar cemaatin içine hulul edemediler. Bu yapısıyla edemezler de. O yüzden cemaatin yapısını değiştiriyorlar, onu dünyevileştiriyorlar. Hoca Efendiyi de şu günlerde göklere çıkarıyorlar. Sonra bir gün gelecek –onlar biliyorlar o zamanı- , bir anda ondan desteklerini çekecekler veya onu yükselttikleri yerden aşağı bırakacaklar. Kendisi de cemaati de parçalanacak, dağılıverecek! İşte siyasete ilgi duymak, din davası güdenler için böyle melanet bir şey! Her birisi birer havari mesabesinde ve tıynetinde olan Bediuzzamanın talebelerini, ne maksatla olursa olsun, ikide bir siyasilerin meclisine götürmek doğru değildir. Hem risale-i Nur’a, hem Üstadın meşrebine, hem de o insanların ahiretine zarardır. Hatta insanlığı hıyanettir. Zira insanlığın risalelere ihtiyacı var. Ama siz onu, ‘bugün var yarın yok’ bir siyasi iktidarın veya ekibin kuyruğuna takarsanız onu gözden düşürürsünüz. Birilerini desteklemek başkadır taraftarı gibi her faaliyetine koşturmak başkadır… RN’yi Kendi Mecrasında Bırakın! Bırakınız Risale-i Nur kendi mecrasında gitsin. Nurcular siyasetten uzak kalsın. Tabi ki onlar da bir partiyi tutacaklar ve oy verecekler. O kadar. Ama görüyorum ki kimileri Risale-i nur adına Pavlosçuluk yapmaya kalkışıyor, kimileri de Risale-i Nuru kendi mevkilerini siyasiler nezdinde pekiştirmek için vasıta yapıyor. Ben hakkımı helal etmiyorum, o insanları o meclise götürenlere. Yanlış yapıyorlar. Ben de Ak Partiye oy verdim. Hatta savundum da. Ak Parti’ye oy vermek başa bir şeydir, hatta desteklemek başka bir şeydir, bu ahiret insanlarını ikide bir siyasi mahfillere taşımak başka bir şeydir. Hatta cemaatle iktidar arasında bir tercih yapmak başka bir şeydir. Bizler, Risaleleri sadeleştirmeye kalkıştıkları için ve sadeleştirilmenin durdurulması ricasında bulunan ağabeylerin mektubunu kabul etmeye bile tenezzül etmediği için Fethullah Hoca’ya kızabilir, küsebilir, yok sayabiliriz ve hakkınız da vardır. Ama ona kızıp, risale-i nuru en az onun kadar tehlikeli olan bir başka maceranın içine atmaya hakkınız yok! Burada Said Yüce kardeşe özellikle sesleniyorum. Siz, Başbakanın danışmanısınız. Doğal olarak ona imdat verme hakkınız var. Hatta nur cemaatini onun yanında göstermek de isteyebilirsiniz. Hem de bunu yaptınız ve başardınız. Güzel. Ama lütfen, şu abileri ikide bir her mahfile götürerek onlara partizan bir kimlik kazandırmayın. Siyasi ekipler geçicidir. İşte Tayyip Bey! Son 20 yıla damgasını vurdu. Vazifesini yapıp geçtikten sonra şu parti ortada kalır mı belli değil. Ama bu dava kıyamete kadar gitmeye namzettir. Namzettir diyorum çünkü bu tür hadiseler onun ömrünü de kısaltır… Bakınız işte AP bitti. Ama Nur Cemaati içinde açtığı yaralar duruyor. Risaleleri hükümete bastırtmak istiyorsanız da bu iş yanlış! Risalelerin hükümete ihtiyacı yok. Nurlara; bu Kur'anî hakikatlere hizmet etmeye hükümetin ihtiyacı var. Bunu idrak etmek gerekir! Kutsal davalar böyle zedelenir. Hiçbir yasak ve baskı, imani davaları öldürmez, söndürmez. Ama bu tür işler; yani bir kutsal davanın birilerinin iktidarı için kullanılması onları zayıflatır, değersizleştirir, kıymetsizleştirir. Bana göre, Türkiye’nin ve insanlığın kurtuluş çaresi olan Risale-i Nur hakikatlerini, bir iktidarın heveslerine kurban ederseniz, o gelecek parlak istikbali küsufa uğratırsınız! Ha, bu sözlerimden Ak Parti’nin yanında durmayın, destek vermeyin anlaşılmamalı. DerdimIn o olmadığı geçmiş yazılarımdan anlaşılabilir. Derdim ağabeylerin siyasetle bu kadar içli dışlı hale getirilmesidir. Bunu doğru bulmuyorum. Risalelerin devlete ihtiyacı yok. zira bir devlet ve hükümetin gölgesinde varlığını sürdürebilecek eserler değillerdir. O kitapların her biri Kur’an namına ışıldayan barika asa elmas Kılınçlar’ıdır ki her birisi hem gazi hem mücahittir… Elbette daha söylenecek çok şey var ama arif olan anlar! Selam ve dua ile Mehmet Ali Bulut Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 30. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 30. Juni 2014 [h=1]AK Parti'ye Rakip Yeni Parti Kuruluyor[/h] [h=2]İ.Ü. Hu*kuk Fa*kül*te*si Öğ*re*tim Üye*si olan Prof. Dr. Ab*dur*ra*him Kars*lı, "AKP ölüm noktasına geldi" diyerek kuracakları yeni partiyi anlattı.[/h] İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Abdurrahim Karslı'nın adı, Gülen Cemaati'nin yeni kuracağı öne sürülen Hakka Hizmet Partisi'ne Genel Başkan olacağı iddiasıyla gün-deme geldi. Karslı, Çamlıca'daki ofisinde Sözcü gazetesinin sorularını yanıtladı. Prof. Dr. Karslı, bir parti hazırlığında olduğunu doğruladı. 'Hakka Hizmet' ismini ilk kez haberde duyduğunu anlatan Kars-lı, parti adının 'Merkez Parti' olacağını açıkladı. Hakka Hizmet Partisi'nin başkanı olacağınız iddiası doğru mu? İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Usul Hukuku ve İcra İflas Hukuku Ana Bilim Dalı Başka-nıyım. Son üç dört yıldır bir siyasi parti kurma hazırlığında olduğum doğru. Ama benim kurmak istedi-ğim parti bir fikre bir cemaate mensup değil. Arkadaşlarımla birlikte kurmak istediğim parti, bütün bir Türkiye fotoğrafının içinde bulunduğu parti. "DSP VE MHP'DEN ÖNEMLİ İSİMLER VAR" Partinin içinde AKP'den istifa edenler olacak mı? Biz kurucular heyetine mevcut görev yapan vekillerden koymak istemiyoruz. Partide AKP'ye yakın ya da milletvekilliği yapmış isimler göreceksiniz. Camiamızda akademisyen, iş adamı, DSP'den, MHP'-den çok önemli isim var; Örneğin Ömer Haluk Pirimoğlu'yla çalışıyoruz. CHP'den sınıf arkadaşlarım var. Kuracağınız Merkez Parti'nin yapısı nasıl olacak? Milliyetçilik temeline din temeline dayalı, tarihe mal olmuş şahsiyetleri alet ederek bir parti kurmak istemiyoruz. Biz hukuka ve hakka dayalı milletin menfaatini esas alan ve hukuki kaideleri kullanan bir yapılanma istiyoruz. Türkiye'de cemaatler siyasetin içinde olmamalı. Cemaatin yeri, siyasetin yeri ay-rıdır. Bu demek değil ki ben cemaatlere karşıyım. "AKP'DEN AYRILANLAR MERKEZ PARTİ'YE GELECEK" Merkez Parti'den AKP'nin çekineceği öne sürüldü. Ne diyeceksiniz? Korksunlar hem de çok korksunlar. 500 ilçe 50 il yönetimini görevden almışlar. Tüm bu isimler Mer-kez Parti'ye gelecek. Biz aslında sadece AKP'nin değil, Türkiye'deki siyasetin alternatifi olmak istiyo-ruz. Türkiye'de ahlak hukuk ve adalet temeline dayalı bir parti kurmak önemli değil bir inkılaba devri-me ihtiyaç var. Nasıl bir devrimden bahsediyorsunuz? Devrim demek yenilemek demek. Türkiye'de ahlakın geldiği nokta ortada. Eğitimin ise sadece ba-kanlıkta ismi var. Dış politika ve hukuk da aynı. Türkiye'de yüzlerce kişi içeri giriyor, sonra tahliye edi-liyor. Bir hükümet var, onlar içeri girerken de, çıkarken de puan topluyor. Böyle bir adalet, hukuk olur mu? Biz dağa kaçırılan çocukların getirilmesini HDP'ye, konsolosluktan kaçırılan vatandaşımızın getirilmesini IŞİD'e havale etmişiz! "DİNLE YOLA ÇIKMADIM" AKP de aynı söylemlerle yola çıkmıştı… Ben dinle yola çıkmadım. Ben dindarım evet. AKP 'Yolsuzluğa, yoksulluğa karşıyız' dediler. Yolsuzluk şimdi kural haline geldi. Hiçbir şey yapmadı desek insafsızlık olur. Ama AKP'de doğdu büyüdü, güç-lendi, şu anda iflas ve ölüm noktasında. Bu hale gelmesine neden olanlar arkadaşlarınız değil miydi? Doğru. Kaç yıldır yapılan yanlışları söylüyorum. Önce kürsüde ders anlatırken söyledim. Sonra konfe-ranslar verdim. Ama şunu gördüm herkes yanlışı kabul ediyor. Fakat 'bu partiye alternatif yok' diyor-lardı. Türkiye çaresizlikten AKP'nin yanında. Bu söylem yıkılacak. Biz AKP'nin alternatifi yok diyenlerin de tüm siyasetin de alternatifi olacağız. "CEMAAT İÇİNDE HİÇBİR ZAMAN BULUNMADIM" Fethullah Gülen Cemaati'ne yakın isimlerden biri olduğunuz söyleniyor… Cemaatin içinde hiçbir zaman bulunmadım, yetişmedim. Erzurumluyum. Memleketimde milli değer-ler biraz daha ağırlıktadır. Ben düşünce olarak inançlı, milliyetçi ve muhafazakar değerlere sahip bir insanım. Ama cemaatin içinden ve mensubu bir insan değilim. Cemaatle bir araya geldiniz mi? Bütün cemaatlerle görüşürüm. Görüşmekten de imtina etmem. Bütün cemaat, dernek ve tarikatları tanırım. Böyle bir girişimde bulunmadan önce de herkesle istişare ettim. Sivil toplum örgütleriyle, toplumun önde gelenleriyle, eski siyasetçilerle konuştum. "FETHULLAH GÜLEN'LE GÖRÜŞMEDİM" Bu kişiler arasında Fethullah Gülen de var mı? Hayır Fethullah Hoca ile görüşmedim. Gülen Cemaati'yle de gidip parti kuracağımla ilgili görüş alma-dım. Zaten iddialara konu olan Hakka Hizmet Partisi ismini haberlerden öğrendim. Ama ben o faali-yetin içinde yokum. Cemaat ve AKP arasındaki savaş için düşünceniz nedir? Bir hükümet, bir cemaatin devleti ele geçirmek istediğini iddia ediyorsa, bunu açığa çıkarması lazım. Kaç aydır Başbakan konuşuyor. Nerede delili? Ben kendimle ilgili bir iddia olsa kalkıp hakim ve savcı-ları değiştirmezdim. Polislere müdahale etmezdim. Çocuğumun elinden tutar ifade verirdim. Huku-ku bitiren de hükümettir. (Kaynak: Sözcü) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 3. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 3. Juli 2014 [h=1]Bu işte bir tuhaflık yok mu?[/h] Cemaat, Câmia, Hizmet... Şimdilerde hangi isimle anılmayı arzu ediyorlarsa o çevre ile ilgili yazı yazmakta zorlanıyorum. Oysa ülkemizde kendisinden en fazla söz ettiren kesim o. Başbakan ve Ak Parti cenahında o çevreyle ilgili neler hissedildiğini az çok biliyorum da, Câmia’nın süregiden ihtilâfta şu günlerde ne düşündüğünü merak ediyor, öğrenmek için de nâşir-i efkârı bilinen gazetelere göz atmadan edemiyorum. Dün tuhaf bir durumla karşılaştım; tuhaflığı ilginize sunmak istiyorum... Önce Cumhuriyet gazetesinde karşıma çıkan habere göz atalım: Haber Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) iftarıyla ilgili. Gelenekselleşmiş iftarda ‘Vakfın onursal başkanı’ sıfatıyla Fethullah Gülen’in mesajı bu defa da okunmuş... Mesajda en dikkat çekici bölüm bir dizi temenni... ‘’Gelin, şu ışıktan günlerin ufkumuzu sarmasını iyi bir vesile sayarak bütün günahlarımızdan tevbe edelim ve bir arınma süreci başlatalım’’diye başlıyor temenniler ve şöyle devam ediyor: ‘’Geçmişi kötü yanları ile kendi tarihselliğine gömüp dünkü kavgaları şimdilerde yeniden kavga vesilesi yapmayalım. (..) Kırıp parçalayıp, sağa sola saçtığımız kendi parçalarımızı bir araya getirerek, bunları bir daha kopup dağılmayacak şekilde birbirine bağlama yollarını araştıralım.’’ Son dönemde yaşanan ve kendisini derinden üzdüğü anlaşılan atışmalarda kullanılan dil ve üsluptan şekva ediyor Fethullah Gülen, ama umudunu da paylaşıyor. Okuyalım: ‘’Gürül gürül konuşmak icap eden anlarda bile sadece yutkunmakla iktifa edişim bozulan köprülerin bütün bütün yıkılmasının önünün alınabileceğine ve yeniden mürüvvet ufkuna ulaşılabileceğine olan inancımdır. (..) Bir zamanlar çokça gördüğümüz o nazlı nazlı bir araya gelişlerin ve o yürekten birbirini selâmlayışların canlanıp devam edeceğine inanıyorum. Yeniden her yörede o heyecanlı muhabbet nağmelerinin ve birbirinin meziyetini mırıldanan dillerin duyulacağını; o mütekabil hürmet ve muhabbet teâtîlerinin artarak içtimaî atmosferi bütünüyle saracağını ümit ediyorum.” Yerim daha geniş olsaydı da, bana ‘barışma’ yönünde bir yol arayışı gibi gelen mesajın bütününü sizlere aktarabilseydim. Mesajı ‘barışma’ amaçlı gören yalnız ben değilim, bu satırları aktardığım gazete (Cumhuriyet) de, haberine, ‘Gülen’den Erdoğan’a mesaj: Barışalım’ başlığını uygun görmüş... Hayretimi çeken, Câmia’nın nâşir-i efkârı olan gazetenin (Zaman) iftarla ilgili haberi... Gazete mesajdan benim uzun uzadıya alıntıladığım ‘barışma’ arzusu yansıtan satırları almamış haberine... Oysa hep mesajların bütününü yayımlardı gazete... Daha garip olan ise GYV’nin tavrı. İftarın evsahibi Vakfın katılanlara dinlettiği önemli mesajı internet sitesine koymasını beklerdim... Mesajın bütününü okurum diye girdim sitelerine, iftardan da mesajdan da tek satır bulamadım. Garip değil mi? Belki yarın koyarlar, ama yine de garip... Aralık ayının karanlık günlerinde ‘barışma’ hissini en keskin biçimde ifade eden mektubun muhataplarına ulaştığı günü hatırlıyor musunuz? Mutlaka hatırlıyorsunuzdur. Çünkü mektup 25 Aralık 2013 akşamı Başbakan Tayyip Erdoğan’a ulaşmıştı; yani, kendi oğlu ile çoğunu yakından tanıdığı dostlarına karşı (2.) operasyonun başladığı günün akşamı. Mektup ile uzatılan barış eliyle taban tabana zıt o olay da zamanında bana çok garip gelmişti. Yoksa Pensilvanya ‘barışmak’ istiyor da, İstanbul mu karşı çıkıyor? Ne olduğunu anlayanınız var mı? Fehmi Koru, 03.07.2014, Star Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 3. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 3. Juli 2014 PATRONLARDÜNYASI.COM ADINDAKİ SAHTEKARLAR, MAKALEMİ ÇARPITIP VERİYORLAR Bediüzzaman'dan naklettiğim ifadelerde açıkça beyan ettiğim gibi, böyle ahmaklar bin sene de yaşasalar, mevcut hükümetlerin hiçbirini beğenmeyeceklerdir. 1. Tayyip Bey nefsimden daha çok güvendiğim bir devlet adamıdır. Devletin bir kuruşuna el uzatmadığını zaten ifade etmişim.Yolsuzluğa ve rüşvete fetva vermek, benim değil, 17 Aralık'tan beri Türkiye'yi % 30 fakirleştiren soytarıların işidir. 2. Ancak bürokrasi ve hükümetin içinde her görüşten insanlar bulunduğu için, benim söylediğim, Cumhuriyet Tarihi boyunca yolsuzlukların oranı % 80 iken şu anda en fazla % 20 olabilir demişim. Yani Tayyip Cumhuriyet tarihi boyunca başarılamayanı başarmıştır. 3. % 20 haramdan bir şey olmaz dediğimi söyleyenler müfteri ve alçaktır. Bunları Allah'a havale ediyorum. 4. Bu sahte fetva iddiasını dile dolayanlar, Müslümanlardan topladıkları burs paralarını ve kurban paralarını, Obama ve hatta bazı Türkiye düşmanı Amerikan Kongre üyelerine verirken fetvayı kimden aldıklarını nazara versinler. Düştükleri çukurlara bizi de çekmek isteyenleri Allah'a havale ediyorum. * MEVCUT HÜKÜMETİN İÇİNDE YOLSUZLUK YAPANLARIN OLDUĞUNA DAİR İDDİALAR VE BASİRETLİ OLMAK Muhterem kardeşlerim biz hiçbir zaman yolsuzluk, rüşvet ve suiistimallere taraftar olmadık ve herzaman lanetledik. Ancak şu hakikatları da unutmadık: 1. Eski hükümetler, milletin malının % 80'ini yiyorlar ve kalan % 20 ise yol parasına bile yetmiyordu. Tayyip Beyin hükümetleri ve bürokratları ise, % 20'ini yediler; ancak % 80'ini millete harcadılar. Şu anda CHP Genel Başkan Yardımcısının ifadesiyle "Çok büyük işler yaptılar; keşke yiyenleri tam engelleselerdi. Bizimkiler ise tamamını yiyordu". Ben de yolsuzluk yapanların olduğunu bilenlerdim. 2. Ama onları "ihtilas ve irtişa" ile suçlayan muhterem zatlar, evvela 77 milyonun 15 Aralık sonrası % 30 servetini çaldılar. Ayrıca kendi hizmeti içindeki suiistimalleri öğrenseler kalp krizi geçirirlerdi. Bilmiyor değil, hizmetin hatırı için susuyoruz. 3. Şu hakikatı bütün Müslümanların bilmesi lazım: "Muhali taleb etmek, kendine fenalık etmektir.... Zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib ile o sureti bozmağa çalışacak. {Ki, komünist ve anarşist manasıyla Kemalizm ve inkılab softaları ve dönmeleri görmüş gibi haber veriyor.} Şu halde böylelerin fena zannettikleri Jön Türkler nazarlarında dahi, mel'un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilal ve fesaddır." Münazarat ( 17 ) Biz 700.000 TL'lik saati ahlaksızca koluna takanları, belediyeye 90 bin TL'ye mal olan daireleri, 58 bin TL'ye kendi yandaşlarına seçim malzemesi olarak peşkeş çeken belediye başkanını ve cami yapılmak üzere askeriye bile ikna edilerek alınan arsaya ticari bina yapıp yakınlarına vermek isteyen gafilleri, bu hükümetin günahkâr zerreleri olarak görüyoruz. 4. Bu günahkârların Tayyip Beyi kirletmediğini düşünüyor ve Ak Partinin bağırsaklarını temizlemesi gerektiğini her fırsatta hatırlatıyoruz. Beytülmala hıyanet etmeyen Tayyip Beyi cumhurbaşkanı olarak görmek istiyoruz ve dua ediyoruz. 5. Kaldı ki, "Ümmetim dalalet üzerine ittifak etmez" buyuran Peygamberimizden de ilham alıyoruz.Şu anda Nur Cemaatlerini kahir ekseriyeti, Süleyman Efendi hizmetlerinin önemli bir kısmı, Milli İrade Platformuna katılan 200'e yakın vakıf ve cemiyetin tamamı aynı kanaattedir. Muhaliftekiler ise, CHP'liler; Kemalistler, Hayda Baş, Koç ve benzerleri, bunların avukatlığını yapan zavallı bazı Müslümanlar ve sairedir. "B asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat'iyyen iktidara getirmeyecek. Çünki Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir Müslüman kat'iyyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese edilemez. İşte bunun için hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti'yi, Kur'an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum." Emirdağ Lahikası-2 ( 206 ) Halkçılar ırkçılığı elde edip, tam sizi mağlub etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim ve İslâmiyet namına telaş ediyorum. Emirdağ Lahikası-2 ( 164 ) Yalanı yüzlerine vuruyor; ehl-i imanı bu yalancı ve müfterilere karşı ikaz ediyorum. Zannedersem bu fitne tohumları, yedi büyük günahtan olan "yalan söylemeyi" ekip olarak ortadan kaldırıp büyük günahları altıya indirmişler. * Prof. Dr. Ahmed Akgunduz Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 9. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 9. Juli 2014 CEMAATÇİ GÖRÜNEN TAYYİPÇİLER Böyleleri de var gerçekten. Kimisi yıllardır iş yaptığı için, AKP’ye oy verdiği halde Cemaatçi görünüyor, kimileri de tabii ki sızabilmek için. Ama yayın dünyasında bu örnek daha çok. Timaş, sağ kesimin en güçlü yayınevlerinden biri. Her kitabı NT mağazalarında onbinlerce*yüzbinlerce dağıtılıyor, hatta Cemaat tarafından “Cemaat’in yayınevlerinden” muamelesi*görüyor. Belediyelerde Cemaat etkinken ihalelerde Kaynak grubunun yayınevleriyle birlikte*kollanan yayıneviydi aynı zamanda. Timaş, gerçekten de Cemaatçi bir yapıya sahip. Timaş’ı kuran Hekimoğlu İsmail, Zaman*yazarı, oğlu Osman Okçu Timaş’ın yayın yönetmeni. Timaş’ın yönetim kurulu başkanı*Osman Nuri, aynı zamanda Cemaat’in Gökkuşağı dağıtımının da yönetiminde. Yani her*şeyiyle Cemaatçi bir yayınevi. Ama Timaş, belediyeler, valilikler, kaymakamlıklar ve MEB’teki ihalelerden mahrum*kalmamak için son aylarda hükümetin etkili insanlarına, aslında Cemaatçi olmadıklarını,*hiçbir bağ bulunmadıklarını, tam tersine Tayyipçi olduklarını söylüyorlar. Hatta o yapıdan*kendilerinin bile rahatsız olduklarını ifade etmekten çekinmiyorlar. Bir başka yayınevi Nesil yayınlarında ise durum tersine. Nesil yayınlarının mensup olduğu*Nurcu grup, hükümeti destekliyor. Bediüzzaman’ın talebelerinden Mehmet Fırıncı, Nesil*yazarlarından Metin Karabaşoğlu Atv’nin haber kanalında sürekli Cemaat’i eleştiren, Tayyip’e*minnet eden konuşmalar yaptılar. Nesil, Tayyipçi yayınevi konumunda aslında. Ama Cemaat’in NT ve Gökkuşağı ile yoğun*ticarisi ilişkisi olan bir yayınevi aynı zamanda. Gökkuşağı ve NT’de Timaş’tan sonra Nesil*kitapları çok satıyor. Cemaat, Nesil’in Tayyipçi olmasından rahatsız oldu ve Yavuz Bahadıroğlu, Metin*Karabaşoğlu gibi yazarlara ambargo koydu.* Durum böyle olunca bir anda Nesil yayın grubunda yönetim değişiverdi ve grubun genel*müdürü cemaatçi diye bilinen eski pazarlamacı Selahattin Aslan oldu. O zamana kadar pek*itibar edilmeyen, dışlanan Cemil Tokpınar da Cemaatle arası iyi, o süreçte Zaman gazetesine*Cemaat’i öven röportaj verdi diye gözde haline geldi. Selahattin Aslan ve Cemil Tokpınar*birlikte cemaatin etkili isimleriyle görüştüler ve Tayyipçi olmadıklarını, Hocaefendi için çok*dua ettklerini ifade ettiler. İşte tabanda buna benzer şeyler çok yaşanıyor. Aslında yazacak o kadar çok şey var ki… Gülsek mi, ağlasak mı, hala bilemiyorum… Asiye Güldoğan Odatv.com Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 18. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 18. Juli 2014 * * Öcüleştirme sırası Nurculara mı geldi? * Mehmet Ali Bulut Abdurrahim KARSLI kardeşimiz, bir parti kurmuş. Genel başkan olarak verdiği ilk röportajında da nurculara verip veriştirmiş. Elbette haklı tarafları var ama onun böyle bir çıkışla gündeme gelmesi, beni ciddi endişelendirdi. Çünkü Nurcuları gözden düşürme planının öteden beri var olduğunu biliyorum. Ben o çıkışı, birilerinin düğmeye basması gibi algıladığım için bu yazıyı yazma gereği duydum! Malum, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’sinin alt projelerinden biri de tatbikatın yapılacağı bölgede; yani Ortadoğu’da, halkın, değişikliklere direnç göstermesini sağlayan inançların ve dini örgütlenmelerin zayıflatılması yahut mümkünse yok edilmesidir. Veya en azından toplum nezdinde itibarsızlaştırmasıdır. Bu bana ilk defa söylendiğinde elbette saçma bulmamıştım ama bunun mümkün olamayacağını düşünmüştüm. Dini örgütlenmeler, siyasi örgütlenmeler gibi köksüz olmadıkları için “kolay kolay gerçekleşmez” demiştim. Ama İhvanü’l-Müslimîn ve Hizmet Cemaati’nin düşürüldüğü hali görünce bunun mümkün olabileceğini ve hatta asıl maksatlarının bu olabileceğini artık kestirebiliyorum. Mahmud Ahmedinejat Mehdi mi ? başlıklı yazımda, iman küfür mücadelesinin geceleri yoğunlaştığını; gece karanlığında sürdürülen savaşlarla netice alınmaya çalıştığını söylemiştim. Bu gece sanki o tür bir savaşın içinden uyandım. Ve kalbime geldi ki bu kere sıra nurculara, yani hizmetin de istinat noktası saydığı ‘kökü’ kurutmaya geldi. Zahirde üzerinde çalıştıkları örgüt “İHH”. İHH’ayı zorla ve ısrarlar siyasi bir örgüt gibi göstermeye çalışıyorlar ki, örgütün İslam Dünyasında bir umut olmasını önlesinler. Fakat asıl yıkmak istedikleri, “müsbet hareketi” hareket tarzına esas yapan ve silahı asla ön görmeyen Nur hareketidir. Çünkü şu harekettir Türk toplumunu yeniden ihya eden ve onu hakiki kimliğiyle yıkıcı hareket ve niyetlerin karşısında dirence sevk eden!* (Belki bir müddet sonra Süleymancılara da bir iyilik(!) düşünecekler! Üstelik onlar iktidarın da yanında durmadılar) BOP’çular o tür insani kimliğini muhafaza eden ve aynı zamanda Batılı hegemonyaya direnen örgüt istemiyorlar. Onların Müslümanlar adına görmek istedikleri örgüt El- Kaide gibi kendi icat ettikleri eli silahlı insafsız mankurt topluluklardır. Şimdilerdi IŞİD’e rağbet ediyorlar. Çünkü en çok onlara hizmet eden o! Düşünün birkaç bin kişilik bir örgüt, -ağır silahları da olmadığı halde- elini kolunu sallayarak gidip bir Musul gibi vilayeti işgal edebiliyorlar ve bir ülkenin konsolosluğunu rehin alabiliyorlar. Kimse de bir şey yapamıyor! Öyle mi? Buna ahmaklar bile güler. Ama işte onlar isteyince oluyor. Acaba İslamiyet’in –haşa- ne kadar gaddar cani ve vahşi bir tabiata sahip olduğunu(!) şu örgütün yaptıklarından daha güzel gösteren ne var? **** *** * Bediuzzaman hazretleri, “Ahirzamandan Haber Veren Mühim Bir Hadis” adlı makalesinde, “Ramazan-ı Şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadis-i şerif (:"Ümmetimden bir taife, Allah'ın emri gelinceye kadar (yani kıyametin kopmasına kadar) hak üzer zahir olmayı sürdürecektir." hadisi) hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şakirtlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.” diyor! Bediuzzaman boşu boşuna “Nur hareketinin ne kadar devam edeceği” meselesini merak etmez. Madem etmiştir, demek ki Nur hareketinin başına da bir takım badireler gelecektir ve zahiren yok oldu sanılacak görüntü verecektir. Nasıl ki Hadisin kendi manasındaki vurgu [1] ‘korkmayın, İslam’ı nefsinde yaşayan bir grup hep var olacaktır, kaybolmayacaktır’ şeklinde ise Bediuzzaman da bu ifadesiyle risale-i nurun devam edeceğini ama başına bir takım badirelerin gelebileceğini –tıpkı Müslümanlıkta olduğu gibi- haber vermek istemiştir sanırım. Öyleyse, Nurcuların bu meselede çok dikkatli ve uyanık olması gerekir. Belki daha önce de birkaç kere hatırlatmışımdır, Fethullah Gülen’e ve Cemaatine belli odakların itibar etmeye başladıkları tarihler 1993-94’tü. Türkiye’nin tüm liberalleri, aydınları nerede ise pervane olmuşlardı etrafında. Ödüller verdiriliyor, bir yığın alakasız insanlar davet ediliyor ve onların ağzından cemaat senâ ettiriliyordu. Tabi bu durum onları havaya soktu. Onlar da ‘ne kadar vaz geçilmez’ olduklarına inandılar. Oysa sadece dört- beş yıl sonra hoca efendi de cemaati de tukaka edilecekti ve Amarika’ya gitmeye mecbur olacaktı.* Ben o zaman yazmıştım ‘Medyatik Gülen Yahut Çekirdeğin Çatlatılması’ yazısını. O zaman birçok insan bana düşman olmuştu. Herkesin onları övdüğü bir zamanda, “Yanlış yapıyorsunuz, bu gidişat size zarar verecek. İçinize sızamıyorlar, o yüzden de sizin içinizi boşaltıyorlar” demiştim nafile olarak. İşte semerelerini gördük. O zaman söyletmişlerdi “Baş örtüsü teferruattır” diye..* O zaman kendilerinin ne kadar demokrat olduğunu göstermek için RP’yi askerlerin önüne atmışlardı vs… Böylece ümmetin büyük bir kısmının gözünde, kendi değerlerini erozyona uğrattılar. Sonra yapayalnız kaldılar. Şimdi onları CHP’liler ve bir takım İslam karşıtı örgütler sahipleniyor… Hâlbuki onlar toplumun gönlünde taht kurmuşlardı en baştan. Bu bir eleştiri değil, tespittir. *** ** * Şimdi hissediyorum ki, sıra nurculara gelmiş (veya geliyor!)… Çünkü en çok onlara rağbet gösteriliyor. Onları sürekli siyaset sahnesi içinde göstermeye çalışıyorlar. Oysa ki Risale-i Nuru ve Bediüzzamanı tanıyanların ezberledikleri ilk cümle, üstadın “Euzu billahi min şerri’ş-şeytani ve’s-siyase” (Şeytandan ve Siyasetten Allaha sığınırım) cümlesidir. Siyaset karşısında bu kadar tok ve ‘müstenkif’ durmuş bir zatın eseri olan şu hareketi, bir siyasi örgüt ile aynı konumun içine sokmak, -ne kadar haklı da olunsa- uzun vadede zarar verir. Toplumun her kesiminin ihtiyaç duyduğu, bir hakikati ve hareketi, toplumun belli bir kesimiyle entegre ettiğinizde veya siyasi bir hareketle birlikte hareket ediyorlarmış gibi gösterdiğinizde, onun toplum katmanları nezdindeki itibarına zarar verirsiniz. Siyasi olmayan bir iman hareketini siyaset namına “taraf” haline getirirsiniz. O zaman da o siyasetin karşısında olan herkes nezdinde Risale-i Nur itibar kaybeder. Sonra Allah korusun gün gelir bir de bakarsınız ki, memlekete ihanet etmekle suçlanan bir şebeke oluvermiş Nurculuk. Tek parti döneminde buna benzer bir yığın iftiralar atıldı Bediüzzamana ve hareketine. Ama onlar toplum nezdinde inandırıcı olmadı. Zira o iftirayı atanların müfteri oldukları malumdu. Ama şimdi iş suret-i haktan zuhur ediyor. Bir anda kendinizi paralel bir koltukta oturuyor bulabilirsiniz. O zaman da sizi hain ilan ederler. Siz kendinizi temize çıkarıncaya kadar Yusuf Mısır’a varmış olur. Yahudiler, hakikisine benzer ıslak imzalı belge uydurmakta mahirdirler. Hz. Yusuf’un kana bulanmış gömleği bunun en bariz remzidir. Peygamber olan babalarını (Hz. Yakub’u) bile ikna ettiklerine göre bizim gibi saftiroz toplumları hayda hayda ikna ederler! Ölmüş olmanız –isnat edilen şeyi yapmış olmanız- gerekmiyor. Sahte bir kanlı gömlek, yok sayılmanız için yeter de artar bile! Buna müsaade edilmemeli. *** ** * Esasında şu mesele, bir zamandır aklımı kurcalıyor ve gönlümün üstünde bir yük gibi duruyordu. Sonunda yazdım, “Fırıncı Ağabey Başbakanın Elini Öper mi” yazısını. O yazımdan dolayı bazı kardeşlerin kırıldığını, kendilerini arkadan hançerlediğimi sanmışlar. Vallahi hiç kimseyi kast etmedim. Ve özellikle de alınganlık yapan kardeşi –ki ayrıca çalışmalarını takdir ettiğim aziz bir dostumdur-* hiç kast etmedim. Aksine ona demiştim ki siz Nurcular adına siyasetin içinde kalın, yapın. Ama hareketin kendisini siyasetin arkasına takmayın! “Bir kısım insanlar Nurculuğu, siyasi istikballeri için kullanıyorlar” ifadesini üstüne alınmış. Ben onu gerçekten ortaya söylemiştim. Niye üstüne alındı anlayamadım! Ama şimdi açık söylüyorum, bu hareketleriniz, Nur Hareketini bitirmek isteyenlerin amaçlarına fevkalade hizmet ediyor. Vallahi Nurcuların Tayyip beyi desteklemesinden gocunmuyorum. Ama koca bir iman hareketini onun siyasi teşkilatına hizmet eder gibi gösterilmesini doğru bulmuyorum. Birileri kendi adına siyaset yapabilir. Ama “Nurcular filan partidendir” dedirtmek doğru değildir. Evet Nurcuların karşı olduğu bir siyasi zihniyet vardır. O da CHP’dir. CHP’ye karşı durmak da malum zihniyeti taşımasındandır. O ondan vaz geçtiğinde tutum da değişir. Öyle değil mi? Eğer bu hali sürdürürseniz, yani ikide bir, şu Allah dostları olan ve dualarıyla, duruşlarıyla bu toplumun bekasının teminatı olan o güzel ağabeyleri mahfil mahfil, örgüt örgüt dolaştırırsanız, nurculuğu da risaleleri de toplum nezdinde düşürürsünüz. Üstad, 28. Şubat dayatmasında sözü dinlensin diye, 1920’li yıllarda siyasetle ilgilenmeyi kestiğini söylüyor.********************************************* (Bakınız: Emirdag Lahikası 1, Adliye Vekili ve Hakimlerle hasbihal bahsi!) Zira siyasetçilerin sözü mevsimliktir ve mutlaka muhalifleri de vardır. Ama Allah dostlarının sözü hak olmalı ve hak ile alakalı herkesi alakadar kılmalı. Risaleler öyledir. Nur hareketi de siyasete bulaşmadıkça öyle kalır. Bırakanız İktidar sahipleri ona rağbet etmesin. O tür zevatın hoşuna gitmesin. Hak ehlinin rağbet ettiği bir meta olarak kalsın! O yeter. İktidarlar asla bir nimeti karşılıksız vermez zira. Kitapları bastırmayı, size minnet olarak dayatmasınlar. Hem siyaset canibinden gelecek arpalar ve arpalıklar bu davanın karnını ağrıtır. Üstadın kanaatkârlığı dillere destandır. Minnetsiz tuzu, minnetli bala tercih etmiştir! Siz de öyle yapın ki geleceğin “hain”(!) bir cemaati de siz olmayasınız! İktidarlar gelir geçer. Bu gün itibarda olur yarın aşağı iner toplum nezdinde. Öyle de bugün sizi seven siyasi bir örgüt, yarın aranıza niza’ girdiğinde hiç insaf etmeden sizi hainlik tahtına oturtur. Çünkü siyasi tarafgirlik melanet bir şeydir! Kördür ve insafsızdır… Siyasetçi, kendisine muhalif olan evliyayı şeytan gösterir. Taraftarı bir münafığı da evliya gösterdiği gibi… Hem, ‘siyasetle ilişki’, Nur talebeleri için “Gayrı meşruya muhabbet” mesabesindedir. Gayrı meşruya muhabbet etmek ise, insafsızca azap çekmeye neden olur. Aman ha aman! Selam ve dua ile! [1] Peygamber efendimiz hadisin metninde “La tezâlü” ifadesini kullanır. Yani “korkmayın kaybolmaz, zail olmaz” der. “Devam eder”, “varlığını sürdürür” diyeceğine ‘zail olmaz’ ifadesini kullanıyor. Bunun manası, “İslam nerede ise “kayboldu” denilebilecek dönemler yaşayabilir ama korkmayın devam eder” demek istedi… Mehmet Ali Bulut Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 18. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 18. Juli 2014 Nur Talebeleri Hangi Tarafı Tercih Ederse O Taraf Kazanır PaylaşTweet+ 1Posta Bu vatanın en mühim hizmet hareketi olan Risale-i Nur Talebeleri, -eski bazı alışkanlıklarını terkedemeyenler ve tercihli hareketi tasvib zannedenler hariç- Kur’anın hakiki tefsiri olan Risale-i Nurdan aldıkları ders ile milletimizin ekseriyetinin tercih ettiği dindar ve dine hürmetkar partiyi desteklemektedirler. Darbe dönemlerinin akabinde gelen karmaşalar hariç bu hep böyle olmuştur. Bugün de aynı durum böyle devam etmektedir. Üstadın neden böyle yapığını soran talebelerine verdiği cevap bugüne ışık tutmaktadır. Bugün de CHP ve MHP ittifak ederek Üstadın endişesini haklı çıkarmıştır. *Bediüzzaman Hazretleri bir mektupta diyor ki: «Üstadımızdan, niçin Demokrat Partiyi muhafa*zaya çalıştığını sorduk. Cevaben:“Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek.*Halbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının ci*nayetleri ve hem*Cumhuriyetin Birinci Reisinin*Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icba*riyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski Partiye yüklendiği için,*bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o Partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek. Çünkü*Halk Partisi iktidara gelecek olursa, Ko*münist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır.*Halbuki, bir Müslüman kat’iyen Komünist olamaz, Anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman Ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza deh*şetli bir tehlike teşkil eden bu Partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve Va*tan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.206) Halk Partisi ise:*Hakikaten acip ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı me*murlara verdikleri için, yirmi sekiz senelik bütün cinâyatıyla başkaların cinâyâtı ve İttihatçıların ve Mason kısmının seyyiatları da o partiye yükletil*diği halde, Demokratlara bir cihette galip hük*mündedirler. Çünkü ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hiz*metkârlık olduğu halde, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçulukla nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acip cinayetlerle ve kendin*den olmayan ceridelerin neşriyatıyla beraber ba*na yapılan muamelelerinden hissettim ki, bir ci*hette mânen Demokratlara galip geliyorlar. Hal*buki, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan, hadis-i şerifte ***سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ* *yani, “Memuriyet, Emir*lik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.” Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu Ka*nun-u Esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanun*da olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.164) Üstad Bediüzzaman Hazretleri, memleketimizde Milliyetçiliği veya Dindarlığı esas alan Siyasîlerin dikkat etmeleri gereken hususları dört Siyasî Görüşü tahlil ettiği bir mektubunda şöyle der: «Milletçilere gelince: Eğer bu partide sırf İslâmi*yet esas olsa, Demokrat Partiye yardım et*tiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden hakikî Türk olma*yan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka milletlerle karış*mıştır. O zaman, Hürriyetin başında olduğu gibi, bu asil ve mâsum Türk milleti aleyhine bir milli*yetçilik tarafgirliği meydana gelecek. O vakit ha*kikî Türkleri, Ecnebîler boyunduruğu altına gir*meye mecbur edecek. Veya Türkleşmiş sair un*surdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve un*surculuk damarıyla bir Ecnebîye istinad ile ma*sum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli, tehlikeli olduğundan, Kur’ân ve Vatan ve Millet hesabına, dindar ve di*ne hürmetkâr Demokrat Partinin iktidarda kal*masını temin etmeleri için ders veriyorum.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.207) Bu memleketin Milliyetçileri veya Dindarları ayrı ayrı Parti olsalar bile, “Ahrar” denilen Dindar Demokratların iktidarda kalmaları için onlara yardım etmeleri ve Demokratların muhalifleriyle işbirliği yapmamaları ve onların aleyhlerinde bulunmamaları gerekmektedir. Zikredilen bu şartlara riayet edilmemesi halinde diğer farklı Müslüman milletlerden olan vatandaşların dostluğunu kaybetmenin yanında,*Said Nursi Hazretlerinin “asil ve masum” dediği Türk milletinin yabancıların boyunduruğu altına girmesine sebebiyet verebilir. Risale-i Nur’dan tesbit edilen bu mesele, tarafgirlik duygusuyla bilerek veya bilmeyerek alet edilip zarar ve mesuliyetlere girmemek için ve nihayet selamet-i millet için bu hakikatler nazara verilmiştir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 21. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 21. Juli 2014 21 Temmuz 2014 Pazartesi 09:56 [h=1]Nur talebelerinin oyu Erdoğan’a[/h] Mehmet Fırıncı ağabeyin Risale-i Nur’un basımıve Cumhurbaşkanlığı seçimi açıklaması İsa Tatlıcan'ın haberi: Bediüzzaman’ın hayattaki son talebelerinden biri olan Mehmet Fırıncı Sabah’a konuştu:“Erdoğan Risale-i Nur Külliyatı’nı yasaklıyor diyenler yalan söylüyor. Bakanlık tahrifatçılara ve korsancılara dur diyecek…” Mehmet Nuri Güleç… Ya da Nur camiasında bilinen ismiyle Mehmet Fırıncı. Bediüzzaman Said Nursi'nin hayattaki son talebelerinden biri. 1940'lı yıllarda Fatih'te işlettiği Fırıncı dükkanı nedeniyle Bediüzzaman tarafından "Fırıncı" lakabı ile anılmaya başlanmış. O günden bu yana, Risale-i Nur hareketine gönül vermiş herkesin tanıdığı, sevdiği, güvendiği "Fırıncı ağabey"i. Üslubu, mütevazi duruşu, her yaştan insana gösterdiği sevecen tavırları ile bir İstanbul beyfendisi. 1946 yılında Bediüzzaman'ın eserleri ile tanışmış. 1950-1960 yılları arasında yanından hiç ayrılmamış. 1953 yılında Bediüzzaman'ı üç ay evinde misafir etmiş. Bediüzzaman hayatta iken kendisine verilen Risale-i Nur Külliyatı'nın basım ve dağıtım hizmetini vefatından sonra da sürdürmüş. Geride bıraktığı 85 yıla rağmen, heyecanında, insanlara faydalı olma gayretinde hiçbir eksilme olmamış. Mehmet Fırıncı ile son günlerde bazı medya kuruluşlarında gündeme getirilen "iktidar Risale-i Nur Külliyatı'nı yasaklıyor" iddialarının arka planını, Nurcuların siyasete bakışını ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini konuştuk. YILLARCA KORSAN BASKILARA GÖZ YUMULDU -Son aylarda bazı gazetelerde "Risale-i Nur yasaklanıyor, devletleştiriliyor" gibi iddialar okuyoruz. Kültür Bakanlığı'nın yaptığı bu düzenleme hakkında bilgi verir misiniz? 1990'lara kadar Bediüzzaman hazretlerinin Risale-i Nur'da isimlerini belirttiği talebeleri Risale-i Nur'ların neşredilmesi hizmetini yürütüyordu. Bu isimler konusunda Risale-i Nur talebeleri arasında da bir ittifak vardı. 1990'lardan sonra ise Bediüzzaman hazretlerinin vasiyet ettiği naşirler (yayıncılar) tarafından görevlendirilmemiş olan bazı yayınevleri varislerden izin almaksızın bu eserleri yayınlamaya başladılar. BEDİÜZZAMAN SADELEŞTİRMEYE KESİNLİKLE KARŞIYDI -Korsan yayıncılık yapanlar dışında bir de sadeleştirme ve tahrifat yapanlar var. Bu mesele nedir? Bediüzzaman hayatta iken Şemsettin Yeşil ve Necip Fazıl Kısakürek merhumların Risale-i Nur eserlerini sadeleştirme teşebbüsleri olmuş, Bediüzzaman bizzat müdahale etmiş ve telebesi Zübeyr Gündüzalp'i göndererek bu teşebbüsü önlemişti. Vefatından sonra 1990'ların başında Fethullah Gülen ve arkadaşları Risale-i Nur eserlerini yeniden sadeleştirmeye teşebbüs ettiler. O günlerde Bediüzzaman'ın varis ve vekilleri olan ağabeyler böyle bir sadeleştirmeye Bediüzzaman'ın asla rızası olmadığını ve müsaade etmediğini söyledi. Bu görüş Fethullah Gülen'e bir mektup ile bildirildi. O günlerde mektup etkili oldu ve Gülen bu girişiminden vazgeçti. http://www.risalehaber.com/d/other/firinciabi.jpg FETHULLAH GÜLEN'İ UYARDIK AMA DİNLEMEDİ Peki Fethullah Gülen hareketi neden yeniden böyle bir girişimde bulundu? Bir gün haberleri izlerken bir televizyon kanalında Gülen hareketine yakın bir yayınevini temsilen genç bir arkadaş çıktı ve Risale-i Nur'ları sadeleştirdiklerini açıkladı. O gün haberimiz oldu. Ağabeyler merhum Mustafa Sungur ağabeyin kaldığı evde bir araya gelerek bu girişimin durdurulması için yeniden bir mektup kaleme aldılar. Ben de o gün orada bulunuyordum. Bütün girişimlerimize rağmen mektubu Fethullah Gülen'e ulaştıramadık. Dolaylı olarak bu mektubu kendisine ulaştıracak isimlerle kesinlikle görüşmek istemediğini öğrenildi. Bunun üzerine mektup kamuoyu ile paylaşıldı. ESERLERİN MÜELLİFİ VE VARİSLERİ SADELEŞTİRMEYİ İSTEMİYOR! -Sadeleştirme meselesi neden bu kadar önemli? Birincisi eserlerin müellifi sadeleştirilmesini istemiyor. İkincisi neşredilmekle vazifelendirdiği, vasiyeti ile isimlerini bildirdiği varisleri sadeleştirilmesini istemiyor. Üçüncüsü de Risale-i Nurlarda yeralan derin itikadi Kur'an hakikatlerinin ifade ettiği anlamın günümüz Türkçe'sinde karşılığı yok. Her sadeleştirme büyük anlam kayıplarına, tahrifata neden olmuştur. Bu nedenle eserlerin müellifi bu eserlerin sadeleştirilmesine izin vermemiştir. Eser sahibi hak sahibidir ve sadeleştirilmesini istemiyor. Tayin ettiği varis ve neşredenler de istemiyor. Bunun üzerine yorum yapmak ve akıl yürütmek hak sahibine büyük bir haksızlıktır ve hukukunu ihlaldir. ORJİNAL METNİN KORUNMASI ÇOK ÖNEMLİ -Yabancı dillere çevrilmesine izin veriliyor. Burada da bir anlam kaybı olmuyor mu? Müellifi tercümeye hayatında izin vermiş, bizzat bazı eserleri kendisi tercüme ettirmiş. O eserlerin üzerinde zaten tercüme yazıyor. Okuyan tercüme bir eser okuduğunu biliyor. Üstad tercümeye izin vermiş ama orijinal metne dokunulmasına asla izin vermemiş. Orjinali sağlıklı olarak ortada. Orjinali üzerinde yapılan her tahrifat Risale-i Nurlara zarar verecektir. KÜLTÜR BAKANLIĞI VE BİMER'E ŞİKAYET YAĞDI -Kültür Bakanlığı bu düzenlemeye neden ihtiyaç duydu? Risale-i Nur okuyucuları Kültür Bakanlığı ve BİMER'e birçok şikayette bulunarak eserlerin tahrif edilmesine neden göz yumulduğunu sormuş. Bu şikayetler artınca bakanlık hak sahibinin kim olduğunu öğrenmek için hak sahibi belirlenene kadar bandrol vermeyi durdurmuş. DİYANET, KORSANA VE TAHRİFATA KARŞI ESERLERİ KORUYOR -Nurcu gruplar yasal düzenlemeye ihtiyaç duymadan bu meseleyi kendi aralarında halledemez miydi? Atanmış varisler ve yasal varislerin sundukları belgeler kanunda belirtilen şartları yerine getiremediği için geriye yasal düzenlemeden başka bir yol kalmıyordu. Devletin burada bir art niyeti olsaydı Diyanet İşleri Başkanlığı'na bir öncelik tanıyabilirdi. Oysa devlet kendi kurumuna bile bandrol veremez duruma geldi. İşaratu'l- İ'caz isimli eser basıldığı halde bandrol alınamadığı için diyanetin depolarında bekliyor. ESERLER DEVLETLEŞTİRİLMEDİ KAMUYA MALEDİLDİ -Kültür Bakanlığının yaptığı bu düzenleme ile Risale-i Nur yasaklanıyor mu? Fikri ve Sanat Eserleri Kanunu'nda yapılan değişiklikle Risale-i Nur Külliyati "Memleket Kültürü Açısından Önemli Görülen Eserler" kategorisine alınarak kamuya maledildi. Bu düzenlemeyle eserlerin topluma ulaşması için yayınlanma zorunluluğu da getirildi. Bu çalışmayla eserler koruma altına alındı. Bozulma ve tahrifatın önüne geçildi. En önemlisi de eserlerin topluma ulaşacak şekilde yayınlanması devlet için bir zorunluluk haline getirildi. Bakan da değişse, Risale-i Nur neşredecek yayınevi bulunmasa da bu eserleri yayınlamak devletin bir görevi haline getirildi. KORSANCILAR GELİR KAPISINI KAYBETMEKTEN KORKUYOR -Peki diğer yayınevleri de basabilecek mi? Eserlerin aslına uygun olarak basacağını tahaüt eden her yayınevi bu eserler için bandrol alabilecek. Yine önemli bir nokta da şudur. Şimdiye kadar hak sahibi belli olmadığı için eser üzerindeki tahrifatlara ve suistimallere müdahale edilemiyordu. Ancak şimdi eserin sahibi devlet olduğu için yapılacak her türlü suistimale karşı kanun eserleri koruyabilecek. SESİ EN ÇOK ÇIKANLARIN ASLINDA BASMAYA HAKKI YOK -Risale-i Nur eserlerinin atanmış varisleri bu yasal düzenleme hakkında konuşmazken, bu konuda hiçbir yetkisi olmayanların bunu gündeme taşımasına ne diyorsunuz? Bunların aslında hiçbir hakları yok. Eserlerin müellifi vasiyet etmiş ve hak sahileri hala hayatta. Bunlara kimse sormuyor, eser sahibinden hiçbir şekilde vekalet almayan, hayatında hiç görmemiş insanların sesi en fazla çıkıyor. Ömürleri Bediüzzaman ile birlikte çilelerle, hapislerle geçmiş insanlar hala yaşıyor. Onlar konuşmazken tahrif edenler ve korsan yayıncılık yapanların sesi çok çıkıyor. ESERLERİN DİYANET TARAFINDAN BASILMASI VASİYETİYDİ -Risale-i Nur Külliyatı'nın Diyanet'in de basması, korsana ve tahrifata karşı devletin sahip çıkması Bediüzzaman'ın görüşlerine aykırı mı? Risale-i Nur eserlerinin devlet ya da Diyanet tarafından basılması üstadın görüşlerine aykırı olmadığı gibi bizzat vasiyetidir. Ve eserlerinin birçok yerinde bunu ifade etmiş ve Diyanet'in sahip çıkması, himaye etmesi, muhafaza etmesi ve neşretmesini ısrarla istemiştir. Dahası talebesi Mustafa Sungur'un dönemin Diyanet İşleri Reisi Ahmet Hamdi Akseki'ye birçok defa göndererek eserlere sahip çıkmasını istemiştir. ÜSTAD MENDERES'TEN ESERLERİ BASMASINI İSTEDİ -Yanlış hatırlamıyorsam Bediüzzaman'ın Menderes'ten de böyle bir isteği vardı. Evet, Afyon Mahkemesi'nde 1956 yılında Risale-i Nur Külliyatı hakkında açılan dava beraatle sonuçlanınca Üstad Bediüzzaman kendi talebesi olan Isparta Milletvekili Tahsin Tola'yı merhum Başbakan Adnan Menderes'e gönderdi. Selamını ileterek Risale-i Nur Külliyatının Türkçe, Arapça ve diğer dillerde Diyanet tarafından neşredilerek alem-i islama ulaştırılmasını istedi. Bu iki örnekten yola çıkarak, bu eserlerin Diyanet tarafından korunması, muhafaza edilmesi ve neşredilmesinin Bediüzzaman'ın arzusu ve vasiyeti olduğunu söyleyebiliriz. DP'NİN MİSYONUNU AK PARTİ ÜSTLENDİ -Bazı yazarlar Bediüzzaman'ın siyasi iktidardan hep uzak durduğunu söylüyor. Bediüzzaman'ın siyasete bakışından da biraz bahseder misiniz? Hayatının her döneminde devletin şahsı manevisine hep saygı göstermiş, o makamları işgal eden bazı liyakatsız kişileri de eleştirmiştir. Bediüzzaman 1950-1960 yılları arasında özgürlüklere ve dine müsamahası açısından Demokrat Parti hükümetini desteklemiştir. Hatta 1950 yılında sandığa giderek "hangisi demokrat" diyerek oy pusulasını istemiş ve oyunu açık açık Demokrat Parti'ye verdiğini belirtmiştir. Günümüzde de muhafazakar ve demokrat misyonu AK Parti temsil etmektedir. NURCULARIN OYU ERDOĞAN'A -Son günlerde "Nurcular Ekmelettin İhsanoğlu'nu destekliyor" gibi haberler okuyoruz. Bu haberler doğru mu? Milyonlarca nur talebesinden belki birkaç kişi CHP'nin adayı Ekmelettin İhsanoğlu'na oy verebilir. Bunun da Nur cemaati açısından kayda değer bir önemi yoktur. -Nurcular kime oy verecek? Üstad Bediüzzaman eserlerinde "halkçıların ırkçıları" elde ederek islamiyete zarar verebileceği kaygısını taşımakla birlikte bu milletin kendi iradesiyle o zihniyeti iktidara getirmeyeceğini beyan ediyor. Bugünkü şartlarda da milletin ekseriyetinin siyasi tercihi gayet açıktır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu milletin Başbakan Erdoğan'ı tercih edeceğinden şüphem yok. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da devletin başına geçer ve hayırlı işlerine Çankaya'da da devam eder. Sabah Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 22. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 22. Juli 2014 'Paralel yapı'ya 25 ilde operasyonGündem İstanbul'da, aralarında emniyet mensuplarının olduğu bildirilen şüphelilere yönelik operasyon başlatıldı. İstanbul Terörle Mücadele Şübesi'nin yönetiminde Istanbul merkezli 25 ilde düzenlenen operasyonda "tevhid-i selam örgütü" soruşturmasını yürüten dönemin emniyet görevlilerini kapsayan operasyon başlatıldı. Eş zamanlı yürütülen 2 operasyonda şu ana kadar 67 kişi gözaltına alındı. Aralarında İstanbul'un da olduğu toplam 25 ilde, polislere yönelik gözaltı dalgası yaşanıyor. Operasyonlardan birinin Selam Tevhid soruşturmasını yürüten polislere yönelik olduğu belirtilirken, eş zamanlı diğer operasyonun da yine telefon dinlemeleriyle ilgili olduğu kaydedildi. Sahur saatlerinde başlayan operasyonlarda, şu ana kadar, aralarında üst düzey emniyetçilerin de bulunduğu toplam 67 polis gözaltına alındı. İlk operasyon, Selam Tevhid örgütü soruşturmasını yürüten polislere yönelikti ve halen devam ediyor. Teröle Mücadele Şubesi tarafından yapılan bu operasyon kapsamında, 29'u İstanbul'da, 11'i diğer illerde olmak üzere toplam 40 kişi gözaltına alındı. Üst düzey emniyetçilerin aralarında bulunduğu bu kişiler; özel hayatın gizliğini, konut dokunulmazlığını ve soruşturmanın gizliliğini ihlal; usulsüz dinleme, resmi belgede sahtecilik, bilgi sızdırma ve sahte delil üretmekle suçlanıyorlar. Örgüt hakkındaki iddia, casusluk faaliyeti için aralarında akademisyen, siyasetçi ve gazetecilerin bulunduğu 2280 kişinin dinlediği yönündeydi. EŞ ZAMANLI İKİNCİ OPERASYON Selam Tevhid operasyonuna eş zamanlı olarak başlatılan diğer operasyon ise, Organize Suçlarla Mücadele Şubesi tarafından gerçekleştiriliyor. 16 ilde gerçekleştirilen operasyonda şu ana kadar 15 kişi gözaltına alındı. İstanbul'un eski İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in evinde de arama yapıldığı kaydedildi. Bu kişilerin; resmi belgede sahtecilik, görevi kötüye kullanma, bilişim sistemini bozma-engelleme-yok etme, devlet güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, haberleşmenin gizliliğini ihlalle suçlandıkları belirtildi. İddia; sanatçı, iş adamı ve yargı mensuplarının da aralarında bulunduğu 220'den fazla ismin dinlendiği yönünde. ESKİ MÜDÜRLER VE YARDIMCILARI GÖZALTINDA Operasyonların İstanbul ayağında, 200'e yakın adreste arama yapılırken, bu aramaların yoğunlaştığı yerler Halkalı ve Alibeyköy'deki polis lojmanları oldu. 17 ve 25 Aralık operasyonları sırasında İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü olan Ö.K. da gözaltına alındı. Polisler tarafından evinden alınan Ö.K., doktor kontrolü için, diğer gözaltına alınan polisler gibi Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne götürüldü.* Ayrıca, İstanbul'un eski Terörle Mücadele Şube Müdür Yardımcısı H.B. de gözaltına alındı. Eski İstanbul Mali Şube Müdürü Y.S. ile eski Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdür Yardımcısı Y.T. de gözaltına alınan isimler arasında. Operasyonlar kapsamında İzmir'de de bir komiser yardımcısının gözaltına alındığı öğrenildi. İzmir Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alınan komiser yardımcısının İstanbul'a gönderileceği belirtildi. Öte yandan İstanbul'da gözaltına alınan şüpheliler, doktor kontrolünden geçirildikten sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün Vatan Yerleşkesi'ne götürülüyor.* 'BİLGİ SIZDIRDI' GÖZALTISI Bu arada, 'Operasyondan önce gözaltına alınacak şüphelilere bilgi sızdırdığı' iddiasıyla gözaltına alınan İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün Vatan yerleşkesinde görev yapan Hassas Bölgeleri Koruma Şube Müdürlüğü'ne bağlı bir polis memuru da sağlık kontrolünden geçirildi. Sabah - 22.07.2014 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 29. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 29. Juli 2014 [h=1]7 Şubat, 17 ve 25 Aralık'ın hiç bilinmeyenleri...[/h]23 Temmuz 2014 ÇarşambaSüleyman ÖZIŞIKsuleyman@internethaber.com Geçtiğimiz Cuma günü 7 Şubat MİT krizi ile, 17 ve 25 Aralık operasyonlarının hiç bilinmeyen detaylarını Kanal A'da anlatmıştım. İzleyenlerden gelen tepkiler çığ gibiydi... Biliyorum... Bugün anlatacaklarım o yayını izleyenler için tekrar olacak ama, ben yine de yazmak istiyorum. Kulağı olan her adam bu alçakça, bu namussuzca ihaneti duyuncaya kadar da yazmaya devam edeceğim. Detayları size anlatınca, çıldırmışlığın, gözü dönmüşlüğün ve ihanetin boyutlarını daha iyi anlayacaksınız. 2012 yılının 7 Şubat günü, saatler 16.30'u gösteriyor. Başbakan Erdoğan İstanbul'da makam arabasına binmiş, herşeyden habersiz bıçak altına yatacağı hastaneye gidiyor. Aradan 25 dakika geçiyor. Saatler 16.55, yani resmi mesai saatinin bitimine 5 dakika var. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın telefonu çalıyor. Arayan kişi, Savcı Sedrettin Sarıkay'nın Oslo görüşmeleriyle ilgili ifadesine başvurulmak üzere kendisini savcılığa beklediğini söylüyor. Ancak mesele bundan ibaret değil... Bir süre sonra Hakan Fidan'ın evinin civarı polis kaynamaya başlıyor. Anlayacağınız ifade vermeye hemen gitmezse polis evini basacak, MİT Müsteşarı'nı azılı bir terörist gibi kelepçeleyerek savcıya götürecek. Fidan o sırada ne yapacağını, kime ulaşacağını ve bilgi aktaracağını araştırıyor. Plana göre Erdoğan 17.00'da ameliyata girmiş olacağı için onu arasa da ulaşamayacağını düşünüyor ve aklına gelen ilk ismi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü arıyor. Gül konuşma sonunda ifade vermesinde bir sakınca olmayacağını belirtiyor. Saatler 17.30'u gösterdiğinde Fidan Erdoğan'ın en yakınındaki isimlerden birini arıyor. "Sedrettin Sarıkaya isimli Savcı beni ifadeye çağırdı ve evin etrafını sarmışlar. Gitmezsem eve operasyon yapacaklar. Ben ifade vermeye gideceğim ancak Başbakan ameliyattan çıkar çıkmaz kendisine durumu iletin" diyor. O an, inanılmaz birşey oluyor! Hastanede bıçak altında olması gereken Erdoğan'ın hastaneye henüz gitmediği ortaya çıkıyor. Nasıl mı? Anlatayım... Hastaneye gitmik için yola çıkan Başbakan'ın konvoyu bir süre sonra güzergah değiştiriyor. Arka koltukta oturan Erdoğan öndeki korumasına, "Şu ara sokakta bir aileye sözüm vardı evlerine gideceğime dair. Bekleyen doktorlar özel ekip, hastane özel hastane. Bir saat bekleseler de olur. Çek şu evin önüne" diye talimat veriyor. Henüz o evdeyken, Fidan'ın telefonda anlattıkları kulağına fısıldanıyor Erdoğan'ın. "Sakın teslim olma, sakın kapıyı açma" diye talimat veriyor ve ayaklanıyor. Hastaneye gitmek için yola çıkan konvoy birkez daha güzergah değiştiriyor. Yarım saat sonra Başbakanlık uçağı Erdoğan'ın talimatıyla Ankara'ya uçuyor. Ancak Erdoğan daha Ankara'ya gitmeden bu kez Hakan Fidan'ın evinin etrafını özel harekat timleri sarıyor. Birkaç dakika içinde de, "O polisler oradan çekilmezse vur emrini uygulayın" talimatı geliyor. Cumhuriyet tarihinin en dehşet verici operasyonunu gerçekleştirmek üzere olan polisler, bu emir üzerine apar topar geri çekiliyor. Neden "Cumhuriyet tarihinin en dehşet verici operasyonu" dediğimi merak ediyorsunuz değil mi? Onu da anlatayım... Hani Erdoğan Sezai Karakoç'un bir şiirini okumuştu ya. "Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır. Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır" diyordu o şiirde... İşte o kaderin üstündeki kader orada ortaya çıkıyor. Göklerden gelen kararın son karar olduğu orada ortaya çıkıyor. Erdoğan o gün söz verdiği o ailenin evine gitmese, Hakan Fidan kendisine ulaşamayacak ve cebren de olsa savcının karşısına götürülecekti. Önceden hazırlanan belgeye göre Hakan Fidan'a,"Talimatları Başbakan'dan aldım" dedirtilecekti. Ve en korkunç olanı... Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ameliyat sonrası bir eli yatağa kelepçeli olarak uyanacaktı. O uyanmadan fotoğrafları tüm medyaya servis edilecek, "Başbakan Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan vatana ihanet suçundan gözaltına alındı ve tutuklandı"haberleri dalga dalga yayılacaktı. 17 Eylül 1961 yılında Menderes'i yatağına kelepçeleyerek başına iki asker diken zihniyet, 53 yıl sonra aynı sahneyi Türkiye'ye bu kez Erdoğan üzerinden yaşatacaktı. İki askerin yerinde iki polis, Menderes'in yerinde ise Erdoğan olacaktı. Erdoğan'ın 7 Şubat krizinden sonra hemen her yerde, "Bunların amacı bana ulaşmaktı"demesinin nedeni işte bu. Bu söz laf olsun diye söylenen bir söz değil. Çünkü bu korkunç planın tüm ayrıntıları devletin kayıtlarında şu anda mevcut! Dün itibariyle paralel yapıya yönelik yapılan operasyonların bir kısmı da bu belgeler ışığında yapılıyor. Bir kısmı diyorum çünkü henüz kimsenin bilmediği 17 ile 25 Aralık operasyonlarının korkunç ayrıntıları nedeniyle gözaltına alınanlar da var. O korkunç ayrıntıları da yarınki yazıda sizinle paylaşacağım inşallah! Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 29. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 29. Juli 2014 [h=1]17 Aralık'tan bir gün önce bakın neler yaşanmış![/h]24 Temmuz 2014 PerşembeSüleyman ÖZIŞIKsuleyman@internethaber.com Dünkü yazımda 7 Şubat MİT krizinin hiç bilinmeyen birkaç ayrıntısını anlatmıştım. Kimileri yaşananlara inanmamış, senaryo demiş. "Yahu anlattıkların filmlerde bile olmaz" diyenler de var. Onlara göre Adnan Menderes ve dava arkadaşlarının asılması da, Özal'ın zehirlenerek ortadan kaldırılması da, Erbakan'ın postmodern darbe ile, Ecevit'in ekonomik darbe ile koltuktan indirilmesi de birer dizi filmden ibaret zaten... Neyse... Dün yazımı, "Yarın da 17 ve 25 Aralık operasyonlarının hiç bilinmeyenlerini anlatacağım"diyerek noktalamıştım. Başlayalım o halde... Ama başlamadan birkez daha söylemekte yarar görüyorum. Bahsini ettiğim bilgi ve belgelerin tamamı devletin elinde var! Yani "tapecilerin tapeleri" istihbarat birimlerinin elinde ve bunlar yeri ve zamanı gelince ortaya çıkacak! **** Tarih 16 Aralık 2013! Operasyonun düğmesine basılan ilin Emniyet Müdürü'ne bir telefon geliyor. Telefondaki sesin sahibi tanıdık biri... Lafı hiç dolandırmadan tüyler ürperten o sözleri söylüyor: "Yarın sabah Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı tarihe karışacak. Yargı ve polis gerekli bütün hazırlıkları yaptı. Telefonunu kapat ve kaybol, git!" Duyduklarına inanamıyor müdür! "Siz çıldırmışsınız! Bunu yapacağımı, bu söylediklerinize izin vereceğimi nasıl düşünürsünüz?" diyor hiddetle!.. Karşısındaki kişi oldukça sakin bir şekilde sözlerine devam ediyor: "Ailenden birinin kimlerle neler yaşadığı bilgisi ve görüntüleri sadece sana gelmedi. O görüntü ve bilgiler bizim elimizde de mevcut. Sen dirensen de bu operasyon yapılacak. Türkiye'de bir devir kapanıyor. O devrin suçlularından biri olarak cezalandırılmak istemiyor ve kızın yüzünden insan içine çıkamayacak hale gelmek istemiyorsan bugün mesai saatinden sonra telefonunu kapat ve kaybol git!" O konuşmadan 11 buçuk saat sonra operasyon başlıyor. Bakan çocukları, Halkbank Genel Müdürü, Rıza Zarrab, Ali Ağaoğlu ve Fatih Belediye Başkanı'nın evleri ardı ardına eşzamanlı operasyonlarla basılıyor. Kabinede operasyondan ilk haberdar olan İçişleri Bakanı Muammer Güler. Oğlu Barış Güler'in kendisini arayıp, "Baba polisler evi bastı ne yapayım?" demesi üzerine hemen İstanbul Emniyet Müdürü'nü arıyor ancak hiçbir telefon numarasından ulaşmayı başaramıyor! O gün İstanbul Emniyet Müdürü'ne 17 saat boyunca hiç kimse ulaşamıyor. Vali Hüseyin Mutlu, köşe bucak müdürü arıyor ama o da bir türlü ulaşamıyor! Operasyonun detayları hakkında sabah saatlerinde bilgi sahibi olan Erdoğan operasyona operasyonla cevap veriyor: "Müdür'ü derhal görevden alın. Yarın sabaha kadar görevinin başındaymış gibi bulunsun. Hiçbir şeye müdahil etmeyin. Selami Altınok'u İstanbul'a getirin!" Operasyonların devam edeceğini bilen Erdoğan'ın ikinci hamlesi ise operasyonlara çifte denetim getirmek oldu. Bir önceki operasyonu Başsavcı'dan gizleyerek yapan savcı ve polislerin Emniyet Müdürü ve Başsavcı'nın onayı olmadan yeni bir operasyon yapmasının önüne geçildi. Şimdi diyeceksiniz ki, "Bu operasyonları yaparak Erdoğan'ı nasıl devireceklerdi?" Anlatayım... 17 Aralık operasyonu daha başlamadan, 4 bakanla ilgili fezlekeler hazırlanmıştı. Plan şöyle işleyecekti: Fezlekeler jet hızıyla Meclis'e gönderilecek, Erdoğan yolsuzlukla adı anılan bakanları derhal bakanlık görevinden alarak partiden ihraç edecek, Meclis de bu bakanların dokunulmazlıklarını kaldıracaktı. Bu bakanlardan bazıları, harcandıklarını düşündükleri için tıpkı Erdoğan Bayraktar gibi"Ben talimatları Başbakan'dan aldım" diyecekti. Operasyon bu kez Erdoğan'a uzanacak ve bir fezleke de Erdoğan için Meclis'e gönderilecekti."Madem bakanları harcadın, sen de istifa et" diye baskı altına alınan Erdoğan koltuğu bırakmak zorunda kalacaktı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Erdoğan bakanları koruyarak yargının kendisini alaşağı etme girişiminin önüne geçti. İşler sarpa sarınca bu kez 25 Aralık operasyonu için düğmeye basıldı. Muammer Akkaş, Bilal Erdoğan başta olmak üzere pek çok işadamı hakkında yakalama kararı çıkardı. Operasyon için bütün hazırlıklar tamamlındı. Hatta operasyon başlamadan birkaç saat önce paralel yapıya bağlı gazete ve televizyonlarda, "Bilal Erdoğan için yakalama kararı çıkartıldı. TCDD Genel Müdürü gözaltına alındı" şeklinde haberler yer almaya başladı. Ancak Cumhuriyet Başsavcısı, "Bu operasyona izin vermiyorum" diye rest çekince oynanmak istenen oyun deşifre oldu. 25 Aralık gecesi Başsavcı'nın kesin emrine rağmen operasyonun devam edeceği bilgisi gelince Bilal Erdoğan özel bir ekip tarafından Erdoğan'ın yanına alındı. 7 Şubat MİT krizinde Hakan Fidan'ı evine operasyon yapmak için gelen paralelci polislere, "Vur emri var. Yaklaşan buradan canlı çıkamaz" diyerek engel olan özel harekat timleri birkez daha sahne aldı o gece... Beklendiği gibi oldu... Bir süre sonra Başbakan Erdoğan'ın konutunun etrafı polis kaynamaya başladı. Hedefleri, içerideki Bilal Erdoğan'ı almaktı. Ancak karşılarında, İçişleri Bakanlığı'ndan gelen, "Erdoğan'ın konutuna yaklaşan kim olursa olsun vurun!" talimatını uygulamaya hazır özel harekatçıları bulunca tıpış tıpış geri dönmek zorunda kaldılar. "Vay bee" dediğinizi duyar gibiyim ama, bitmedi. Şeytanın aklına gelmeyen oyunu henüz anlatmadım. O gece Erdoğan'ın evini saran polislere bir talimat daha verilmişti. Talimatı alan bazı polislerin,"Meslek hayatıma mal olsa bile bunu yaparım" çığlığı emniyet korudorlarında yankılandı. O talimat şöyleydi: "Bilal Erdoğan'la beraber, terör örgütü PKK ile herhangi bir yasal dayanak olmaksızın pazarlık yapan-yaptıran Başbakan'ın koluna kelepçe takarak konutundan çıkarın!" Tam bir çıldırmışlık, tam bir akıl tutulması yani... Anlayacağınız, Erdoğan'ın bu yapıya taktığı "Haşhaşi" sözü boşuna değil... Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 31. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 31. Juli 2014 [h=1]Cemaatin Peygamber'i, Erdoğan'ın cinci hocası!..[/h]31 Temmuz 2014 PerşembeSüleyman ÖZIŞIKsuleyman@internethaber.com "Paralel Rüya Üretim Merkezi"nden çıkmış gayet steril bir olayla karşı karşıyayız yine. Ama bu kez rüya değil, birebir gerçek! Peygamberimiz ve Sahabeler, casusluk operasyonu kapsamında gözaltına alınan bir polis memurunu nezarette bizzat selamlamış! Ne mübarek bir cemaattir arkadaş! Önce sadece Hocaefendi görüyordu, artık önüne gelen herkes görüyor, konuşuyor, selamlaşıyor! Zaten dikkat ettiyseniz, Peygamberimiz sadece bunlarla kontağa geciyor. Türkçe Olimpiyatları'na şarkı türkü dinlemeye getiriyorlar, dizilerde rol aldırabiliyorlar, twitleri O'nun talimatı ile iki katına çıkarıyorlar. Nezarete bile sokabiliyorlar! Bu mübarekler nerede duruyorsa Paygamberimiz oraya gidiyor! Kamyonetin direksiyonunda olan muhterem nereye, Peygamberiz de oraya!... Size "Dizide kaybolan kamyonet aylar sonra Çağlayan Adliyesi'nin oraya yanaşacak" deselerdi inanır mıydınız? Bak işte oldu! Nasıl olduğunu, olayı yaşadığını söyleyen polis memuru şöyle anlatıyor: "Göz altına alınacağımı bilmiyordum. Hacet kıldım. Dua ettim. Dua bittikten kısa bir süre sonra kapı çaldı. Geldiler. İçime o kadar bir rahatlama oldu ki anlatamam. Birden çok güzel hayırlı bir başlangıcın başladığını, yeni bir döneme girildiğini hissettim. Görevliler işlerine yaparken ben de efendimizden başlamak üzere bütün büyüklerden, adına umre yapmış olduğum üstad ve büyüğümüz zatlardan medet istedim. Görevliler işlerini bitirdi. İstanbul’a geldik. Seramoniler bittikten sonra beni nezarethaneye koydular. Birden bir hal oldu. Efendimizden başlamak üzere Ashabı Bedir, Sühedai Uhud, Aişe validemiz, Fatıma validemiz, dört Halife ve medet istediğim bütün zatlar, üstad, büyüğümüz ve sahabe efendilerimiz sırasıyla beni selamladılar. Ve tüm bu olanlar uykuda değil, uyanıkken yaşandı..." Meseleyi "Tİ"ye alıyorum diye bana kızmayın. Girdikleri bütün sınavlardan yüz tam puan (ç)alan kafa bu olunca ben de ister istemez kafayı buluyorum! İmam-ı Azam Ebu Hanife zindanda şehit oldu, bir gün ''Resulullah beni ziyarete geldi'' demedi. O'nu ziyarete gelmeyen Peygamber, cemaatin en alt kademesindeki elemanı ziyarete geliyor, selamlıyor! Bunların en alt kademesindeki bile İmam-ı Azam Ebu Hanife'den daha üstün, varın yukarıdakileri siz düşünün! Hocaları daha önce Peygamberimizin Fatih Üniversitesi'nin yapılacağı araziyi ziyaret ettiğini ve bir ağacın altında otururken kendisiyle karşılaştığını bazı vazlarında dile getirmişti. Cemaat mensupları bu söze o kadar inandı ki kurulan Fatih Üniversitesi'nin amblemi bahsi edilen ağaç olarak belirlendi. Boşuna dememişler imam hoplarsa cemaat sıçrar diye! Elemanların rüyaları HD kalitesinde, kendisi zaten ezelden beri 3 boyutlu görüyor! İşin daha vahim olan tarafı, daha önce uydurulan Peygamber rüyalarına inandığını söyleyen cemaat mensupları bu olaya da inandıklarını söylüyor. Dün bu meseleyi bir polis arkadaşa anlattım. "Devrem herhalde bonzaiye düşmüş. Nasıl bi kafa yakalamışsa artık! Ben o kadar torbacı yakaladım, ama bunun gibi konuşanı görmedim" dedi. Polis arkadaşın bilmediği birşey var. Bunların tamamı STV izlemekten oluyor! İzledikten bir süre sonra balataları sıyırmak, kayışı koparmak sıradan hale geliyor! Yakında, "FEM dersanelerine 200.000 bin lira bağış yapan herkes görüyor" diye kampanya yaparlarsa hiç şaşırmayacağım! Hatta ve hatta biri çıkıp '2. Mirac'ı ilan edecek ama bu kişi kim olacak ben de merakla bekliyorum! Yetmedi mi arkadaş? Yediğiniz naneler bir beter, yaptığınız açıklamalar bin beter. Yalan ağzınızda yuva yapmış. Yat peygamber kalk peygamber, bu ne rezillik, bu ne edepsizliktir! Milletin vicdanıyla ve aklıyla alay ettiğiniz yetmedi mi? "Çağlayan'da Yassıadayı aratmayan görüntüler. polisler içeride tutsak" dersiniz, polisleriniz 3G'li telefonlarla video çeker, Hakan Şükür'le hatıra fotoğrafı yayınlar. Hiç utanmadan, hiç sıkılmadan başörtülü avukatları adliye önüne çıkarıp açıklama yaptırırsınız. Sorarlar adama, sen "Başörtülüler başınızı açın. O sadece bir füruattır" derken o yasağı kaldıran adam sayesinde başörtülü avukat sayesinde savunuluyorsun. Biraz adam olun, biraz samimi Müslüman olun! Gazze, Suriye, Irak, Mısır, Mali, Nijer, Nijerya, Libya, Yemen, Afganistan, Pakistan, Keşmir, Bangladeş, Doğu Türkistan, Özbekistan, Myanmar'da müslümanlar zulüm altında inim inim inlerken Allah Resulü ve ashabı onları değil de sizi ziyaret edecek öyle mi? İsrail'i otorite olarakg ören ziyareti Hazreti Paygamber ziyaret etmez! Sizi ancak, "Çığır açan adam vefat etti" diyerek kahramanlaştırdığınız Beyrut, Sabra ve Şatilla soykırımcısı Ariel Şaron ziyaret eder! **** Az kalsın unutuyordum. Torinolu Şaban'dan sonra başımıza bir de Torontolu Şaban çıktı şimdi de... Toronto'da yaşayan cemaat mensubu Faruk Arslan dün twitter üzerinden deli saçması şeyler paylaştı. Deli saçması dediğime bakmayın. Vallahi deliler bile böyle konuşmaz. Bakın ne diyor: "Miting alanlarında Erdoğan'ın cinci hocası 3 gün önceden gidip herkesi hipnoz eden dualarla alanların nereye kadar dolacağını ayarlıyor. Erdoğan'ın cinci hocası sandıklara okuyor. Sen istediğin partiye oyunu verdiğini sanıyorsun ama, oyunu AKP'ye veriyorsun maalesef! Erdoğan'ın cinci hocasının maarifetlerini ülkemizde cin ilmi uzmanı 21 gizli üstattan sadece 5 tanesi biliyor. Diğerleri farkında değil!" Adam haklı beyler! Oy kabinine girince bende bi tutukluk oluyodu meğer bundanmış! Son bir kaç seçimdir bu cinci hoca benim de oyumu AK Parti'ye verdiriyor! Geçen genel seçimde Haydar Baş'a oy verdim, bi baktım AK Parti'yi işaretlemişim! Yerel seçimde "Çare Sarıgül" dedim, bi baktım Kadir Topbaş'a mühür basmışım! Cinlere makarna yediren Tayyip! Cinleri kömürle çalıştıran Tayyip! Ama hakkını teslim edelim, yine de insaflı davranıyor. "Cin kardeş bana yüzde 51-53 üstü yeter. Gerisini diğerlerine pay et" diyor herhalde. Yoksa bir cinci hocanın emrindeki cinlerin İzmir, Manisa, Yalova, Çanakkale, Edirne'de başarısız olması mümkün mü? Bırakın illeri, Şişli, Kadıköy'e, Bakırköy'e Beşiktaş gibi ilçelere giremeyen cin mi olurmuş! Yahu alemsin Faruk Arslan! Hoca sana bu kadar ilim irfan öğretti. "Kış kış cinler, kış kış yallah" demeyi beceremedin mi be yiğidim? İşin şakası bir yana... Ekmeleddin İhsanoğlu'na göre halk Erdoğan'dan bıktı, CHP'ye göre halk makarna için AK Parti'ye oy veriyor, MHP'ye göre oylar çalınıyor, BDP'ye göre Ak Parti devletin imkanlarını kullandığı için kazanıyor. Şimdi de Cemaat çıkmış olayı cinlere bağlıyor. Gerçekleri görmedikçe daha ne komik duruma düşecekler kimbilir! Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 4. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 4. August 2014 Fethullah Gülen'den yeni beddua ve "Ekmel" mesajı Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen uzun bir aradan sonra yine beddua içerikli bir sohbet yayınladı. "Kim paralel ise Allah onun belasını versin" diyen Fethullah Gülen'in yayınlanan videosunda asıl dikkat çeken ayrıntı ise videonun başında 5 kez 'ekmel' kelimesini tekrarlaması oldu. Gülen'in bu sözleri, muhalefet partilerinin 'çatı adayı' Ekmeleddin İhsanoğlu'nu destekleyerek 'subliminal mesaj mı veriyor' sorusunu akıllara getirdi. Cumhurbaşkanı Adayı Ekmeleddin İhsanoğlu, isminin telaffuz edilmesinde zorluk yaşandığını görünce "Ba*na Ek*mel di*ye hi*tap eder*ler, siz de öy*le ya*pın. Ra*hat olu*n" öne*ri*sin*de bu*lun*muştu. Ekmel kelimesi Arapça'da tam, eksiksiz ve olgunlaşmış anlamlarına geliyor. Yeni Safak, 04.08.2014 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 4. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 4. August 2014 Ey R. Tayyib ERDOĞAN düşmanlığıyla CHP'ye yönelmiş "DİNDARLAR" ! Yavuz Bahadıroğlu Tayyip Erdoğan kinini ruhuna emzire emzire ruhunu kin tufanına dönüştürmüş, onu devirmeyi varlık sebebi yapmış, bu uğurda CHP’ye oy toplamış, oy vermiş, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde de CHP adayına çalışmaya başlamış bilumum “dindar”lara, kısaca CHP’yi takdimimdir… Ezanın Türkçeleştirilmesini, camilerin kapatılmasını, satılmasını, kiraya verilmesini, dini eserlerin yasaklanmasını, din okullarına kilit vurulmasını, camilere sıra ve piyano konmasının “münasip” bulunmasını, Ayasofya’nın kimliksizleştirilmesini, şapka giymeyenlerin idam edilmesini, bütün bunlara itiraz eden Bediüzzaman’ın zindanlara atılmasını, birkaç kez hayatına kast edilmesini bir tarafa bırakıyor, sadece CHP iktidarı boyunca ders kitabı olarak liselerde okutulan “Tarih-II” isimli kitaptan birkaç alıntı sunmak istiyorum. Bu kitap Türk Tarih Tetkik Cemiyeti (Bugünkü ismiyle Türk Tarih Kurumu) tarafından yazılmış, ilk baskısı 1932’de, son baskısı 1941’de yapılmış, 1950’de Demokrat Parti iktidara gelene kadar okutulmuştur. Kitabın 1942 baskısının doksanıncı sayfasını açıyor, “Kur’an ve Vahiy” bölümünü okuyoruz: “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir.” Yani, yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkenin çocuklarına, bu ders kitabı, hâşâ, Kur’an’ın Allah kelamı değil, “Muhammed’in uydurması” (Kur’an’daki harf adedince hâşâ) olduğu öğretiliyor… Peygamber Efendimizin peygamberliğiyle birlikte vahiy ve ona dayalı her şey en kaba bir şekilde inkâr ediliyor… Ey Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla CHP’ye yönelmiş “dindarlar”! Bu tarifi içinize sindirebiliyor musunuz? • Sabır taşını çatlatma pahasına, alıntıya devam edeyim: “Muhammed’in çocukluğuna ve gençliğine âit malûmata sonradan katılmış çok uydurma şeyler vardır.” (Sayfa. 89). “Kırk yaşına geldiği zaman peygamberliğini ilân ve vatandaşlarını, kendinin bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine dâvete başladı.” (Aynı sayfa). “Muhammed de Mekke’den kalkıp Medine’ye kaçtı.” (Sayfa: 90). Tek soru: Hicret, bir kaçış mıdır? Ey Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla CHP’ye yönelmiş “dindarlar”! Peygamberinize “korkak” denmesini içinize sindirebiliyor musunuz? • Uhud Savaşı’nın nasıl anlatıldığına da bakalım isterseniz… “Telâş ve korku içinde kendilerini kaybeden Müslümanlar canlarını kurtarmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı. Muhammed bizzat firarilere ‘buraya geliniz! Bana geliniz! diye bağırdı. Fakat, kendisini dinlemiyorlar, hiç durmadan dağa doğru kaçıyorlardı.” (Sayfa: 99). “Muharebeden dönenleri karşılamak için Medine haricine çıkanlar Muhammed’i perişan bir halde, at üzerinde gördüler. Yüzü şişmiş, alt dudağı morarmış, sarkmış ve kanamış idi.” (Aynı sayfa). Ey Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla CHP’ye yönelmiş “dindarlar”! Peygamberinizin böyle tasvir edilmesi ruhunuzu incitmiyor mu? Bitmedi: İşe yarar mı bilmiyorum, ama ikaz görevime devam etmek istiyorum. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 4. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 4. August 2014 HOCAEFENDİ YİNE HATALARLA VE BEDDUALARLA DOLU BİR VİDEO YAYINLADI Muhterem Hocaefendi! Evvela, binlerce çoluk çocuğu vahşi bir şekilde öldüren İsrail katillerine onda birini yapmadığınız bedduayı acaba muhalifin de olsa Müslüman olanlara yapmak dinen caiz mi? Siyasiler hata yapsalar dahi bir İslam alimine bu yakışıyor mu? BUNU SİZİN İSLAM ALİMLİĞİNİZE YAKIŞTIRAMIYORUM. Saniyen, Üstadımız Bediüzzaman'ın "Halkçılar Irkçıları elde ederek seni devirmeye çalışıyorlar; İslamiyet namına endişe ediyorum" sözüne aykırı beyanlarda bulunmakla sizin iddia ettiğiniz Nur talebeliğine yakışyor mu? BUNU NUR TALEBELİĞİNE YAKIŞTIRAMIYORUM. Salisen, ismi Ekmel olmakla insan kamil olsaydı, ismi Mustafa Kemal olduğu için malum zata Bediüzzaman "mürted" der miydi? SİZE KEMALİSTLERLE AYNI SAFTA OLMAYI YAKIŞTIRAMIYORUM. Rabian, Siz böyle konuşmalar yaparsanız, size gönül verenler de CHP'ye "Cenab-ı Hakk'ın Partisi" diyecek kadar çukura düşmezler mi? BEN SİZE GÖNÜL VEREN İMAN KAHRAMALRININ YİNE SİZİN TELKİNLERİNİZLE YANLIŞ YOLA SAPMALARINI YAKIŞTIRAMIYORUM. Hamisen, Büyük İslam alimleri, bedduanın sadece zina ile suçlanan eşler arasında (mülaane) yahut eski ümmetler zamanında ihtilaf eden taraflar arasında caiz olduğunu (mübahele) ve Kur'an'da lanetlemenin ancak münafık ve kafirlere tevcih edildiğini benden iyi bilmiyor musunuz? BEN BU ISTILAHLARI BİRBİRİNE KARIŞTIRMAYI SİZE YAKIŞTIRAMIYORUM. Sadisen, Bediüzzaman'ın sağ olan bütün talebeleri ve varisleri (Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayramoğlu, Ahmed Aytimur ve Said Özdemir), sizin fikirlerinizi kabul etmiyor mu? BEN SİZE BU ULVİ KERVANA AYKIRI DAVRANMAYI YAKIŞTIRAMIYORUM. Ahmet Akgündüz Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 4. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 4. August 2014 Risale-i Nur talebeleri Erdoğan'a destek açıkladı 04.08.2014 16:04 22,038 kez okunmuş Risale-i Nur Talebeleri Platformu, cumhurbaşkanlığı seçiminde hangi adayı destekleyecekleri açıkladı. Güneydoğu*ve*Doğu Anadolu Bölgeleri*Risale-i Nur Talebeleri Platformu, yazılı bir basın açıklaması yaparak cumhurbaşkanlığı seçiminde destekleyecekleri adayı açıkladı. Açıklamada*"Üstadın yaşadığı dönemde, Nur’un hizmetine ve Nur’ların müellifine her türlü eza ve cefayı reva gören CHP’nin ve Üstadımızın “ırkçı” olarak nitelendirdiği ve o vasıfları hala iftiharla savunan ve mezarına dahi tahammül etmeyerek tahrip eden cuntacıların mirası olan MHP’nin ve diğer taraftan ne yaptıkları kamuoyunca bütün bütün malum olan HDP’nin adayına da oy vermemiz mümkün değildir."*denirken,*Yeni Asya ekolünden gelen Nur Talebeleri olarak, yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ak Parti'nin adayı Başbakan Erdoğan'ı destekleyeceklerini duyurdular. Platform'dan yapılan açıklama şöyleydi: GÜNEYDOĞU VE DOĞU ANADOLU BÖLGELERİ*RİSALE-İ NUR TALEBELERİ PLATFORMU’NDAN AÇIKLAMA Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez*halk oylaması suretiyle gerçekleştirilecek olan 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili olarak Risale-i Nur ölçüleri muvacehesinde yapmış olduğumuz değerlendirmede, aşağıda ifade edilen hususlar ortaya konmuş ve belirtilen karara varılmıştır: Son on iki yıldır ülkemizde ve bölgemizde devam etmekte olan istikrar ve halk çoğunluğunun desteğini almış başarılı bir yönetim sayesinde elde edilen gerek siyasî, iktisadî, diplomatik ve gerekse içtimaî ve manevî sahalardaki büyük kazanımlar son derece ehemmiyetlidir.* Gerek MEB’na bağlı bütün okullarda ve gerekse Askeri okullarda,* toplumumuzun hayat kaynağı olan*Hikmetli Kur’anımız*ile beraber,*Resul-i Ekrem’in (asm) Hayatının*ders olarak okutulması,*İmani hizmetlerin bu dönemdeki inkişafı ve uzun yıllardır bir utanç tablosu halinde duran başörtüsü yasağının kaldırılarak toplumun geniş bir kesiminin mağduriyetinin giderilmesi,*Nur Risalelerine*yönelik yapılan tahribat ve tahrifatların önlenmesi yolundaki hususun, hukuki bir zemine oturtulmaya çalışılması ile Üstadımızın en mühim hedeflerinden biri olan Risale-i Nurların*Diyanet eliyle*(bir mukaddeme olarak;*İşarat-ül İ’caz*adlı eserin)*basılıp yayılması*ile ilgili, gerek hayatında ve gerekse vefatından sonraki talep ve vasiyetinin gerçekleşmesi yolundaki samimane gayretlerin gösterilmesi,*Toplum fertlerinin bütün katmanlarında dini düşünce, yaşayış ve anlayışları gereği geçmiş dönemlere kıyasla en*müferrah*dönemlerini yaşamalarının sağlanması,*Dünya ülkelerinin çeşitli platformlarında Türkiye’nin göstermiş olduğu cesur ve başarılı hamleler, siyasi ve iktisadi sıçramalar ülkemizin tarihi misyonunu yeniden dünya gündemine taşıdığı gibi, mazlum ve mağdur; özelde*İslam Alemi, genelde de*İnsanlık*için bir ümit vesilesi olmuş ve olmaya devam etmesi,*Memleketimizin bir başka kanayan yarası olan*Barış Süreci*meselesinde gösterilen ciddi ve samimi gayretler ile elde edilmeye başlanan huzur ve barış ümitleriyle beraber ölümlerin durmasıyla annelerin gözyaşlarının asgari düzeye inmesi, göz ardı edilemez bir muvaffakiyettir. İstikbale yönelik bu kadar ümit verici ve muazzam gelişmelerle beraber elbette bu kevn-u fesad dünyasında bazı şahısların, kurumların hata ve kusurlarının olabilmesi kaçınılmazdır. Üstadın ifadesiyle; “Heyhat!.. Alemin her halinde hayr-ı mahz olamaz.”*Peki, bakış açısı nasıl olmalıdır? Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur’la önümüze serdetmiş olduğu Kur’ani prensipler elbette zamanlar üstü ve her zeminde rehberdir; “Hakkın hatırı alidir, hiçbir hatıra feda edilmez.”*D. H. Örfi; 36*“Zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükümet, tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükümetin*hasenatı*seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükümet muhal-i âdidir.*Münazarat;17*‘Fakat Cenab-ı Hak âhirette muhasebe-i a'mal düsturuyla, adalet-i Rabbaniyesini,*hasenat*ve*seyyiatın muvazenesiyle gösteriyor. Yani*hasenat*racih ve ağır gelse, mükâfatlandırır, kabul eder; seyyiat racih gelse cezalandırır, reddeder.*Hasenat*ve*seyyiatın muvazenesi, kemiyete bakmaz, keyfiyete bakar. Bazı olur, bir tek hasene bin seyyiata tereccuh eder, affettirir. Madem adalet-i İlahiye böyle hükmeder ve hakikat dahi bunu hak görür…”*Mektubat; 445 Bununla beraber, başta komşularımız olmak üzere İslam Aleminin içinde bulunduğu savaş ve zulümler,*İttihad-ı İslam’a*dair ihtiyacı zaruri hale getirmiştir. Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu haksızlığa ve zulme karşı tepkiler; bu konudaki rolünün ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Bediüzzaman Hazretleri: “Bu zamanın en büyük farz vazifesi,*ittihad-ı*İslâm’dır.”*Divan-ı Harb-i Örfi;59*“Evet, o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler,İslâm* dünyasında,*hürriyet*ve*istiklal*ve*ittihad-ı*İslâm*cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil*İslâm*devletlerinin teşkilini intaç etmiştir. İnşâallahu Teâlâ,*Cemahir-i Müttefika-i*İslâmi’ye*de meydana gelecek ve*İslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz.*Sözler; 771 İlk defa halk oylaması neticesinde gerçekleştirilecek olan önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, bugüne kadar elde edilen bütün bu ve bunun gibi birçok müsbet neticelerin korunması, ehl-i imanın hizmetleri için oluşturulan iklimin sürdürülmesi, ülkemizin hızlı yükselişinin devam etmesi ve mazlum*İslam Dünyası’nın*yegâne ümitlerinin kırılmaması adına büyük ehemmiyet taşıdığı düşüncesindeyiz. YENİ ASYA'NIN GENEL YAYIN YÖNETMENİNE TEPKİ Öte yandan Yeni Asya Gazetesi, hem basın yoluyla hem de Genel Yayın Yönetmeninin televizyonlardaki beyanatlarıyla:*“Meşveret kararı gereği cemaat olarak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde*CHP*ve*MHP’nin başını çektiği partilerin “çatı adayı” diye gösterilen Ekmelettin İhsanoğlu’na oy vereceklerini ifade etmişlerdir.” "İHSANOĞLU'NA DA DEMİRTAŞA DA OY VEREMEYİZ" Üstadın yaşadığı dönemde, Nur’un hizmetine ve Nur’ların müellifine her türlü eza ve cefayı reva gören CHP’nin ve Üstadımızın*“ırkçı”*olarak nitelendirdiği ve o vasıfları hala iftiharla savunan ve mezarına dahi tahammül etmeyerek tahrip eden cuntacıların mirası olan MHP’nin ve diğer taraftan ne yaptıkları kamuoyunca bütün bütün malum olan HDP’nin adayına da oy vermemiz mümkün değildir. Risale-i Nur Hizmetinin tarihsel sürecinde ve ülkemizin demokrasi tarihinde, Halkçılarla-Irkçıların oynadıkları yıkıcı rollerinin bütün sonuçları apaçık ortada iken, lanse edilen adaya verilecek destek, hiçbir doğru gerekçeyle izah edilemez. Olsa olsa, ya menfi tarafgirlikten doğan bazı*arzulara, fikir elbisesini giydirmek*olup veyahut*“Ömer’e olan düşmanlık, Ali’ye muhabbet”*şeklindeki tezahürden başka bir şey değildir. Yeni Asya ekolünden gelen Nur Talebeleri olarak, yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde güçlü liderliği, ehl-imanı temsil vizyonu, manevi değerleri önemseyen duruşuyla ve Türkiye’nin mevcut kazanımlarına vesile olduğunu teşekkür, takdir ve tebrikle Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğimizi kamuoyuna saygıyla bildiriyoruz.* Güneydoğu*ve*Doğu Anadolu Bölgeleri Risale-i Nur Talebeleri Platformu ( Diyarbakır-Silvan, Ergani, Çermik, Kulp, Bismil, Hani-Mardin-Kızıltepe, Midyat, Nusaybin, Mazıdağı-Şırnak-Cizre-Siirt, Bingöl-Genç-Muş, Van-Erciş*) Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 6. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 6. August 2014 [h=1]Ey Erdoğan düşmanlığıyla CHP’ye yönelmiş “dindarlar”! (2)[/h] Yavuz Bahadıroğlu Tayyip Erdoğan kinini ruhuna emzire emzire ruhunu kin tufanına dönüştürmüş, onu devirmeyi varlık sebebi yapmış, bu uğurda CHP’ye oy toplamış, oy vermiş, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde de CHP adayına çalışmaya başlamış bilumum “dindar”lara, CHP’yi kısaca takdime devam ediyorum… Bakın, CHP döneminde liselerde okutulan ders kitabında, Peygamberinizin ölüm sonrası nasıl anlatıyor, sevdiğinizi söylediğiniz ashabı, nasıl umarsızca, hayasızca suçlanıyor… “Daha Muhammed’in öldüğü anda bütün eski nifaklar, ihtiraslar, hırsıcahlar zincirden boşandılar; O derecede ki; hakkında korku ve hürmet beslenen Peygamberin henüz ılık cesedi, son nefesini verdiği basit odada unutulmuş ve ihmal edilmişti.” “Ali ve yakın akrabaları, Muhammed’i, terk-i hayat ettiği kerpiç odada kimseye haber vermeksizin açtıkları bir mezara acele gömdüler. Peygamberin karıları bile bundan haberdar edilmedi... “Ebubekir ve Ömer de cenaze merasiminde bulunmamışlardı. Anlaşılıyor ki, o anda siyâsî meşguliyetler o kadar mühim ve mecburi idi ki, kimse Arabistan’ın kudretli hâkim ve sahibinin cenazesiyle uğraşmaya ne vakit bulmuş ve ne de arzu duymuştur.” (Sayfa: 115-116). Ey Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla CHP’ye yönelmiş “dindarlar”! Peygamberinizin cennetle müjdelenmiş ashabına böylesine dil uzatılmasını, dünya ihtirasıyla dolu olarak gösterilmesini içinize sindirebiliyor musunuz? • Bahsi geçen ders kitabında Resulüllahın mübarek zevcelerinden “Muhammed ile Karıları” (93. Sayfa) şeklinde bahsedilerek,hem Efendimize hem de “zevcat-ı tahirat”a son derece kaba bir şekilde dil uzatılıyor… Bu ders kitabında ne Peygamber Efendimiz, ne ailesi, ne de ashabı hakkında hiçbir hürmet ifâdesine yer verilmiyor. Baştan sona, insanın kanını donduran bir aşağılama ve küçümseme hâkim… Zaten Efendimizden sık sık “Hicaz Peygamberi” diye bahsedilmek suretiyle, Türklerin peygamberi farklıymış hissi veriliyor. Ey Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla CHP’ye yönelmiş “dindarlar”! Bu denli saygısızca, vicdansızca bir saptırmayı kabul ediyor musunuz? • Kitapta Hacer-ül Esved’den “Mukaddes karataş efsanesi” diye bahsediliyor ve böyle bir efsanenin Frikyalılarda da bulunduğu öne sürülüyor. Sonra da “Bunlar uydurmadır” hükmü veriliyor… Buna rağmen “yalancı peygamber Müseylime”den sitayişle bahsediliyor ve “değerli şeyler söylediği” iddia ediliyor. Gerçek Peygamber’e veryansın eden kitap, yalancı peygamber Müseylime’yi hakkında şöyle diyor: “Hakikatte Müseylime de kıymetsiz sayılmayacak ahlâkî ve dinî bir mezhep ortaya koymuştur.” (Sayfa : 112). Ey Tayyip Erdoğan düşmanı “dindarlar”! Gerçek Peygamberin peygamberliğini, inkâr edip, yalancı peygambere iltifat yağdıranların safında yer almak Müslümanlığınızı rahatsız etmiyor mu? Şimdi de Kâbe hakkında anlatılanlara bakalım… “Kâbe; mikâp yâni tavla zarı şeklinde demektir. (Benzetmeye dikat!) Filhakika Kâbe çok eskidir. Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı da bilinmiyor. Arap an’anesi Kâbe’nin inşasını İbrahim Peygambere atfetmektedir.” (Bunu Arap an’anesi değil, doğrudan Kur’ân-ı Kerim söylemiyor mu?). Ve inkâr, hakaret sürüyor: “Araplar’ın aralarında yayılan bu an’aneye göre İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmail’i buraya getirmişti; Zemzem de onlar için fışkırmıştı; İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücellâ olan Haceriesvedi (olduğu gibi yazıyorum) getirmişti; bu taş sonradan günahkârların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi, sonradan uydurulmuş masallardır.” (Sayfa: 85). Hacerü’l Esved hakkında yazılanlar… “Bu mukaddes karataş an’anesi aynen Friklerde de vardı. Friklerin mukaddes sayarak ihtiram ve ibâdet ettikleri Karataş bugünkü Afyon Karahisar şimalinde, kadîm Pessinüs şehrinde bulunuyordu. Bunun kudsiyeti an’anesi bu şehrin Romalılar tarafından zaptına kadar devam etmişti. Demek ki, Kâbe’nin bir köşesindeki Karataşın kudsiyet almasından, ziyâret ve tavaf edilmesinden çok evvel Friklerde Karataş’ın mâbet ve ziyaretgâh esası olması âdeti teessüs eylemiş bulunuyordu.” (Sayfa: 85). İlk baskısı 1932, son baskısı 1941 yılında Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı)tarafından yapılıp, gelecek nesilleri yetiştirecek eğitim müesseselerinde temel ders kitabı olarak hem “Ebedi Şef Atatürk”, hem de “Milli Şef İsmet İnönü” devirlerinde okutulan “Tarih II” isimli ders kitabında Kur’an-ı Kerim’in, vahyin, haşrin inkâr edilmesi, başta Peygamber-i Âlişan Efendimiz olmak üzere, tüm kutsallarımızın aşağılanması, Tayyip Erdoğan kini yüzünden CHP’ye rampalamış dindarların CHP ile birlikte bunları da benimsemiş olmaları lâzım… “Bunlar geçmişte kaldı” diyerek kimse kendini rahatlatmaya kalkışmasın: Zira geçmişiyle ve bugünüyle CHP tektir, geçmişte yaptıklarının “hata” olduğunu hiçbir zaman söylememiş, aksine yaptıklarıyla daima övünmüştür. Siz işte böyle bir geçmişe ortak oluyorsunuz! Söyleyeyim de benden günah gitsin dedim. Öbür yazıda, CHP’ye ve CHP adayına oy veren dindarların nasıl bir felsefeye ortak olduklarını anlatmaya çalışacağım. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 6. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 6. August 2014 06 Ağustos 2014 Çarşamba 11:01 [h=1]Said Nursi, zalimin çocuğunu gördü bedduadan vazgeçti[/h] Selvi: Masumlar zarar görmesin diye... Risale Haber-Haber Merkezi Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi, Bediüzzaman Said Nursi'nin kendisine zulmeden savcının çocuklarını görünce beddua etmekten vazgeçtiğini söyledi. Fethullah Gülen'in bedduasını eleştiren Selvi, "Biz bedduanın değil, duanın insanlarıyız. Bizim Peygamberimiz beddua peygamberi değil, dua peygamberiydi. O yüzden sevgili oldu. Sevgililerin sevgilisi. Tebliğ için gittiği Taif'te taşlandığı zaman bile, Cebrail'in, Taif'i helak etmesini istememişti. Çünkü o şefkat peygamberiydi" dedi. Bediüzzaman Hazretlerinden de örnek veren Selvi, "Bediüzzaman Said Nursi, Eskişehir hapishanesinde kendisine zulmeden savcının çocuklarını görünce masumlar zarar görür düşüncesiyle beddua etmekten vazgeçmişti" şeklinde yazdı. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 7. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 7. August 2014 [h=1]Gülen itikaftan çıkıp bedduaya başladı[/h]Fethullah Gülen'in Paralel Yapı'yı savunmak için yaptığı bedduaya sert tepki geldi. Gülen'in eski yakın arkadaşı Latif Erdoğan, Gülen'in Ramazan ayında itikafa girdiğini hatırlatarak "Bu kadar inziva ve itikaftan sonra söze beddua ile başlamak, inziva ve itikaftan nasip alamayışın bir ifadesidir" ifadesini kullandı. SABAH | 05 AĞUSTOS 2014, 18:00 Fethullah Gülen'nin bayram sonrası Paralel Yapı'yı savunmak için söylediği "Kim paralelse, Allah onun belasını versin" sözlerine Gülen'in eski arkadaşı Latif Erdoğan'dan tepki geldi. Erdoğan itikaf sonrası yapılan bedduanın nasipsizlik olduğunu söyledi. Gülen bayramdan sonra yaptığı açıklamada Paralel Yapı'yı yok soymak için "Kim paralelse, Allah onun belasını versin" demişti. Latif Erdoğan Gülen'e Twitter'dan cevap vererek, "Bu kadar inziva ve itikaftan sonra söze beddua ile başlamak, inziva ve itikaftan nasip alamayışın bir ifadesidir. Yazık ki çok yazık" dedi. Gülen'in Ramazan ayında İsrail'in yaptığı katlıamlara sessiz kalması tepkilere neden olmuştu. Gülen de " itikaftaydım olaylardan yeni haberim oldu" diye kendini savunmuştu. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 7. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 7. August 2014 07 Ağustos 2014 Perşembe 14:01 [h=1]Nurcuların yüzde 99,9'unun cumhurbaşkanı tercihi[/h] "Ben de nur talebesiyim" diyen Şırnak Milletvekili Dindar'ın sözleri... Risale Haber-Haber Merkezi Ak Parti Şırnak Milletvekili Mehmet Emin Dindar, Nur talebelerinin yüzde 99,9'unun cumhurbaşkanlığında Recep Tayyip Erdoğan'ı desteklediklerini söyledi. Akit gazetesinde yer alan habere göre, çocukluğundan beri hayatının nur cemaatleri içerisinde geçtiğini belirten Dindar, “Risale-i Nurla ilgilenen insanlar ve cemaatler siyasetle pek fazla ilgilenmezler. Ancak olumlu, müspet gördükleri, ehveni şer dedikleri bir iktidara oy verirler ama çok fazla partizanlık yapmazlar” dedi. AK Parti iktidarı döneminde dinini yaşamak isteyenlerin üzerindeki baskıların kaldırıldığını hatırlatan Dindar, “Bugün Risale-i Nur talebelerinin yüzde 99,9’u Recep Tayyip Erdoğan’a oy vereceklerdir. Çünkü bu insanlar AK Parti döneminde güzel hizmetler aldı” dedi. Gittikleri toplantılarda bu desteği gördüklerini söyleyen Dindar, “Hem iktidarımızdan memnundurlar hem Başbakanımızdan memnundurlar. Şimdi iktidardan memnun olan, Başbakanımızdan memnun olan kime oy verecek? Başbakanımıza oy verecek, iktidarımıza oy verecekler” diye konuştu. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 8. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 8. August 2014 08 Ağustos 2014 Cuma 08:38 [h=1]Bediüzzaman'ın Talebelerinin Cumhurbaşkanlığı açıklaması[/h] Kararımız net, oyumuz... Nur talebeleri, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi siyasi tercihini ortaya koydu. "Bediüzzaman ilkeleri CHP'nin adayına oy vermemize izin vermez" diyen Nurcular "oyumuz Erdoğan'a" dedi… 10 Ağustos seçimlerine saatler kala İslami cemaatlerin siyasi tercihleri netleşmeye başladı. 17 Aralık polis-yargı darbesi ve sonrasında yaşanan sürecin ardından en çok Nur talebelerinin siyasi tercihi merak ediliyordu. SABAH'a açıklama yapan Nur camiasının önde gelen isimleri ve Bediüzzaman'ın talebeleri son günlerde gündemin tepesine oturan "Ekmelettin İhsanoğlu mu Recep Tayyip Erdoğan mı" tartışmasına son noktayı koydu. İşte Nurculuk hareketinin önemli isimlerinin açıklamaları: ABDULLAH YEĞİN (BEDİÜZZAMAN'IN TALEBESİ) "Allah Erdoğan'ı muvaffak etsin" Ben Recep Tayyip Erdoğan Bey'i İslam alemindeki ittihadı ve barışı sağlayacak birisi olarak görüyorum. Bir gün üstadımız şöyle demişti: "Osmanlıda İstanbul nasıl alem-i İslamın merkezi idiyse, Ankara'nın da bir gün İslam aleminin merkezi olacağını" söylemişti. Bunları yapabilecek namzetler arasında ancak Başbakan Erdoğan Bey'i biliyorum. Cenab-ı Hak onu muvaffak etsin. Biz İslamiyet namına onu desteklemeyi vazife biliyoruz. M. SAİD ÖZDEMİR (BEDİÜZZAMAN'IN TALEBESİ) "Erdoğan İslam Dünyasının ümidi oldu" Filistin, Suriye, Irak, Mısır ve bütün İslam aleminde ezilip yok edilmek istenen mazlum Müslümanların kurtuluş ve huzurları için hayatı pahasına çırpınarak elinden gelen gayreti gösteren ve memleketimizi de ciddi, samimi gayret ve fedakarane çalışmalarıyla gelecek asrın en yüksek medeniyet seviyesine ulaşması yolunda milletin saadeti için her şeyini feda etmeye hazır olan müstakbel Reis-i Cumhurumuz Recep Tayyip Erdoğan Bey'in sıhhat ve afiyet içinde muvaffakiyetlerini Cenab-ı Allah'tan dua ve niyaz ediyoruz. HÜSNÜ BAYRAM (BEDİÜZZAMAN'IN TALEBESİ) "Erdoğan'ı desteklemeyi vazife biliyoruz" Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin en önemli gaye olarak takip ettiği ittihad-ı İslamın tesisi, şeair-i İslamiyenin ihyası, Risale-i Nurları tahrif etmek isteyenlere karşı muhafaza etmekteki samimi gayretlerini müşahade ettiğimiz Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı üstadımızın ifadesiyle "iman, Kur'an ve vatan" namına desteklemeyi vazife biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kahir ekseriyetle kazanacağını ümid ediyoruz. ABDULKADİR BADILLI (BEDİÜZZAMAN'IN TALEBESİ) "Erdoğan demokrasinin ve hakkın yanında yeraldı" Bizim Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi'yi desteklememizin yegane sebebi, onun icraatları ve heraketleri Bediüzzaman'ın tariflerine uygun geldiği içindir. Başbakan Erdoğan CHP ve ırkçılara karşı demokrasinin yanında yeralıyor. Karşısındaki malum zihniyet Adnan Menderes'i asan zihniyettir. Biz demokrasinin ve hakkın yanında olan Erdoğan'ı destekliyoruz. Allah ona kolaylıklar versin. İnşallah birinci turda seçilir. MEHMET FIRINCI (BEDİÜZZAMAN'IN TALEBESİ) "Menderes'in misyonunu Erdoğan sürdürüyor" Bediüzzaman 1950-60 yılları arasında özgürlüklere ve dine müsamahası açısından oyunu Demokrat Parti'ye vermiştir. Dahası CHP'nin hiçbir zaman iktidar olamayacağını da söylemiştir. Günümüzde Demokrat Parti'nin misyonunu AK Parti temsil etmektedir. 10 Ağustos seçimlerinde Nurcuların oyunu Başbakan Erdoğan'a vereceğinden kuşkum yok. ABDURRAHMAN IRAZ (RİSALEHABER.COM YAZARI) "Bediüzzaman'ın bütün hayallerini Erdoğan gerçekleştirdi" 12 yıl önce bize deselerdi ki TBMM'de, kamuda, adliyede, başörtülü milletvekili olacak. Biz buna gülerdik. 12 sene önceki refah düzeyi ile bugünkü refah düzeyi arasında büyük mesafeler alındı. Yurtdışında Türk insanının artık prestiji var. Bediüzzaman Hazretlerinin bütün hayalleri ve vasiyetleri bugün gerçekleşti. Bir Müslüman olarak bunları görmeyeceksek neyi göreceğiz? CHP ne yaptı da biz CHP'nin adayına oy vereceğiz? Bizim oyumuz Sayın Başbakan'a. Allah yolunu açık etsin. ÜMİT ŞİMŞEK-ARAŞTIRMACI YAZAR "Erdoğan samimiyetini Türkiye'ye kanıtladı" Risale-i Nur'un ve Bediüzzaman Hazretlerinin irşadları ortada iken, bugünkü ortamda nasıl bir duruş sergilemek gerektiği konusu, izaha yer bırakmayacak kadar açıktır. Ancak politik ve ticarî menfaatleri zedelenmiş bazı örgüt ve grupların doğru-yalan, haram-helâl ayırt etmeksizin her türlü vasıta ile meşru iktidarı yıkmak ve ülkeyi meşruiyetten kuvvet almayan birtakım meçhul mihrakların eline teslim etmek için giriştikleri canhıraş faaliyetler, kamuoyunun bir kısmında tereddütler uyandırma istidadı taşıyabiliyor. Bu milletin bağrından çıkan ve samimiyetini bugüne kadar icraati ile göstermiş Erdoğan gibi bir aday varken Nur talebelerinin yeni macera içerisine gireceklerini düşünmüyorum. SAİD ÖZADALI (YENİ ASYA GRUBU) "Nur Talebesi CHP'nin adayını istişare bile etmez!" Ben Yeni Asya cemaati mensubu ve gazete hissedarıyım. Yeni Asya Camiasının İşadamları Derneği'nin başkanıyım. Yeni Asya Gazetesi'nin Ekmelettin İhsanoğlu'nu desteğini açıklayan istişare kararını tanımıyorum. Camiamızın ekseriyetinin de bu kararı tasvip etmediğini biliyorum. Bu kararı yayınlayanlar da biliyor. Bu kararın alındığı gazete binasına bir sandık koyduğumuzda %90 Erdoğan'a oy çıkacağından da eminim. Bir Risale-i Nur talebesi CHP'yi desteklemez. Adayını hiç desteklemez. Bu mesele istişare de edilmez. Bizim adayımız Erdoğan'dır. Yeni Asya cemaati mensubu olarak bunu kamuoyu önünde açıklamayı da bir borç biliyorum. METİN KARABAŞOĞLU (YAZAR) "CHP'ye destek Bediüzzaman'ın mirasına aykırı" Bediüzzaman Said Nursî'nin siyasete dair Nur Talebelerine miras bıraktığı ilkeler ışığında baktığımızda, en öncelikli iki husus, dine ve dinî değerlere hürmetkâr, özgürlükçü, 'Demokrat' bir duruşun siyasete hâkim olması; İttihatçıların kötü mirasıyla birlikte tek parti zulmünün taşıyıcısı ve savunucusu olan Halk Partisinin ise asla iktidar olmamasıdır. Nur Talebelerinin böyle bir durumda yapacakları tercih açıktır ve bu tercih Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. SAİD YÜCE (BARLA PLATFORMU BAŞKANI) "Erdoğan asırlardır oynanan oyunu bozacak" Her şey ortada. Maddi ve manevi alanlardaki kalkınmayı görmemek mümkün değil. Erdoğan'ı halkın Cumhurbaşkanı seçmesi bir daha eski karanlık günlere dönülmeyeceğinin sigortası olacaktır. Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Türkiye ve İslam alemi üzerinde asırlardır oynanan ve son perdesi sahnelenen oyun bozulacaktır. 10 Ağustos seçimleriyle dünyaya kuvvetin yerine hakkın galip olacağı bir defa daha gösterilecektir. YAVUZ BAHADIROĞLU (TARİHÇİ-YAZAR) "Bediüzzaman'ın kriterleri Erdoğan'ı işaret ediyor." Bediüzzaman Hazretlerinin referans olduğu yaşayan ağabeylerimiz var. Bunların siyasi duruşunda bazı kriterler var. Birincisi özgürlükçü olması. İkinci kriter din adına siyaset yapılmaması. Üçüncü kriter ümmetin ittifak noktası olması. Yani halkın ekseriyetinin tercihinin olması. Bütün bu kriterler Erdoğan'ı gösteriyor. Bediüzzaman'dan icazetli Nur talebelerinin önderliğinde birleşmiş gruplar bu seçimlerde Erdoğan'ı tercih edeceklerdir. HAYRAT VAKFI "Erdoğan'a destek vicdani görevimiz" Hayrat Vakfı Câmiası olarak bizler, memleketimizde on iki yıldır devam etmekte olan istikrarın, siyasî, iktisadî, diplomatik ve gerekse ictimaî ve manevî sahalardaki büyük kazanımları gayet derecede ehemmiyetli görüyoruz.Güçlü liderliği, ferasetli kararları, ortak aklı konuşturan istişarî yaklaşımı ve manevî değerlere verdiği önem ile söz konusu kazanımların birinci derecede vesilesi olan Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı adaylığının desteklenmesini millî, vatanî ve vicdanî bir görev olarak görüyor, sağduyu sahibi tüm vatandaşlarımızın da desteklerini esirgemeyeceklerini ümid ediyoruz. Sabah Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 10. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 10. August 2014 Genç Yeni Asya Nur Talebeleri rahatsız Genç Yeni Asya Nur Talebeleri MHP-CHP çatı adayından rahatsız olduklarını dile getirerek oylarını neden Tayyip Erdoğan'a vereceklerini açıkladılar.* TIMETURK / ÖZEL HABER İşte Genç Yeni Asya Nur Talebeleri'nin bildiri metni ; Biz hayatı ve varoluşu Risale-i Nur ekseninde anlayan ve anlamlandırmaya çalışan Genç Yeni Asya Nur Talebeleri olarak bu hayatın bir ünitesi olan siyaset alanına Risale-i Nur perspektifiyle ve Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi’nin gözüyle baktığımızda yarınki Cumhurbaşkanlığı seçimi için Recep Tayyip Erdoğan’ın desteklenmesi gerektiğini gördük.* Kırk yıllık Yeni Asya Nur cemaatinin dar bir oligarşik grubun eline geçtiğini ve grubun bu mübarek cemaatin maddi manevi sermayesini gasp ettiğini esefle müşahede ediyoruz. Ülkemizin kritik mesellerinde – ki özellikle dine imana, vatan ve milletin kalkınmasına ve Müslüman halkın daha müreffeh bir hayat yaşaması için Akp hükumetinin marifetiyle ortaya konan hizmetler karşısında Yeni Asya Nur Cemaati bu hizmetlerin karşısında, bu hizmetleri takdir edemeyen, alkışlayamayan ve bu refah ve özgürlüklerin tadını kadirşinas anlayışla çıkaramayan konuma düşmesine maalesef bu dar oligarşik yapının sebeb olduğunu gördük. Öyle ki 2010 referandumu ve bu son cumhurbaşkanlığı seçiminde açıkça gördük ki Yeni Asya Nur Cemaatinin tepesine çöreklenmiş bu dar oligarşik yapı Risale-i Nur hareketine taban tabana zıt cepheye savrulmakta ve bu cephe adına açıktan mücadele verdiklerini bu millet izliyor. NEDEN RECEP TAYYİP ERDOĞAN *Şimdi biz Genç Yeni Asya Nur talabeleri olarak ‘Neden R. Tayyib Erdoğan’ ve ‘Neden Chp+Mhp ittifakı değil’ sorularına Risale-İ Nurdan birkaç pasajla maddeler halinde açıklık getirmeye çalışacağız inşallah. Bunda da amacımız bütün hakiki Nur Talebeleri gibi gerçek Yeni Asya cemaatinin tepesindeki dar oligarşik yapıya rağmen hakkın ve hakikatin ve mü’min şuurunun tecellisi olarak Chp+Mhp ittifakının adayı olan E. İhsanoğlu’na karşı Akp’nin adayı R. TayyiB Erdoğanı desteklediğini göstermektir. *Ve bu konuda aziz milletimiz nezdinde Yeni Asya Cemaati’ni oluşabilecek ithamlardan uzak tutmak istedik. 1) Öncelikle hadiste de buyurulduğu üzere ‘Ümmetimin çoğunluğu dalalette/yanlışta ittifak etmez.’ Bu manada on iki yılda girdiği sekiz seçimde ülkemizin mütedeyyin, müttaki halkının en az yüzde 75-80’inin desteğini alan bir parti yanlış olamaz. Mevcut şartlar içinde en iyisidir. 2) Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi’nin siyasette ‘ehven-i şerr’ kavramsallaştırması çerçevesinde meseleye baktığımızda ehven-i şerr demek şerrin/kötünün daha az, daha hafif kötü olanı demektir. Siyaset /seçim ortamında mevcut parti/adaylardan biri elbette diğerlerine göre daha az ve daha hafif kötü olacaktır. Şimdi Türkiye’nin 90 yılı göz önüne alınsın ve Chp+Mhp’nin ideolojileri ve proje/sizlik/leri nazara alınsın. Beri yandan da Akp ve R. Tayyip Erdoğan’ın on iki yılda gözümüz önünde ortaya koyduğu performans dikkate alınsın. Acaba bu CHP+MHP bloğu Akp’den daha az ve daha hafif kötü müdür, bunu hiçbir aklı yerinde kimse iddia edebilir mi? 3) Özellikle Yeni Asya’nın tepesine çöreklenmiş dar oligarşik yapı ve Paralel Yapı Akp’yi mükemmel olmadığı yönünde bazı eksik/kusurlarını şiddetle eleştirerek halkın nazarında iktidar kabiliyetinden düşürmek için çalışıyorlar, karalıyorlar, eleştiriyorlar. Hâlbuki bu konuda Üstadımız Said Nursi bakın ne diyor: “Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir. Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükûmet tamamıyla mâsum olamaz. Demek, nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiâtına tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir.* Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi-Allah etmesin-bin sene yaşayacak olsa, âdetâ mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. şu hülyanın neticesi olan meylü't-tahrip ile, o sureti bozmaya çalışacak” ( Münazarat, s.17) 4) Üstadımız Bediüzzaman 1950 li yıllarda Türkiye Siyasetinin çok partli dönemini şu üst başlık ile tahlil ediyor: ‘Bu vatanda şimdilik dört parti var.’ Diyor ve devam ediyor tahliline hazreti Üstad “…Halkçılar(Chp) ırkçılığı(Mhp) elde edip tam sizi mağlûp etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim. Ve İslâmiyet namına telâş ediyorum.” ( Emirdağ Lahikası, 386) Evet aynen öyle bugün de bu ülkede dört parti var:* Chp, laik- solcu Türkçü parti;* Mhp, laik- sağcı Türkçü;* Bdp/Hdp, laik- solcu Kürtçü parti; Akp ise – eksik ve noksanlarına rağmen- kapsayıcı, kuşatıcı, katılımcı ve kalkınmacı bir parti. Zaten Akp bu özelliğinden dolayı Türkiye’nin yerinde var ve 12 yıldır ve yepyeni bir enerjiye ve heyecanla durmadan yoluna devam ediyor. Diğer partiler ise 12 yıldır muhalefette olmalarına 8 seçimdir kaybetmelerine rağmen hala pasif, sönük, davasız ve iddiasız ve projesizler. Yahu bu ne haldir. Bizde bütün bunları görünce aynı Üstadımız gibi diyoruz “…Bu cihetten biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur'ân menfaatine kendimizi mecbur*biliyoruz.” ( Emirdağ Lahikası, 424) Özetle bugünün meselesi ve mücadelesi:* Eski Türkiye'den yeni Türkiye’ye, vesayet rejiminden vekalete rejimine cumhur başkanlığı seçimi:* vesayet, gaspçıdır, zulümdür ve ihanettir; vekalet ise emanettir, adalettir ve ehliyettir. vesayet milletin önünün kapatılmasıdır; vekalet ise milletin önünün açılmasıdır. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 11. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 11. August 2014 [h=1]Fethullah Gülen'den seçim sonuçlarına hakaretli yorum[/h]11.08.2014 10:03 Destek verdiği Ekmeleddin İhsanoğlu Erdoğan'a yenilince, Fethullah Gülen'in tepkisi ağır oldu; 'Dönekler, satılmışlar' MHP-CHP'nin de arasında bulunduğu 13 parti ile Cemaat tarafından desteklenen Ekmeleddin İhsanoğlu seçimde bekleneni veremedi. Erdoğan'ın 13 puan fark attığı İhsanoğlu, kendisine umut bağlayan kesimlerin bir kez daha hayal kırıklığınıyaşamasına neden oldu. İhsanoğlu'nun yengilsine tepkisiz kalamayan Fethullah Gülen de ağzını bozdu; DÖNEKLERİN KAÇ KURUŞLA SATILDIĞINI GÖRDÜNÜZ Gülen, yeni yayınlanan 'Düşen Maskeler ve Karakuşî Kararları' isimli sohbetinde Cemaatçilere yılmayın mesajı verdi. "İnsan dininin gücü, mukavemeti, enginliği ölçüsünde belalara maruz kalır. Efendimiz buyuruyor: "Belanın en çetini, en zorlusu, Enbiya-i İzam'a ondan sonra da derecesinde onların yolunda giden, onları adım adım takip edenlere gelir" "Bu sayede küçük bir tazyik karşısında bir eve peylenen insanları tanıma imkanı buldunuz. Ankara'nın göbeğinde bir eve peylenen insanları tanıma imkanını buldunuz. Bir sürü dönek insanın kaç kuruşla satıldığı imkanını elde ettiniz. Kimlerin gerçek fiyatının ne olduğunu görme imkanı oldu. Çok kimseleri tanıma imkanı oldu. Kıtmirin de tanıma imkanı oldu, hiç ihtimal vermiyordum. Baktım ki 1 milyona satılan insan varmış." Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.