Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Hakan Şükür AK Parti'den istifa etti

 

 

Cihan

16 Aralık 2013

 

 

 

AK Parti Milletvekili Hakan Şükür, AK Parti'den istifa ettiğini açıkladı. İstifasıyla ilgili yazılı açıklama yapan Şükür, " AK Parti’den üzülerek istifa ettiğimi, milletin vekili sıfatıyla siyasi hayatıma bağımsız olarak devam edeceğimi bildiriyorum. Aziz milletimizin dualarını bekliyor ve hepsine teker teker en derin selam ve hürmetlerimi sunuyorum." dedi.

 

Şükür'ün yazılı açıklaması şöyle: "Son günlerde yaşanan ve vicdan sahibi herkesi derinden üzen bir kısım gelişmeler üzerine aşağıdaki açıklamayı yapma zarureti hâsıl oldu. Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki politika benim hiçbir zaman birinci önceliğim olmadı. Ama Sayın Başbakan’ın samimi davetini geri çevirmek temsil ettiği makama ve şahsına olan saygımdan ötürü yakışık almazdı. Ailemin de destek ve dualarını alarak Sayın Başbakan’ın davetini kabul ettim. Ak Parti son 11 yılda Türkiye’de çok önemli başarılara ve reformlara imza attı. Ancak dersanelerle başlayan süreçte takınılan anlamsız tavırlar pek çok vicdan ehlini rencide etti.

Türkiye’de eğitimin halledilmesi gereken onlarca problemi varken, sanki sorunun tek kaynağı dersanelermiş gibi göstermek hakperest bir yaklaşım değildir. Bu yaklaşım tarzı partinin 11 yıldır temsil ettiği çizgiyle örtüşmemektedir. Daha önce, gösterilen tepkilerden ötürü bazı kararlarından dönme erdemi gösteren Sayın Başbakan’ın bu konudaki bütün ısrarlı anlatımlara, sitemlere ve taleplere kulaklarını tıkamasını anlayabilmiş değilim.

Dersaneler konusunun samimi insanların taleplerine kulak verilerek olumlu bir noktaya geleceği ümidini bugüne kadar besledim. Bunu beklerken dersanelerin benim de bulunduğum bir ortamda KCK yapılanmasına benzetilmesi ve özür dilenmek bir yana bu açıklamalara Sayın Başbakan ve parti yönetimi tarafından bir tepki verilmemesi vicdanımı derinden yaralamıştır. Bu tartışmanın daha sonra başka alanlara çekilmesi de hiç hoş olmamıştır.

 

Ben yirmi seneden fazla bir süredir hizmet hareketini ve Muhterem Hocaefendi’yi tanıyor ve seviyorum. Referandum başta olmak üzere milletin hayrına gördükleri bütün meselelerde hükümeti var güçleriyle destekleyen, kapı kapı dolaşıp insanları ikna eden, yurt dışından binlerce insanı fedakârca oy kullanmaları için taşıyan, AK Parti kapanmasın diye dualar eden bu samimi insanların şimdi düşman muamelesine tabi tutulması en hafif tabirle vefasızlıktan başka bir şey değildir.

 

Dersaneleri kapatılan, mensupları devlet dairelerinden tasfiye edilen, parti yöneticilerimiz tarafından ahlaksızlık olarak nitelenen fişlemelere ve baskılara maruz kalanlar bu milletin evlatlarıdır. Buna rağmen bu insanların sanki karanlık işler içinde olduklarını ima eden yayınlar, bu yönde atılan iftiralar, ithamlar maalesef bir aymazlık örneği olarak tarihe geçecektir. Hele yeni yeni tedavüle sokulmaya çalışılan 'örgüt' kelimesinin bu gönüllüler hareketi için kullanılmaya çalışılması amacın sadece dersaneleri kapatmak olmadığı düşüncesini de akıllara getirmektedir.

 

Bazı çevrelerce moda bir tabir haline getirilen, 'Bazıları rahatı görünce değiştiler' ifadesiyle hizmet hareketi mensuplarının kastedildiğine dair yorumlar yapıldı. Ben Sayın Başbakan’ın böyle bir kasıt içinde olacağına ihtimal vermek istemiyorum. Ama bu yorumlar doğruysa milyonlarca fedakâr insanın hakkına girilmiş olmaktadır. Dünyanın dört bir yanında milletimizi, bayrağımızı temsil adına karın tokluğuna bir bursla, dünyevi hiçbir beklentiye girmeden hizmet veren insanlar mı rahatı bulmuşlardır. Ya da yirmi metrekarelik hasırla kaplı odasında on beş senedir gurbet hayatı yaşayan ve ziyarete gelen misafirlerin ağırlandığı vakıf binası bir kısım medya tarafından insafsızca 'malikâne' gibi sunulan Muhterem Hocaefendi mi rahatı bulmuştur? Hayatı boyunca dinine, milletine ve insanlığa hizmetten başka bir gayesi olmayan bu müstesna gönül insanını olmadık iftiralarla, ithamlarla karalamak, gönlünü yaralamak ehl-i imanın ve insaf sahibi hiçbir insanın gönülden onaylayacağı bir tutum değildir.

 

Bu millete ve insanlığa hizmet etmekten başka amacı olmayan bu hareketin milyonlarca gönüllüsünden biri olarak hizmete ve Muhterem Hocaefendi’ye karşı takınılan hasmane tavırları, atılan mesnetsiz iftiraları, yapılan bütün hakaretleri ben üzerime alıyorum. Beni tanıyan herkes, özellikle Sayın Başbakanımız bilir ki, siyasi hayatım boyunca hiçbir dünyevi beklenti içinde bulunmadım. Şahsım, ailem ve yakınlarım adına hiç kimseden herhangi bir talebim olmadı. Amacım sadece eğer bir faydam olursa doğru işler yaptığını düşündüğüm bu siyasi harekete mütevazı bir katkı sunmaktı. Fakat bu noktadan sonra bunun mümkün olmadığı da ayan beyan ortadadır.

 

Ayrıca dost bildiğim pek çok çevrenin bu 'cemaati bitirme' korosuna gönüllü ya da baskıyla katılmış olduklarını veya hiç ses çıkarmadıklarını görüyorum. Bu da maalesef beni derinden üzmektedir. Hocaefendi’yi defalarca ziyaret eden, toplantılarına, olimpiyatlarına katılan, iyi günde hizmete övgüler yağdıran insanların bir anda susmaları oldukça şaşırtıcıdır. Haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan olduğunu benden daha iyi bildiklerine inandığım bu dostların yapılan haksızlıklara, atılan iftiralara karşı tavır almak yerine sessizliği tercih etmeleri anlaşılır gibi değildir. Gerek gazeteci, gerek ilim adamı, gerek din adamı veya milletvekili, bakan, bürokrat vesaire, kim olurlarsa olsunlar o insanlardan bir kaçının en azından ortamı yumuşatmak ve bu yanlıştan dönülmesini sağlamak için yüreklice çıkıp tavır belirtmelerini beklerdim. Ama maalesef sınırlı sayıdaki insaflı ve vicdanlı kanaat önderinin ve gazetecinin dışında bu yürekliliği gösteren de olmadı.

 

Açıklayacağım bu karardan sonra şahsıma yönelik bir kısım karalama kampanyalarının da başlayacağını biliyorum. Sporculuk hayatımdan beri, benzerlerini defalarca yaşadığım bu duruma alışkınım. Daha 2002 yılında merhum M. Ali Birand’a 32. Gün programında Hocaefendi’yi sevdiğimi söylemiş ve bunun bir suç olduğu algısını oluşturmak için DGM’de ifadeye çağrılmıştım. İfademde de söylediğimi inkâr etmeden aynı duygularımı belirtmiştim. Bugün de düşüncemde hiçbir değişiklik olmamıştır. Bu duygularla açıklamama son verirken büyük umutlarla girdiğim AK Parti’den üzülerek istifa ettiğimi, milletin vekili sıfatıyla siyasi hayatıma bağımsız olarak devam edeceğimi bildiriyorum.

 

Aziz milletimizin dualarını bekliyor ve hepsine teker teker en derin selam ve hürmetlerimi sunuyorum."

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Antworten 423
  • Erstellt
  • Letzte Antwort

Top-Benutzer in diesem Thema

Top-Benutzer in diesem Thema

Veröffentlichte Bilder

İstanbul'da yolsuzluk ve rüşvet operasyonu

 

Gözaltı sayısı artıyor

Habertürk, 17/12/13

 

İstanbul'daki yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda 36 kişi gözaltına alındı. Akşam saatlerinde gözaltı sayısının 52'ye yükseldiği öğrenildi. Öte yandan 7 kişi hakkında da yakalama kararı çıkarıldığı bildirildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla başlatılan ve Mali Şube polislerinin yürüttüğü operasyonda çok sayıda adrese baskın yapıldı.

İŞTE GÖZALTINA ALINAN İSİMLERDEN BAZILARI;

*İş adamı Ali Ağaoğlu,

*iş adamı ve sanatçı Ebru Gündeş'in kocası Reza Zarrab,

*İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler,

*Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan,

*Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar

 

*Taş Yapı'nın sahibi Emrullah Turanlı

 

*Mimar Ali Tunç

 

* İki numaralı Yenileme Alanı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü (Süleymaniye dışında Fatih ilçesindeki tüm yenileme alanları, Tuzla ve Zeytinburnu yenileme alanlarından sorumlu) Raşit Şentürk

 

* Eski Röleve Müdürü Hüseyin Başçetin

 

*Rönesans İnşaat'ın sahibi Erman Ilıcak

 

*Kültür ve Turizm Bakanlığı Koruma Müdürü Günsel Aybay

 

*İş adamı Hüseyin Avni Sipahi

 

*Mustafa Halit Günaydın

 

*Fatih Güner

 

*İki numaralı Kültür Valıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü ( Beyoğlu, Eyüp, Kağıthane ve Şişli'den sorumlu) Yener Çavdar

 

*Yorum İnşaat Yönetim kurulu Başkanı Osman Ağca

 

*Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan

 

*Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir

 

* Fenerbahçe seçiminde Aydınlar'ın listesindeydi Ekrem Eray Arda

 

*Ekonomi Bakanının Özel Kalem Müdürleri Mustafa Behçet Kaynar ve Onur Kaya,

 

* 5 numaralı Koruma Kurulu Üyesi aynı zamanda TOKİ çalışanı Yavuz Çelik

 

*Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın Danışmanı Sadık Soylu (AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu'nun yeğeni olduğu iddia ediliyor)

*Çevre Şehircilik Genel Müdürü Mehmet Ali Kahraman

 

Operasyonlarda gözaltına alınan Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan eşinin de gözaltına alındığı öğrenildi.

 

Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski genel sekreterlerinden Mesut Pektaş da gözaltına alınanlar arasında olduğu öğrenildi.

 

Şüpheliler, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirildikten sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

 

BAKANLARIN PROGRAMLARI İPTAL

Gelişmelerin ardından Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın Ankara'daki programı iptal edildi. Bakan Çağlayan'ın katılması planlanan bugün Ankara' da Ekonomi Bakanlığı'nda düzenlenecek Gölbaşı Eğitim ve Sosyal Tesisinin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına Devredilmesine ilişkin Protokol İmza Töreninin iptal edildiği duyuruldu.

 

Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da İçişleri Bakanı Muammer Güler'in de katılacağı sınır kapısıyla ilgili ortak anlaşma imza töreni iptal edildi. Bulgaristan İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, iptalin nedeni açıklanmadı.

 

 

Operasyon kapsamında işadamı Reza Zarrab, Kanlıca'daki yalısında gözaltına alındı. Zarrab'ın yalısında ele geçirilen dokümanlar da bavulla çıkarıldı. Zarrab, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ndeki sağlık kontrolü ardından sorgulanmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne getirildi.

 

Reza Zarrab, akşam saatlerinde kendi rahatsızlığından kaynaklanan şikayetler üzerine yeniden sağlık kontrolünden geçirildi. Sanatçı Ebru Gündeş'in eşi Zarrab, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ndeki sağlık kontrolünün ardından yeniden emniyet binasına götürüldü.

 

RAHVALI'DAN AÇIKLAMA

 

Ağaoğlu Şirketler Grubu CEO'su Hasan Rahvalı, işadamı Ali Ağaoğlu'nun ihtiyaç duyulan bir ifadeyi vermek üzere emniyete davet edildiğini, gözaltında olmadığını söyledi.

 

Bazı kamu görevlileriyle ilgili yolsuzluk iddiaları üzerine alınan bir mahkeme kararıyla belirli sayıda işadamının ifadesine ihtiyaç duyulduğunu belirten Rahvalı, "Bu kapsamda da Sayın Ali Ağaoğlu ihtiyaç duyulan bir ifadeyi vermek üzere emniyete gitmiş bulunuyor" dedi. Ali Ağaoğlu'nun emniyete davet edildiğini kaydeden Hasan Rahvalı, "Arama yapıldı, tamamlandı. Aramayla ilgili herhangi bir suç unsuruna rastlanmadı, bu da tutanağa bağlandı" diye konuştu.

TAŞ YAPI İNŞAAT'TAN AÇIKLAMA

Taşyapı İnşaat Tahhüt Sanayi ve Ticaret A.Ş. yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ilgli Taşyapı Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Emrullah Turanlı'nın bilgisine başvurulmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne davet edildiği açıklaması yaptı.

Yapılan açıklamada, "İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen soruşturma kapsamında Taşyapı Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Emrullah Turanlı bilgisine başvurulmak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne davet edilmiştir. Emrullah Turanlı hakkında bir gözaltı söz konusu değildir, kamuoyunun dikkatine sunarız." denildi.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Devlet ikiye bölündü[/h]

SAYIN BAŞBAKANIM,

Devlet ikilik kaldırmaz, durum çok vahimdir.

Süreç sayesinde milletin bütünlüğü tartışılırken şimdi ‘devletin’ bütünlüğü tehlikeye hatta kaosa doğru gidiyor.

Başbakan ve sorumlu sizsiniz, devletteki bu ikilik kaosunu sona erdirmek sizin yetkinizde ve meclis elinizin altında.

İlk yapılacak şey, meclisi hemen toplayıp, Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi saçma sapan davaların zindanlarını hemen boşaltmak.

İkinci yapılacak şey, CHP’yle el ele yeni bir anayasa düzenlemesi yapılarak, referandumla yapılan değişiklikleri gözden geçirip ‘cemaat’in hakimler üzerindeki gücüne son vermeniz.

Sayın Başbakanım, devlet ikilik kaldırmaz, an itibariyle devlet tam ortadan ikiye bölünmüş ve bir iç savaş manzarası hakimdir.

Sayın başbakanım, bize yapılırken iyi, size yapılırken oh olsun diyemeyiz.

Üzerinde yaşadığımız mensubu olduğumuz devletin hukuki organizasyonunun tam bir keşmekeş içinde olduğu ve krizin derinleşerek devleti ortadan bölmekte olduğunu görüyoruz.

Yapılacak ilk şey, önce bakanlar kurulunu, sonra meclisi toplamak ve son anayasa referandumunla yediğiniz b.kları bir anayasa düzenlemesiyle yeniden temizlemektir.

Faili meçhuller suikastler ağır hukuk ihlalleri bir daha yeniden henüz yaşanmadan, henüz silahlı kuvvetlerle polis güçleri karşı karşıya henüz gelmeden, bu siyasi kaosu sona erdirecek tek yerin Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu hatırlatırız.

Cemaati CIA’sı Mossad’ı devleti yedi kocalı Hürmüz’e çevirdiniz.

Birileri eline geçirdiği hakimlerle, devleti bizleri hepimizi kıyasıya dövmekte, savcıları sopa kırbaç gibi kullanarak hepimizle acı acı eğlenmekte.

Korkunç şeyler oluyor, hükümet’in merkezi Ankara mı Pensilvanya mı belli değil?

Haksız hukuksuzca içeri tıktığınız askerlere ve bağımsız milli solcu vb. yazarlara karşı boş inançlarınızdan tezviratlarınızdan hemen vazgeçiniz.

Yasama yürütme yargı yetkileri tam anlamıyla birbiriyle iç savaşa başlamıştır, devletin ve hükümetin kontrolü Başbakan olarak elinizden çıkmıştır.

Bilgisiz ve karanlık kişilerle kurduğunuz gizli tezgah ve koalisyonların ağır sonuç ve maliyetlerini önce bizler yaşadık şimdi sıra devletin ta kendisine gelmiştir.

Hakimleri cemaate teslim ettiğinizden beri askerlerimize yapılan casus suçlamalarından Hrant Dink davasına kadar herşey şaibe tezgah ve karanlık içinde ülkeyi hukuku ve devleti yeterince kaosun içine sokmuştur.

Sayın başbakanım, burası kişizadeler şeyhler efendiler ülkesi değil, bakın, meclis orada ve çoğunluk şimdilik elinizin altında.

Sayın başbakanım, kötü niyetli değilseniz artık uyanın, ‘yargılayanları’ bir cemaatin seçeceği bir ülke bir demokrasi bir hukuk nereye kadar gidebilirdi?

Dağın bir yanının heyelanla düşmesi gibi bu çöküş siyasi iktidarınızı daha büyük bir felçe sokmadan meclis’i toplayın, meclis’e koşun.

Sayın Başbakanım, meclis denilen yer bütün kavgalarına rağmen Neşeli Bir Yer’dir.

Sayın Başbakanım, el altından gizli tezgahlar cemaatler karanlık güçler ise her çağda her toplumun huzurunu kaçıran dirlik düzenini bozan ve EGEMENLİĞİNİ hiçe sayan yerlerdir.

Egemenlik’in ne olduğu ise Meclis duvarında asılıdır.

Nihat Genç, 17.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

18 Aralık 2013 Çarşamba 17:38

Bu haber 626 kez okundu.

[h=1]'Artık her şey bitti'[/h]Rüşvet operasyonları üzerine değerlendirme yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Artık her şey bitti, savaşacağız. Herkes için kötü olacak. Şunlar bunlar tutuklanacaklardan, kasetler, fotoğraflar servise konacak tehditlerini biz de duyuyoruz. Bu kadar alçalabileceğini bazılarının, gerçekten düşünmemiştik" dedi.

 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, AK Parti Genel Merkezi'nde gerçekleşen toplantı sonrası basın açıklaması yaptı. Arınç'ın konuşmasından satırbaşları;İfadesi alınan veya alınacak kişi sayısı için 51, kişidir, sorguya başlandığı öğrenildi. Dört bakanın isminin geçtiği ifade edilmektedir, bir belediye başkanımız vardır. Hepimizin duyarlı olduğu bazı suçlamalar yapılmaktadır.

 

Türkiye'nin derinden sarsan üç ayaklı yolsuzluk operasyonuyla ilgili elde ettiğimiz bilgileri sizlerle açıklamak istiyorum.

 

Yeni görevlendirilen cumhuriyet savcıları memur suçları soruşturma bürosu ve özel soruşturma bürosunda görevli bulunmaktadır.

 

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açıklaması ile HSYK'nın açıklaması örtüşüyor.

 

Her kesim sağduyulu şekilde soruşturma sürecini beklemeli.

 

Biz 3 Y ile mücadele edeceğimizi açıkladık. Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklardır. Yolsuluk yapanların bugüne kadar üzerine gittik. Eğer yolsuzluk iddiası, rüşvet, karapara sözkonusu ise bunu yargı ortaya çıkarmalıdır. Hükümetimiz yargının arkasında olacaktır.

 

Siyasi irade yolsuzluk yapanların karşısında dimdik ayaktadır.

 

Hükümetimize yakın kişilerin isimlerinin geçmesi bizi hiçbir şekilde ilgilendirmiyor. İddia varsa yargı bunu ispatlamalıdır, gerçek ortaya çıkarılmalıdır.

 

Henüz iddialanmış hiçbir şey yokken, sadece basına ve internet sitelerine servis edilenler üzerinden peşin hükümle suçlamasınlar.

 

Hukukun evrensel prensiplerinden birisi soruşturmanın gizliliğini ihlaldir. Biz hükümet olarak ne olduğunu bilmeden, boy boy fotoğraflar, bunların altına yazılanlarla hükümeti, işadamlarını, sanatçıları suçlu gibi göstermek doğru değildir.

 

Geçmişte bazıları bu usullerle suçlanmış olabilir, hukuk herkese lazımdır.

 

Bize düşen sabırla ama bir an önce de yargının elindeki delillerle suçlanan kişilerle yüzleşmesi, bir karar vermesidir. Karar çıkarken de hükümetimiz bazı siyasi çalışmaları da ayrıca yapacaktır. Başbakan yeri geldiğinde bunları açıklayacaktır.

 

Burada birbirinden farklı isimler, konular var. Birbirinden farklı konu ve isimlerin böyle operasyonla biraraya getirilmesinin amacı ne olabilir?

 

Bazı duyumlarımıza göre aslında 6 ay öncesinde dinlemelerin kesildiği ama zamanın bugüne bırakıldığı da var. Şube müdürünün bir üstüne haber vermesi emir ve yönelgelerle istenir.

 

'BU KADAR ALÇALABİLECEKLERİNİ DÜŞÜNMEMİŞTİK'

 

Artık her şey bitti, savaşacağız. Herkes için kötü olacak. Şunlar bunlar tutuklanacaklardan, kasetler, fotoğraflar servise konacak tehditlerini biz de duyuyoruz. Bu kadar alçalabileceğini bazılarının, gerçekten düşünmemiştik. Saflığımıza verin. Bir tarafta meşhur bir sanatçıyla evli olan bir iş adamı diyelim, TOKİ'yle ilgili arazilerin şirketlere peşkeş çekildiği iddialar var, haksız kazanç temin ettikleri var. birbirinden farklı isimlerin bir araya getirilmesinin amacı ne olabilir? Böyle bir şey görülmüş değil. 14 aylık bir dinlemeyle bu işin şimdi sonçlandığı söyleniyorsa, aslında 6 ay önce dinlemenin kesildiği bugünün beklendiğini de duyduk.

 

 

Yeni Akit, 18.12.2013

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

BAŞBAKAN YARDIMCISI SAYIN BÜLENT ARINÇ’IN

BASIN TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMANIN TAM METNİ

 

18.12.2013

----- / -----

 

Değerli basın mensupları, hepiniz hoşgeldiniz.

Dünden bu yana kamuoyunu ilgilendiren önemli bir operasyon kapsamında sizlere Hükümet’in adına bilgi sunmak istedim. Bugün öğlede sonra Sayın Başbakan’ımızın başkanlığında bazı bakan arkadaşlarımızla bira araya geldik, olayı elimizdeki bilgiler kapsamında değerlendirdik ve Hükümetimiz adına bir an önce bir açıklama yapılmasında zaruret bulunduğunu düşündük.

Basın mensupları olarak esasen yakinen takip ediyorsunuz, dün sabah erken saatlerde İstanbul merkezli, daha sonra 28 adrese sabaha karşı yapılan baskınlarla 52 kişi gözaltına alındı. İş adamları ve Fatih Belediye Başkanı da dahil olmak üzere 3 bakanımızın oğlu da emniyete götürüldü. Halk Bankası Genel Müdürü’nün eşi dün gece serbest bırakıldı. İfadesi alınan veya alınacak kişi sayısı 51 oldu, bu 51 kişinin de sorgusuna başlandığı öğrenildi.

Cumhuriyet Savcısı Celal Kara’nın yürüttüğü 3 ayrı soruşturma çerçevesinde başlatılan rüşvet yolsuzluk operasyonuyla ilgili iki yeni savcı daha görevlendirildi.

Değerli arkadaşlar, bu operasyonlarda 4 bakanımızın isminin geçtiği ifade edilmektedir, bir Belediye Başkanımız vardır, bazı bakan arkadaşlarımızın çocukları isimleriyle bahsedilmektedir, danışmanlar vardır, koruma kurullarında görev almış bürokratlar vardır, bazı iş adamları ve inşaat firmalarının isimlerinden bahsedilmektedir ve hepimizin üzerinde çok duyarlı olduğu bazı suçlamalar yapılmaktadır; rüşvet gibi, yolsuzluk gibi, kara para aklaması gibi.

Türkiye’yi derinden sarsan bu 3 ayaklı yolsuzluk operasyonuyla ilgili olarak elde edebildiğimiz bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle bazı açıklamalar var, bunları da esasen biliyorsunuz, ancak kamuoyunun bilgisi olmayabilir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Başsavcı Sayın Çolakkadı tarafından bir basın açıklaması yapıldı. Uzun, ancak bazı kanun maddelerini de saymadan kamuoyunu ilgilendirebileceği ölçüde şunu söylemek istiyorum: “Soruşturmaların kapsamı, şüpheli sayısının çokluğu, gözaltındaki şüphelilerin işlemlerinin yasal gözaltı süresinde bitirilmesinin gerektiği nazara alınarak ve delillerin tam olarak toplanıp soruşturmanın kısa sürede ikmal edilmesi için, önceden beri kapsamlı soruşturmalarda uygulandığı gibi, bu soruşturmalara yardım etmek üzere de iki cumhuriyet savcısı daha görevlendirilmiştir.” Yani görevli olanlara ilaveten kapsamı bakımından işlerin bir an önce sonuçlanması amacıyla iki cumhuriyet savcısının daha görevlendirildiği ifade edilmektedir.

“Yeni görevlendirilen cumhuriyet savcıları, memurlar ve kamu görevlilerinin suçlarını soruşturmak için kurulmuş bulunan Memur Suçları Soruşturma Bürosu ve Özel Soruşturma Bürosunda görevli olup, önceden beri memur ve kamu görevlerinin soruşturmalarını yürütmektedirler.

Yargı mercileri yasalar ve görevle ilgili iç düzenlemeler çerçevesinde hakikatlerin ortaya çıkartılması ve yasal gereğinin yapılması için çalışmakta olup” diyerek yaptıkları işi anlatıyor Başsavcı.

Buradan anladığımız şudur: Mevcut savcılara ilaveten işlemleri çabucak kolaylaştırmak amacıyla iki yeni savcı daha görevlendirilmiştir, rutin bir işlemdir.

Bu sırada Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bir açıklama yapıldı, bunda da bazı şube müdürlerinin görev yerlerinin değiştirilmesinin gerekçesi açıklanıyor.

O da şudur; basında yer alan emniyet personelinin görev yerlerinin değiştirilmesiyle ilgili haberler üzerine şu açıklama yapılmıştır: “Bazı illerimizde emniyet personelimizin görev yerleri haklarındaki görevi kötüye kullanma iddialarıyla ilgili soruşturmalar sebebiyle değiştirilmiş, bazı illerde ise personelimiz idari gereklilik nedeniyle farklı görevlere gönderilmişlerdir veya görevlendirilmiştir” deniyor.

Bu da basına aks etmişti, bazı şube müdürleri bu olayla veya bu olayları takiple görevli kolluk güçlerinin bir kısmının görevlerini yaparken görevlerini kötüye kullandıkları iddiasıyla açılan soruşturmaların salimen sonuçlanması için görev yerlerinin değiştirildiğinden bahsediyor.

Üçüncü bir açıklama HSYK tarafından yapıldı. Herhalde şu saatlerde yapılmış olması lazım. Burada da Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İstanbul’u kastederek görevleri anlatılıyor, yani Terörle Mücadele Kanunu’nun 10’uncu maddesinde sayılan suç ve davalara bakanlar hariç, cumhuriyet savcılarının yetki ve görevlerinin tespitine ilişkin iş bölümünü belirleme yetkisi o yer cumhuriyet başsavcısına ait olup, kurulumuzun bu yönde bir yetkisi bulunmamaktadır. Söz konusu soruşturma genel yetkili cumhuriyet savcıları tarafından yürütülmektedir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da bugün soruşturma savcılarının görevlerinin başında olduğunu, soruşturmanın kapsamı, şüpheli sayılarının çokluğu, gözaltı süreleri dolmadan ifadelerinin alınabilmesi için iki cumhuriyet savcısını daha görevlendirdiğini söylüyorlar. Yani İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın açıklamalarıyla HSYK’nın açıklamaları örtüşüyor, başsavcı kendi görev ve yetkileri dahilinde 2 savcıyı daha görevlendirmiştir diyor.

Son basın açıklaması Ankara Valiliği’nden yapılmış. Ankara Valiliği, bazı internet haber ve portallarında yer alan validen izin almışlar, isim vermemişler başlığıyla yer alan haberlerin yalan olduğunu ifade ediyor. Bu haberlerin idari usul ve esaslara uygun olmadığı, başka illerden gelen polis, amir veya memurlarının il valileriyle görüşmesi mümkün değildir; ancak bunlar il emniyet müdürleriyle görüşebilirler deniyor ve çıkan haberlerin yalan ve maksatlı olduğunu ifade ediyorlar.

Değerli arkadaşlar, şu sözlerimle tamamlamak istiyorum işin bir yönünü: Bir defa, bir operasyon yapıldığı ve bunun 3 ayaklı olduğu, içerisinde de bazı bakanlarımızın, bakan çocuklarının, bürokratların, belediye başkanlarının isimlerinin geçtiğini söylemiştim. Buna bir adli operasyon, bir yargı süreci, soruşturma sürecinin de başladığını ilave etmeliyim.

Şimdi bu konuda Hükümetimizin görüşü, 11 yıldan bu yana kesinlikle değişmemiştir. Partimiz henüz kurulma aşamasındayken, daha hükümet olmamışken biz Türkiye’de siyasetin yozlaştığı bir noktadaydık, siyaset kurumu yıpranmıştı, siyasetçilerin yolsuzluklarla ilişkileri konuşuluyor, bu yüzden hükümetler uzun ömürlü olamıyor ve başarılı sayılmıyorlardı. Kuruluş ilkemiz olarak da biz 3-Y’yle mücadele edeceğimizi ifade ettik. Bu 3-Y; yolsuzluklardır bir, yoksulluklardır iki, yasaklardır üç. Hamdolsun ki, 3 yıldan bu yana her seçimde bizleri daha büyük bir güvenle destekleyen halkımız bu 3 konuda yaptığımız bütün çalışmaları desteklemiş ve onaylamıştır.

Geldiğimizden bu yana pek çok menfaat şebekesi, çete ve mafya örgütleri yargının önüne çıkarılmıştır, pek çoğu dağıtılmıştır, bunların resmi kayıtlarda sayısının 55 olduğunu biliyoruz.

Suç işlemek amacıyla örgüt kuranlar da dahil, yolsuzluk üzerine, yani çıkar sağlamak amacıyla kurulan birliktelikler de hükümetlerimiz döneminde siyasi iradenin güçlü olması sebebiyle yakalanabilmiş, yargılanabilmiş ve haklarında kararlar verilmiştir.

Şunu söylemek istiyorum: Bunların hepsi kolluk kuvvetleriyle, yargı süreciyle başlayan süreçlerdir, elbette kararları hakimler ve savcılar vermektedir. Elbette aramalar, tutuklamalar, yakalamalar, gözaltılar yine yargı süreci içerisinde değerlendirilmektedir.

Bizim buradaki görevimiz nedir? Geçmişte olmayan tek şeydir, siyasi irademiz güçlüdür ve siyasi irademiz yolsuzluk yapanların Türkiye’de kökünü kazımak üzerine ciddi bir şekilde dimdik ayakta durmuştur. Bugüne kadar yapılanları böylesine büyük bir onurla ve şerefle anlatan Hükümetimizin yolsuzluk söz konusu olan bir yerde yolsuzluktan yana tavır almasını hiç kimse beklemez; böyle bir şey ne dün vardı, ne bugün de olacaktır.

Bunu şu sözlerimle tamamlayayım: Eğer bir yolsuzluk iddiası, bir rüşvet, bir kara para aklama söz konusuysa, bunu yargı en iyi şekilde, en adil şekilde aydınlatmalıdır. Başka olaylarda siyasi iradesini güçlü olarak yargının yanında yer tutan Hükümetimiz, bu konuda da siyasi iradesinin yargı sürecinde her zaman arkasında olacaktır.

İsimler kim olursa olsun, en yakın ilişkide bulunduğu kişiler o kişilere ne kadar yakın olursa olsun, geçmişte veya bugün Hükümetimizle ne kadar iyi ilişkiler içerisinde bulunduğu farz edilirse edilsin, bizim nazarımızda her şey nötrdür. Bu yargı süreci büyük bir süratle ve büyük bir dikkatle sonuçlanmalıdır. Yargı sürecinin vereceği karara her zaman saygılı olacağız ve hiçbir zaman bu süreci engelleyecek bir çabanın içerisinde olmayacağız. Bilakis, yargı bilmeli ki 11 yıldır çete ve mafyalarla mücadele eden bir Hükümetin her konuda desteği yargımızın arkasında olacaktır.

Dolayısıyla, Hükümet üyelerinin isimlerinin geçtiği veya bir başka isimlerin Hükümete yakın kişiler olduğu konusundaki iddialar bizi bir şekilde hiç ilgilendirmiyor. Bir iddia varsa, bu iddia en güzel şekilde ispatlanmalıdır ve bu iddianın gerçekliği kısa zamanda ortaya çıkartılmalıdır. Sayın Başbakan’ımızın da, Hükümetimizin de bu konudaki tavrını takdirle karşılamak gerekir.

Bu konuda muhalefete bir cümle söylemek istiyorum; elbette bu iddialar üzerine Hükümeti eleştirmek, Hükümette yer alan bakanlar üzerinden Hükümetin yıpratılmasını istemek, Hükümetin önümüzdeki mahalli seçimlere kırık bir şekilde gitmesini temin etmek, ondan sonraki süreci de bu olay sebebiyle belki tersine döndürmek isteyebilirler. Muhalefetin meşru hakları vardır, gayrimeşru haklarının olmaması gerekir. Bu olay, bugüne kadar cereyan etmiş pek çok iddiada olduğu gibi dikkatle takip edilmelidir. Eleştiriler her zaman yapılmalıdır; ama bunu bahane ederek peşin hükümle karar vermek, masumiyet ilkesini bertaraf etmek ve henüz ispatlanmış hiçbir şey yokken sadece basına ve internet medyasına servislerle vakit geçiriliyorken, peşinen hükümle saymak, suçlu saymak muhalefete yakışmaz. Sadece iddialar üzerine, bu yolsuzluk iddialarının süratle araştırılmasını isteyebilirler, Hükümetin kendi içerisinde bir tavır almasını isteyebilirler, bu tür olaylara yol açtığı iddia ediliyorsa Hükümetin siyasi anlamda en çok eleştirilerini yapabilirler. Ama ne bakanlarla, ne burada ismi geçen kişililerle ilgili bir hükümle suçlama noktasına gitmek ve Hükümeti bu olay sebebiyle sorumlu tutmak doğru bir davranış olamaz. İnsaflı olsunlar, hakkaniyete uygun hareket etsinler ve kamuoyunda kendilerini de, Hükümeti de zor durumda bırakacak bir iş yapmasınlar.

Hukukun evrensel prensiplerinden birisi, bizde var, başka ülkelerde de var, soruşturmanın gizliliğini ihlaldir. Soruşturmanın gizliliği esassa, o gizliliği ihlal etmek de Türk Ceza Kanunu’na göre suçtur. Ne var ki, biz Hükümet olarak daha dosyada neler olduğunu bilmiyoruz, bize getirin bakalım bunları demek imkanından mahrumuz; ama boy boy fotoğraflar, kime ait olduğu belli olmayan resimler, onlara konulan alt yazılar, iş adamlarını, gazetecileri, sanatçıları suçlayacak bir psikolojik savaşın içerisine sokmaz hukukla bağdaşmaz.

İkincisi; adli görevi etkilemek, adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs de Türk Ceza Kanunu’na göre suçtur, bu noktada verilecek beyanatların, yargıya verilecek talimatların da doğru olmadığı kanaatindeyiz. Bize düşen, sabırla; ama bir an önce de yargının elindeki delillerle suçladığı kişilerle yüzleşmesi, ciddi bir adil yargılama süreci sonunda da, burada gerçekten ne var, kimin suçu nedir, kim neyle suçlanıyor, deliller yeterli midir, bu konuda bir karar verilmesidir. Bu kararı sabırla bekleyeceğiz; ama bu karar çıkarken de Hükümetimiz belki siyasi anlamda bazı çalışmaları da ayrıca yapacaktır, bunları da Sayın Başbakanımız kamuoyuna yeri geldiğinde ifade edecek ve açıklayacaktır.

Şimdi değerli arkadaşlar, meseleye bu açıdan baktığımızda, bir soruşturma süreci var, soruşturma süreci gizlidir, ama bu gizliliğe şu anda uyulmuyor, ne muhalefet uyuyor, ne basın uyuyor, ne de siyasetçiler uyuyorlar. Lütfen insanları karalamayın, insanlar hakkında peşin hükümler vermeyin. Beraatı zimmet asıldır, bir insan kesin hükümle mahkum oluncaya kadar masum sayılır; bu hukuk herkes için geçerlidir. Geçmişte başka kişiler yine bu usullerle suçlanmış olabilirler, ama bu, bugün yapılan işe meşruiyet kazandırmaz. O günün mağdurları farklıydı, bugünün mağdurları farklıdır. Hukuk herkese lazım, adalet herkes için yol göstericidir. Bizim beklediğimiz, yargı sürecinin açık, şeffaf ve hakkaniyete uygun bir biçimde mutlaka süratle gerçekleştirilmesidir.

İkinci olarak, bu olayların bugün cereyan ediyor olması ne anlama geliyor? Burada bir siyasi maksat olabilir mi, yapılan, gözetilen başka amaçlar olabilir mi? Müsaade ederseniz, Hükümet olarak da siyasi bir noktada bu meseleye bakma hakkımız var.

Çünkü, 3-4 gün öncesinden başlayarak 4-5 ay öncesinden başlamaya kadar bu tür bir suçlamayla bazı insanların karşı karşıya gelecekleri çok biçimde yazılıyordu, emniyetten atılma insanlar tweetlerinde 4 ay önce, 5 ay önce güler mi ağlar mı, barış mı bilmem ne derken, Sayın İçişleri Bakanımızın oğluyla ilgili birtakım işaretleri esasen vermişler. Biz bugün farkında oluyoruz, çünkü biz iyi niyetliyiz ve Türkiye’de hukukun egemen olduğunu düşünüyoruz.

3-5 gün öncesinden artık her şey bitti, bundan sonra savaşacağız, herkes için kötü olacak, bir yerlere telefonlarla şunlar, bunlar tutuklanacaktan şunlar bunlar resimler, kasetler, fotoğraflar servise konacak tehditlerini siz de duyuyorsunuz, biz de duyuyoruz. Ama bu kadar alçalabileceğini bazılarının, bu kadar belden aşağı, insanların kişilik haklarına saygısızlık yapacağını gerçekten düşünmemiştik, saflığımıza verin.

Değerli arkadaşlar, şimdi burada birbirinden farklı konular, birbirinden farklı isimler var, taraflar ve konular farklı. Bir tarafta, ismini de vermek istemiyorum, işte meşhur bir sanatçıyla evli olan bir iş adamı diyelim, onunla birlikte bir grup var, TOKİ’yle ilgili, emlakla veya işte arazilerin şirketlere peşkeş çekildiği iddialar var, belediyenin ve kurulların bir arada çalışarak bazı haksız kazanç temin ettikleri var. Birbirinden farklı konular ve isimlerin böyle bir operasyonda bir araya getirilmesinin amacı ne olabilir? Böyle bir şey görülmüş değil.

Kaldı ki, 14 aylık bir dinlemeyle bu işlerin takip edildiği ve şimdi sonuçlandığı iddia ediliyorsa, yine bazı duyumlarımıza göre aslında 6 ay önce dinlemelerin kesildiği, ama zamanlamasının bugüne bırakıldığı duyumları da var. Kötü şeyler duyduk, kötü şeyler hissettik. Şüphesiz bunların plancılarını, ne amaçla yaptıklarını az-çok biliyoruz, ama bunların kamuoyuna açıklanması da bir diğer soruşturmaya gölge düşürebilir inancıyla belki zamanı geldiğinde açıklayabileceğiz.

Bu kadar elit kişi, 52 kişi birbirlerini görmemişler, aynı yerde bir arada olmamışlar, birbirleriyle ilişki kurmamışlar, niçin birini 1 ay önce, birini 2 ay önce, birini bugün yapmıyorsunuz da, sabahın 5’inde gel dendiği zaman gelebilecek insanların evlerine baskınlar yaparak bu operasyonu başlatıyorsunuz? Üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.

Peki, ikincisi nedir? Bu işi yapanlar diyelim ki emniyetteki şube müdürleridir. Şube müdürünün bir üstüne haber vermesi, emir, yönetmelik ve yönergelerle istenir. Arkadaşlar, şube müdürünün başlattığı bir operasyondan başındaki müdür habersizdir, daire başkanı habersizdir, İstanbul Emniyet Müdürü habersizdir, Ankara Emniyet Müdürü habersizdir.

Şunu söyleyebilirsiniz: Haber verselerdi önlem alırlardı, mademki bakan ismi geçiyor, haber vermemek de onların hakkıdır.

Arkadaşlar, bir görev ifa ediliyor, en azından bir operasyon yapılacak, ama isimleri gizli tutabilirsiniz, bunu kendi uhdenize almaz üstünüzdeki amirinizle paylaşarak şu saatte biz önemli bir operasyon yapacağız dersiniz. Bir İçişleri Bakanının oğlunun gözaltına alındığını basından duyması kadar acıklı bir şey olabilir mi? Bir İstanbul Emniyet Müdürünün, bir İstanbul Valisinin yapılanlardan saatler sonra haberdar olması neyle izah edilebilir?

Efendim, Batıda da böyle oluyor. Batıda böyle oluyor mu bilmiyorum. Ama bizim kolluk güçlerimizin görevlerini ifa ederken üzerlerine aldıkları görevle ilgili sıralı amirlerine bilgi vermesi gibi bir mükellefiyet var. İyi midir, kötü müdür; farklı bir şey. Ama sen rütbene bakarak bir üst rütbedeki insanın senin görevinle ilgili bir kanaate ulaşması gerekebilir. İşte bu yüzden bazılarının hakkında görevlerini kötüye kullanmak iddiasıyla soruşturma açılmış ve soruşturmanın selameti bakımından da görev yerleri değiştirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, ‘soruşturmanın gizliliği esastır’ demiştim. Ancak şu ana kadar da yayınlanmayan pek çok şeyi öğrendik, haberdar olduk, daha da şunlar var elimizde diyerek bakanlar hakkında fezleke tanzim edileceği veya gönderileceği, bu operasyonun ve adli soruşturmanın UYAP’a bilgi vermeden gerçekleştirildiği de iddiaların içerisinde. Dolayısıyla, çok planlı, psikolojik harp benzeri bir operasyonla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim.

Bunun amacı ne olabilir? Hükümetimizin yıpratılması. Bugüne kadar siyasetle, meşru usullerle yıpranmayan, 11 yıl içerisinde 3 genel milletvekili seçimi, 2 yerel seçim, 2 referandumdan başarıyla çıkmış olan bir Hükümeti güçsüz muhalefet partileriyle yıpratamayacaklarını görenlerin, önce Gezi’yle, şimdi de bu tür olaylarla kamuoyu nezdinde yıpratma kampanyası olduğu çok açık biçimde görülüyor. Önümüzde mahalli seçim var, bu mahalli seçimlerin 1989’da ANAP için yapılanlardan farklı bir tarafı da yoktur. Ancak, bütün bunlara karşı bilgili, bilinçli ve hazır olan bir Hükümet o tarihlerde elbette söz konusu değildi.

Sayın Başbakanla birlikte Hükümetimizin yıpratılması ve Hükümete destek olan veya destek olduğu ilan edilen, birilerine göre yandaş, birilerine göre candaş isimleriyle küçük düşürülmeye çalışılan gazeteler, televizyonlar, gazetecilere yönelik tehdit ve karalama kampanyaları da at başı gitmektedir, iş adamlarına tehditler yağdırılmaktadır, çocuklarıyla ilgili, kendileriyle ilgili bir kısım fotoğrafların fotoshop da olsa, montaj da olsa yayınlayabileceklerini söylemektedirler.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunları yerel seçimler ve önümüzdeki seçimlere yönelik ve Türkiye’nin ekonomik gücünü yıpratmak amacıyla yapıldığını bir komplo teorisi olarak söylemiyorum, bundan kesinlikle uzağız. Ama ulaşabildiğimiz bazı bilgiler ve bulgular bu amaçların bu olaylarla, bu operasyonla ilgili örtüştüğünü ve at başı gittiğini gösteriyor.

Unutmayın, 3 çeyrekte yüzde 4’ün üzerinde büyüme gösteren bir Türkiye ekonomisi ve işsizlikte tek haneli rakamları muhafaza eden bir Türkiye ekonomisi, ihracatta artışlar gösteren, yabancı yatırımları hala cazibe merkezi olarak çeken bir Türkiye ekonomisi, bu tür Türkiye’nin yönetilemez hale geldiği veya yolsuzlukların başını alıp gittiği imajıyla karalamak, küçük düşürmek ve zarar görmesi noktasına getirmek amaçlanmış olabilir. Bunlarla ilgili çalışmalarımız devam edecektir.

Sözümün sonunda şunu söylüyorum:

Bir; ortada bir iddia vardır, bu iddiada kimlerin ismi geçiyorsa, en yakınlarından en uzaklarına kadar, Hükümetimizle ilgili olanlarından Hükümetimizle hiç ilgisi olmayanlara kadar bu iddialar sonuna kadar araştırmalıdır. Nereye kadar varacaksa, kim hakkında deliller var ve suçlanacaksa, kim hüküm giyecekse bizi ilgilendirmiyor. Biz Hükümet olarak bugüne kadar yolsuzluklara karşı savaş vermiş, bunu varlık sebebi saymış bir Hükümetimiz. Yolsuzluklarla, yasaklarla, yoksulluklarla mücadele edeceğiz ve hamdolsun ettik; o ayrı bir konu.

Şimdi yargıya düşen, bir an önce ifadelerin alınmasıdır, sorguların yapılmasıdır, iddianamenin tanzim edilecekse edilmesidir, göz altılardan serbest bırakılacaklar mutlaka olacaktır, bu konularda gerekenlerin yapılması, elbette hakkında ciddi deliller bulunuyorsa bunların da yargı gereğini yapacaktır.

İşin ikinci kısmını ne siz, ne de halkımız dikkatlerden kaçırmasın diye söyledim. Bu operasyon niçin bu zamanda yapılıyor, niçin bu eksikliklerle yapılıyor ve niçin buna benzer bazılarının daha olabileceği tehditler olarak savruluyor düşünün. Hükümeti yıpratmak için, zor durumda bırakmak için, bizi bugüne kadar en çok iddiacısı olduğumuz ve en çok başarıyla gerçekleştirdiğimiz yolsuzluklar konusunda kamuoyunun gözünden düşürmek için diye; biz biliyoruz, düşünüyoruz. Bu kanaatimizi pekiştirecek delilleri de, bu işi yapanları da en kısa zamanda bulacağız. Eğer devlet içerisinde kümelenmiş ve yuvalanmış illegal bir örgüt söz konusu ise, bunları ortaya çıkarmak da boynumuzun borcu.

Dün bir başkasına, bugün bunlara, yarın bir başkasına yapılacak şey, bir hukuk devleti olan Türkiye’ye yakışmaz. Ellerindeki imkanları sadece kendi çıkarları için kullanan bir kişiden, bir örgütten bahsetmemiz gerekiyorsa, onu da en kısa zamanda halkımızın önünde ilan edeceğiz.

Teşekkür ediyorum, birkaç sorunuz varsa da cevaplandırayım.

Hanımefendiden başlayalım.

SORU-Öncelikle teyit amaçlı soruyorum, 51 kişinin hala gözaltında olduğunu söylediniz, Halkbank Genel Müdürü de bunların içinde mi?

İkinci olarak da efendim, bazı siyasi çalışmaların olabileceğini söylediniz soruşturma sonuçlanana kadar. Zaten bir kabine revizyonu bekleniyordu, acaba bu siyasi çalışmalar çerçevesinde yakın bir zamanda bir kabine revizyonu bekleyebilir miyiz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Teşekkür ederim.

Bir defa, size son rakamlar olarak verdiğim konuyu Adalet Bakanlığımızdan aldık zannediyorum, orada 52 kişi, sadece birisi Halk Bankası Genel Müdürümüzün eşleri serbest bırakılmış, onun dışında 51 kişinin sorgulamasının yapılacağını bilgi olarak aldım. Bunların içerisinde Halk Bankası Genel Müdürü var mıdır? Kanaatimce vardır ama, tek tek bunlar kimlerdir diye size bir veri sunamıyorum.

Arkadaşlar, tabi 15 günü geçti bu Pazartesi günü Bakanlar Kurulu yapmadığımız için, belki bugün 18’inci gün. Son Bakanlar Kurulu toplantısından sonra siz sormuştunuz, ben de cevaplandırmıştım, yani aday olacak bakanlarımız olursa bunlar görevlerine devam edecek mi, yoksa ayrılacaklar mı? O zaman bir çelişkili durum vardı, Yüksek Seçim Kurulu bakanların istifasına gerek yok dedi. Bizim de önceki beyanlarımızdan istifa etmeleri gerekir demiştik, muhalefet partileri de istifa etmeleri gerekir diyordu. Ben Sayın Başbakanımızla o gün Hükümet toplantısı sırasında konuşmuştum, kendisi de kesinlikle bakanlar aday olduğu takdirde Ocak ayından itibaren aday olarak çalışacaklarını, bakanlıktan ayrılacaklarını söyledi. Bunun için bir tarih belki Aralık sonu diye konuşmuş olabilirim, yani Sayın Başbakanımızın takdiri o zaman öyleydi, şimdi ne düşünecek, nasıl bir karar verecek, onu Başbakanımızın takdirinden öğreneceğiz.

Sıradan gidelim müsaade ederseniz.

SORU- Efendim, soruşturmanın selameti açısından bazı şube müdürlerinin görevden alındığını söylediniz. Yine soruşturmanın selameti açısından ismi geçen bazı bakanların görevden alınması ya da istifa gerekir mi? Kişisel görüşünüzü merak ediyorum.

İkinci olarak, görevden alınan 5 şube müdürü var, yapılan açıklamaya göre, görevi kötüye kullanmaktan dolayı görevden alındıkları belirtiliyor. Fakat, operasyonu yürüten şube mali şube, geriye kalan terör ve asayiş, organize, kaçakçılık şube müdürlerinin görevden alınma sebebi nedir?

Üçüncü olarak efendim, siz Hükümet olarak herhangi bir müdahalede bulunulmayacağını söylediniz, fakat gerek ek savcıların görevlendirilmesi, gerekse emniyet içerisindeki bu görevden almaların bir müdahale gibi algılandığı görülüyor. Bununla ilgili yorumunuz nedir?

Teşekkürler.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Doğrusu hayret ediyorum, kişiliğinize saygım olmasa farklı düşüneceğim.

Şube müdürlerinin hangilerinin olduğu, kimisinin görevde kaldığı, kimisinin görevden alındığı, yani emniyetle özel görevli bir arkadaş gibi soruyorsunuz. Ben dahi kimin hangi şubede çalıştığını, hangi şubede çalışmadığını doğrusu bilmiyorum, merak da etmiyorum.

Size Emniyet Genel Müdürliği’nün açıklamasını okudum. Emniyet Genel Müdürlüğü şüphesiz yürütme içerisinde olan İçişleri Bakanlığımıza bağlı bir kurumdur, gerek görmüştür, haklarında soruşturma açıldıysa bir insanın, soruşturmanın selameti bakımından bulunduğu yerden başka bir yerde görevlendirilmesi de bizim idari hukukumuzun gereğidir. Bunun altında, o mu gitti, bu mu gitti, o nerede duruyor, bu nerede duruyor, doğrusu buna cevap vermek noktasında değilim.

İkincisi, bunları örnek göstererek bakanlar ne yapacak diye soruyorsunuz. Bakanların ne yapacağını kişisel olarak, Sayın Başbakanımızın da Başbakan olarak yakında görürsünüz. Bu konuyla ilgili kararı Sayın Başbakanımız verecek.

Ben size iyi ki başta bazı kurumların açıklamalarını okudum. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Turan Çolakkadı, yani bu işin en üst noktasında olan bir insan diyor ki, bu soruşturmayla ilgili savcılar görevine devam edecek, ama 3 ayrı mesele var, bunların içerisinde memur olanlar da var, 4483 Sayılı Kanun vardır bilirsiniz, ona göre yargılama yapılıp yapılamaması konusunda da iki tane savcıyı daha görevlendirdim diyor.

Merakınız şu olabilir: Mevcut savcılar görevden alındı da onların yerine başkaları mı atandı? Geçmişte bazı mahkemeler için söylenebilir bu. Turan Çolakkadı Başsavcı diyor ki, hayır, onlar çalışıyorlar, iki yeni kişiyi daha görevlendirdim diyor. HSYK da diyor ki, bu işler tamamen Başsavcılığın işleridir, iş bölümü onlara aittir, HSYK’yı ilgilendirmez diyor.

Bunlara itibar etmekten başka ne yapabiliriz?

Sıradan ve bitiriyoruz, son arkadaşımız.

SORU-Bu operasyonun Hükümeti yıpratmak için yapıldığını düşündüğünüzü söylediniz ve devlet içerisindeki bir örgütten bahsettiniz bununla yapılan…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Evet, varsa.

SORU- Varsa dediniz. Bununla ilgili bir operasyon hazırlığı mı var? Birinci sorum bu. Yani böyle bir örgüt yapıldığını düşünüyorsunuz, çünkü soruşturmayı yürütenler savcılar ve polisler.

Diğer sorum da, soruşturmanın emniyet müdürlerini, çünkü savcının adli kolluk görevlileri aynı zamanda, görevden alınarak bu emniyet müdürlerinin zayıflatıldığını düşünüyor musunuz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Bir dakika, alınanlar olduğu için mi bu oldu diyorsunuz?

SORU- Soruşturmanın görevden alınmalar nedeniyle zayıflatıldığını düşünüyor musunuz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Görevden alınan emniyet müdürleri mi var?

SORU- Evet.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Kim mesela?

SORU- Şube müdürlerini kast ediyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Ha, onu kastediyorsunuz, il emniyet müdürü farklı bir şeydir, şube müdürü farklı bir şeydir.

Arkadaşlar, birincisi; idari araştırmalardır, soruşturmalardır. Bildiğiniz gibi Milli İstihbarat Teşkilatımız da, Emniyet Genel Müdürlüğü de, Başbakanlık Müsteşarlığımız da, bizim bakanlıklarımız da bu konularda bir çalışma yaparlar. Biz operasyon makamı değiliz, biz yargı da değiliz. Biz emniyetçilerin veya bir kısmının yaptığı gibi onu alıp buraya getirmek, onu alıp oraya götürmek bizim işimiz değil.

Bizim işimiz, yapacağımız idari soruşturmalarla, incelemelerle bu işin içerisinde bir görev aşımı varsa, bir başka maksat için bu yapılmışsa o kişileri tespit etmektir. Şu andaki kanaatimiz, Hükümetin yıpratılmasına yönelik planlı bir hareket olduğu, bunun bir psikolojik savaşa döndüğü şeklindedir. Dolayısıyla, buna benzer operasyonları değil, aslında bizim kendi içimizde yapabileceğimiz, yani maksadın araştırılmasına matuf bir yapı varsa bu yapıyı ortaya çıkarabilmektir.

Emniyet müdürleriyle ilgili konu, şube müdürleri, onların görevlerinden alınması bu olaydan sonra görevlerini kötüye kullandıkları veya ihmal edip etmedikleri noktasındadır.

Bir ilin emniyet müdürü yapılacak bir işten haberdar değilse, başındaki daire başkanı, emniyet müdürü veya müdür yardımcısı kimin nereye gittiğinden ve ne yapılacağından habersizse ve özellikle bu yollar kesilmişse, bu ne amaçla yapılmıştır? Burada bu yola niçin gidilmiştir diyerek bir araştırma yapılmasına herhalde ihtiyaç var.

Arka sıra…

SORU- Efendim, soruşturmanın bir yıl sürdüğü, yani 14 ay sürdüğü, bu süre zarfında da Sayın Başbakanın dahi usulsüz olarak dinlendiği yönünde iddialar var, bugün bir gazetede de çıktı. Siz bu toplantıya gelmeden önce de bir zirveye katıldınız AK Parti Genel Merkezi’nde, buna ilişkin elinize ulaşan somut bir olgu var mıdır, varsa bir inceleme ya da soruşturma tipi bir şey başlatılabilir mi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Başbakanımızın dinlendiğine yönelik bir somut görüşme, konuşma yapılmadı, genel olarak bu konular üzerinde duruldu. Bir zirve de yapmış değiliz, çünkü bu olaylarla ilgili olarak bir taraftan muhalefet, bir taraftan basın, bir taraftan kamuoyu Hükümetten bir açıklama bekliyor, bizim de şüphesiz kamuoyunu aydınlatmamız gerekiyor. İlgili bakanları Sayın Başbakanımız davet etti, konu üzerinde duyumlarımız ve elimizdeki bilgileri değerlendirdik, ben de size bunları takdim ettim.

Bunun dışında yasa dışı dinlemeler yapılmış olabilir mi, bunlar araştırılacaktır. Başbakanımızın kendi evindeki veya ofisindeki böcekle ilgili geçmişte bazı açıklamaları vardı, bunlar kimlerdir, bu soruşturmanın sonucunda neye varılmıştır, bunları Sayın Başkanımız herhalde uzak olmayan bir zamanda kamuoyuna açıklayacak.

SORU- Efendim, belki de kamuoyunun ve bizlerin ısrarla merak ettiği konu, çocukları sebebiyle soruşturmada ismi geçen bakanlar Hükümeti rahatlatmak için Başbakana istifa taleplerini ilettiler mi?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Toplantıda bu konuda ne konuşulduğunu söylemem; ama bu da dahil olmak üzere yapılacak bir işlem varsa, hareket varsa… Biz sayın bakanlarımızı seviyoruz, masum olduklarına inanıyoruz, bu bizim karakterimizin gereğidir. Ama bir suça karışmışlarsa veya çocuklarıyla ilgili iddialarda onların da bir dahli varsa, bu onları koruyacağımız anlamına gelmez.

Bu konuyu çok açık biçimde size söyledim; ama ‘beraati zimmet asıldır’, mecellenin en önemli kaidesi budur. Bir insanın suçluluğu hükmen sabit olmadıkça bizim nazarımızda o masumdur. Ancak siyaseten bu bakan arkadaşlarımız bize müsaade diyebilirler veya Sayın Başbakanımız onlardan böyle bir talepte bulunabilir. Daha evvel sorulan bir soruya cevap verirken sanıyorum onun içerisine bunu monte etmiştim, çerçevenin içerisine koymuştum, ne yapacaklarını yakın zamanda görürüz.

Sizden devam edelim.

SORU- Efendim, bir banka genel müdürünün evinde ve bir bakan çocuğunun evinde çıkan para miktarını siz ölçülü buluyor musunuz kişisel olarak?

Ve açıklamalarınızda eleştirdiğiniz kesimden biz cemaati anlayabilir miyiz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Yani bu Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bir şiiri vardı, yedi kere yedi kırk dokuz / elde var Ayten / beş kere beş yirmi beş / elde var Ayten. Bu kadar laf söyledikten sonra siz cemaati mi kastediyorsunuz derseniz, zikrinizle fikriniz hep sürekli bununla meşguldür anlamına gelebilir.

Şimdi bütün bu sözleri söylerken bunu cemaatle karşı karşıya getirecek bir anlam yüklemek doğru değil. Dolayısıyla, biz işin, fitnenin söndürülmesi noktasındayız. 15 gün evvel açıkladığım söze bazıları burun kıvırmışlardı; ama, bu işin ne kadar doğru olduğunu gelinen noktada görebiliyoruz. Cemaat temiz olduğunu, Türkiye’ye hizmetler yaptığını, eğer başındaki insan söz konusu ise ona olan sevgimizin ne kadar büyük olduğunu, onun Türkiye sevdasından ve eğitim sevdasından başka bir şey düşünmediğini her yerde söylemiş bir insanız. Eğer bir alçaklık söz konusu ise, bu alçaklığı onlara hamletmek bence çok büyük bir yanılgı olur. Lütfen bu sözleri konuşmayalım. Yazabilirsiniz; ama bana bunu soru olarak sorarsanız ben incinirim doğrusu. Bu sözlerimle cemaati hedef aldığım anlaşılamaz. Onlar kendilerini hedef yaparlarsa bazıları, onu ayrıca tartışırız.

Tarık Bey…

SORU- Efendim, ben de aynı soruyu tekrar edecektim aslında.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Tekrar etme, devam edelim.

SORU- Efendim, teşekkürler.

5 emniyet müdürü görevden alındı...

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Emniyet müdürü mü, müdür mü?

SORU- Şube müdürü.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Bilelim de ona göre söyleyelim.

SORU- İki müdür yardımcısının daha görevden alındığı iddiası var. Aynı zamanda görevden almaların diğer illere de sıçrayacağı, bu konuda Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde de bir çalışma olduğu ifade ediliyor, bu konuda bilginiz var mı?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Bakın, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nü bilmem; ama Emniyet Genel Müdürünün yaptığı açıklamanın iki boyutu var, yani oradaki inceliğe ben bir daha dikkatinizi çekeyim.

Şimdi bazı illerimizde emniyet personelimizin görev yerleri, haklarındaki görevi kötüye kullanma iddialarıyla ilgili soruşturmalar nedeniyle değiştirilmiş. Bunu İstanbul için anlayabiliriz. Bazı illerde ise, o dediğiniz başka illerde de böyle bir şey yapılacaksa, idari gereklilik nedeniyle farklı yerlerde görevlendirilmişlerdir. Yani ikisini de kapsayacak bir cevabı vermiş Emniyet Genel Müdürlüğü.

Ama bence bunun üzerinde şu açıdan durmamızda fayda var: Yani birileri, emniyette birilerinin tasfiye edildiğinden ısrarla bahsediyorlardı, yani onlar pasifize edildiler, görev yerlerinde kalmadılar, başka yerlere atıldılar, dolayısıyla bu operasyonu kendi üzerlerine alıp Hükümeti hedef tahtasına koyanlar vardı. Hiç de tasfiye edilmemişler gördüğünüz gibi, hepsi görevinin başında kalmış.

O sırada başka var mı? Tamam.

SORU- Para kasaları ve fotoğraflarda para kasaları…

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Pardon, o arkadaşımızın sorusuydu değil mi?

SORU- Efendim, nasıl değerlendiriyorsunuz net olarak?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Bunu internette gördük herhalde değil mi? Başka bir yerde görmedik.

SORU- Sosyal medya üzerinde.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Sosyal medyada. Ben henüz onun gerçeklik noktasını bilmiyorum. O sosyal medya sorumsuz ve sınırsız bir alandır. Zaten baştan beri şikayetim odur ki, soruşturmanın gizliliği esas ise, ben bir Hükümet üyesi olarak bile bunları bilmiyorsam, Savcı Bey, elindekilerini bana göster deme imkanım da yoksa, nasıl oluyor da bunlar internette yayınlanabiliyor? Bu çok çirkin bir şey, çok ayıp bir şey. Doğru da olabilir, yanlış da olabilir.

Dolayısıyla, internette dolaşan ve yayınlanması gerçekten suç olan bir konuda benim düşüncemi almayın, benim konularda hassasiyetim bellidir; ama, bu olayın içerisindeki bir veri olarak bana sorarsanız ben onun henüz gerçekliğinden bile şu anda emin değilim.

SORU- Efendim, son olarak, özür diliyorum, para kutuları bahsediliyor, özellikle kamu bankası Genel Müdürünün evinde ve polis kamerasında da olduğu ifade ediliyor. Yine bu polis kamera görüntülerinin de yayınlandığını bizler biliyoruz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Nerede yayınlandı?

SORU- Televizyonlarda efendim.

Bir kısım bu görüntülerin yayınlandığı ifade ediliyor. Yani kamu bankası Genel Müdürünün evinde bu tür para kutularının olmasını ve para çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz efendim?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Yani hiç aklıma gelecek bir şey değil. Bir bankanın Genel Müdürünün aldığı maaş bellidir, sarf ettiği para bellidir. Herhalde bankada toplanan tüm mevduatı evine getirmiş saymamak lazım. Evinde veya iş yerinde para bulundu derken benim aklıma Sinan Aygün geliyor, orada da bir 2,5 milyon mu, 3 trilyon civarında bir para bulunmuştu. Sonradan zannediyorum o para kendisine iade edildi, kendisine ait suçlamayla ilgisi olmadığı anlaşıldı, Sayın Aygün bu konuda aklanmış sayılabilir. Burada da bir para makinesi, bilmem ne, mizansen midir gerçekten, yoksa gerçeklik payı mı vardır? Yani parayı çok seviyor da sürekli bir makine içinde sayımını mı gerçekleştiriyor? Doğrusu çok gülünç şeylerle meşgulüz. En iyisi şu yargı ne yapacaksa bir an önce yapsın da biz de bu evdeki görüntüleri, iş yerindeki görüntülerin gerçek olup olmadığını anlayalım. İnsanlar haysiyetleriyle ve onurlarıyla yaşarlar, onları katletmek o insanı katletmek kadar kötü bir şeydir. Umarım yanlış çıkar, ama doğruysa da bunun karşılığı neyse adalet onu versin, kamu vicdanı bu adaletle biraz teselli bulsun.

Son sıra, evet.

SORU- Efendim, operasyonun zamanlamasına siz dikkat çektiniz ve erkene alınmasını, yani 17 Aralık tarihine alınmasıyla ilgili de şüphelilerin artık bazı delilleri karatmaya başladıkları, birbirinden haberdar oldukları şeklinde haberler de yer aldı. Siz bu 50 kişinin birbirini görmediğini de, hiçbir yerde karşılıklı bir araya gelmeyebileceklerinin ihtimalini de az önce vurguladınız. Nasıl okumak lazım, nasıl anlamak lazım? Eğer bu deliller karartılmaya başladıysa bu bir örgüt bağlantılı bir şey mi oluyor, nasıl değerlendirirsiniz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ- Bu konuştuklarıma ilave edeceğim bir şey yok. Bunları savcılık ve mahkemeler en ince ayrıntısına kadar değerlendirir, bunların gerçek olup olmadıklarını da ortaya çıkarır. Buradan yorum yapmamız da herhalde gerekmez. Araştırmacılık, gazeteciliğin içerisinde var da ben bunları bulacağım diyorsanız, bulun, biz de sizden okuyalım.

Son defa ben soracaktım da engel oldunuz diyecek bir arkadaşımız var mı? Yok.

Çok teşekkür ederim arkadaşlar, hayırlı akşamlar.

 

----- / -----

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

"Babamızın oğlu olsa..."

 

Başbakan Erdoğan'dan flaş açıklamalar

Habertürk, 18/12/13 18:53

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Macaristan Başbakanı Viktor Orban ile ortak basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

 

Başbakan Erdoğan'ın açıklamalarından satırbaşları:

"KİRLİ OPERASYON"

Öncelikle Konya'da açıkladığım gibi, ortada çok çok kirli bir operasyon söz konusu. Ben bunu değerli mevkidaşımla şu anda yorumlamayı arzu etmezdim. Fakat böyle bir soruyu sorduğunuz için bunu cevaplamak durumundayım. 11 yıllık iktidarımızda Türkiye'nin nereden nereye geldiği, iktidarımızın nelerle mücadele ederek buraya geldiği malumdur. Bu mücadelenin ulusal boyutu olduğu kadar uluslararası boyutu da vardır. Biz Türkiye'nin 2023 dünyasında yer alması için çalışırken, birileri de bunu nasıl durdururuz diye düşünüyor. Dışarıda ve içeride bazı uzantılar var. Bu uzantıları hepiniz tahmin edersiniz. Gezi olaylarıyla başlayan bir süreç oldu, ondan sonra şimdi yeni bir adım attılar.

"SİYASİ MÜHENDİSLİK"

14 ay boyunca dinleme, izleme yapılıyorsa, bunlar kendi üstlerine haber verilmiyorsa, buradaki mühendislik yolsuzlukla değil siyasi mühendisliğin bir başka versiyonudur. Çetelerin devlet içinde devlet olma gayreti, süreci kendi istedikleri gibi yönetme, yönlendirme olayıdır.

"BABAMIZIN OĞLU OLSA DİNLEMEYİZ"

Bizim kamu bankalarımız Avrupa'da derece yapan bankalardır. Bunları yaralama gayreti var. Bunun uluslararası boyutu var, bu konuda tespitlerimiz var. Bunların Türkiye'de de uzantıları var. Bu örgütlenmeyi ortaya çıkaracağız. Bu babamızın oğlu olsa dinlemeyiz. Şuymuş, buymuş bizi etkilemez.

Bakan arkadaşlarımızla ilgili söylentiler oluyor. Biz bunlara alışkınız. Biz 28 Şubatları medya ile gördük. Karanlık işlerini onların gördük. STK'ları gördük, 5'li çete denilen yapılanmayı. Biz bunları gördük.

"GEREĞİNİ ANINDA YAPARIZ"

Gerekli çalışmayı yapacağız. Bakan arkadaşlarımız ve onların ailelerine bulaştırılmıştır. Biz gerek neyse aramızda görüşür, gerekeni gerektiği anda yaparız. Bunu ana muhalefet ya da yavru muhalefet istiyor diye değil. Biz onların cemaziyelevvellerini de biliriz.

Vakti saati geldiğinde, 30 Mart'ta gereken cevabı milletim kendilerine verecektir. At camuru izi kalsın anlayışı tutmayacaktır. Abdestimizden şüphemiz yok, namazımızdan da şüphe etmeyiz.

"BAŞKA İLLERDE DE GÖREVDEN ALMA YAŞANABİLİR"

Emniyette yapılan değişiklikler valilerimizin şu anda görevi kötüye kullanma anlayışından hareketle kendilerinin tasarrufudur. Bu yetkileri vardır. Valilerimiz de bu tasarrufu kullanmıştır. Bu tasarruf başka illere de sıçrayabilir. Nerede böyle bir iş varsa orada aynı şey yapılacaktır. Bu iş anlaşılıyor ki; siyasi mühendislik işidir. Biz böyle bir şeye izin vermeyeceğiz.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Gülen'in avukatından operasyon açıklaması[/h]CİHAN | 18 ARALIK 2013, 20:09

 

Fethullah Gülen'in avukatı Orhan Erdemli, medyada müvekkili hakkında çıkan 'hükümete savaş açma', 'operasyon başlatma', 'kirli oyunlar oynama', 'tuzak kurma' gibi iddiaların kötü niyetli ve hayal mahsulü olduğunu belirtti. Erdemli, 'Muhterem Fethullah Gülen'in bu soruşturmalar ve bunları yürüten kamu görevlileriyle en küçük bir ilgi ve bilgisi bulunmamaktadır.' dedi.

Orhan Erdemli, yazılı açıklamasında şu ifadelere yer verdi: 'İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından son iki günde bazı işadamları, bürokratlar ile siyasilerin yakınları gözaltına alınmıştır. Soruşturmaya konu olan yolsuzluk, rüşvet ve kaçakçılık iddiaları, her ülkede karşılaşılabilen olaylardandır. Nitekim adli organlar ve bağımsız yargı, bunları soruşturmak ve yargılamak için vardır.

Devlet ve toplumlar, bu suçlarla mücadele ettikleri ölçüde demokratik hukuk devletinden söz edilebilir. Dolayısıyla gündemdeki soruşturmaları normal yargı süreci içinde, soğukkanlılıkla değerlendirmek gerekir.

Soruşturmalar nedeniyle birtakım haber ve yazılarda; müvekkilim Fethullah Gülen'e ağır ithamlar yöneltilmesi büyük bir haksızlıktır. Toplumda müvekkilim aleyhinde bir algı oluşturmaya çalışan hukuka aykırı yayınlar son derece esef vericidir. Bu tür söylemler, yargı sürecini olumsuz etkilemeyi ve kamuoyunun dikkatini soruşturmadan ve suçlamaların muhtevasından uzaklaştırmayı hedeflemektedir.

Müvekkilim hakkında ortaya atılan iddialar kesinlikle asılsız ve mesnetsizdir. Muhterem Fethullah Gülen'in bu soruşturmalar ve bunları yürüten kamu görevlileriyle en küçük bir ilgi ve bilgisi bulunmamaktadır.

Açıkça belirtmek isteriz ki; 'hükümete savaş açma', 'operasyon başlatma', 'kirli oyunlar oynama', 'tuzak kurma', 'köşeye sıkıştırma' … gibi iddialar tamamen kötü niyetli ve hayal mahsulü isnatlardan ibarettir. Kamuoyuna saygılarımızla arz ederiz.'

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Unutmayın![/h]

Türkiye yine garip bir türbülansın içinden geçiyor! Karanlıkta birileri yumruk atmak istiyor!

"Bunlar kimdir?", "Ne amaç taşıyorlar?", "Kimin adına ringe çıkıyorlar?" gibi soruların aslında çok fazla önemi yok! Önemli olan AKLIMIZI kullanıp başımıza çuval geçirmeye çalışanların kim olduğunu tespit etmek!

İçeridekileri tek tek biliyoruz!

Sıkıntı yok! Ama onların da bilmediği DIŞARIDAKİ patronları kim?

Eğer kroşeyi BÜYÜK BARONLARA indiremezsek içeride kavga bitmez!

Belki şu an hafızamızda taze değil ama biraz geri gidelim...

Bugünü anlamak için DÜNÜ iyi bilelim...

Erdoğan'ın başında olduğu parti 2002 seçimlerinden zaferle çıktı. Ama küçük bir sorun vardı. Partinin lideri seçimi kazansa da Meclis'e YASAKLI olduğu için gidemiyordu!

İlkokul öğrencilerinin okuduğu bir ŞİİR yüzünden CEZA verilmişti! O gün cezayı isteyenlerle bugün isteyenler birbirine benzemese de aynı yere çalışıyordu!

Tabii millet bunu o zaman göremiyordu!

Yasak anlaşılır değildi! Deniz Bey'in araya girmesiyle Erdoğan, Ankara'ya geldi. Siirt seçimleri yenilendi. 2003'te BAŞBAKANolarak hak ettiği koltuğa oturdu! Ama Erdoğan'la uğraşanlar geri adım atacak gibi değildi!

Bu kez GOOGLE'dan faydalanarak KAPATMA DAVASI açıldı! Davanın özünde "ERDOĞANSIZ BİR AK PARTİ"yatıyordu. Tabii savcı bunu bilmiyordu!

BARONLARIN isteğiyle parti kapatılacak başka bir oluşumla yola devam edilecek, YASAKLI Erdoğan da götürülmüş olacaktı!

Evdeki hesap çarşıya uymadı! Anayasa Mahkemesi'nin askeri üyesi Serdar Özgüldür, 6'ya 5'le "kapatmama" kararının alınmasında kilit rol oynadı! Özgüldür, daha sonra internete düşen ses kaydında "AK Parti devleti yıkacak ne yapmış, hepsi şeyden internetten alınma, uydurma!.." diyordu! Karar öncesinde ve önemli PAŞALARIN tutuklanmasından sonra Rothschildler'in kurduğu İNGİLİZ haber ajansı REUTERS, "Askerle hükümetin arasındaki ipler tamamen koptu!" diye haberler geçiyordu! Asker, siyasetten uzaklaştıkça Londra orduyu kaşıyordu!

Bakın son bir ayda yani 15 Kasım-15 Aralık tarihleri arasında İNGİLİZ GAZETELERİ tam 145 kez Tayyip Erdoğan haberi yaptı...

Bu sürede Prens Charles haberi ise sadece 89'du... Senaryo arada yazılır, pişirilir MUSEVİLER'in sahibi oldukları dünya medyasına servis edilirdi!

Kapatma davasından önce ise ERDOĞAN'ı durdurmak için Yahudi lobilerinden BİLMEDEN emir alanlar, bir araya gelip cuntalarla, darbelerle gidişatı durdurmak istedi! Olmadı!

Daha sonra 2007 Köşk krizi çıktı!

Aslında fırtına ona karşı değildi! Çok başka gerekçeleri vardı! Anlayış gösterip Başbakanlık koltuğunda oturmaya devam etti! Ama onu oradan indirme çabaları hiç bitmedi! Gezi ile geldiler, para ile geldiler, Irak'tan, Suriye'den, İsrail'den geldiler! Ama yıkamadılar! Yıkamadıkça bir araya gelip KOALİSYON oluşturdular! Zaten hepsi BARONLARA çalışıyordu ancak sadece onların haberi yoktu!

Neyse...

Yıkılmayan Erdoğan geri adım atacağına ülkeyi büyütüyordu! Risk alıp PKK sorununu bitirmek için adım attı! OSLO sızdı! Yeni Türkiye'nin önemli figürü Hakan Fidan orada deşifre edildi! Bir taşla iki kuş vuracaklardı!

Denediler! Şimdikiler o zaman yani 7 Şubat'ta da geldiler! Acı verseler de önleri kesildi! Hasta yatağında yatan Erdoğan yine indirilmek istendi!

Bu DEVLETİ iyice bütünleştirdi! Asker ve MİT Erdoğan'ın sonuna kadar arkasındaydı!

Onlar saldırdıkça BAŞBAKAN ülkenin elini en uzağa kadar götürdü! Abdülhamit Han'ın vasiyeti olan IRAK petrollerini Türkiye'ye taşıdı! Kürtlerle kardeş olduğumuzu hem içeriye hem dışarıya ilan etti! Yetmedi ısrarla çıkarılmak istenen SÜNNİ-Şİİ kavgasını İran'ın enerjisini Akdeniz'de dünya ile buluşturarak boşa çıkardı! Her hamleye misliyle karşılık veriliyordu!

GEZİ'de arkada kalanlar hiç fark edilmeyeceklerini düşündüler!

Oysa kazın ayağı öyle değildi!

İran'ın Hindistan'la ticaretini ispiyonlayan AIPAC isimli YAHUDİ oluşumu, kardeş kuruluş olan Amerikan Girişimcilik Enstitüsü'ndeki Şubat 2013'te düzenlenen toplantıda 'apolitik Türk gençliğini sokağa çıkartalım' projesini hayata geçiriyordu!

AYAKLANMA PROVASININ adı da gariptir "İstanbul İsyanı!" oluyordu!

55 bin üyesi bulunan kuruluşun başındaki ve arkasındaki isim ünlü YAHUDİ, kumarhaneler kralı Sheldon Adelson'du...

Doktor ÖZ'ü özel uçağıyla İsrail'e götüren kişi yani!

Neyse...

Bu toplantılardan 3 ay sonra, İsrail lobisi AIPAC, Türkiye aleyhine kampanya başlattı.

47 milletvekili, İran'la ticarete aracılık ettiği gerekçesiyle Halkbank'a yaptırım istedi.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden da, çalışmaya destek verdi.

Amerika'da Museviler işi pişirmeye çalışırken, bizim BARON, Sarıgül'ü devreye sokuyor, Kemal Bey'i de Washington'a gönderiyordu!

Amerika'daki Museviler'le bizim Türk görünümlü BARONLAR arasında TEK TUŞLA sağlanan bir ilişki vardı! Kraliçe de bütün olanları CANLI izlerdi!

Bunların canı kanı PARA ve Türkiye idi!

Paranın asla ve kat'a başkası tarafından yönetilmesini istemezlerdi! Buna dayanamazlardı! Ama TÜRKLER bunu başarmıştı! Kağıt üzerinde AMBARGO uyguladıkları ama el altından hazinesini yönettikleri İRAN Ankara'yı seçmişti!

Hindistan da yanına gelmişti! Irak sıradaydı!

Bir anda Türkler PETRO DOLARLARIN buluştuğu adres olmuştu! Paranın aktığı yerde HALKBANK'tı! İngilizler bir ülkenin rejimi ile ilgilenmezler!

Sadece kontrol ederler! Bütün bunlar Kraliçe'nin felç geçirmesine neden olacak işlerdi!

"PARA kaçmasın" diye bir araya geldiler!

Amerikan Merkez Bankası'nın ortakları arasında olan Rothschild, Lazard Brothers, Israel Moses Seif Bank, Warburg, Lehman Brothers, Kuhn Loeb, Chase, ve Goldman Sachs'ı da alarak saldırdılar!

Tabii biz bu saldırıyı bizim çocuklar üzerinden hissettik! Amaç Türkiye'yi durdurup Erdoğan'ı indirmekti!

Onlarca saldırı sonunda NİHAYET kendileri ortaya çıkıyordu!

200 yıldır hep PARAVANLARLA uğraşıyorduk!

Şimdi kavga, kavgaya benzedi!

Yahudiler'in daha doğrusu Rothschildler'in Ortadoğu'da 10 dolara yaptıkları işleri Ankara 1 dolara yapıyordu!

Bu dükkanın onların yüzüne kapanması demekti! Din, dil, coğrafya, tarih bizi çok ama çok öne çıkarıyordu!

Rahatsızdılar!

Erdoğan'ın Köşk'e çıkıp işaret ettiği birinin BAŞBAKAN olması gizli sahiplerimizin tamamen buradan kovulması anlamına geliyordu!

Dahası Ortadoğu, BARONLAR için pasaportla bile giremeyecekleri bir yer olacaktı!

İçeride gördüğümüz her şey aslında BARONLARIN yansıması!

Hep dediğim gibi KOALİSYON içinde yok yok!

Ama bizim bunları seçecek kadar gözlerimiz keskin!

Hangi partiye oy verirseniz verin!

Kimseye AK Parti'yi sevin ya da gidip oy verin diyemem!

Ama düşünün!

Ülke ve millet için kafa yorun!

Erdoğan giderse ülkenin bir daha asla bizim elimize geçmeyeceğini bilin!

Bunu söylüyorsam bir bildiğim var!

Pişmanlığı bile yaşayacak vaktimiz olmaz!

Size benzeyen ama ipi dışarıda olanlar tarafından yönetilmek istiyorsanız, kişiliksiz, kimliksiz bir TÜRK olarak yaşamak istiyorsanız bilemem!

16 DEVLETİ el ele kurduk! Bu 17'ncisi olmayacak ama en büyüklerinden biri olacak!

Erdoğan onlar için Abdülhamit'ten sonraki en güçlü rakip!

Haa unutmadan gitmediler!

Buradalar!

Gelecekler!

Safları sıklaştırın...

 

Ergün Diler, Takvim, 19.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]VE Sıffin perdeyi araladı...[/h]

 

 

 

Hz Ömer'e, Hz. Osman'a ve Hz. Ali'ye şehadet şerbetini içirten o gözü dönmüşlük sizi es mi geçer? O ateş yandığında hiç birinizin kutsalı, ötekini durdurmaya yetmez.

Bediuzzaman, müminler arasında nifak[1] veşikak[2], kin ve adâvete[3] sebebiyet verentarafgirlik[4] , inat ve hasedin (kıskançlığın) nasıl toplumsal bir zehir, bela ve zulüm olduğunu anlattığıYirmiikinci Mektup'un, Birinci Mebhas'ında, zerre miktar imanı ve vicdanı olanları insafa getirecek, dehşete düşürecek misaller ve örnekler getirir.

Müminler arasında garazkarca taraf tutmanın, inatla hareket etmenin ve birilerinin yükselişini ve hizmetini kıskanıp ona hased etmenin hakikat açısından, hikmet açısından İslamiyetaçısından insan ve toplum hayatı açısından ne kadar murdar ve aşağılık bir hal olduğunuanlattığı beş vecihten beşincisinde Âli İmran suresinin “Onlar (müminler) öfkelerini yutarlar ve insanları affederler” (134) ayetinin tahlilini yaparken, aynı zamanda vatan ve millet adına büyük bir tehlikeden haber verir.

“Ey ehl-i iman! Zillet içinde (aşağılanarak) esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan (ayrılıklarınızdan) istifade eden zalimlere karşı “müَminler kardeştir” hükmünün kutsal kalesi içine giriniz, tahassun ediniz (sığınınız). Yoksa nehayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda (terazide) iki dağ birbirine karşı muvazenede (dengede) bulunsa, bir küçüktaş, muvazenelerini (dengelerini) bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağıindirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden(birbirinize karşı düşmanca tutumunuz nedeniyle), kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz.”

Beoiuzzaman, birinci cümledeki ikazı ile diyor ki, “Ey bu ülkenin Müslümanları, aklınızı başınıza alınız. Irak'ı perişan eden ateş, Suriye'de taş taş üstünde bırakmayan fitne, Mısır'ı kan gölüne çeviren bela, bütün islam memleketlerinde Müslümanları birbirine kırdıran tarafgirlik sizi de perişan etmesin. Onların başına gelenler sizin de başınıza gelsin istemiyorsanız, acilen aranızdaki ihtilaflara bir son verin! Eğer son vermezseniz, o Müslüman toplumların başına gelenler sizin de başınıza gelecek!

Evet, bugüne kadar Risale-i Nur'un manevi bereketiyle bu memleket külli bela ve musibetlerden korundu. Ama musırrane inadınız ve her bir tarafın illa da kendi haklılığını ispat etmeye çalışması böyle devam ederse, o musibet bizim kapımızı da çalar.

Cennet-asa bahar, kapıdan burnunu göstermiş olabilir. Amma emin olunuz ki, eğer siz o işin mukaddemesi olan muhabbet ve uhuvveti ihmal ederseniz, o nimet gelse bile sizi tasfiye ettikten sonra gelir! Bu sözü kale alın!

Eğer şu manasız didişmeyi, anlamsız güç yarışını terk etmezseniz, ikinizin de gücü kırılır veyeni ve daha ağır bir 28 Şubat sürecine kader sizi mahkûm eder. Ve siz de o zulme müstahak olursunuz! İşler zıvanadan çıktığında hiçbir kutsal, hiçbir hürmetli, fitneden nasipsiz kalmaz.

Hatırlayın ki Cemel Vakasına karışan Hz. Aişe validemizin deve üstündeki ok geçirmezmahfiline yüzlerce ok isabet etmişti. O mahfile ok atanların hepsi, o mahfilde oturanınTüm Zamanların yegâne Efendisi Hz. Peygamberin (asv) eşi, tüm zamanların en sadık velisi Hz. Ebubekir'in kızı, ümmetin anası ve sahabenin fakih kadını Hz. Aişeolduğunu biliyorlardı. Buna rağmen değil, o olduğu için onu oklamışlardı. Bugün aynı tehlike sizin ‘kudsileriniz' için de uç göstermeye başladı!

Hz Ömer'e, Hz. Osman'a ve Hz. Ali'ye şehadet şerbetini içirten o gözü dönmüşlük sizi es mi geçer? O ateş yandığında hiç birinizin kutsalı, ötekini durdurmaya yetmez. Hanginizin lideri ve imamı Hz. Aişe'den, Hz. Ömer'den, Hz. Ebubekir'den, Hz. Osman'dan ve Hz. Ali'den daha aziz ve daha kıymettardır? Onları acımasızca katleden habis fitne ruhu, sizin kutsallarınıza karşı mı insaf edecek?

Allah'tan korkun! Bu zaman, ‘haklı olma' ispatına kalkışma zamanı değil! Ümmet birbirine girdiğinde, kanları heder olduğunda haklılığınız bir şeye yaramaz!

Hz. Aişe mi Haklıydı, Hz. Ali mi haksızdı? Ne fark eder? Birinin haklı ötekinin haksız olması neyi değiştirdi? Cemel Vakası, sadece ekseriyet aleyhine fırsat gözleyen Emevilerin ihtirasına yaradı! İyiler birbirini kırdığında kalanlar ‘Emeviyet'e müstahak olurlar. Cemel Vak'ası iki “haklı”(!) tarafın birbirini kırmasıyla neticelendi. O da, köşede bekleyen fitneye yaradı. Ve İslam'ın kalbi ve bedeni bir daha onarılamayacak şekilde yara aldı. Kuran'ınmahza adalet olan hükümleri, padişahların, sultanların iktidarının payandası oldu! O hallerdir ki sonunda biz Müslümanları zillete düşürdü!

Sen kimden yanasın diyorsunuz? Hanginizin yanında yer alsam bu mesele çözülür bilmiyorum. Tabii ki Gönlüm “Ali”den yanadır. Kur'an'ın adalet-i mahzasından yanadır! Maksadı katam mevki değil Allahın rızası olandan yanadır! Ama biliyorum en masum bir nifak bile milyonların hayatına mal oluyor. Cemel Vakası 30 bin sahabinin hayatına mal olmuştu!

Ey mü'minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar bulunduğunu bilmiyor musunuz? Hepsi sizin gücünüzü kaybetmenizi, zaafa düşmenizi bekliyorlar. Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Onların her birine karşı dayanışarak, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecburken, onların hücumunukolaylaştırmak, onların İslâm'ın harimine girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve düşmancasına inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışmıyor.

Laikçilerden ulusalcılara, Ergenekonculardan derbecilere, Siyonistlerden Masonlara, İslam düşmanı Hristiyan Batı'dan Batıcılara, Evanjeliklerden Neoconlara, Tapınakçılardan Vatikanlara kadar iç içe daire daire düşmanlarınız karşınızda sıralanmışken, tüm fanatik İslam düşmanları Muhammed (asv) ümmetine karşı zaten diş biliyorlarken bir de siz,‘birbirinizin kanını dökmeye denk tutumlar' içine girerseniz, hangi Rabden merhamet dileneceksiniz?

Evet, ehll-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet almış; birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Ey mümin, bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kalen, uhuvvet-i İslâmiyedir. İslam kardeşliğidir. Bu büyük sığınağı, bu hasin(korunaklı) kaleyi küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmanın, ne kadar büyük bir vicdansızlık ve İslam'ın ruhuna ne kadar aykırı olduğunu bil ve ayıl, ne olur!

Bu halinizle ahir zaman alameti oluyorsunuz! Ne buyuruluyor hadislerde: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek olan o zararlı müthiş adamları, beşerin -ve inananların da- tabiatında bulunan hırs ve şikakından yararlanarak, az bir kuvvetle nev-i beşeri hercümerc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alırlar”

İşte sizin bu kavgalarınız, İslam memleketleri içinde, huzurun hâkim olduğu bir iki memleketten biri olan şu güzel yurdumuzu, o şeytani planların koçağına, o fitne ateşinin içine atıyor. Bu toprakların da o ateşle yanmasına zemin hazırlıyor.

Ve yazık ki Sıffin'e, kapıyı bir kere daha araladınız. Fitne okçuları biribirine ok atmaya başladılar çünkü

Allah şu milletin geçmişte İslam için yaptığı fedakârlıklar hürmetine, inşallah bizi o musibete duçar etmez.

Aksi halde, mukadderat önümüze öyle bir fatura çıkarır ki bedeli kan ve göz yaşı olur ve hiç kimse kendini o ateşten koruyamaz!

“Allahumme Ente'l-Latîf. Es'eluke'l-lutfe, fî mâ ceret bihil meqâdiru!”


[1]) İnanmadığı halde Müslüman gibi görünmek, ikiyüzlülük, insanların arasını açmak, bozgunculuk yapmak, dinde usule uymamak…

[2]) Nifak. Ayrışmaya sebebiyet vermek. Kırmak, dağıtmak, toplum içindeki sevgi bağlarını kırmak... Fitneye zemin hazırlamak

[3]) Düşmanlık.

[4]) Akıl, izan içermeyen, duygusal taraftarlık. Fanatik bağlılık. Muhakemeden yoksun bir şekilde bir tarafı kayırmak.

 

 

Mehmet Ali Bulut, Haber7, 18.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

NUR TALEBELERİ, SON GÜNLERDE MİLLETİMİZİ VE DEVLETİMİZİ TAHRİBE YÖNELİK FİTNE HAREKETLERİNİ LANETLEMEKTEDİR VE BU TARZ HAREKETLERİN KUR'AN HİZMETİ İLE ALAKASI OLMADIĞINI DÜNYAYA İLAN ETMEKTEDİR

 

Kardeşinize gelen Bediüzzaman'ın bazı talebeleri ve Nur Camiasının fertlerinin talepleri üzerine, Bediüzzaman'ın müsbet hareket ile alakalı düsturlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Ancak evvela şu hakikatlara dikkat çekmek gerekmektedir:

 

1. Son günlerde meydana gelen fitne hareketleri, Türkiye'nin istikrarına yönelik ikinci gezi olaylarıdır. İç ve dış düşmanlarla bilmeden tahribata sebep olan bir kısım ehl-i iman maalesef şerre alet olmaktadırlar.

2. Nur talebeleri, maddi suiistimallere karşı olduğu kadar, iman ve Kur'an hizmetinin suiistimaline de karşıdır. Ancak beraat-i zimmet asıldır kaidesince, yargı ile kesinleşmeden kimseyi itham etmek de doğru değildir.

3. Şahsi menfaatler için umumun milyarlarca maddi zarara ve bedeli tahmin edilemeyecek kadar manevi zararlara maruz kalmasına sebep olmak, vatanın ve milletin aleyhine iftira ve kara propaganda yapmak, Bediüzzaman'ın müsbet hareket düsturlarına kesinlikle muhaliftir.

4. Fitne uykudadır; uyarana lanet olsun hadisi kulaklarımıza bugünlerde küpe olmalıdır.

 

 

BEDİÜZZAMAN HER ZAMAN MÜSBET HAREKETİ TERCİH ETMİŞTİR

 

Bedîüzzaman, sadece nazariyat insanı değil, aynı zamanda üç devir görmüş yani mut-lâkıyet, meşrutiyet ve cumhuriyeti yaşamış bir tatbikat adamıdır. Kendi şahsî ubûdiyetini asla ihmâl etmediği gibi, başta Osmanlı Devleti ve daha sonra da Türkiye olmak üzere, bü-tün âlem-i İslamda ve hatta tüm dünyada meydana gelen siyasî ve sosyal hâdiseleri de is-lamın ulvî düsturlarına göre değerlendiren ve tesbitini islama göre yapan nâdide bir dava adamıdır. Zaman, hep onu haklı çıkarmış ve aksi fikirde olanları utandırmıştır. Bedîüzza-man, ömrü boyunca müsbet hareket etmeyi düstur edinmiş; "Birkaç adamın hatasıyla yüzer adamların zarar görmesine sebeb olunamaz" demiştir. Bunun içindir ki, yapılan o kadar gad-darane zulümler esnasında bir tek hâdise meydana gelmemiş ve Bedîüzzaman Said Nursî, talebelerine daima sabır ve tahammül ve yalnız iman ve İslâmiyete çalışmayı tavsiye etmiş-tir. Ve bu gibi evhamların, dinsizlik hesabına, maksad-ı mahsusla husule getirildiğini herkes anlamıştır.

 

Evvela müsbet hareketi nasıl tarif ettiğine bakalım:

Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.

 

Müsbet hareket, Bediüzzaman’ın ilim ve irfana, tebliğ ve iknaya, muhabbet ve şefkate dayanan irşad metodudur. Bu meslek bütün müceddidlerin ortak yoludur. Hepsi, Allah Re-sulü'nden (a.s.m.) aynı dersi almış ve asırlarının şartlarına göre bu yolda yürümeğe azamî hassasiyet göstermişlerdir. Gazzalîler, Rabbanîler, Geylanî¬ler, Mevlânalar hep bu mukaddes yolun yolcularıdır. Hepsinin ortak gayesi, insan¬ları Hakkın rıza çizgisine çekmek, ebedî saa-detlerine vesile olmaktır. "Âlimler peygamberlerin varisleridir" hadis-i şerifine en ileri mânâsıyla mazhar olan bu kutlu zevat içerisinde Bediüzzaman Hazretlerinin hususî bir yeri vardır. Onun bu hususiyeti, asrının dehşetinden ileri gelmektedir.

 

Bedîüzzaman, sadece Osmanlı Devleti ve Türkiye'de değil, bütün âlem-i islamda, islama hizmet için müsbet hareketi müdafa’a eden nâdide şahsiyetlerdendir. Ona göre, Türkiye dar-ı islamdır ve islam diyarı olan bir beldede, imana ve islama hizmet, ancak müsbet hare-ketle ve dahilî emniyet ve âsâyişi asla zedelemeden, bilakis teyid etmekle mümkündür. Son mektubundaki şu ifadeler, gerçekten enteresandır (özetle şöyle diyor):

 

Bizim vazifemiz, müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Allah rızasını düşüne-rek sırf iman hizmetini yapmaktır, Allah'ın vazifesine karışmamaktır. Bizler asâyişi nuhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. ...Mesleğimizde kuvvet var, fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. Kur’an'ın vaz’ et-tiği bu düstur ile, "Bir cani yüzünden, onun kardeşi, hânedanı, çoluk-çocuğu mes’ul olamaz". Bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuv-vet dahile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı kullanılabilir. Manevî cihadın en büyük şartı da, vazife-i ilahiyyeye karışmamaktır ki, bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakk'a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükel¬lefiz. Haricî tecavüzlere karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünki düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde menvî tahribata karşı menevî ihlâs sırrı ile hareket et-mektir.

 

Bedîüzzaman'ı pasiflikle suç¬layanlar, netice itibariyle onu takdir etmek mecburiyetinde kalmışlardır. 28 sene hapishaneden hapishaneye sü¬rüldüğü ve defalarca merkezden görevli hâkimler ta¬rafından haksız ithâmlarla yargılandığı halde, bırakınız devlete karşı cephe al-mayı, kendisini asılsız iddialarla idam talebiyle yargılayan savcıya beddua dahi etmemiştir. Bilindiği gibi, iki çeşit hareket vardır:

 

Birincisi, rüzgarın hareketine benzer, gürültüsü-patırdısı çoktur, ancak müsbet ve fay-dalı bir neticesi yoktur.

 

İkincisi ise, güneşin hareketidir ve sessiz sedasız gelir ise de, meyve¬leri ve faydaları ni-hayetsizdir. İşte Bedîüzzaman manevî bir güneş olan islamiyeti temsil ettiğinden, ikinci tarz hareketi tercih etmiştir. Elini kelepçelemeye gelen gü¬venlik görevlisine dahi, kelepçede san’at var deyip ona iman dersi vermeye çalışmıştır. Neticeleri bugün orta¬dadır. Zira imanın karşısında küfrün beli kırılmıştır.

 

Bedîüzzaman, müslüman fertler ve cemâ’atler arasında birlik ve beraberliği sağlamak için ihlâs ve uhuvvet düsturları adı altında bütün cihânı bir¬birine bağlayacak islamın ulvî düsturlarını fevkalade ma¬hâretle izah etmiştir. Ehl-i imanın çeşitli cema’atler ha¬linde olma-sını, bir ordudaki farklı bölük ve taburlara ya¬hut bir çarşıdaki çeşitli mağazalarla veyahut da Kur’an bahçesinde dikilmiş farklı güllere ve meyve ağaçlarına benzeten Bedîüzzaman, bu kardeşlik halinin muhafazası için hayatı boyunca gayret göstermiştir. 80 yıllık bir uzun ömür boyunca asla taviz vermediği bu düsturlardan bazılarını size de hatırlatmak istiyo-rum:

İkisi de müslüman ve ikisi de hak yolda olan ve hatta veliyullah olduğu bilinen iki ehl-i imanın nasıl birbirine düştüklerini izah için, şu hakikatı hatırlatmıştır:

 

Ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakiki halini bilmedikleri için, haksız olarak mübâreze etmesini, cennetle müjde¬lenen aşere-i mübeşşere denilen sahabenin arasındaki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i haki-kat, birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler... Bu sırra binâen "... öfkelerin yu-tanlar ve insanlardan sâdır olan kusurları af edenler..." mealindeki âyette mev¬cut olan uluvv-i cenâb düsturuna ittibâ etmek; avâm-ı müminînin şeyhlerine karşı olan hüsn-i zanlarını kır-mamakla imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek; ehl-i imanı haksız itirazlara karşı haklı, fa-kat zararlı mukabele ve hiddetlerinden kurtarmak ve din düşmanlarının iki hak grubun ara-sındaki husumetten istifade ederek, birinin silahıyla, itirazıyla ötekini cerhetmek ve ötekinin delille¬riyle berikini çürütüp, ikisini de yere vurmak ve çürüt¬mekten şiddetle kaçınmak ica-betmektedir... Kısaca bu asırda ehl-i iman olan herkes kendini ma’zur biliyor ve ondan nizâ’ çıkıyor. Müslümanların nizâ’ından ehl-i hak zarar ediyor ve ehl-i dalalet istifade ediyor.

 

Uhuvvet düturları adı altında şunları tesbit ediyor:

 

Sen mesleğini ve fikirlerini hak bildiğin vakit, "Mesleğim haktır veya daha güzeldir", de-meye hakkın var. Fakat "Yalnız hak ve güzel olan, benim mesleğimdir", demeye hakkın yoktur.

Her söylediğin hak olsun. Fakat, her hakkı söyle¬meye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat, her doğruyu demek doğru değildir. .

 

Bu arada Hadiste ifade edilen ümmetin ihtilafı meselesini şöyle açıklamaktadır:

 

Hadîsteki ihtilaf ise, müsbet ihtilaftır. Yani: Herbiri kendi mesleğinin tamir ve revacına sa'yeder. Başkasının tahrib ve ibtaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfî ihti-laf ise ki: Garazkârane, adavetkârane birbirinin tahribine çalışmaktır; hadîsin nazarında mer-duddur. Çünki birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.

 

Ehl-i dalalet, Kur'an-ı Hakîm'den alıp neşrettiğimiz hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye karşı müdafaa ve mukabele elinden gelmediği için, münafıkane ve desisekârane iğfal ve hile dâmını (tuzağını) istimal ediyor. Dostlarımı hubb-u câh, tama' ve havf ile aldatmak ve beni bazı isna-dat ile çürütmek istiyorlar. Biz, kudsî hizmetimizde daima müsbet hareket ediyoruz. Fakat maatteessüf herbir emr-i hayırda bulunan manileri def'etmek vazifesi, bizi bazan menfî hare-kete sevkediyor.

 

Bir şey'in vücudu, bütün eczasının vücuduna vâbestedir. Ademi ise, bir cüz'ünün ade-miyle olduğundan; zaîf adam, iktidarını göstermek için tahrib tarafdarı oluyor, müsbet yerine menfîce hareket ediyor.

 

Bu menfi harekete sevkedince ne yapılması gerektiğini ise başka bir eserinde şöyle açıklamaktadır:

 

“Şimdiye kadar gizli münafıklar, Risale-i Nur'a kanunla, adliye ile ve asayiş ve idare noktasından hükûmetin bazı erkânını iğfal edip tecavüz ediyorlardı. Biz müsbet hareket ettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman teda-füî vaziyetinde idik. Şimdi plânları akîm kaldı.” Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 215.

 

 

Üstad gelenlerle ne konuşurdu?

 

Hemen umumiyetle, Risale-i Nur hizmetinin yegâne maksadı olan imanın kuvvetlenmesi-nin vatan ve milleti tehdid eden dinsizlik ve komünistlik tehlikesine mani' olduğunu; şimdi en elzem vazifenin, ferdlere ve cem'iyete düşen hizmetin imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek bulunduğunu; zamanın en büyük davasının Kur'ana sarılmak olduğunu, Risale-i Nur bütün kuvvetiyle bu mes'eleye hasr-ı nazar ettiğinden, vatan ve millet düşmanları, gizli dinsizler, bahanelerle hücuma geçip aleyhte tahriklerde bulunduklarını; "Fakat biz müsbet hareket et-meye mecburuz. Elimizde Nur var, siyaset topuzu yok. Yüz elimiz de olsa, ancak Nur'a kâfi ge-lir." diyerek Nur'un din düşmanlarını mağlub edeceğinden, müsbet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bulunduğundan, Risale-i Nur'un siyasetle hiçbir alâkası bulunmadığını, mesleğimizin en büyük esasının ihlas olduğunu, rıza-i İlahîden başka hiçbir maksad ittihaz edilemeyeceğini, Nur'un kuvvetinin işte bu olduğunu; ihlasla, müsbet hareket etmekle inayet ve rahmet-i İlahiyenin Risale-i Nur'u himaye edeceğini.. ilâ âhir.. beyan ederdi.

 

Üstadımız sık sık der ki: Mesleğimiz müsbettir, menfî hareketten Kur'an bizi men'ediyor.

Ey seyyid-i senedimiz! Ey ruhumuzun ruhu, kalbimizin kalbi, canımızın canı, cananımız, sertâcımız, sevgili Üstadımız Efendimiz! Madem bize menfî harekete izin vermiyorsun. Öyle ise biz de rahmet-i İlahiyeden niyaz ederek ahdediyoruz ki; din düşmanlığı ile Üstadımıza zulmeden o gaddar, insafsız zalimlerden intikamımızı şöylece alacağız: Risale-i Nur'u ölünce-ye kadar mütemadiyen okuyacağız ve neşrinde sebat ve sadakatla hizmet edeceğiz. Onu altun mürekkeblerle yazacağız inşâallah...

Halbuki mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünme-ye de mesleğimiz müsaade etmiyor. Hem müşterileri de aramağa mecbur değiliz, müşteriler yalvarmalı.

 

Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men'olduğum gibi- men' edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeş-lerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müs-bet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz. Ma-dem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur'a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ehven-üş şerr olarak bakınız. Daha a'zam-üş şerden kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara fa-ideniz dokunsun.

 

Hem dâhildeki cihad-ı manevî; manevî tahribata karşı çalışmaktır ki; maddî değil, manevî hizmetler lâzımdır. Onun için ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok.

Meselâ: Bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hattâ otuz senede hapisler de tazyikler de olduğu halde, hakkımı helâl ettim. Ve azablarına mukabil, o bîçarelerin yüzde doksanbeşini tezyif ve itirazlara, zulümlere maruz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum ki, وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى âyeti hükmünce kabahat ancak yüzde beşe verildi. O aleyhimizdeki partinin şimdi hiçbir cihetle aleyhimizde şekvaya hakları yoktur.

 

Prof. Dr. Ahmed Akgunduz

 

19.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

İsrail Türkiye'nin önlenemeyen yükselişini durdurmak adına şeytanla bile koalisyon yapabilir.. Piyasa son derece hareketli.. Herkesin bir planı var, ama Allah'ın da bir planı var.

Galip olacak olan O'nun planıdır kuşkusuz..

Kimilerine göre, Ağustos ortalarından itibaren, Askeri Şura tartışmaları ile birlikte nokta hedeflere saldıracaklar. Bir yandan da kaset savaşları, yolsuzluk dosyaları gelecek gündeme..

Hedef Erdoğan'ı ve AK Parti'yi köşeye sıkıştırmak.

CHP VE MHP İTTİFAKINA CEMAAT DESTEĞİ

Hani şu CHP-MHP koalisyonu hikayesi var ya, o da senaryonun bir parçası.. Aslında hikayenin devamı var. AK Parti'den 50 kadar milletvekilini koparmayı planlıyorlar. Cemaate yakın çevreleri de yanlarına alıp bir CHP-MHP-yeni oluşum koalisyonu kuracaklar.. AK Parti'yi muhalefete itecekler. Daha sonra da ikinci bir hamle ile bir o kadar daha milletvekilini, tehditle, şantajla, menfaat temin ederek yanlarına alacaklar..

TUNCELİLİLERİ SOKAĞA DÖKECEKLER

AK Parti'de umutsuzluk doğurmak için barış sürecini sabote edecekler. O da yetmeyecek, Marksist illegal gurupları sahaya sürecekler. Tuncelilileri ve Nusayri kesimi sokağa çekmek için her türlü provokasyon denenecek.

Bir umutlan da öğrenciler. İşçiler hareket etmiyor. Ama üniversiteler provokasyona daha kolay geliyor.. Onun için Eylül'ü beklemeleri gerekiyor. 29 Ekim'e doğru laiklik, irtica, din devleti, insanların hayatlarına müdahale anlamına gelecek bir sürü plan hayata geçirilebilir..

KÜRTLER SAHAYA ÇEKİLMEYE ÇALIŞILACAK

Gezi grubunu dağıtmayacaklar.. Marjinal grupları bir şekilde gündemde tutmaya devam edecekler.. Piyasa maniple edilmeye çalışılacaktır bu arada. Suriye konusu kaşınmaya devam edecek, barışa karşı Kürt grupları sahaya çekilmeye çalışılacak, akla gelen her yolu deneyecekler..

Bu konuda Ergenekon'un aktif unsurları da devrede olacak.. Onlar zaten intikam için bir bahane arıyorlar..Hükümet üyelerinin eli armut toplamıyor tabii ki... 28 Şubat soruşturmasında yeni dalgalar gelecek mi görecegiz.

ERDOĞAN'IN EN YAKINLARINA BİLE...

Topyekun saldırıya geçecekler. İçeriden ve dışarıdan, hatta diyorum Erdoğan'ın en yakın çalışma arkadaşlarına bile kanca atmaya çalışıyorlar diye haberler geliyor.

O UÇKUR İŞİNİ BOŞUNA YAZMADIM

İki gündür o uçkur ve rüşvet hikayelerini boşuna yazmadım.. AK Parti bir yandan gelecek yerel seçimler için yenilenecek adaylar konusunda titiz bir çalışma başlatmalı, bir yandan da seçim sathı mailini beklemeden kabinesini revize etmeli.. Keşke Erdoğan parti teşkilatındaki isimleri de bir kez daha gözden geçirse, ne iyi eder.

Birileri nasıl çevresindeki insanlarla konuşuyorsa, tehdit ve şantaja açık adamları da çağırıp, oyuna gelmemeleri konusunda uyarılmaları gerek.

Keşke Erdoğan parti teşkilatındaki isimleri de bir kez daha gözden geçirse, ne iyi eder. İyi insanları getirmek yetmiyor, sürekli takip etmek de gerekiyor. Çünkü dağda keramet kolay, şehirde, o koltuğa oturunca, o mührü alınca işler değişiyor. O insanlara bir haller oluyor!

 

Duyuyorum, şimdiden birileri yeni oluşuma yanaşma derdinde. Kimileri kendi aralarında bakanlıkları paylaşmaya başlamış bile. Başbakan adaylarını yazmışlar.. Yazık! Yazık, yarın bu insanları kullandıktan sonra kirli bir mendil gibi fırlatıp atarlar, kimse gözyaşlarına da bakmaz. Dünyalarını, ahiretlerini berbat ederler.

 

Abdurrahman Dilipak, 18.07.2013 (!)

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Siyasetin cemaat hali

Cemaatlerin siyasete girmesi çeşitli yönlerden değerlendirilebilecek bir konu olmakla birlikte, bizce bunların en önemlisi, cemaatlerin kendilerine bakan yönüdür. Cemaat-siyaset ilişkisinin en büyük zararı bu yönde ortaya çıkmakta ve cemaatlerin kendisini vurmaktadır. Gerçi “Bunu cemaatler düşünsün, bize ne?” diyebilirsiniz; fakat siyasete bulaşan cemaatler bu meseleyi bu yönüyle hiç düşünmedikleri ve düşünmeye niyetli görünmedikleri için, onlar adına düşünmek de, onları hayatın gerçekleriyle yüzleştirmeye çalışmak da yine başkalarına düşüyor.

Ancak hemen belirtelim: Bu konuda söylediklerimiz ve söyleyeceklerimiz, siyasete gayr-ı resmî olarak giren cemaatlerle ilgilidir. Siyasete açıktan giren, siyasî hedeflerini ve programını saklamaksızın faaliyette bulunan cemaatler bahsimizin haricindedir. Sözleriyle fiilleri birbirine uyum içinde bulunduğu müddetçe bu yöndeki değerlendirmelerimizi onlara teşmil etmek doğru olmaz. Bizim sözümüz, bizzat ve açıkça bir siyasî teşkilâtlanma içine girmeden ve siyasete girdiğini de kabul etmeden bizzat siyasî faaliyetlerde bulunan cemaatleri ilgilendiriyor.

***

Bir cemaatin siyasete bulaşmakla göreceği en büyük zarar, siyasetin ahlâkını benimsemektir. Bunu yapmaksızın siyaset yapamaz. Bunu yaptığı anda da ray değiştirmiştir; siyasetten tevbe-i nasûh ile ebediyen vazgeçmedikçe bir daha eski yerine dönemez.

Tekrar edelim: Siyasete açıkça girenlerin bu tehlikeden nisbeten salim kalmaları mümkündür; zira en azından yaptıkları işi inkâr etmek gibi bir dertleri yoktur. Bütün benliğiyle siyasete gömülmüş halde iken kendilerini siyaset-üstü ilân edenler ise, daha işin başında iken yalana başvurmak suretiyle iddialarının tümünü kaybetmişlerdir. Doğruluk imanın, yalan nifakın ayrılmaz özelliği iken, kendilerini yalan beyanla tanımlayanların bu saflardan hangisine daha yakın düştüğünü düşünmek gerekmez mi?

Siyasetin bir özelliği yalancılık ise, diğer bir özelliği de hatâdan münezzehiyettir. Bildiğiniz gibi, siyasetçiler hiç hatâ yapmazlar. Bugün söylediklerini bir başka gün yalanlayabilirler, dün yalan dediklerine bugün doğru diyebilirler; fakat bu tamamen günün ve dün’ün özelliğine ait bir durum olup siyasetçinin kişiliğiyle bir ilgisi yoktur. Zira dün dündür, bugün bugündür, politikacı da politikacıdır. Eğer bugün halkın önüne çıkıp da “Ben hatâ ettim” diyecek olursanız, yarın hatâlı bir kul olarak hangi yüzle bir mevkie talip olabilirsiniz? Böbürlenmek ancak bizim gibi fâniler için kusur sayılır, politikacılar için vazgeçilmez bir ritüeldir; cemaatle yapılması halinde ise faziletinin kat kat artacağına dair bir rivayet yoksa da fiilî bir icmâ’ mevcuttur. Yalnız, bu işin şöyle bir riski bulunur:

Hergün cemaatle tekrarlayıp durduğunuz yalanlara çok geçmeden siz de inanmaya başlar, hattâ Allah huzurunda bu yalanlarınızdan ecir bekleyecek hale de gelebilirsiniz.

***

Siyasetten uzak cemaat ile siyasete yakın cemaat arasında şöyle bir fark daha vardır:

Bunlardan birincisi vazifeye, ikincisi neticeye odaklanmıştır. Oysa İslâm itikadı neticeyi bütünüyle Allah’a tahsis etmiş, bizi sadece vazife ile yükümlü kılmıştır. Bu ise dinin sapasağlam bir şekilde korunmasını sağlayan en önemli unsurdur. Aksi takdirde, kendinizi neticeden sorumlu sayarsanız, daha iyi neticelere ulaşmak için Hakkın değil, halkın hoşnutluğunu kazanmaya kendinizi mecbur bilirsiniz. Bu da en temel ilkelerin “zamana, zemine, konjonktüre göre” ayarlanması sonucunu doğurur. Dinde tahrifat işte böyle başlar. Kendisini böyle bir konumda bulan bir topluluğun geriye dönüş ümidini tamamen kaybetmiş olduğunu söylersek mübalâğa etmiş olmayız. Maceranın bundan sonrası ise hepimizin malûmudur:

Cemaatin siyasetine uyan şeytanlar melek, melekler şeytan olur. Şeytanlara rahmet, meleklere lânet okunur. Yalan, ikiyüzlülük, rakibini bertaraf etmek ve hedefine ulaşmak için herşeyi mübah, hattâ vacip görmek, menfaatinden başka bir meşruiyet ölçüsü tanımamak gibi huyların cümlesi cemaatin sıfatları arasına girer ve yerleşir. Böylelikle, onları siyasete yaklaştıran herşey, o nisbette de İslâmdan uzaklaştırır. Hattâ o raddeye getirir ki, Müslümanlarla beraber görünmekten utanır hale sokar da başkalarının patronluğunda izzet arayışına sevk eder. Bunlar ne kadar koyun postuna bürünmüş olursa olsun, içlerindeki canavarı ortaya çıkarmak pek kolaydır: Bunun için çıkarlarına şöyle bir dokunmanız yeter!

***

Bir cemaatin gayr-ı resmî olarak siyasîleşmesi demek, bir sath-ı mâil içine düşmek demektir ki, bir kere hızını aldıktan sonra başlangıç ayarlarına dönmek pek zor, hattâ imkânsız hale gelir. Bu bakımdan, siyasette gözü olan topluluklar için en salim yol, bunu açıkça yapmak ve siyasî parti halinde örgütlenerek kendi adına siyasete girmektir. Fakat bu yolda da kendisinin gerçek gücünü (veya güçsüzlüğünü) açığa vurmak ve boyunun ölçüsünü almak gibi bir tehlike vardır.

Başkasının sırtından geçinip gitmek varken böyle bir riski kim göze alır?

 

Ümit Simsek, Son Devir, 19.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=2]Gülerce: İlk çatlak Mavi Marmara'ydı[/h]Cemaatin etkin isimlerinden ve Fethullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen yazar Hüseyin Gülerce, New York Times'e verdiği röportajda, Mavi Marmara gemisinin hükümet ile aralarındaki ilk çatlak olduğunu açıkladı.

Yenisafak.com.tr / Gündem | 21 ARALIK 2013, 13:56

Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, New York Times'e verdiği röportajda son gelişmeleri değerlendirdi. Gülerce, AK Parti ile Cemaat arasındaki ilk çatlağın Mavi Marmara gemisinin Gazze'ye gitmesinden çıktığını söyledi.

'Gülen'in tutumu çok netti'

Gülerce New York Times'e şunları söyledi: 'Sayın Erdoğan'ın aşina olmadığı bir gruptan bahsetmiyoruz. İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemden beri hepimizi şahsen tanıyor. Sayın Gülen'i 20 yıldır tanıyor. (Hükümetle Gülen Hareketi arasında) İlk çatlaklar Mavi Marmara krizi ile çıktı. Sayın Gülen'in tutumu çok netti. Türkiye'nin dış politikasında maceraya atılmaması, Batı'ya yönelimini sürdürmesi ve dış politika meselelerini diyalogla çözmesi gerektiğini hep söyledi.'

 

Fethullah Gülen, 9 Türk vatandaşının İsrail askerleri tarafından şehit edildiği Mavi Marmara baskınından sonra, yardım filosunu yola çıkaranları eleştirerek 'İsrail'in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır' demişti.

'Gezi yalanlaması'

Öte yandan Gülerce, New York Times gazetesinde çıkan haberdeki başka bir sözünü ise yalanladı. Gülerce gazetede yer alan 'Gülen'in takipçileri, Gezi Parkı protestocularının Erdoğan hakkındaki şikayetlerinin bir çoğunu paylaşıyorlar' gibi bir ifade kullanmadığını açıkladı.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

22 Aralık 2013 Pazar 08:30

[h=1]Said Nursi'nin talebesinden kardeşlik duasına çağrı[/h]

Hüsnü Bayram ağabey: İslam alemi ve ülkemiz için

Risale Haber, Ahmet Bilgi'nin haberi:

RİSALEHABER-Bediüzzaman Said Nursi'nin talebelerinden Hüsnü Bayram ağabey, İslam alemi ve Türkiye'de kardeşlik ve muhabbeti bozan, Müslümanlar üzerinde oynanan oyunlara karşı herkesi Fetih Suresi okumaya, dua etmeye davet etti.

Hüsnü Bayram ağabeyin çağrısı şöyle:"Alem-i İslamın ve ülkemizin selameti, uhuvveti ve muhabbeti için hususen Risale-i Nur'un neşr ve hizmet tarzına zarar veren manilerin izalesi için sabah namazı vaktinde veya müteakibinde her gün bir adet Fetih Suresi okumak suretiyle 15 gün devam etmek istiyoruz. Duanın külliyeti için herkes iştirak edebilir."

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Sevdana kurban oluruz Sevdalı Adam[/h]

Adnan Menderes’i kim astıysa,

Özal’ı kim zehirlediyse,

Erbakan’ı kim devirdiyse,

Muhsin Yazıcıoğlu’nu kim öldürdüyse,

Terörü kim yönetiyorsa,

Uğur Mumcu’yu, Hrant Dink’i kim katlettiyse,

Doksan yıldır bu ülkenin kanını kim emdiyse,

Sivas’ı, Başbağlar’ı kim yaktıysa,

İskilipli Atıf’ı, Said Nursi’yi kim yok ettiyse,

Deniz Gezmiş’i kim astıysa,

Darbeleri kim tertiplediyse,

Kardeşi kardeşe kim düşman ettiyse,

Kürtlere kim zulmettiyse,

Başörtüsünü kim yasakladıysa,

Alevileri kim yok saydıysa,

Baykal’a kaseti kim hazırladıysa,

Uludere’yi kim tezgâhladıysa,

Gezi’yi kim tertiplediyse;

Ey sevdası olan adam!

Bil ki bugün senin sevdana pusu kuran da onlar.

“Bunları da mı görecektik?” deme sakın.

Bilirim demezsin.

Zira miras bırakılan bu kutlu sevdaya sen talip oldun.

“Kefenimizle çıktık bu yola” demiyor muydun?

“Bu kadar mı alçalacaklardı?” deme sakın.

Sen zindan görmüş adamsın.

Hatırla, ne alçaklar, ne alçaklıklar gördün.

Sevdanın sevdalıları “savunan adamları” sevdi.

“Dik duran adamları” da.

Eğilme, savrulma.

Bu millet sevdası olan adamların sevdasına kurban olur.

Sevdan sevdamızdır.

Allah yâr ve yardımcın olsun.

 

 

Turgay Güler, Aksam, 20.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gayrimüslimlere hoşgörü Müslüman'a beddua

 

Abdülkadir Selvi

Mayıs ve Adnan Menderes'le ilgili çalışmalarımda ve Cumhuriyet Arşivi'nden çıkan belgeleri üzerinde yaptığı çalışmada Bediüzzaman Said Nursi'nin mektupları dikkatimi çekmişti.

Menderes'e yazılmıştı ve bir kısmı 27 Mayıs darbesi sırasında Adnan Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik ve Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'in makamlarında yapılan aramalarda ele geçirilmişti.

27 Mayıs'tan sonra oluşturulan, 'ihbar' mekanizması kapsamında, Said Nursi'nin Demokrat Parti yöneticilerine yazdığı, 'vatan ve millet namına' diye başlayan mektupları suç delili olarak 27 Mayıs'ın 1 no'lu tasnif komisyonu tarafından toplanmıştı.

Orada dikkatimi çeken bir ifade tarzı vardı. Daha sonra Bediüzzaman Hazretleri'nin Risale-i Nur Külliyatı isimli eserlerine baktığımda da aynı şeyi gördüm.

Said Nursi, mükerrer mektuplarında Menderes'e, 'İslam Kahramanı' olarak hitap ediyordu. Ezan-ı Muhammedi'nin Arapça aslına uygun olarak okunmasını sağladığı ve Kur'an-ı Kerim'in öğrenilmesi, Müslümanların ibadetlerini korkusuz bir şekilde yerine getirilmesine zemin hazırladığı için, Menderes'e dua ettiğini söylüyordu.

Bediüzzaman, 'İslam'a ve Kur'an'a hizmetleri' nedeniyle Menderes'e dua ederken, Demokrat Parti döneminde kendisi ne durumdaydı? İktidar nimetleri önüne serilmiş, talepleri talimat olarak kabul edilmiş, kadroları devletin kademelerine yerleşmiş, bir eli yağda bir eli balda mıydı diye baktım.

Demokrat Parti döneminde Türkiye, din ve vicdan özgürlüğü alanında ne kadar ilerlediyse, demokrasinin sağladığı hürriyet havasından kim ne kadar istifade ettiyse, Bediüzzaman Said Nursi de o kadar istifade etmiş.

Hatta o kadar bile değil.

Yine Cumhuriyet Arşivi'ndeki belgelere göre fişlemede yine birinci derecede tehlikeli olan kodla, '1-a' koduyla fişlenmiş, mahkemeleri ve sürgün hayatı devam etmiş. Isparta ve Barla'da mecburi ikameti sürmüş ama CHP dönemindeki kadar katı değil, kısmen rahatlatılmış. Isparta'dan Barla'ya, Barla'dan Emirdağı'na gidişi dahi izinle ve polisin takibatı altında olmuş.

Ama Bediüzzaman Demokrat parti içişleri bakanının, kendisinin (vefatından kısa bir süre önce) Ankara'ya girişine yasak getirdiği halde şahsı için değil, Ezan-ı Muhammedi hürmetine Adnan Menderes'e hep, 'İslam Kahramanı' gözüyle bakmış, öyle hitap etmiş.

Bunları niçin hatırlattım.

Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı'ndaki Türkiye'de dindarların sıkıntı olarak gördükleri her şeyin kaldırılmasına, kamuda ve Meclis'te başörtüsü serbestisine, okullarda Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimiz'in Hayatı'nın ders olarak okutulmasına, ordudan atılanların haklarının iadesine, darbecilerden, Ergenekonculardan hesap sorulmasına, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin beraat etmesini sağlayan 2006 tarihli yasal düzenlemelere ve hocefendiye, 'Türkiye'ye dön' çağrısına rağmen, duanın yerini beddua aldı.

Hem de ne beddua...

İsrail'in Mescid-i Aksa'yı işgalinde, Amerika'nın Irak'ı işgalinde, Ebu Gureyb'de Müslüman kadınların ırzına geçilirken yapılmayan beddualar bugün Recep Tayyip Erdoğan için yapılır oldu.

Kur'an'da Kabe'yi yıkmaya giden Ebu Leheb'e yapılan bedduanın gönüllere Kabeler inşa etmeye çalışan kadrolara karşı kullanılması üzücü bir durum olsa gerek.

Kenan Evren'den, Vatikan'daki Papa'ya kadar diyalog ve hoşgörü örneklerini sergileyen Fethullah Gülen Hocaefendi'nin, bu ümmete hizmetten başka gayesi olmayan Başbakan Erdoğan'a yönelik olarak, 'firavun, diktatör, harami' şeklindeki nitelendirmelerde bulunması nasıl bir aklın ürünüdür anlamak mümkün değil.

Harami ha!

Bir dönem Risale-i Nur hizmetinin içinde bulunduğu için Hocaefendi de bilir ki, Bediüzzaman, hayatında hiçbir zaman Müslümanlara beddua etmemiştir. Çünkü ölçüsünü Peygamberimiz'den almıştır. Taif'te kendisini taşlayanlara dahi beddua etmemiştir Peygamberimiz. Cebrail'in gelmesine rağmen.

Bediüzzaman, Afyon Hapishanesi'nde kışın ortasında kendisini camı kırık tek kişilik bir hücreye atıp, idamla yargılanması için iddianame hazırlayan ve Afyon savcısına hiddet edip beddua etmek istemiştir. Ama bahçede oynayan çocuğun, savcının kızı olduğunu öğrenmesi üzerine, o masum yavrunun zarar görmesinden ürktüğü için beddua etmekten kaçınmıştır.

Ayrıca tek parti dönemi CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran'a yazdığı mektupta, gördüğü zulümlerden dolayı içinden beddua etmek geldiğini ama Hilmi isimli bir Nur talebesini hatırlayıp bundan vazgeçtiğini anlatıyor.

Mustafa Kemal'a ve İnönü'ye meydan okuyan, esirken bile Rus Ordusu Başkumandanını kafa tutan, devirlerin önünde eğilmeyen Bediüzzaman, kendisine zulmedenlere dahi beddua etmemiş, ıslahı için dua etmiştir.

Sizin, 'Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın' dediğinizde o evler yandığında içindeki masumların hesabını kim verecek?

Gayri Müslimlere hoşgörü, Müslümana beddua...

Yakışmadı hocam...

Belki de yakıştı..

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Hocaefendi Cemaati ve Yahudiler

Ümit Şimşek / 22-Ağustos -2013

Gülen Cemaati’nin iktidara olan antipatisine paralel olarak Yahudilere olan sempatisinde belirgin bir artış gözlerden kaçmıyor; zaten kendileri de gözlerden kaçırmaya hiç niyetli görünmüyorlar. Bilâkis, parmaklarını gözümüze sokarcasına bu hakikati tekrar tekrar bize hatırlatacak vesileler buluyorlar – veya vesileler onları buluyor. Today’s Zaman’ın 18 Ağustos tarihli nüshasında çıkan bir yazı ile Sayın Fethullah Gülen’in the Atlanticdergisine verdiği mülâkatta, bu konuda birçoğumuz için şaşırtıcı gelebilecek örnekler var.

Türkiye’nin dış politikasında Batı’dan İslâm âlemine doğru yönelen çizgi değişikliğinin kimleri memnun, kimleri rahatsız ettiğini az çok biliyor, bilemediğimiz kısmını da tahmin ediyorduk. The Atlantic dergisindeki beyanatında ise, Sayın Gülen, kendi ülkesinin dış politikasını ecnebîye şikâyet etmek gibi, muhalif bir politikacı için bile mâzur görülemeyecek bir tavırla, bu gidişten hoşnut olmadığını açıkça söyledi. (Bkz.http://fgulen.com/tr/turk-basininda-fethullah-gulen/fethullah-gulen-hakkinda-haberler/fethullah-gulen-hakkinda-2013-haberleri/36483-fethullah-gulen-hocaefendiden-the-atlantic-ozel-roportaj)

Aynı mülâkattaki bir başka konu da Yahudiler ve Hıristiyanlar idi. Kendisine bu konuda “anti-Semitik olarak algılanan” geçmişteki bazı beyanları hatırlatıldığında, Sayın Gülen, “âyet ve hadisleri yanlış anlamış olabileceğinden” söz etti ve artık değiştiğinden bahisle, şimdiki düşüncesini şu sözlerle açıkladı:

“Şunu anladım ve daha sonra belirttim ki, Kur’ân’da veya Sünnette yer alan eleştiri ve lânetlemeler belli bir inanca bağlı insanlara değil, herhangi bir insanda olacak karakteristiğe yapılıyor.”

Ne var ki, Hocamız, sonradan anladığı bu gerçeği İslâm âleminin ve bugüne kadar gelip geçmiş İslâm ulemâsının henüz anlayamadığını ya sözlerine eklemeyi unutmuş, ya da engin tevazuundan bunu telâffuz etmeyip bizim anlayışımıza bırakıyor. Fakat biz yine de, Kur’ân-ı Kerimde yüzlerce âyetin bize anlattığı, lânetlediği ve kendileriyle dostluk kurmamızı yasakladığı bir topluluğun nasıl olup da “herhangi bir insanda olacak karakteristik” seviyesine indirgenebildiğini anlayamıyoruz! Eğer “Kur’ân’da kastedilen sadece bahsi geçen Yahudilerle sınırlı değildir; onun yanı sıra bu da vardır” gibilerden bir söz söylenseydi, buna hak verirdik; ancak Sayın Gülen bu “eleştiri ve lânetlemelerin” Yahudi ve Hıristiyanları içine alma ihtimalini kesin bir şekilde reddediyor ve sadece “içimizdekini” Kur’ân’ın hücum oklarına hedef olarak gösteriyor. Acaba Yahudileri Kur’ân’ın en keskin hücumlarından korumak hususunda gösterilen bu açık ve aşırı muhabbetin bilmediğimiz bir hikmeti mi var?

***

Today’s Zaman’daki yazı da(Bkz. http://www.todayszaman.com/news-323774-pm-erdogan-blamed-for-bad-counsel-from-advisers.html), Başbakanı Gezici diliyle bir hayli tenkit ettikten, onun ne kadar “nezaketsiz, tahammülsüz, hırçın, tahrikçi, tahkir edici ve istişareye kulak asmayan” bir yapıya sahip olduğunu bozacının şahitlerinden nakiller yapmak suretiyle bir güzel açıkladıktan sonra, aynı parti içinde olup da Başbakan gibi düşünmeyen önemli isimlerden nakiller yapıyor. (Bunu sakın “fitne çıkarmak” şeklinde anlamayın. Bu tür kaşımalar the Cemaat’ten geldiği zaman “yapıcı eleştiri” adını alır. Fitne ise, the Cemaat’e yöneltilen yapıcı eleştiriler hakkında kullanılan bir tabirdir.)

Yazının sonuna doğru ise, Today’s Zaman, sözü Yahudilerle ilgili bir yere getiriyor ve Başbakanı buradan vuruyor:

Meğer Sayın Başbakanımız, Şubat ayında Viyana’daki bir BM toplantısında anti-Semitizm ve faşizmin yanı sıra, Siyonizmi de suçlamış!

Hayret etmez misiniz: Dindar insanların sırtında yükselen bir cemaat, dindar bir başbakanı Siyonizme müsamaha etmekle değil, Siyonizmi suçlamakla suçluyor!

***

Meselenin alarm veren tarafı sadece bir cemaat yönetiminin İslâm âleminde İsrail için maslahatgüzarlık rolünü üstlenmiş olması değil; bu rolün artık kanıksanmış, hattâ hatırı sayılır bir kitle tarafından da benimsenmiş olması! Böyle bir davranışı vicdanlarında asla tasvip etmeyecek olan o kitle, aynı tavrı the Cemaat’in önderinde ve organlarında gördüğü zaman, hiç sorgusuz bir şekilde bunu kabullenebiliyor, hattâ onlardan bir kısmı bu hareketlerin yaman bir savunucusu olarak ortaya çıkıyor ve kendilerini tenkit eden Müslüman kardeşlerine karşı kılıç sallayabiliyor.

Mavi Marmara hadisesinden sonra İsrail’i Gazze üzerinde meşru otorite ilân eden talihsiz beyanat Müslümanlar üzerinde büyük bir şok tesiri yapmıştı – tıpkı 28 Şubat döneminde başörtüsü ile ilgili talihsiz beyanların yaptığı tesir gibi. Fakat bu defa 24 saat geçmeden, hiçbir Müslüman vicdanına sığmayacak olan o sözleri medyada kahramanca savunan yazılar peş peşe çıkmaya başladı ve bu tepkilerin havasını aldı. Aradan bir zaman geçtikten sonra ilk andaki tepkiler dile getirilmez, sonra da dile “getirilemez” oldu. Şimdi ise durum bildiğiniz gibi: İsrail’i İslâm toprakları üzerinde meşru otorite ilân edenler değil, buna karşı çıkanlar suçlu duruma düşüyor.

The Cemaat, en sonunda, Kur’ân’ın Yahudileri suçlamadığı iddiasını açıkça dillendirecek ve Siyonizme dokunulmazlık kazandıracak bir merhaleye gelmiş bulunuyor. Bizim değerlerimizi dünyaya taşımak gibi bir iddianın sahipleri, şimdi bunun tam tersini yapıyor ve başkalarının değerlerini bize yudum yudum içiriyor. Yoksa bu, artık bir kısım insanların herşeyi kabul edebilecek hale gelmiş olmasına güvenerek atılmış bir adım mıdır? Eğer böyleyse, yıllardır sürüp giden bir aşındırma faaliyetinin arkasında profesyonel bir mühendisliğin yattığından kuşkulanmak için yeteri kadar sebep var demektir.

***

The Cemaat’in dayandığı tabanın büyük çoğunluk itibarıyla iyi niyetli ve fedakâr insanlardan meydana geldiğini biliyoruz. Onların arasında bizim de tanıdığımız ve sevdiğimiz pek çok kimse var. Fakat onların da artık kendi üzerlerinde oynanan oyunları anlamaları için zaman gelmiştir. Bu saf ve samimî insanlar, lütfen, kendi içlerinde bir muhasebeye yönelsinler ve cemaate mensubiyetlerinden bu yana şeâir-i İslâmiye ile ilgili hassasiyetlerinin nasıl bir seyir takip ettiğini düşünsünler.

Aslında bu kadarına da ihtiyaç yok; sadece şu soruyu sorsunlar kendilerine:

Yahudilik, İsrail ve Siyonizm üzerine bugün söylenen bu sözleri bundan on sene önce işitseniz ne tepki verirdiniz?

Daha doğrusu, bu sözleri bundan on sene önce kimse söyleyebilir miydi?

Evvelce söylenemeyen bu sözlerin şimdi rahatça söylenebilir hale gelmesi kime ve neye hizmettir?

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Muhterem Hocaefendi: Eğer onlar ve biz bir yanlışlık yapıyorsak...[/h]

23 Ara 2013 09:12 Samanyolu Haber[h=2]En güncel Bamteli sohbetinde değerlendirmelerde bulunan Fethullah Gülen Hocaefendi anlamayan ya da çarpıtma yoluna gidenler için 'Yolsuzluk başlıklı sohbetindeki' o sözlerini bir kere daha anlattı.[/h]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi , herkul.org'da yayınlanan en son sohbetinde, geçtiğimiz günlerde 'yolsuzluk' isimli sohbetindekiaçıklamalarını ve 'beddua etti' şeklinde yapılan yayınları ''Bir tavzihte bulunmak istiyorum'' sözleriyle tekrar açıkladı.

Fethullah Gülen Hocaefendi çarpıtma yoluna gidenler için 'Yolsuzluk' başlıklı sohbetindeki o sözlerini bir kere daha anlattı.

Hocaefendi, şöyle dedi:

''Siz şahitsiniz ben burada dedim ki: “Eğer birileri.. biz de dâhiliz buna ve bize nisbet edilen insanlar da.. -nisbetleri ne kadar doğru.. şu arz ettiğim kategori içinde olabilir- ve bunların binde birini ben tanımıyorum. Eğer onlar ve biz, bir yanlışlık yapıyorsak, Allah’ın ahkâmına göre, Cenâb-ı Hakk’ın murâd-ı Subhânîsine göre, adalet-i Kur’aniye’ye göre, modern hukukun adalet sistemine göre, bir yanlışlık yapıyorsak şayet, topluma hıyanet sayılacak bir yanlışlık yapıyorsak şayet, geleceğimizi karartma adına bir yanlışlık yapıyorsak şayet, Allah evlerimize ateş salsın, bizi yerin dibine batırsın!.. Bir şeye güvenerek böyle dedim. İnanıyorum ki, sizin içinizde, şu farklı kategorilere rağmen, şu gayr-i mütecânis toplumun değişik kategorilerdeki farklı renk, desen, şekil ve şivelerine rağmen, böyle bir şeye sukût etmiş insan yoktur inşaallah ve dolayısıyla da inşaallah Allah onların evlerine ateş salmaz. Sonra da dedim: “Hakka ve hakikate karşı saygısızlığı kim yapıyorsa, harâmîliği kim yapıyorsa, hırsızlığı kim yapıyorsa, milletimizin halâsı adına, arınması adına, aklanması adına, aklık peşinde koşanların aklanması adına, Allah onların evlerine ateş salsın.” Ama görüyorum ki sadece bu son kısmı bir yönüyle İnternette, “tweet”lerde, gazetelerde neşretmek suretiyle meseleyi çarpıtma hıyanetini irtikâb eden, kara ruhlu, kara düşünceli, kara vicdanlı, kara kalemli bir sürü kara-kapkara insan var. Meseleler böyle çarpıtılınca, bir kesime de meseleler öyle gidiyor; dolayısıyla toplumun değişik kesimleri birbirinden kopuyor ve uzaklaşıyor. Tavzihte bulunma lüzumunu hissettim; çünkü çirkin, densiz, seviyesiz bir iftira ve çarpıtmaydı.''

 

Çarpıtma, kesme biçme işlemlerinin yeni olmadığını hatırlatan Hocaefendi, 28 Şubat döneminde kasetler üzerinden yapılan karalama kampanyası sonrası hakkında açılan davayı yorumladı ve hazırlanan iddianamenin ABD'ye de gönderildiğini belirtti. New Jersey Başsavcısının iddiaları 'komik bularak hazırladığı raporu Türkiye'ye yolladığını, insaflı Türk hakimlerin de ona göre karar verdiğini ifade etti:

 

 

''Haziran fırtınasında dine-diyanete karşı gelenler, kesme, biçme, yapıştırma, montajlama şeklinde o türlü bantları öyle yaptı, piyasaya sürdü ve bir şeyi karartmaya çalıştılar. Fakat oyunları tutmadı. O adliye içinde hakkaniyete bağlı, adalete bağlı, kalbiyle, ruhuyla, latîfe-i rabbânisiyle dipdiri hâkimler de vardı. İnşaallah hepsi öyle olsun, inşaallah hepsi öyledir. Ve Cenâb-ı Hak onlara o mevzuda doğruyu, isabeti gösterdi ve doğru ve isabetli bir karar verdiler, sıyrılma imkânı oldu. Buraya da geldi 300 sayfalık iddianame. “Bakarken, sağa bakman gerekirken sen sola bakmışsın, niye sola baktın?!. Efendim öne bakman lazım gelirken bazen dönüp arkaya da bakmışsın?!.” falan. Buradaki savcı, New Jersey’in başsavcısı, hezeyan sayılabilecek bu iddianamenin değişik paragrafları, maddeleri hakkında, meseleyi o kadar çok komik bulmuştu ki, hakkâniyetli davranmıştı. Falanın filanın bu mevzuda yardımı ile değil, hiç tanımadığımız, etmediğimiz bir insan, vicdanın sesini ve soluğunu dinleyerek burada, meseleleri yerinde değerlendirmiş ve ona göre bir rapor göndermiş, oradaki insaflı hâkimler de ona göre karar vermişti.''

 

 

 

Hocaefendi, 'ne istediler de verilmedi' şeklindeki söylemleri de değerlendirdi, ayrıca hizmeti dinamitlemeye karşı efendice ve dimdik durmak bizim vazifemizdir' dedi:

 

 

''Hiç kimseye karşı medyûniyetimiz yok, hiç kimseden hakkımızın dışında da bir talepte bulunmadık. Ancak din-iman hizmeti adına, mefkûre donanımı adına, gâye-i hayâli ikâme etme adına, insanlığın kalbde, gönülde, ruhta, sırda, histe, hafîde, ahfâda bir ba’s u ba’de’l-mevt yaşaması adına verilen hizmeti dinamitlemeye karşı da, karşı çıkmak, bunu tasvip etmemek, ama centilmence, ama efendice, kimseyi kırmadan incitmeden.. bu da Hakkın hatırına bir vazifedir. Bunu yapmamak, Hakk’a karşı saygısızlık olur. Allah’a hesap veririz. Burada da dimdik durma bizim vazifemizdir. Misyonumuzun gereğidir.''

 

 

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=2]Erdoğan: İçeriden dışarıya sızma var[/h]Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. Erdoğan konuşmasında, Yeni Türkiye hareketinin de sinyallerini verdi.

YENİSAFAK.COM.TR / POLİTİKA | 25 ARALIK 2013, 14:15

 

İşte Başbakan'ın o konuşması:

Erdoğan, 'Bu bir yolsuzluk soruşturması değildir. Millete karşı açık bir tezgahtır. Allah'ın izniyle bu oyun sandıkta bozulacaktır. Yeni Türkiye yürüyüşümüzü kimse durduramayacak. Devlet içinde devlet olmayacak. Yeni Türkiye'de maşalar eliyle suikastlar yapılmayacak. Akşam da söyledim, iki tabloyla karşı karşıyayız. Ya millet ya zillet. Ben inanıyorum ki millet kazanacak. Rabbim onları da zilletten kurtarır umarım. Yeni Türkiye'de yeni vesayetlere yer olmayacaktır.

76 milyona sesleniyorum. Bizi sevsin veya sevmesin, bize oy versin veya vermesin. Bu komple sadece Ak Parti'ye değil Türk milletine bir komplodur. Hangi partiye oy verirseniz verin ama bu komployu görün.

'BU KOMPLONUN BENZERLERİ BAYKAL'A DA YAPILDI'

Bu komplonun Türkiye'nin hayrına değil şerrine olduğunu lütfen gören. Bu komplonun benzerleri Baykal'a, Demirel'e, Erbakan'a da yapıldı. En sert cevabı vermezsek bu komploların benzerleri yapılmaya devam edilecektir.

Siyasetle tüm ilgilenen kardeşlerimi bu noktada hep birlikte duyarlılığa davet ediyorum. Bu çirkin komploya karşı dik duruşa davet ediyorum.

Bu medyanın ve sermaye çevrelerinin asıl niyetini görsün ve anlasın. Milletim olayın yolsuzluk değil Türkiye ekonomisi olduğunu bilsin. Bu komployu hep birlikte bozacağız.

Teşkilatımın burada görevi çok çok önemli.

Alışkanlıkları var. Şuradan girersek şu neticeyi alırız. Böyle bir parti olmadığını 30 Mart'ta ispat edecektir.

Reformlarımızı çok daha güçlü yapacağız. Şer olarak görünende hayır vardır.

Bu çirkin operasyondan güçlenerek çıkacağız.

Sadece 17 Aralık değil bundan sonra da yapacaklar. Şuydu buydu diyecekler. Göreceksiniz kısa süre zarfında tüm tereddütler giderilecektir. Milletimize oynanan oyunu anlatacağız.

En küçük bir ihmale umutsuzluğa yer yok. Siz çalışırsanız Türkiye kazanacak. Bu süreç yeni Türkiye'nin İstiklal süreci mücadelesidir.

'İĞRENÇ İNTERNET SİTELERİNDE ONLAR BOĞULSUNLAR'

Bu kadar önemlidir. Bu süreç Türkiye üzerine hesaplarının olanların hesaplarının bozulacağı süreçtir.

Karamsarlığa pirim vermeden kararlı bir mücadele vereceğiz.

Millet bizimle, hayır duaları bizimle. Bırakın onlar manşetleriyle ihanet içinde olsunlar. İğrenç internet sitelerinde onlar boğulsunlar.

Bırakın o itibar suikastçılar Müslümanlara beddua etsinler biz bedduaya lanet duaya evet diyeceğiz. Alim olan insanlara beddua değil dua yakışır.

'BU İŞ ŞİRAZESİNDEN ÇIKMIŞ'

Biz beddualarla değil dualarla yetiştik. Ama görünüyor ki bu iş şirazesinden çıkmış.

Böyle bir sürecin içerisindeyiz. Bize milletimizin hayır duası yeter.

MİLLETE KARŞI AÇIK BİR TEZGAH

Yolsuzluk kılıfına gizlenmiş bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bu bir yolsuzluk soruşturması değildir. Bu millete karşı açık bir tezgahtır. Allah'ın izniyle bu oyun 30 Mart'ta sandıkta bozulacaktır. Yeni Türkiye'de uluslararası operasyona yer olmayacak. Yeni Türkiye'de hukuk keyfiyet içinde olmayacak. Yeni Türkiye'de milli iradeye suikastler yapılmayacak. Ya millet ya zillet. İnanıyorum ki millet kazanacak, zillet içinde kalanlar zillete devam edecek. Temenni ederim ki Rabbim onları zilletten kurtarır. Bakın buradan 76 milyonun tamamına sesleniyorum. Bize oy versin ya da vermesin her vatandaşıma sadece hükümete değil, AK Parti'ye değil 76 milyona yapılan bir komplodur. Hangi partiye oy verirseniz verin bu komployu görün. Bu komplonun altında adalette, sağlıkta, enerjide, eğitimde, kalkınmada yaptığımız reformların hedef olduğu bir tablo. Bu komplonun Türkiye'nin şerrine yapıldığını görünç Bu komplo sayın Menderes'e, sayın Özal'a da yapıldı. 76 milyonun tamamını bu komployu anlamalarını davet ediyorum. Medyanın ne olduğunu görmelerini temenni ediyorum. Çeteleri temizlediğimizde Türkiye'nin çok farklı bir yer olduğunu göreceğiz. AK Parti 30 Mart'ta ispatlayacak kendini. Çözüm sürecini daha hızlı ilerletecek, kan ve gözyaşı kapısını kapatacağız. Tüm azınlıkların sorunlarını daha hızlı çözeceğiz.

İŞTE ERDOĞAN'IN KONUŞMASINDAN DİĞER NOTLAR

22 Aralık tarihi Sarıkamış harekatının başlamasının 99. yıldönümü. Kars da dahil olmak üzere Kafkasya'daki işgali sona erdirmek için başlatılan hareket arkasında çok hazin sonuçlar bırakmıştır. Çok sayıda Mehmetçik şehitlik mertebesine ulaştı. Benim büyük dedem de bu harekatta şehit oldu. Sarıkamış şehitlerimizi bir kez daha rahmetle yad ediyoruz. Önümüzdeki yıl da şehitlerimizin hatıralarına yakışır şekilde birçok etkinlik yapacağız ve hatıraları diri tutacağız. Bu hafta 27 Aralık 1936'da Hakka uğurladığımız Mehmet Akif Ersoy'u rahmetle anıyoruz. Bize İstiklal Marşı gibi bir manifesto bıraktığı için dualarımızı gönderiyoruz, mekanı inşallah cennet olsun diyoruz.

2014 bütçesi TBMM Genel Kurulu'nda görüşüldü ve kabul edildi. Burası çok manidar, muhalefetin ne kadar ciddi olduğunu ne kadar bütçe gibi önemli bir konuda nasıl bir tavır koyduğu açısından oylamaya önem veriyordum. Muhalefet 220'nin 117'siyle orada olabildi. Bunların bu işi ne kadar ciddi tuttukları konusunda önem arz ediyor. Yapılan çirkin girişimlere rağmen AK Parti grubu ciddiyetle bütçe görüşmelerini sürdürdü ve tamamladı. 2014 bütçesinin hayırlı olmasını Allah'tan niyaz ediyorum.

Trabzon'dan pazar akşamı bakan arkadaşlarımla milletvekili arkadaşlarımla, işadamları arkadaşlarımla Pakistan'a gittik. Şahbaz Şerif'in katılımıyla bir davet oldu. Lahor'daki bu katılım çok farklıydı. Sıcak bir katılımdı ve oradan kalacağımız yere gidene kadar bu heyecanı kendilerinde hissettik. O saate rağmen bunu Lahor halkında hissettik. Sayın Şahbaz Şerif'le görüştük. İşadamlarımızla geniş çaplı bir toplantı yaptık. İslamabad'a gittik. Sayın Navaz Şerif'le görüşmelerimizi yaptık. Ardından Memnun Hüseyin tarafından kabul edildik. Pakistan idarecilerine ve halkına yoğun ilgiden dolayı bir kez daha şükranlarımı ifade ediyorum. Kardeş Pakistan halkının yoğun ilgilerini hatta bazı yerlerde aracı doldurup Şahbaz Şerif'le birlikte inmek suretiyle halka karıştığımız tablo çok manidardı. Türkiye ve Pakistan dünyaya örnek bir dayanışma sergilediler.

50 BİN KİŞİ BİZİ KARŞILADI

Ordu ve Giresun'a gittik. Açılışlar gerçekleştirdik. Önce Samsun'a indik. Orada binlerce Samsunlu kardeşlerimize selam vermeden geçemezdik. Ardından Ünye'ye geçerken Giresun- Ordu Havalimanı yapılıyor, inşaatı inceledik. Ünye'de Fatsa'da onbinlerce kardeşimizle birlikte olduk. Ordu'da da kardeşlerimizle biraraya geldik. Akşam da valiliğin verdiği yemekteydik. Pazar günü Giresun'da tarihi bir manzarayla karşılaştık. Bugüne kadar görmediğimiz bir kalabalığın yaklaşık 50 bin kişinin bizi beklediğini gördük. Trabzon'a gittiğimizde havalimanında kardeşlerimizin bizi beklediğini gördük. Onlara da selamlama yaptık. Kendileriyle vedalaşıp Pakistan'a hareket ettik.

Daha bu yola çıkarken, milletimize bir söz verdik. Mahcup olmayacağız dedik, etmeyeceğiz dedik. milletimize ülkemize hayal kırıklığı yaşatmayacağız dedik. 11 yıldır hükümet görevimizde bu sözümüzü tuttuk. Mahcup olmadık, etmedik. Buradan aziz milletime bizi ekranları başında izleyen tüm kardeşlerime bir kez daha bunun sözünü veriyorum. Milletim gönlünü ferah tutsun. Biz her zaman hakkı söylemeye, doğruya doğru eğriye eğri demeye devam edeceğiz. Halkın önünde hesaba çekileceğimizi biliriz. Mahşer de hesaba çekileceğimizi de biliriz. Her adımı bu anlayışla bu korkuyla atarız. Bizi bu makamlara getiren, on bir yıl bizi burada tutan en başta dürüstlüğümüzdür. Yolsuzluklar karşısındaki sert tavizsiz duruşumuzdur. AK Parti yolsuzluklara göz yummaz. Zira bunu yaparsa varoluş zeminini ortadan kaldırmış olur.

Buradan aziz milletim, müsterih olun. Milletimin gönlü ferah olsun. Yolsuzluklar karşısındaki tavizsiz duruşumuz var. AK Parti yolsuzluklara müsamaa göstermez. Bizi bugünlere dürüstlüğümüz ulaştırdı. Bizi bugünlere dik duruşumuz ulaştırdı. Bize okul yıllarımızda 'Sizin hayat şeridiniz bembeyaz. Eğer kusur yaparsanız o şerit leke olarak dikkat çeker' derlerdi. Biz bembeyaz bir sicille ilerliyoruz. Biz gereği neyse onu yaparız. Böyle bir hassasiyetle yürüyoruz. Bizim başkalarını örnek almamıza gerek yok. Sicili siyah olanlar örnek teşkil edemez. Biz kendi sicilimize bakarız. 11 yılda hakkımızda iftiralar oldu. Hiç tereddüt etmedik. Kötüleri aramızdan ayıkladık. Bizim bu noktadaki hassasiyetimiz iftiraya maruz kaldı diye söylenti üzerinden operasyonlar arasına girmeyiz. Hukuk, halkın adaletin, tecelli etmesi. İyinin kötüden ayrılabilmesi için vardır. Mahkemeler hakkı haksızlıktan, iyiyi kötüden ayırt etmek için vardır. Meclis mahkemenin yerine geçemez. Özellikle de medya, yazarlar hakimin savcının yerine geçemez. 9 gündür operasyon var. Büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu dendi. 2. günden itibaren aşamalar geçildi. Siyasetçiler, medya tarafından infaz yapıldı. Yürütmenin uzantısı, yargının bir yapı içindeki safhası servis yapıyor demek ki. Burada bize düşen burayı da temizlemek. Bugüne kadar birçok olay yaşadık. Bu olayları yaşayanlar beraat etti. Beraat edenlerin temize çıkarılmasının bedelini kim ödeyecek? Bunlar da bizim ülkemizde yaşadı. Fotoğraflar, belgeler her gün ekranda. Montajlar var. Bundan sonra da yapabilecek kabiliyetteler. Bu mu hukuk? İçeriden dışarıya bilgi sızıyor. Anamuhalefet karar verecekse hakime, mahkemeye ne gerek var? Günlerdir Halkbank Genel Müdürü'nün evinden çıkan kutular konuşuluyor. Siz onun içinde ne olduğunu nereden biliyorsunuz? Siz evinden 2,5 milyon Euro çıkan şahsı nasıl vekil yaptınız? Bakın bu operasyon başlayıncaya kadar CHP hakimlere, savcılara, polislere demediğini bırakmadı. Polisimize yaptığı hakaretlere ne diyorsunuz? Şimdi de onları savunuyor.

GEZİ'DE MAYIS AYINDAKİ BAŞARIYA, 17 ARALIK'TA DİYARBAKIR'DAKİ SÜRECE SUİKAST UYGULADILAR

Biz iktidarız. Hukukla hareket edeceğiz. Devlet kurumlarının hiçbirini töhmet altında bırakmayız. Çürükleri temizleriz. 2013'te biz çok farklı bir Mayıs yaşadık. Finans krizin etkileri tüm dünyada ağır biçimde görülürken, biz iyiydik. Ulusal bir operasyon değildir şu olay. Bu olayın uluslararası boyutu vardır. Bunun da tepesi ve taşeronları vardır. Olay basit olarak ele alınmasın. Türkiye'nin büyümesine olan öncülük sebebiyle yapılan bir operasyon. İstanbul'da 46 milyon dolarlık 3. havalimanı ihalesini gerçekleştirdik. Bu çeşitli çevreleri rahatsız etmiştir. Her türlü olumsuzluğu her an yapabilirler. Bu dünyada ilk 3 içine girecek bir proje. Japonya ile Türkiye arasında nükleer santral anlaşması imzalandı. İstanbul Boğazı'na 3. köprünün temeli atıldı. Bunu engellemeye de gayret ediyorlar. İstanbul Borsa'sı 93 binin üzerine çıkarak rekor kırdı. Bunu hazmedemediler. Merkez Bankası'nın rezervini 27,5 milyar dolar olarak devraldık. Mayıs'ta 135 milyar dolarla Merkez Bankası rekor kırdı. Gösterge faizi, yüzde 63 seviyesinde devraldık. Mayıs'ta en düşük seviyeye düştü yüzde 4,6 oldu. Dayanamadılar bir anda tekrar faiz çıkmaya, 9,5'a kadar tırmandı. Tam 4 kredi derecelendirme kuruluşu Mayıs'ta notumuzu artırdı. IMF ile ilişkilerimizde 23 milyar dolardan devraldığımız borcu kapattık. Borcumuzu sıfırladık. Sen mi sıfırlarsın? İşte orada devreye girdiler. Enflasyonda, dış ticarette yeni rekorlar kırdık. Buna da katlanamadılar. Gezi olayları denilen sokak eylemleri başladı. Uluslararası medya İstanbul'a Ankara'ya kamp kurdu. Sosyal medya da Türkiye'yi dünyaya karaladı. Bu vatana ihanettir. Bunu acımasızca yaptılar. Apaçık bir ihanete şahit olduk. Faizin yükselmesinden kaybımız 2 milyar doları aştık. Gezi'de istedikleri başarıyı elde edemediler. Ekim'den beri Türkiye çok parlak bir dönem yaşıyor. Turizmde, ihracatta rekorlar kırdık. Merkez Bankası'nın rezervi 136 milyar dolara çıktı. Diyarbakır'da muhteşem bir açılış töreni yaptık. Mesut Barzani, Şivan Perver'in, İbrahim Tatlıses'in de katılımıyla unutulmaz bir tablo çıktı. Sevinç gözyaşları döküldü. Geçen hafta başından itibaren çözüm sürecine yönelik bu başarıları da hedef alan suikast girişimi yapıldı. Gezi'de Mayıs ayının başarılarına, 17 Aralık'ta da Diyarbakır'daki o sürece suikast düzenlendi. Manşete yolsuzluk iddiasını sundular.

MEDYANIN KİME NE TAŞIDIĞI ORTAYA ÇIKTI

9 günde Halkbank'ın uğradığı zarar 1 milyar 625 milyon dolar. Buna ne diyeceğiz? Çok güzel bir iş mi yaptınız diyeceğiz? Eğer hukuka uygun belgeler varsa bizimle paylaşacaksınız. Biz gereğini yaparız. Siz bir bankaya bunu yaptığınızda müdürü çökertmiyorsunuz ki. Emniyette, yargıda birkaç kişinin haberi olacak tüm birimlerin haberi olmayacak. Böyle birşey olabilir mi? Kalkıp da atılan adımlara karşı birileri başta anamuhalefet olmak üzere yavru muhalefet konuşacak. 20 milyar dolar değer kaybetti halka açık şirketler. Türkiye'ye kaybettirdiler. Birileri de bundan kazandı

Biz bu medyayı iyi tanıyoruz. Bunları şimdi açık ve net şekilde ortaya çıktı. Kime ne taşıdıkları ortaya çıktı. Kendi ülkesinin değil başkalarının çıkarlarını düşünen, vatana ihanet için casusluk yapan medya kuruluşları var. Devlet içinde böyle maşalar var maalesef. Biz yetkimiz dahilinde hukuk içinde kalarak bunun üzerine gideceğiz. Demek ki çetelerle mücadele yetmemiş. Devlet içinde devletin oluşmasına göz yummayacağız. Bir dava en başta ahlak sahibi olmalı. Ahlakı olmayan hareket başarılı olamaz. Her yolu mübah gören hareket başarılı olamaz. Bir yandan Allah diyeceksin, Kur'an diyeceksin bir yandan adın kasetlerle anılacak. Bu din azizdir. Din yara almaz ama yanlış içinde olanlar yara alır. Onların maskeleri düşer. Kim olursa olsun düşer. Kime hizmet ettikleri ortaya çıkar. Biz Anayasa çerçevesinde gereken adımı atarız. Dini kisve altındaki örgütlerin bir takım ülkelerin maşası olarak benim ülkemde ameliyat yapmalarına müsaade etmeyiz.

BİRLİKTE ANCAK BEDDUA SEANSI DÜZENLERLER

Milli irademize yönelik tezgah kurdular. Biz bu tezgahı anında deşifre ettik. AK Parti ile birlikte çıkarları zedelenen malum çevreler var. Türkiye kazandıkça kaybedenler var. Medyaya, siyasete, sermayeye bakın bu çevreleri göreceksiniz. CHP çıkıyor kendince bize yolsuzluk ithamlarında bulunuyor. CHP'ye bu görevi verdiler. O parti hep atanarak gelen bir partidir. Ya darbelerle ya da kirli komplolarla iş başına getirmiştir. Arkalarında da onlarca yolsuzluk dosya bırakmıştırlar. Kendi kongrelerinde yolsuzlukla ihraç ettikleri şahsı belediye başkanı olarak sundular. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. CHP yolsuzluk yapan görmek istiyorsa gitsin aynaya bakasın. Hakaret ettikleri o örgütle ittifak yapıyorlar. Bunlar birlikte ancak beddua seansları düzenlerler.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit[/h]

[h=3]Kirli oyun![/h]

24 Aralık 2013 Salı 00:24

,

Kaş yapalım derken göz çıkarttılar.. Bir rüşvet operasyonunun hesabını soralım derken ülkeyi 20 Milyar dolar zarara uğrattılar.. Bu işin devam etkisi, kamu dışındaki zararlar 40 milyarı geçer..

Bu Sezer’in Anayasa fırlatması gibi bir rezalet!

Yolsuzlukla böyle mücadele edilmez..

Bu soruşturmayı 1,5 yıl, bu kadar gizlilikle götürüyorsun da, bu operasyonu başlatırken, iddiaların basına sızdırılmasını nasıl önleyemiyorsun..

Paralel devlet yapılanmasının polis ve istihbarat gücünün koç başları da derin devletin tetikçileri gibi demek ki, öfkesi aklından büyük kişiler.. Bunlar zihniyet ikizi!

1,5 yıldır bekliyorlarmış, 3 gün daha bekleyemediler ki, bütçe salimen geçsin.. 3 ay daha bekleseniz, şu seçim de geçse idi, ya da iki-üç ay önce yapsaydınız operasyonu..

Zamanlaması bile bir art niyet taşıyor. Maksatları, iktidara ayar çekmek! İktidarı hizaya getirmek, Uluslararası sistemin tetikçiliğini yapmak kimseye onur kazandırmaz..

Yolsuzluk ve rüşvet olayları, karı-kız hesapları bir kenara, şu Halk Bankası’na çekilen ayar ayrı bir konu. Orada da yolsuzluk varsa üzerine gidilsin. Ama buradaki olay farklı. HSBC’nin bu işteki rolünün önce araştırılması gerek.

Yolsuzlukların üzerine gidecekseniz, mesela neden kimse İş Bankası aleyhine açılan davaları ve verilen cezaları gündemine almıyor, bu kesimden..

İşin aslı, Türkiye’ye para girişi engellenmek isteniyor.. Balkanlar’dan, Rusya’dan, Hindistan’dan, İran’dan, Arabistan’dan, Afrika’dan Türkiye’ye para girişi var.. Bu paralar İsviçre’ye giderse, Avrupa’ya ABD’ye giderse sorun yok. Onlar bu konuda uzmanlaşmışlar.. Of-Shore bankaları var.. Bir sürü irili ufaklı ada devletçikleri var.. Orada her haltı yiyorlar..

Evin hanımı yaparsa, “hayırdır inşallah” diyenler, biz yapınca “kör müsün?” diyorlar.. Kara deriliyiz ya! “Finansal tetikçiliği biz ne bilek, beyaz efendilerimiz ve onların yerli işbirlikçileri bilir”.. Bizden bu işi öğrenenler de onların çömezidir..

Türkiye’den para kaçırırsanız tamam, ama Türkiye’ye para getirirseniz olmaz..

Türkiye’den insani yardım şeklinde İslam dünyasına, Türk dünyasına, Balkanlar, Kafkasya, Afrika’ya, Asya’ya gönderdiğimiz yardımlar da birine batıyor.. Terör örgütlerine para aktarmakla suçluyorlar bizim insani yardım örgütlerini..

Bakın bu konuda hedefteki tek örgüt İHH değil.. Amerikan-İsrail sertifikalı olmayan herkes potansiyel suçlu. Onların mal varlıklarına, paralarına el koymaya hazırlanıyorlardı.. Ilımlı İslam böyle bir proje idi.. Mesaj şu: Varolmak istiyorsanız, ABD’de bir merkez açın, Önemli isimlerinizden biri orada ikamet etsin. Yani onu oraya rehin bırakın. O sınırdışı edilmediği sürece faaliyetlerinize devam edebilirsiniz!

Bakın İran’a ambargonun kaldırılması da Türkiye’yi iktisaden boğma kampanyasının bir parçası. İran’dan Ambargo kalksın, ama niyetleri İran’ı rahatlatmak değil. İşin içinde başka işler var.. Bugünkü yolsuzluk soruşturması da sadece bir kılıf, gözünüze yaklaştırılan bir kibrit çöpü. Kibrit çöpünü gözünüze çok yaklaştırırsanız, arkasında bir ormanı kaybedersiniz..

Bu şeytani oyunun planlayıcıları sizi temiz toplum söylemleri ile aldatmasın.. Unutmayalım ki, ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı..

Kötü bir tezgah hazırlamışlar.. İşin reklamasyonu da tamam. Ayakkabı kutusunda dolarlar, adamboyu rüşvet görselleri.. Sahi cemaat başka ülkelerden topladığı yardım paralarını hangi ülkelerden ya da hangi kolilerle aktarıyordu! Kimin üzerinden, kimin hesabına ve bu paraları kim nerede ve nasıl değerlendiriyordu?

Kesebir” holdingler, finans kuruluşları ve şirketlerin canı yanmaz mı bu işten! Nerede başlayıp bittiği belli olmayan karanlık ve karmaşık çıkar ilişkileri ağı çözülmeye başlandığında bunu kendi tabanınıza anlatamazsınız. Unutmayın içinizden bu işin merkezindeki birileri oynanan oyunu gördü ve bu konuda başka makamlara bildiklerini anlatmaya başladı..

ABD’de oturur, İsrail’e, Derin devletin uyumlu kanadına ve onların mediasına, sermayesine koç başlarına göz kırparak kendi ülkenizde hükümetinize meydan okumaya kalkarsanız, bunu kendi tabanınıza da anlatamazsınız..

Tamam klonladığınız zengin bir arşiviniz var. Paralel devletin paralel istihbarat yapılanması her yerde var.. Ama artık deşifre oldunuz..

Avrupa ya da ABD’de, bir şirket, yurt dışında birine rüşvet vermek istiyorsa, bunu ülkesindeki mali birimlere beyan eder ve bu beyanına dayalı olarak gider yazabilir.. Ya da bir ülkeye ihracatında gerçek dışı beyanda bulunması gerekir ve elde ettiği kayıt dışı geliri muhasebeleştirmek isterse yine önceden bir gizli beyan zabtı ile bunu yapabilir.. Biz bu işi bilmediğimiz için işler karışıyor biraz da.

Türkiye üzerinden İran’a da mesaj var ve Türkiye’deki İran paralarına el koymak gibi bir plan da sözkonusu. Cohen boşuna gelmedi.. Türkiye’yi iktisaden boğmak isteyenlerin kirli bir oyunu sözkonusu. Birileri herkesi izler, dinler, takip ederken, nasıl bu kirli oyunu görmek ve hatta onların oyununa alet olur! Karar sizin. Bu konuda söylenecek daha çoook söz var.

Not: Uzan mail gönderdi. Çiftlikte ele geçen kasetler bana ait değil, onu bulduğunu söyleyenler, oraya koyanlar olabilir diyor.. Bu onun beyanı. O konuda daha söyleyecek bazı sözlerim var. Selam ve dua ile..

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=2]İntihar bu; hepimizin intiharı! Aklınızı başınıza devşirin lütfen![/h]Bu yazıyı o ürpertici bedduadan sonra gözyaşlarına boğularak yazıyorum.Sadece kendilerini değil, hepimizi intiharın eşiğine sürükleme potansiyeli taşıyan böylesine büyük bir felâketle ve helâketle karşılaşmadık, iki yüzyıllık çöküş tarihimiz boyunca.

Yaşadığımız felâketin, adeta 'geliyorum!' diye 'bağırdığı' son üç aydan bu yana, taraflara, basiret, feraset ve akl-ı selim çağrısı yaptım; Cemaatin hukukunu, dershanelerin haklarını sonuna kadar savundum. Herkes şahit buna.

Ama yüreği yangın yerine dönen bir Müslüman olarak, asıl büyük felâketi göremeyecek, üstelik de büyütmekten çekinmeyecek -sadece kendilerini değil-, hepimizi intihara sürükleyecek kadar basiretleri bağlanan kişilere, yaptıkları işin vehametini göstermek için bu yazıyı yazmak zorundayım.

OSMANLI'NIN DURDURULMASI VE TÜRKİYE'NİN KUŞATILMASI

Binyıllık dünya tarihini, iki büyük küresel aktör arasındaki medcezir şekillendirdi: Müslümanlar ve Batılılar.

Geçtiğimiz yüzyıl içinde iki büyük felâketle karşı karşıya kaldık: Bir durdurma, iki kuşatma harekâtı yaşadık.

Önce, sömürgecilerin üç asır boyunca üzerimize üzerimize gelmeleri ve içimizdeki beyinsizlerin aymazlıkları ve vurdumduymazlıkları nedeniyle Osmanlı durduruldu ve tarihten sürgün edildik.

Ardından bu topraklardaki insanların haysiyetli ve onurlu direnişleriyle bu ülkeyi sömürgecilere teslim etmedik. Direndik. Destansı bir direniş gösterdik.

Ama sonra 'Anadolu kıtası'na hapsedildik.

Türkiye, çift yönlü kuşatmayla teslim alındı, içerden büyük bir darbe yedi: Medeniyet iddialarını, tarih yapan ruhunu, varlık nedenini yitirdi: Sekülerleşerek kendi kendini sömürgeleştirdi.

BATILILARA FİİLEN TESLİM OLMADIK AMA ZİHNEN TESLİM OLDUK!

Batılılara fiilen teslim olmadık; ama zihnen teslim olduk.

Bizim tarih yapmamızın, tarihte esaslı yolcuklar yapmamızın, Balkanları, Kafkasları ve Ortadoğu'yu barış, adalet, kardeşlik yurdu hâline getirmemizin yegâne kaynağı İslâm, bu toplumun entelektüel, kültürel, siyasî, sosyal ve iktisadî hayatından uzaklaştırıldı.

İslâm'ın bu toplumun hayatından uzaklaştırılması, bizim tarih yapan medeniyet kurucu bir aktör olarak tarihten uzaklaştırılmamız anlamına geliyordu.

Sonuçta, Türkiye, dışarıdan Batılıların baskısıyla, içeridense uzantılarının operasyonlarıyla kuşatıldı. Ve bu millet, tam kalbinin ortasından vuruldu, bitkisel hayata mahkûm edildi.

VE ARDI ARKASI KESİLMEYEN SALDIRILAR!

Son olarak bu çift yönlü kuşatma, yerini, çok yönlü saldırıya terketti.

Bu kuşatmayı yarmaya çalışan Menderes, idam edildi. Özal, şaibeli bir cinayete kurban gitti. Erbakan, hapsedildi, önü kesildi, hükümeti alaşağı edildi.

Şimdi, bu kuşatmayı yarma konusunda içeride ve dışarıda büyük mesafeler kateden, Türkiye'yi dış vesayetten ve içerideki uzantılarından kurtaracak, yeniden tarih yapmamızın yollarını açacak koridorları adım adım, sabırla döşeyen Tayyip Erdoğan, 11 yıldır, art arda büyük saldırılara, darbe girişimlerine, ardı arkası kesilmeyen iç ve dış operasyonlara maruz kalıyor...

HANÇERLEME OPERASYONU!

Ama bunların hiç biri şu an yaşadığımız saldırı kadar büyük ve ürkütücü olmadı. Olamazdı; çünkü hiç biri, Erdoğan'ın birlikte yola çıktığı, kardeş bildiği insanlardan gelmemişti.

Erdoğan'ın, önlerini sonuna kadar açtığı insanlar tarafından, tam da Türkiye'nin küresel sistemin büyük oyunlarını -Allah'ın yardımıyla- püskürtmeye başladığı bir zaman diliminde arkadan hançerlenmesi, bu ülkenin başına gelebilecek en büyük felâketti.

Bundan büyük felâket olamazdı: Tayyip Erdoğan, Ebucehil'likle, Firavun'lukla, Nemrutluk'la itham edildi; türlü kaset şantajlarıyla tehdit edildi!

Ama bu çirkin ithamların hiçbirine aslâ o çirkinlikle cevap vermeye yeltenmedi. Sabretti. Sabretti.

Ama sonunda, iğrenç bir 'hançerleme operasyonu' yedi!

TARİH SİZİ ASLÂ AFFETMEYECEK!

Söylemek bile saçma: Yolsuzluk, kul hakkı yemek gibi şeyler, aslâ kabul edilebilecek şeyler değildir. Bu sütunun sürekli okuyucuları, bu yolsuzluklar konusunda, ne kadar ağır, ne kadar sert yazılar yazdığımı, 'Tanrı'yı kıyamete zorlamayın!' dediğimi iyi bilirler.

Ne olursa olsun, yolsuzlukların üzerine en sert şekilde gidilmelidir!

Ama milletin zekasıyla alay etmeyin, milleti aptal yerine koymayın lütfen!

Türkiye'nin gelecek on yılının belirleneceği, İslâm dünyasının mazlum ve masum halklarının önündeki prangaların birer birer kırılacağı tarihî üç önemli seçim arefesinde, yolsuzluk numarasıyla arkadan saplanan hançer, aslâ kabul edilemez!

Bir yandan vargücünüzle saldırıyorsunuz, kirli ittifaklar yapıyorsunuz, son derece çirkin oyunlara başvuruyorsunuz; öte yandan da utanmadan, sıkılmadan, 'bu operasyonun arkasında biz yokuz' açıklamalarını nasıl yapabiliyorsunuz?

Bu operasyon başarıya ulaşırsa, tarih sizi aslâ affetmeyecektir, bunu bilin!

Ve bu ümmet, yarın, sizin yakanıza yapışacaktır! Bunu da bir yere kaydedin!

YA BEDDUANIZ GERİ DÖNERSE!

İplerin henüz bu ülkenin çocuklarının elinde olmadığı, İslâm dünyasının, bizim başlattığımız yolculuğun başarıya ulaşması için gece gündüz dua ettiği, siz, Mavi Marmara'nın aziz şehitlerine bile dil uzatıp İsrail terör devletinden 'eman dilenirken', beddua ettiğiniz insanların ve hükümetin masum Gazzelilerin imdadına yetiştiği, Sirilankalı 12 yaşındaki çocuğun Erdoğan'ın sağlığını merak ettiği, Yemen'li yaşlının İstanbul'un yeniden dirilişi için Rabbine yakardığı, Güney Afrikalı büyük bir üniversite / medrese başkanının 'Türkiye'li Müslümanlar için nefes alıp veriyoruz, dua edip duruyoruz', dediği, Tanzanya Cumhurbaşkanı'nın 'neredesiniz?' diye sorduğu bir zaman diliminde, siz, önce tarihten sürgün edilmiş, ardından çifte kuşatma yemiş bu sahipsiz milletin çilekeş çocuklarına beddua etmeye, bu ülkenin yürüyüşünün önünü tıkayacak basiretsizce çılgınlıklara imza atmaya, sırf kendi gettonuzun çıkarları için gemileri yakmaya kalkışarak, bu sahipsiz ülkenin ve mazlum ümmetin kaderiyle oynamaya kalkışırsanız, ettiğiniz beddua sizi bulmaz mı, sanıyorsunuz?

CEMAAT'İ CEMADAT'A, HİZMET'İ HEZİMET'E DÖNÜŞTÜRMEYE HAKKINIZ YOK!

1998 yılında, sizi ve hizmeti topyekûn yoketmeye çalışan kasetçi haydutlara karşı bu gazetenin başındayken ölesiye savundum.

Ama 'hançerleme operasyonu'yla birlikte, bütün saygımı yitirdiniz! Sadece benim değil, bu milletin de!

Unutmayın: İlkesiz ülkü, ilkeleri yok eder; ülkeyi ise paçavraya çevirir, kurda kuşa yem eder.

'Hedefe ulaşmak için her yol mübahtır' anlayışı, ihtiras, ben / biz merkezcilik, istişareyi hiçe saymak, önünüze gelen herkesi sonuna kullanıp sonra da kaldırıp atmak, diğer Müslümanlara böcek muamelesi yapmak, şer şebekeleriyle her türlü zelil ittifaklar kurmak, insanı azmanlaştırır, azgınlaştırır ve sonunda Müslümanlara beddua etmeye kalkışacak kadar yolunu da, istikametini de şaşırtır böyle!

Bu aziz Cemaat'i cemadat'a (taş'a), o güzelim hizmet'i de hezimet'e dönüştürmeye hakkınız yok!

Şunu aslâ unutmayın: Eğer Tayyip Erdoğan devrilirse, bunun altında siz de kalırsınız!

Sonuçta, Sibirya'dan Brezilya'ya kadar her şeylerini Allah rızası için hizmet uğruna feda eden, o kahraman, vefakâr, fedakâr Anadolu çocukları da!

Onların hesabını da veremezsiniz!

BU ÜLKENİN VE ÜMMETİN KADERİYLE OYNAMA YETKİSİNİ KİM VERDİ SİZE?

Hem yetkiniz yokken hem de yeteneğiniz olmadığı gün gibi ortadayken bu sahipsiz ülkenin ve mazlum ümmetin kaderiyle oynayamazsınız!

Üstelik de, küresel sistemin lordlarının oyunlarının -ilk defa- sonuç alınacak şekilde püskürtülmeye başlandığı bir zaman diliminde!

Üstelik de, Çin'le, Kuzey Irak yönetimiyle, hiç bir zaman güvenilemeyecek ve dizginlenmesi gereken İran'la, Japonya'yla ve Rusya'yla büyük stratejik, ekonomik ve teknolojik işbirliği projelerini adım adım, ilmek ilmek, inceden inceye hesaplayarak, kılı kırk yararak -Allah'ın yardımı ve lütfuyla- ilk kez hayata geçirmeye muvaffak olduğumuz kritik bir eşikte!

Üstelik de, Türkiye üzerinde ekonomik, stratejik ve siyasî oyunlar tezgâhlayan, mühendislik hesapları yapan küresel şebekelerin ve bunların iç uzantılarının oyunlarının birer birer püskürtüldüğü bir silkiniş ve toparlanış sürecinde!

Soruyorum şimdi: Bu sahipsiz ülkenin ve mazlum ümmetin kaderiyle oynama yetkisini kim verdi size?

Ve bunun hesabını nasıl vereceksiniz 'hesap günü'nde?

 

 

Yusuf Kaplan, Yeni Safak, 22.12.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Webmaster änderte den Titel in Fetö ve Ak Parti (Fethullah Gülen, Tayyip Erdogan)

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.


×
×
  • Neu erstellen...